Sinan Ülgen ile Trump döneminde dünya ekonomisi nasıl değişecek? Türkiye bundan nasıl etkilenir?

Dünya Trump’ın başkanlık koltuğuna oturacağı günü bekliyor. ABD’nin dış politikasında neler olacak? Trump döneminde dünya ekonomisi nasıl değişecek? Buradan çıkacak sonuç Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Sinan Ülgen küresel ve Türkiye açısından ele alarak Trump’ın politikalarını Ruşen Çakır‘a anlattı.

Sinan Ülgen ile Trump döneminde dünya ekonomisi nasıl değişecek?
Sinan Ülgen ile Trump döneminde dünya ekonomisi nasıl değişecek?

Ülgen, Edam’da Alina İltutmuş ile beraber hazırladığı raporu ele alarak Trump’ın korumacı ağırlıklı ekonomi politikalarının Türkiye’de hangi ihracatçı sektörler açısından avantaj olacağını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Dünya, Trump’ın tekrar ABD’nin başına geçeceği günleri bekliyor ve burada çok şey değişecek, o belli. Şimdi bir konuyu mercek altına almak istiyoruz, o da Trump’la beraber Amerikan dış ticaret stratejisinin ve politikasının büyük ölçüde değişecek olması ve buradan çıkacak sonuçların Türkiye’ye etkileri. Biraz ürkütücü bir başlık gibi gelebilir ama bunu Sinan Ülgen anlatacağı için gayet anlaşılır bir başlık olacak. Evet, EDAM Direktörü Sinan Ülgen stüdyo konuğumuz. Hoş geldin Sinan.

Sinan Ülgen: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Alina İltutmuş’la birlikte bir rapor kaleme aldınız: “Trump Döneminde ABD’nin Uluslararası Ticaret Politikası: Ticaret Savaşları Türkiye’ye Avantaj Sağlar mı?” Çok da uzun olmayan bir rapor ama birtakım kalemler var, onlara en sonda geliriz. Ama önce bir önerme var, o önerme de çok net; Trump, iktidarı devraldıktan sonra ilk fırsatta dış ticaret konusunda uluslararası yükümlülüklerini bir kenara bırakarak, değil mi, Dünya Ticaret Anlaşmalarını falan bir kenara bırakarak, özellikle Çin’e yönelik çok sert birtakım tedbirler alacak. Gümrük vergilerini alabildiğine artıracak. Tam ne yapacak, ne bekleniyor?

Sinan Ülgen: Şunu yapacak, en azından seçim dönemindeki vaadi şu oldu; Çin’e yönelik bütün ithalata %60 oranında vergi, diğer ülkelerden yapılan ithalata da %10 ila %20 arasında vergi koyacak, gümrük vergisi koyacak. Şimdi bunu kurallara bağlı kalarak koymasının imkânı yok. Yani ülkelerin tek taraflı olarak “Ben bu sabah böyle karar verdim” deyip gümrük rejimlerini, dış ticaret rejimlerini böyle korumacı bir hale getirmelerine uluslararası ticaret hukuku olanak vermiyor. O nedenle bunu yapacaksa tamamen bunu Amerika başına buyruk ve tek taraflı olarak yapacak. Ama istiyorsan belki hikayeyi bir adım geriden başlatalım.

Ruşen Çakır: Tabii.

Sinan Ülgen: Yani şu manada: Trump genel olarak ekonomik olarak ne vadediyor, yani nasıl bir ekonomik vizyonu var Amerika için ve bu doğrultuda dünya ekonomisine nasıl bir etkisi olacak ve sonra da tabii ki Türkiye’ye nasıl bir etkisi olacak? Şimdi, geleneksel olarak Amerika’da Cumhuriyetçi kesim, ekonomide daha arz tarafı politikaları benimseyen kesim oldu. Mesela Reagan döneminde hatırlarız; Reagan’ın Amerikan ekonomisine ivme vermesi aslında bu “supply-sider” dedikleri arz tarafında ekonomiyi tıkayan birtakım duvarları aşmaya yönelik politikalar demetiyle bunu sağladılar. Şimdi Cumhuriyetçilerin böyle bir genel olarak ekonomiye yaklaşımları var. Trump’ta da bu var. Arz tarafındaki engelleri kaldırmak için bazı önerileri var. Mesela ne var? Diyor ki, “Ben enerji fiyatlarını ucuzlatacağım” diyor, ki üretim artsın. Ama nasıl ucuzlatacak? Tamamen bu yenilenebilir enerji olarak sübvansiyonları geride bırakıp, geleneksel, yani petrole ve doğalgaza yönelerek.

Ruşen Çakır: Daha ucuz olan…

Sinan Ülgen: Daha ucuz olan… Çünkü iklim değişikliğine de inanmıyor zaten. Amerika’nın da muhtemelen bir kez daha çok taraflı iklim değişikliği anlaşması olan Paris Anlaşması’ndan imzasını çekecek. Ve bu geleneksel hidrokarbon enerji türlerine yatırım yaparak Amerika’da enerji fiyatlarını ucuzlatacak. Böylece üretimi artıracak. Bu, birinci önermiş olduğu önemli reçete. İkincisi, vergileri düşürecek. Yani kurumlar vergisini, şirketlerin üzerindeki vergileri düşürecek. Muhtemelen kişisel vergileri de düşürecek. Dolayısıyla, bir vergi avantajı yaratmak suretiyle gene içeride üretimi artıracak. Ama tabiatıyla içeride bu vergileri düşürdüğü zaman, bir şekilde kamu bütçesinde biraz dengelemesi gerekecek. Yapılan birtakım ekonomik analizler, her halükârda Trump’ın politikalarını hayata geçirmesi durumunda Amerika’da kamu açığının artacağını gösteriyor ve bu da orta ve uzun vadede ilave bir enflasyon olarak karşımıza çıkacak. Ona biraz sonra geliriz. Ama bu bütçe gelirlerini biraz olsun dengeleyebilmek için, içeride alamadığı vergileri ticaret üzerinden almaya bakacak. Dolayısıyla Amerika’nın yapmış olduğu ithalata vergi getirecek. Bu da tabii daha yüksek bir korumacılık demek.

Ruşen Çakır: Peki, şunu anlamıyorum. Diyelim ki Çin, Amerika Birleşik Devletleri’ne bilgisayar satıyor. Normalde o bilgisayarı 1000 dolara satıyor. Şimdi %60 vergi gelince o bilgisayarın fiyatı…

Sinan Ülgen: Olacak 1600 dolar.

Ruşen Çakır: 1600 dolar olacak.

Sinan Ülgen: Aynen öyle.

Ruşen Çakır: O zaman Amerikan piyasasında onun satışı otomatik olarak düşecek herhalde.

Sinan Ülgen: Kesinlikle.

Ruşen Çakır: En büyük avantajı onun çünkü, belli bir fiyatı tutturması. Bu aynı zamanda şunu da söylüyor anladığım kadarıyla: Gümrük vergisini yükseltince aslında ithalatı azaltacak.

Sinan Ülgen: Evet, ithalatı azaltacak ve yerli üretimi bir anlamda koruyup teşvik etmiş olacak. Çünkü ne olacak? Biraz önce verdiğin örnekten yola çıkacak olursak, diyelim ki Amerikan üretimi bir bilgisayar 1400 dolara mal oluyor. Ama şu anda arzı sıkıntılı; çünkü sonuçta benzer bir bilgisayarı Çin’den ithal etmek suretiyle 1000 dolara satabiliyorsunuz. Ama o Çin’den ithal ettiğiniz bilgisayarın fiyatı bir anda 1600 dolara çıkarsa, o zaman Amerika’nın yerli üretiminde 1400 dolara mal olan bilgisayar bir anda çok daha fazla satılır hale gelecek. Bunu amaçlıyor.

Ruşen Çakır: Evet, yani sonuçta ithalatı azaltmayı…

Sinan Ülgen: İthalatı azaltıp, ithalat pahalı hale geleceği için daha ucuz iç üretimin arzı artacak, üretim artacak. Yani yapılan hesap bu.

Ruşen Çakır: Peki burada şöyle bir mesele var: Çin’e %60, diğerlerine %10 ila %20 arası. Şu andaki olay ne?

Sinan Ülgen: Şu andaki olay, bir kere tek bir tarife rejimi yok. Ülkeler, yani uluslararası kurallar nasıl çalışıyor diye buna bakacak olursak, ülkelerin Dünya Ticaret Örgütü’ne deklare etmiş oldukları ve bir anlamda uluslararası yükümlülükleri haline gelen gümrük tarifesi tavanları var. Bu üründen ürüne değişebiliyor; yani bazı ürünlerde çok düşük, bazılarında sıfır, bazılarında daha yüksek. Ama nihayetinde bu tavanları aşamıyor ülkeler. Aşmaları durumunda yükümlülüklerini ihlal etmiş oluyorlar. Ha, nasıl aşabilirler? Aşmalarının şu anda uluslararası ticaret hukuku tarafından kabul görülmüş olan yöntemi, bir soruşturma sonucunda bu olabiliyor. Niye? Çünkü mesela damping oluyor, dolayısıyla damping soruşturması yapıyor. Bakıyor ki öbür ülke bu damping soruşturması neticesinde dampingli mal ihraç etmiş, aradaki marjı anti-damping vergisi koyuyor. Ama bunu bir ülkeye karşı koyuyor ve bir soruşturma sonucunda yapıyor. Öyle hiçbir soruşturma olmadan “Ben karar verdim, bütün ürünlere, bütün ithalata %60 koyacağım” diye bir yaklaşım şu ana kadar hiç görmedik açıkçası ve o nedenle de zaten uluslararası ticaret hukukuna aykırı oluyor. Ama bugünkü durum bu: Ülkeler farklı ürün gruplarında Dünya Ticaret Örgütü’ne deklare ettikleri tavan gümrük tarifeleri var, onlara uymak mecburiyetinde.

Ruşen Çakır: Şimdi Çin’e yönelik bu hamle, Amerika’da iç piyasayı canlandırmanın ötesinde sanki Çin’in ekonomisini mahvetme gibi bir perspektife de sahip.

Sinan Ülgen: Şimdi dolaylı etkisi tabii ki o olacak. Tabii ki yani Amerika bununla aslında, Trump en azından, bir taşla iki kuş vurmaya çalışacak. Bir, kendi iç ekonomisini, yani Amerika’nın kendi üretimini artırmak, bu ilave koruma sağlamak suretiyle; ama aynı zamanda zaten Trump yönetiminin herhalde en büyük dış politika hedefi Çin’in yükselişini durdurmak, Çin’i dengelemek, Çin’i çevrelemek. Bir de bu politikaya hizmet edecek. Çünkü Çin’in büyümesi bakımından – ki ihracat odaklı bir ekonomi için – çok büyük bir handikap teşkil edecek. Yapılan gene birtakım ekonomik analizler böyle. Çin’de zaten büyüme eskisi gibi değil. Yani bundan 5-6 yıl önce %8-9 oranında büyüyen bir ekonomi iken Çin, şu anda %5-6 civarında bir büyümesi var. Ama eğer böyle bir Amerikan pazarı Çin’e kapanacak olursa, bunun Çin ekonomisi üzerinde %2 ile 2,5 oranında bir eksilme olacağını gösteriyor. Dolayısıyla Çin’in büyümesi, zaten düşmüş olan büyümesi, %5’ten %2-2,5 seviyesine düşebilir eğer böylesine bir uygulama hayata geçerse.

Ruşen Çakır: Bayağı can yakıcı bir şey.

Sinan Ülgen: Öyle tabii. Bunun bizi ilgilendiren boyutu da tabii Çin de buna pasif kalmayacak, kalamayacak. Yani siyasi ve ekonomik sistemi itibariyle kalamayacak. Dolayısıyla o zaman Çin ne yapacak? Amerika pazarına ihraç edemediği ürünleri bu sefer dünyanın başka coğrafyalarındaki pazarlara, başta Avrupa olmak üzere ve Afrika olmak üzere, oralara sevk etmeye çalışacak. O zaman ne olacak? Bu sefer oradaki ülkeler korumacılık duvarlarını artıracaklar birincisi. İkincisi, bizim gibi yine Çin’le zaman zaman rekabet eden bir ülke olduğumuzdan dolayı, bizim ihracat pazarlarımızda çok daha şiddetli bir Çin rekabeti ile karşılaşacağız, bugün olmadığı ölçüde.

Ruşen Çakır: Yani Amerika’yı telafi etmek için başka yerlere daha agresif bir şekilde yönelmek zorunda kalacak.

Sinan Ülgen: Kesinlikle. Çünkü düşünün ki şu bardağı üretiyorsunuz, bu bardak artık Amerikan piyasasına giremiyor. Elinizde de 10 milyon tane var, 10 milyon tane üretmişsiniz bu bardaktan. Ne yapacaksınız? Denize dökecek haliniz yok. Dolayısıyla bunu başka pazarlara, daha düşük fiyatlarla başka pazarlara satmaya çalışacaksınız Çin olarak.

Ruşen Çakır: Peki, burada ABD’nin bu yapacağı, yani Trump döneminde yapacağı, inşa edeceği duvarları mesela Avrupa’da da eder mi?

Sinan Ülgen: Etmek zorunda kalacak, istemese de. İki nedenden dolayı etmek zorunda kalacak. Birincisi, Amerika’nın yani Trump Amerika’sının alacağı bu ticari tedbirler Avrupa’yı da vuracak. Çünkü evet, Çin’e %60 ama Avrupa’ya da %10-20 arasında bir vergi gelecek. O da gayri hukuki. Dolayısıyla buna Avrupa Birliği de tepki gösterecek. Muhtemelen biz de tepki göstereceğiz. Yani biz de birtakım Amerikan ürünlerine ilave vergiler koyacağız, Avrupa da koyacak. Dolayısıyla zaten ticaret savaşının tanımı bu; birbirlerine karşı daha yüksek ithalat duvarları çekmek. Birincisi böyle olacak. İkincisi, Çin’e karşı da bir engel getirmesi icap edecek Avrupa’nın. Çünkü işte biraz önce verdiğimiz örnek, eğer Çin ihracatını artık Amerika’ya yapamayacaksa, o ihraç ürünlerine yeni pazarlar arayacak. Dünyadaki en büyük ikinci pazar da Çin bakımından Avrupa. Onları, o ürünlerini Avrupa’ya yönlendirecek. Dolayısıyla Avrupa da o ilave Çin ithalat baskısına karşı birtakım tedbirler almak zorunda kalacak. Onlar da Amerika’nın yaptığı gibi Çin’e karşı ithalat vergilerini artıracaklar. Kaçarı yok yani.

Ruşen Çakır: Peki, şu ana kadar hep tehditlerden bahsettik. Sonuçta Trump ne kazanıyor bilmiyoruz ama Trump dışında herkes stres altına giriyor.

Sinan Ülgen: Kesinlikle.

Ruşen Çakır: Peki, buradaki fırsat ne?

Sinan Ülgen: Fırsat şöyle, işte bizim yaptığımız analiz de biraz öyleydi. Şimdi genel olarak tabii, burada iki hususu birbirinden ayırmak lazım. Böylesi bir dünya, yani koruma duvarlarının arttığı, ticaret savaşlarının süre geldiği bir dünya, ihracat üzerinden büyüme modeline sahip Türkiye gibi bir ülke için iyi bir şey değil. Çünkü Türkiye için ideal olan senaryo, bilakis, pazarların açık kalması, ihracatımızın o şartlarda devam edebilmesi — bu Amerika’ya olur, Avrupa’ya olur — ama en nihayetinde kurallara bağlı dünya düzeninin korunması ve pazarların açık kalması Türkiye için iyi senaryodur. Şimdi bunun tam tersine bir gelişme yaşayacağız dünyada; korumacılık duvarları artacak, dünya ticareti bundan zarar görecek, ticaret azalacak, dolayısıyla ihracata olan talep azalacak. Bunu her ülke yaşayacak, Türkiye dahil. Bu işin olumsuz tarafı. Ama bunun içinde olumlu taraf ne olabilir diye biz bakmaya çalıştık. Olumlu taraf da şu: Şimdi Amerika’nın en büyük ithalatçısı Çin. Şimdi Çin’in bütün ürünlerine %60 oranında bir gümrük vergisi gelirse, Çin Amerika pazarında rekabet kaybedecek ve dolayısıyla Türkiye’nin halihazırda Çin’in ihracatıyla rekabet içinde olduğu birtakım ürün ve ürün gruplarında Amerikan pazarında bu sefer Çin’in önüne geçebilecek, rekabet avantajı elde edecek. Bu önemli bir unsur. Bunun bir benzerini aslında COVID sonrası yaşamıştık. Orada da Çin’le ticaret, Amerikan ticareti biraz sarsıntıya uğramıştı ve Türkiye buradan avantaj çıktı birtakım ürün gruplarında. Şimdi benzerini yaşama ihtimalimiz yüksek, çünkü Çin’le böyle bir darbe gelecek olursa, onun yani Çin orijinli malların yerini bir ölçüde Türkiye’nin ihracatı alabilir. Bizim yaptığımız çalışma da aslında buna ışık tutacak nitelikte bir çalışmaydı. Bunların hangi ürünlerde, hangi ürün gruplarında olabileceğine baktık geliştirdiğimiz bir metodoloji ile.

Ruşen Çakır: Burada benim gördüğüm, hızlıca baktığımda, daha çok tekstil.

Sinan Ülgen: İşte onu söylemek, gerçekten de bizim daha iş gücü, yani emek yoğun sektörlerde bir avantajımız var Amerikan pazarında. Tekstil, deri ürünleri, işte biraz demir-çelik, buralarda bir avantajımız var. Hani gönül ister ki Türkiye daha yüksek katma değerli ürünlerde de bir rekabet avantajı elde edebilsin ama şu anda öyle gözükmüyor. Yani çünkü Çin geri çekilecek dediğimiz zaman, Çin o kadar büyük bir ihracatçı ki Amerika için, hem emek yoğun ürünlerde ihracat yapıyor hem de yüksek teknolojili ürünlerde ihracat yapıyor Amerika’ya. Ama bu çalışmada bizim gördüğümüz, biz yüksek teknoloji, yüksek katma değerli ürünlerde Amerikan pazarına şu ana kadar bir yüksek oranda giremediğimiz için oralardan Çin’in çekilmesi, bize çok büyük bir avantaj sağlamayacak. Çünkü nihayetinde burada başka ülkeler o zaman Çin’in bu tedarikini üstlenebilecekler. Ama bizim şanslı olduğumuz sektörler, işte daha böyle emek yoğun sektörler.

Ruşen Çakır: Peki, bunun olabilmesi için bir stratejinin devlet tarafından saptanması, özel sektörle birlikte konuşulması vesaire…

Sinan Ülgen: Tabii. Yani birkaç boyutu var bunun. Şimdi bir, ‘‘Biz bu daha korumacı ticaret savaşlarının olacağı bir dünyaya nasıl hazırlanmalıyız?’’ sorusu var. Bunun da cevabı, burada kamunun üstlenebileceği bir sorumluluk var. Çünkü bu anlattığımız korumacı dünyada Türkiye’nin de ilave koruma duvarlarını yükseltmesi gerekecek. Çünkü Çin, Amerikan pazarına yapamayacağı ihracatı sadece Avrupa’ya değil, Türkiye’ye de yönlendirmeye çalışacak. Sonuçta Türkiye de işte 86-87 milyon nüfusuyla büyük bir pazar. O nedenle Türkiye’ye yönelik de bir ithalat baskısı oluşacak Çinli ürünlerden kaynaklanan. Şimdi kamunun buna hazırlanması lazım. Türkiye’nin de kendi elinde nihayetinde kendi sanayini koruyacak enstrümanlar var ama bunları şimdi artık böyle bir dünyada çok daha titizlikle, çok daha dikkatle, çok daha zamanlıca hayata geçirebilmesi için bir hazırlık yapması gerekecek, işin birinci boyutu bu. İkinci boyutu Avrupa tarafı. Çünkü bizim ihracatımızın, eğer İngiltere’yi de dahil edersek, sonuçta %50’si Avrupa’ya gidiyor. Avrupa’nın asıl daha korumacı bir hale gelmesi bizi çok daha olumsuz etkileyebilir. Onun için bizim aslında bu daha korumacı dünyada, Avrupa ile eş güdüm içerisinde gitmemizi sağlayacak ve dolayısıyla Avrupa pazarının bizim ihracatçımıza açık kalmasını sağlayacak adımlar atmamız lazım. Bu çok önemli.

Ruşen Çakır: O nokta da senin tam uzmanlık alanın. Hani Gümrük Birliği Anlaşması’nın yenilenmesi diye bir hikaye var.

Sinan Ülgen: Kesinlikle, aynen ona geliyoruz. Yani bizim şimdi siyaseten yapmamız gereken — bu kadar ekonomi konuştuk, hani sen de bunları, yani bu alanı çok yakından izledin yıllarca — yani Türkiye’nin tam üyelik hedefinden vazgeçmemesi lazım. Bunu eleştiri olarak söylemiyorum, ben de buna inanıyorum ve geçmişte de inandım. Siyaseten tam üyelik hedefini masada tutması lazım. Ama bugünkü konjonktürde Avrupa Birliği ile ilişkide bir ivme kazanacaksak, bunu şu anda tam üyelik söylemi üzerinden kazanamayacağız. Bunun da iki nedeni var: Hem Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanındaki maalesef zayıflayan karnesi hem de Avrupa içerisinde artan yabancı düşmanlığı, aşırı sağ, tam üyelik meselemizi şu anda bizim ilerletmemize olanak sağlamıyor. O zaman ne yapacağız? Bu değişen, hele hele Trump’ın seçimi sonrasında değişen dünya konjonktürü ve jeopolitiği üzerinden bizim Avrupa ile bu sefer ekonomik güvenlik üzerinden bir gündem yaratmamız lazım. Yani diyebilmemiz lazım ki bizim Avrupa’ya ve bunun karşılık bulacağını da düşünüyorum; biz Avrupa’yla, evet, siyasi geleceğimizi ortak görüyoruz ama bu daha uzun vadede gerçekleşecek bir şey. Bizim daha kısa vadede bu karşılaştığımız sınamalara karşı ortak bir ekonomik gelecek inşa etmemiz gerekiyor. Türkiye’nin de çünkü Avrupa’nın bu ekonomik güvenliğine sağlayacağı katkılar var; büyük pazarıyla, özellikle sınai altyapısıyla. Yani Çin ile daha ihtilaflı, Amerika ile daha ihtilaflı bir dönem yaşayan Avrupa’nın dönüp de bu yeni ortaklığı kurabileceği en büyük ülke Türkiye. Bizim ama bunu bir siyasi söylem içerisinde Avrupa’ya taşımamız gerekiyor. Burada iktidara aslında bir sorumluluk düşüyor. Yani bu meselede çünkü tam üyelik üzerinden ilerleyemiyoruz. Kavala hapiste, Demirtaş hapiste, hukuk ve adaletin üstünlüğü konusunda sürekli geriye düşen bir yapımız var. Dolayısıyla bu söylem üzerinden bir zemin kazanmamız mümkün değil. Avrupa Konseyi içerisindeki kendi yerimiz bile sallantıda yani, oradaki baktığımız birtakım gelişmelerden dolayı, AİHM kararlarına uymamaktan dolayı. Dolayısıyla bir siyasi söylem üzerinden Avrupa’da artık zemin kazanmak şu an itibariyle pek mümkün değil. Ama bu değişen dünya düzeni, yeni tehlikeler, ticaret savaşları gibi bir gündem üzerinden Avrupa’yla bir ekonomik güvenlik kavramı üzerinden bir ortaklık kurulabilir. Buna ben Avrupa’nın da çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin de Avrupa gibi bir ortağa ihtiyacı var kendini bu anlamda garantiye alması için.

Ruşen Çakır: Ama şöyle de bir husus yok mu? Burada devletin şeyi bir yere kadar, esas olarak özel sektörün bir şekilde kendini göstermesi gerekir.

Sinan Ülgen: Evet, ama devletin özel sektöre yönelik önünü açması lazım. Yani özünde bizim Avrupa pazarının Türkiye’ye, Türk özel sektörüne, ihracatçısına açık olmaya devam etmesi lazım. Eğer bir yatırım gelecekse Türkiye’ye, eğer Avrupa’dan artık Çin’e gidemiyorsa bu yatırım, Türkiye’nin bu Avrupalı yatırımcıların radarında olmasını sağlayacak şartların oluşması lazım. Böyle daha güvensiz bir ekonomik dünyada böyle bir birlikteliğin şartlarını oluşturmak lazım. Ama bu konunun şimdi çalışılıp bir gündem olarak Avrupa’ya taşınması gerekiyor. Evet, kamunun görevleri var burada ama kanaatimce Avrupa ile ilişkisi olan, özellikle sektör derneklerinin, iş dünyası insanlarının o kurduğu teşkilatların, federasyonların da çok büyük önemi var. Yani bu gündemi taşıyıp altını doldurma yönünde bir sorumluluk var burada.

Ruşen Çakır: Peki, bir kalem daha var dedin, Avrupa’dan sonra bir şey daha söyleyecektin; Türkiye’nin kendi içine bakması.

Sinan Ülgen: Tabii, ikincisi de Türkiye’nin, yani bu korumacılık dalgasının, Çin baskısının içeride yaratacağı tahribatı önleyebilmek adına kamunun da çok daha hazırlıklı olması lazım. Yani nasıl bir dünya bekleniyor ve buna yönelik içerideki hazırlıklar ne olacak? Bu konuda eminim çalışma yapılıyordur. Bunu zaman içinde, çok kısa zaman içinde…

Ruşen Çakır: Ben de eminim, kesin yapılıyordur.

Sinan Ülgen: Yani çünkü işte görünen köy kılavuz istemez, bu geliyor.

Ruşen Çakır: Anlattıklarından şunu çıkardım: Fırsat var ama riskler çok fazla.

Sinan Ülgen: Riskler çok daha fazla. Biz o kağıtta, yani risklerin olduğunu söylüyoruz, onu analiz etmiyoruz. Burada fırsatları analiz etmeye çalıştık Amerika pazarında; ama dünyanın geneline baktığımızda, Türkiye’nin ihracatına baktığımızda riskler çok daha büyük. O riskleri bugün konuştuk ve o riskleri, eski tabirle, imale edebilmek için, mümkün olduğu kadar ortadan kaldırabilmek için burada benim gördüğüm tek çözüm Avrupa Birliği ile böyle bir ekonomik güvenlik üzerinden bir ortaklık kurmak.

Ruşen Çakır: Ama anladığım kadarıyla, kötümser olmak istemiyorum ama realist olarak baktığımda zararı azaltmaya yönelik birtakım şeyleri konuşuyorsunuz. Ama sonuçta Trump’ın bu politikası tabii ki en çok Çin’e vuracak.

Sinan Ülgen: Evet.

Ruşen Çakır: Ama herkes bundan nasibini alacak.

Sinan Ülgen: Alacak. Yani dünya ekonomisi de bundan nasibini alacak. Yani biz muhtemelen enflasyonun daha yüksek olduğu, korumacılığın daha yüksek olduğu, dolayısıyla küresel büyümenin daha düşük olduğu ve küresel ticaretin büyümesinin de daha düşük olduğu bir Trump dönemi yaşayacağız.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Sinan. Evet, EDAM Direktörü Sinan Ülgen ile Trump döneminde dış ticarete getireceği, kuracağı, inşa edeceği yeni duvarları ve bu duvarların dünyaya ve Türkiye’ye nasıl etkisi olacağını ve Türkiye’nin bunu az zararla atlatabilmek için neler yapabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.