Türkiye’de siyasî rejimin “Kürt sorunu”nu çözmek istediği zamanlar tabii ki oldu. Ama zaman zaman “sorun”u sivil hayatın parçası yapma girişimleriyle karanlık yola girildiği de vaki. Bu da galiba nasıl çözeceğini bilememenin şaşkınlığı içinde isyan bastırma yöntemini denemeyle ve bu denemeye sıradan insanları milisleştirerek dahil etmeyle ilgili. İyimser bakanlar, hâlâ müesses nizamı altüst etmeden mutabık kalınacak bir orta yol bulunmaya çalışıldığına inanıyor.
Bu yazı, sözkonusu iyimserlik penceresinden bakılarak yazıldı. Bask modeli, İrlanda modeli gibi örnekler üzerinden emsal arayışlarına Yeni Zelanda’da Maorilerin tecrübesini inceleyerek katkı yapmak istiyoruz. Yazıda, etnik olmayan, dolayısıyla Maorilerin de içinde rahatlıkla yer alabileceği teritoryal Yeni Zelanda ülke-devletine bile tepkili Maori etno-sembolizminin meşruiyet alanının dışına kovulmadığı medeniyet seviyesine dikkat çekeceğiz. Yeni Zelanda örneği Türkiye için hayalin de ötesinde olmasına rağmen misal arayışlarına katkı olarak bir kenarda dursun.
İmparatorluklar çağında devletler, farklı milletleri aynı ülke ve toplum içinde etnik kimlikleri tanınmış olarak bir arada tutmakta başarılıydı. İmparatorluklar dağılırken ortaya çıkan ulus-devletler her milletin başının çaresine bakmak zorunda kaldığı anomali durumuydu. Bu yeniden harmanlanma ânında devlet kurmayı başaramamış milletler egemen ve kurucu ulusun üst kimliği içinde yaşamayı tecrübe edecekti. Ulus-devlet içinde etnik kimliğiyle varolabilmek Türkiye gibi örneklerde imkânsız hale geldiyse de bazı örnekler ülke-devlet nitelikleriyle farklı etnik kimliklere alan açabildi. Yeni Zelanda bunun ileri seviyesi sayılabilir. Fakat buna rağmen Maoriler fazlasını talep ediyor ve bu yöndeki siyasî mücadele ülke bütünlüğüne tehdit görülmüyor.
İnceleme biraz uzun. Ama zaten meraklısına yazdığımız için popüler işler peşindeki günübirlik bilinç düzeyine hitap etmiyoruz. Meraklısı ve heveslisi de yazının uzunluğunu dert etmez.
Başlayalım öyleyse.
Aotearoa’dan Yeni Zelanda’ya: Yeni ülke, yeni ulus
Avrupalı kolonizatörlerin 19. yüzyılın ortalarında balina avlamak için ulaştığı Yeni Zelanda’ya yerleşmeye karar vermesinden itibaren yerli halk Maorilerle başlayan savaş 1840’ta Maori kabile reisleriyle yapılan anlaşmayla son buldu ve Avrupalıların adaya iskanı başladı. Başlangıçta kolonyal amaçlar taşıyan Avrupalılar, Yeni Zelanda adını verdikleri Aotearoa’yı (uzun beyaz bulut ülkesi) zaman içinde Maorilerin tarihsel ve kültürel mirasıyla da sahiplenerek bağımsız bir ulus olduklarını dile getirmeye başladılar. Böylece dış dünyaya karşı bir kimlik olarak Yeni Zelanda ulusçuluğu doğdu.
Yeni Zelanda ulusçuluğu, kolonizasyon sürecine maruz kalmış diğer ülkelerin yaşadığı tecrübeden farklı olarak kolonizatörlerin kültür dayatması ve yerli halkı asimile etmesi biçiminde gerçekleşmedi. Bilakis kolonizatörler yerli kültüre uyum sağladı, hatta onunla özdeşleşti. O kadar ki uzunca bir süredir ülkenin resmi adı olan “Yeni Zelanda” yanında, Maori dilindeki “Aotearoa” adı da kullanılıyor. “Aotearoa”, Aotea ve roa ya da Ao tea ve roa şeklinde iki veya üç kelimeden oluşan bir sıfat. “Aotea”, mitolojik Maori göçü sırasında kullanılan kanolardan birinin veya yaz mevsiminde parlak yıldız Canopus’un yanındaki Büyük Macellan Bulutu’nun ya da bir kuşun ve hatta yiyeceğin adı olabilir. “Ao” bulut, şafak, gündüz veya dünya; “tea” beyaz veya berrak, belki parlak; “roa” ise uzun veya uzun boylu anlamına geliyor. Bu adı Polinezyalı kâşif Kupe’nin, karısı Hine-te-aparangi “o bir bulut, bulut” şeklinde haykırması üzerine Kuzey Ada’ya verdiği, daha sonra iki adayı da kapsayan isme dönüştüğü tahmin ediliyor. (McLintock, 1966).
Yeni Zelanda bayrağı devleti temsil ederken Maori bayrağı ülkeyi temsil ediyor ve milli günlerde Yeni Zelanda bayrağı yanında göndere çekiliyor. Kolonizasyonla oluşmuş demografi ve yerli halk Maoriler, ülkenin simge kuşu (ve meyvesi) olan Kiwi ile adlandırılıp göçmen nüfustan ve turist yabancılardan ayırılıyor. Ülkenin başbakanı, resmî törenlere Maori kabile şeflerinin statü ifade eden peleriniyle katılıyor. Eski başbakan Jacinda Ardern’in, Birleşik Krallık’ta sarayın ev sahipliğinde düzenlenen törenlere Maori şef peleriniyle katılması Yeni Zelanda’yı koloni mirasından ayırt eden teritoryal ulusçuluğun ifadesi olarak yorumlanıyordu.
Evlilikler yoluyla oluşmuş yeni Yeni Zelanda nüfusunun da katkısıyla Maori kültürel mirası ve tarihi Yeni Zelanda ulusçuluğunun temel öğesi ve bileşeni olmasına rağmen ülkede bu ulusçuluğa tepkisel Maori milliyetçiliği de var. Bu milliyetçilik parlamentoda Maori Partisi ile temsil ediliyor ve Maorilerin self determinasyon hakkını savunuyor.
1840’ta Waitangi Antlaşması’nın imzalanmasından önce Maori ve Avrupalı göçmenler arasında bir dizi ihtilaf olsa da Waitangi Antlaşması Yeni Zelanda’yı İngiliz hukuku ve yönetimi uygulanarak bir İngiliz kolonisi haline getirdiğinden belgeye atılan imza protest hareket için yasal bir bağlam sağladı. İngiliz makamları, Maorilerin topraklarının, ormanlarının ve diğer mülklerinin sahipliğini tanıyan ve onlara İngiliz tebaa haklarını veren bir Yeni Zelanda İngiliz Valiliği kurma niyetiyle antlaşmayı imzaladı. Fakat Maoriler bu hakları alırken egemenlikten vazgeçmiş oluyordu. Bu da Maorilerin Pakeha adını verdiği yerleşimcilerin kolonizasyon faaliyetine tepki gösterilmesine, hatta savaşlar yaşanmasına neden oldu.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Modern Maori milliyetçiliği 1970’lerin başlarında Maori rönesansının parçası olarak ortaya çıktı. Hareketin gündeminde toprak hakları, Maori dili ve kültürünün korunup geliştirilmesi ve ırkçılıkla mücadele gibi konular vardı. Hareketin çoğu üyesi Maori’ydi, ancak Maori olmayan sol kanat Yeni Zelandalı beyazlardan da destek aldı. Hareket bazı Maori topraklarının iadesini gerçekleştirdi ve Maori dilinin 1987’de Yeni Zelanda’nın resmi dili haline gelmesini sağladı (Maori Language Act, 1987).
Tartışmayı belirleyen coğrafi bağlam ve kimlik sorunu bakımından başka ülkelerdeki azınlıkların milliyetçiliklerinden epeyce farklı özellikler gösteren Maori etnik kimliğinin politik faaliyeti, Türkiye’de Kürt sorununa yaklaşımda müesses nizamın benimsediği yersiz gerilimi çözümlemede ve yeni bir yaklaşımı denemekte faydalı olabilir.
Avrupalı göçmenler tarafından kolonileştirilen Yeni Zelanda’nın yerli halkı Maoriler arasından çıkmış self-determinasyon talebine dayalı milliyetçiliğin analizi ilginç sonuçlara vesile olacak. Maori etnik kimliğinin politik tezahürünü, ulus kuran Avrupa milliyetçilik anlayışından ayıran özellikler var. Maoriler, milliyetçi bilince rağmen hâlâ rakip kabile yapılarını koruyor ve Maori milliyetçiliği tüm Maorileri kapsayan ulus bilincine dayalı bir politik harekete dönüşmüş değil.
Avrupalılar göç etmeden önce kabileler halinde yaşayan Maoriler, kolonizasyon anlaşmasına göre toprakların mülkiyetine sahip olurken siyasal egemenlik hakkından vazgeçmişti. Yeni Zelanda adını alan devletin kurulmasıyla birlikte ilk kez devlet ve siyasi egemenlik kavramının ortaya çıkmasından sonra bu örneğe bakarak sahibi oldukları topraklarda self-determinasyon ve siyasi egemenlik talep eden Maori milliyetçiliği ortaya çıktı. Yeni Zelanda devletinin ulusçuluğu ağırlıklı olarak Maori tarih ve kültürüne dayanmasına rağmen Maori milliyetçiliğinin etnik ulus egemenliğini hedefleyen milliyetçiliğini mevcut milliyetçilik teorileriyle açıklamak mümkün değil.
Filistin-İsrail, İspanya-Bask, İngiltere-İrlanda (ve İskoçya), Türkiye-Kürt ve başka etno-sembolik çatışma ve tartışma alanlarından farklı olarak Yeni Zelanda ulusal kimliğinin bileşeni kabul edilen Maori etnik kimliğinin milliyetçi hareketle nasıl politik kimlik kazandığı ve kurumsal temsilde hiçbir sorun yaşamamasına rağmen neden self determinasyon hakkında ısrar ettiği sorusunun cevabından çıkarılacak dersler olabilir.
Fikret’in uzak rüyası: Yeni Zelanda
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Müslüman âleminin tek romanı” olarak gördüğü (Tanpınar, 1982: 30), İbn Sina/İbn Tufeyl’in (11. yüzyıl) Hayy b. Yakzan romanındaki, “Mağribin en sonunda büyük ve kızgın deniz”de (İbn Sina/İbn Tufeyl , 2004: 35) hayat pınarına sahip rüya adaya Yeni Zelanda yakıştırılsa yersiz olmaz. Fakat ütopyanın politik tarafında, Daniel Defoe’nun (17. yüzyıl) insanı ve tabiatı köleleştirmekten ibaret Robinson Crusoe hikayesinin baskın çıkacağı da doğru. İngiliz burjuvazisinden Cruose, Hay bin Yakzan’ın aksine, hiçbir varoluşsal meseleyle uğraşmadan içine düştüğü doğa durumunu ehlileştirmeye kafa yorar ve nihayetinde ülkesine zengin biri olarak döner. (Yeniçeri, 2017: 228). Bu macera, Batılı insanın kolonizasyon hedeflerine istismar ve suistimal gözüyle bakmasının özeti kabul ediliyor. Yeni Zelanda’da yaşanan süreç de böyle başlamasına rağmen zaman içinde anlayış değişikliği yaşandı ve giderek Hayy b. Yakzan tecrübesine yakın felsefi nitelik kazandı.
Osmanlı ülkesinde özgürlük mücadelesi veren, fakat umutsuzluk içinde hicreti düşünmeye başlayan Servet-i Fünûn çevresinin “yeşil yurt” ütopyası için Yeni Zelanda’yı seçmesinde de Hayy b. Yakzan dünyasına aidiyetin temsili var.
II. Abdülhamit’in “devr-i istibdad”ından kurtuluşun imkânsızlığına ikna olan Servet-i Fünûn (edebiyat-ı cedide) sanatçıları, Padişah’ı ve adamlarını görmeyecekleri bir ütopyaya hicret etmenin tek çıkış yolu olduğunu savunuyordu. Hüseyin Kâzım Kadri’nin anlatımıyla, yanıp tutuşuyorlar, fakat ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Sonunda (Tevfik) Fikret bir çare bulmuştu: Bu memleketten hicret etmek. (Kadri, 1991: 61). Başını Fikret’in çektiği bu düşünceyi eserlerinde dile getirmeye başladılar. Uzun sohbetlerin ardından Yeni Zelanda adası hayalin en mücessem beldesi olarak kabul edildi. (Türk, 2014: 1502). İngiltere’de muhâceret için o sırada herkes bilhassa Yeni Zelanda’ya gitmekteydi. Orası gayet münbit ve mahsuldâr, iklimi, âb u havası pek latif bir yerdi. (Rauf, 1997: 67). Bu yeşil yurda hicret edecek ve orada yepyeni bir nesil yetiştireceklerdi.
Servet-i Fünûn çevresi Yeni Zelanda’da “yeşil yurt” ütopyasını gerçek yapamadı ve Manisa’da bir köye yerleşmekle yetinmek zorunda kaldı, fakat Yeni Zelanda’nın yerli halkı Maoriler, Hawaiki’den başlayan mitolojik göç öyküsünde, iki büyük ada ve irili ufaklı adalardan oluşan bu ülkeye bin yıl önce epik bir deniz seyahati sonunda yerleşmeyi başardılar. Maori mitolojisinde Hawaiki, yüce varlık olan Io’nun dünyayı ve ilk insanları yarattığı yer. Herkes oradan gelmiştir ve ölümden sonra oraya geri dönecektir. (Royal, 2015).
Yerli halk Maoriler Mezopotamyalı mı?
Mitolojideki Hawaiki’nin Polinezya adalar kümesinden biri olduğu varsayımlarına karşın, Maori dili üzerinde yapılan araştırmalarda Maorilerin Hindistan’dan, hatta Mezopotamya’dan gelmiş olabileceklerinden bahsediliyor. Güney Asya’daki Vedik dinî öyküleri ile Polinezyalıların dinî hikayeleri arasında yakın ilişki tespit edildi. Kahraman kral Vikrama ile semavî peri Urvasi’nin aşkı, Maori mitolojisindeki Te Niniko ile onun semavî peri eşiyle yaşadığı dramın aynısı. Aryan kayıtlarında Mezopotamya’da Dicle ve Fırat’ın taşmasıyla tufan yaşandığında Nuh’un kurtulduğu anlatılırken Nuh’tan “Manu” olarak söz ediliyor. Manu, Maori dilinde “yüzen” anlamına geliyor. Yine bir Maori atasözü “Bütün balıklar Rangiri’den geldi” der. Rangiri, Polinezyalılar tarafından ilk balığın yakalandığı Kalküta yakınında Ganj nehrinin bir kolu olan Hugli’ye yakın bir yer. Hayatın kaynağı olan sudan gelmiş balık-tanrı kültü, Bharata inancında gelişip Polinezya’ya yayıldı. (Agarwal, 2012: 420).
Genel kabul gören görüşe göre çağdaş Maoriler, Yeni Zelanda’ya 9. yüzyılda yerleşen Polinezya çiftçilerinin torunlarıydı. Bir süre sonra da bir kısmı şimdiki Chatham Adaları’na yerleşti ve Moriori adıyla anıldılar. Aynı kökenden bu iki toplum farklı gelişim süreçleri izlemenin yanısıra hep çatışma halinde oldu. Kuzey Ada’nın sakinleri olan Maoriler daha karmaşık, Güney Ada sakinleri olan Morioriler ise daha az karmaşık teknolojiler ve siyasal örgütlenme geliştirdiler. Maorilerin “ilkel halk” anlamında “Morioriler” adını verdiği grup tarihsel yolculuğa avcılık ve yiyecek toplayıcılığıyla devam ederken Kuzey Ada Maorileri yerleşikliğe ve çiftçiliğe geçti. (Diamond, 2010: 54-55).
18. yüzyılın sonlarında Avrupalılar geldiği sırada Maori toplumunun yerleşik olduğu kesindir. Kaptan James Cook 1769-1770’de adaları keşfettiğinde çoğu Kuzey Adası’nda olmak üzere Yeni Zelanda’da yaklaşık 250 bin Maori yaşıyordu. Ekonomileri tarıma dayanıyordu ve en çok yetiştirilen ürün de Kumara (tatlı patates) idi. Kumara’yı Maorilere tanıtan kişinin Kahukara isimli Hintli olduğu düşünülüyor. Hindistan’ın Orissa eyaletinde yetişen yabani yumrunun adı da Kumar. (Agarwal, 2012: 420).
James Cook Yeni Zelanda’yı keşfeden ilk Avrupalı olmakla birlikte Fransız kâşifler de Yeni Zelanda’yı araştırmışlardı. Jean-François Marie de Surville, Cook’tan iki ay sonra Yeni Zelanda’ya varmış, fakat Maorilerle çatıştığından ayrılmak zorunda kalmıştı. (Orchiston & Orchiston, 2017: 58). İlk Avrupalı yerleşmesi ise Güney Adası’nda 1792’de kurulan bir yunus ve balina avcılığı istasyonu idi. O sırada Yeni Zelanda henüz sömürge hâline gelmemişti.
İngilizler, Maorilerin tüccarlar ve balina avcıları tarafından kötü muameleye tabi tutuldukları gerekçesiyle 1814 yılında Kuzey Adası’nda bir Anglikan misyonu kurdular. Maorilerle tüccarlar arasında benzer olaylar tekrarlanınca da yasa ve düzeni kurma gerekçesiyle 1823’te Avustralya Yeni Güney Galler mahkemesinin görev alanını Yeni Zelanda’ya kadar genişletti. 1833’te de Britanya hükümeti James Busby’yi (1802-1871) ilk Britanya Konsolosu sıfatıyla bu ülkeye atadı. Busby’nin görevi, İngiliz yerleşimcileri ve tüccarları korumak ve daha az düzenli Avrupalıların Maorilere yönelik tacizlerini önlemekti. Britanya Kolonyal Ofisi tarafından Yeni Zelanda’nın idaresi sorununu çözmek üzere gönderilen James Busby, Birleşik Kabileler Başkanları Konfederasyonu’nu (President of United Tribes of New Zealand) ikna ederek 1835 yılında Waitangi’de Yeni Zelanda’nın Bağımsızlık Bildirgesi’ni (Decleration of Independence) ilan etmelerini sağladı. (Canbazoğlu, 2010: 322).
İngiltere’nin sükûnet ve istikrar politikası, ticaret ve iskanın gelişmesiyle birlikte olayların artmasına mâni olamadı. Ayrıca 1840’da Fransızlar Güney Adası’nda İngilizlere rakip bir yerleşim kurmuştu. Bu gelişmeler, İngilizleri, adalara müdahaleden uzak durma siyasetini terketmeye zorladı. 29 Ocak 1840’da Yeni Zelanda’da İngiliz egemenliği ilan edildi ve hemen Maorilerle anlaşma imzalama hazırlıklarına başlandı. 5 Şubat 1840’da Yeni Zelanda’nın ilk valisi olacak Kaptan William Hobson ile 45 Maori kabile şefi arasında Kuzey Adası’ndaki İngiliz egemenliğini tanıyan Waitangi Paktı imzalandı. Anlaşmaya göre kabile arazilerinin mülkiyeti Maorilerde kalıyordu. Bu antlaşma ile birlikte İngiliz asıllı göçmenlerin adada iskan edilebilmesine olanak tanınırken, Maorili yerli halkın arazilerini yalnızca Britanyalı yöneticilere satması maddeler arasında yer aldı. (Yanık, 2012: 196).
Anlaşma daha sonra tüm ülkede 500’den fazla Maori şefi tarafından imzalandı. Fakat anlaşma metnindeki “egemenlik” ve “yönetim” sözcüklerinin İngilizce ve Maori dilindeki karşılıklarından kaynaklanan karmaşa nedeniyle sorunlar hiç bitmedi. Waitangi Anlaşmasının iptali, Maori milliyetçiliğinin hep öncelikli hedefi oldu.
Kolonizatör siyasal egemenlikten Yeni Zelanda ulusuna
Yeni Zelanda, 1842’de Avustralya’dan ayrı olarak yeni bir sömürge hâline getirildi. 1850’ye doğru Kuzey Ada ve Güney Ada’da kendi kendisini yöneten 6 ayrı eyalet oluşturuldu. O sırada halk kendini Yeni Zelandalı olmaktan çok Aucklandlı ya da Wellingtonlı hissediyordu. 1876’dan itibaren iletişim ve ulaşımın gelişmesiyle yalnızca kırsal yerleşmelere sahip uzak bir ülke olmaktan çıkan Yeni Zelanda’da artık yeni bir ulus doğuyordu. Ulus inşası sürecinde 1883’te kadınlara oy hakkı tanındı. Yeni Zelanda dünyada kadınlara oy hakkı tanıyan ilk ülkeydi. Yine 1898’de yaşlı erkeklere emekli maaşı bağlayan ilk ülke oldu.
Güney Afrika’da İngiltere’nin yanında girilen Boer Savaşları (1899-1902) uluslaşma sürecinin önemli etkenlerindendir. Yeni Zelandalılar, “Güney Afrika’nın en iyi askerleri” olarak ün kazanmalarına yol açan bu savaşlarda İngiliz, Avustralyalı ve Kanadalı askeri birliklerle birlikte yer aldılar. Ardından I. Dünya Savaşı’na ANZAC (Australia-New Zealand Army Corps) güçleri olarak 100 bin kişilik birliklerle katıldılar. Ağır bir yenilgi yaşayıp büyük kayıplar vermelerine karşın Gelibolu savaşı Yeni Zelanda ulus bilincinin gelişmesine önemli katkılar yaptı.
Hegel’in “ben bilinci”nin kendini öteki ile mukayese sırasında oluşacağına dair teorisi uluslaşmayı açıklayan yaklaşımlarda kullanılır. Buna göre bilinç önce kendini biliyor. Bildiğinin ne olduğunu da ben olmayandan hareketle biliyor. (Hegel, 2012: 185). Yeni Zelandalıların savaşlar yoluyla Batılı ve Doğulu öteki ile karşılaşmasının, kendisinin farkına ve bilincine varmasını sağladığı doğrudur. Gelibolu bu nedenle Yeni Zelandalılar için sadece bir cephe değildi. Ulus kimliğinin doğduğu yerdi. (North, 1936: 20). İngiliz kolonyal kimliğinden ayrı bir Yeni Zelanda kimliği ve ulusal karakterin gelişmesi daha ziyade ANZAC ruhu bağlamında I. Dünya Savaşı’yla bağlantılıdır. (Oam, 1961).
Çanakkale savaşının yıldönümünde 25 Nisan günü Şafak Ayini düzenlemeye giden Yeni Zelanda vatandaşları ile yapılmış görüşmelerin verileri arasında, “savaşın Yeni Zelanda’nın bağımsız bir millet olmasını sağladığı”, “Almanlara karşı savaşıldığı” ve “İngilizler uğruna boşuna savaşıldığı” gibi cevapların yer alması (Keser, 2019: 45) Yeni Zelanda ulusçuluğunun fikrî ve duygusal altyapısını gösteriyor.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan ekonomik patlama Yeni Zelanda’yı dünyanın müreffeh ülkeleri arasına soktu. Bununla birlikte, Yeni Zelanda 1950’lerde hâlâ uzak ve kültürel açıdan kapalı bir ülke durumundaydı. Küresel iletişim ve etkileşimin artması Yeni Zelanda’nın coğrafi izolasyonunu ortadan kaldırırken toplum üzerinde de sarsıcı etkiler yarattı. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasının bilgilenme ağını da genişletmesiyle ülkede protestolar başladı ve Yeni Zelanda, Vietnam’a Amerikalılarla birlikte savaşmaya gönderdiği birliklerini 1965’te geri çekmek zorunda kaldı. (Hawkins,2011). Yeni Zelanda halkı Batılı sayılmasına rağmen kendini artık diğer Batılı ülkelerden ayrı bir millet olarak görüyordu ve millî çıkarlarını korumaya odaklanmıştı.
Yeni Zelanda millî kimliğinin oluşmasında etkin rol oynayan edebî milliyetçilik içinde Maori tarihi, mitolojisi ve kültürü üzerine yapılan çalışmalar da yer alıyor. Bunların arasında Anthony Alper’ın Maori Myths and Tribal Legends (1964) ve Erik Schwimmer’in The Maori People in the Nineteen-Sixties (1968) gibi eserleri öne çıkıyor. Charles Brasch da Landfall Country (1962) seçkisinde Maori hayatı üzerine araştırmalarını Yeni Zelanda kültürüne dahil etti. (Dean, 2020: 20).
Avrupalı göçmenler (Pakeha) “ana kara” İngiltere ile kültürel bağı korumalarına rağmen Yeni Zelanda’da doğanların İngilizlerden daha güçlü ve daha uyum sağlayabilir olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır. (Phillips: 2005). Kırsal yaşamda Yeni Zelandalıların sağlam, çalışkan ve problem çözücü olduğuna ilişkin bir imaj gelişti. (Kennedy, 2007: 398). Bununla birlikte 1980’lerden itibaren Pakeha’nın kendine özgü geleneklerini keşfetme merakı başladı. İddiaya göre Yeni Zelandalıların ne Maori ne de İngiliz olan orijinal bir kültürü vardı ve bu kültürel miras, “Kiwiana” adı verilen elementlerle temsil ediliyordu. Sandaletler, ahşap arı oyuncağı, Swandri oduncu gömleği, kırmızı çizgili botlar, Pohutukawa ağaçları (Yeni Zelanda noel ağacı), No: 8 kablo (0,16 inç çapında tel ölçüsü), Kwi bach (Yeni Zelanda karavanı), Paua kabukları (Yeni Zelanda deniz kulağı) vs. gibi.
Canterbury Üniversitesi’nden Katie Pickles’ın, akademik müfredatta öğrencilerin kendi kültürünü anlamasının bir yolu olarak Kiwiana’yı ve Yeni Zelandalıların kendilerini nasıl tasvir edeceklerini öğrenecekleri Kivi kültürü üzerine program başlattığını müjdelediğine dikkat çekiliyor. (Turner, 2012). Ortak kimliğin önemine vurgu yapan çoğu kişi etnik bölünmelerin minimal düzeyde tutulmasını tercih ediyor ve tüm farklılıkları kapsayacak şekilde “Yeni Zelandalı” ya da gayri resmi olarak “Kiwiler” kimliğini öne çıkarıyor. Kültürel müşterekliği ifade etmek üzere Waitanga Günü ve ANZAC Günü ülke çapında tatil yapılan iki ulusal anma günü ilan edildi. “Tarihsel empati” yöntemiyle okullarda yeni bir tarih müfredatı öneren Linda S. Levstik, yasal olarak iki kültürlü (Maori ve Pakeha) bir ülke olan Yeni Zelanda’nın eğitim programında her iki kültüre dair unsurlar bulunduğunu belirtiyor. (Levstik, 2001: 69 ve devamı).
Kuşkusuz yerli halka karşı hoşgörüsüzlük sömürgeci devletlerin tipik özelliğidir. Avrupalılar da 19. yüzyılda Yeni Zelanda’ya yerleştikçe Maoriler yoğun biçimde ırkçılık ve ayrımcılığa maruz kaldılar. 50’li ve 60’lı yıllarda Maoriler, Avrupalıların mahallelerinden ayrı, kendilerine tahsis edilmiş bölgelerde (the reservation) yaşıyordu. (The Truth About Aotearoa: 2021). Fakat zamanla kültürel karşılaşmaların doğası değişti. Zaten kısmen savaş ve siyasi müzakeredeki güçleri nedeniyle Maorilere, Aborjin halkının Avustralya’da vatandaşlığa kabul edilmesinden bir asırdan fazla bir süre önce Waitangi Antlaşması’yla medeni haklar verilmişti. Maoriler 1867’den başlayarak Parlamento’da, sadece Maori seçmenlerin oyu ile belirlenen 4 sandalyeye sahipti (şu anda 7) (Māori and the vote, 2018) ve başından beri ulusal spor takımlarının üyeleriydiler. Pakehalar ile Maoriler arasındaki evlilikler, ABD’de siyahlar ile beyazlar arasındaki evliliklerden çok daha yüksek oranda genel kabul görüyor. Hatta Pakehalar, Maorileri, genetik olarak üstün kabul edip 19. yüzyılın sonunda Anglo-Saksonlar gibi Aryan kökenden saydılar. (Hokowhitu, 2004: 265).
Sonraki yıllarda Maorilerin şehirlere taşınması Maori ve Pakehaların kentsel alanlarda iç içe geçerek daha fazla temas kurması ve yeni neslin eski kültürel mirasla bağ kurmadan büyümesi ayrımcılık sorununun sosyal ve kültürel olarak çözülmesini sağladı.
1960’ların sonundan itibaren, Amerikan siyahi sivil haklar hareketinden etkilenen Maori örgütleri, kültürlerine ve haklarına yönelik muameleye meydan okudu. Maorilere uygulanan ayrımcılığı araştıran Auckland Irkçılık ve Ayrımcılık Komitesi (ACORD) gibi Pakeha gruplarından destek aldılar. 1960’ların sonu ile 1980’lerin ortaları arasında ırk ilişkilerine dönük tutumlar değişti. 1971 Irk İlişkileri Yasası ırk, milliyet veya etnik köken temelinde ayrımcılığı yasakladı. Ayrımcılıkla ilgili şikayetlerin soruşturulması için prosedürler oluşturmak üzere bir Irk İlişkileri Uzlaştırıcısı atandı. 1977 tarihli İnsan Hakları Komisyonu Yasası uyarınca, medeni durum, cinsiyet, din ve etik inanç temelli ayrımcılık da yasa dışı hale geldi. Pakeha hoşgörüsüzlüğü ve kurumsal ayrımcılığına kapsamlı şekilde karşı konuldu. (Human Rights Commission, 1977).
Toprak hakları, kültür ve dil konusundaki Maori aktivizmi, 1975’te Waitangi’nin ihlal edildiği iddialarını araştırmak için Waitangi Mahkemesi’nin kurulmasını sağladı (Treaty of Waitangi Act, 1975). Waitangi Mahkemesi’nin bulgularına dayanarak Kraliyet, 1980’lerin sonundan itibaren bir dizi düzenlemeye girişti; devlet kurumlarında Maorilere karşı duyarlılık, Waitangi Antlaşması ihlalleri için tazminatlar, balıkçılık ve benzeri kaynakların Maori mülkiyetine geçirilmesi gibi. Maorilerin kültürel çıkarlarını desteklemek için Kohanga Reo (dil öğrenme yuvaları) benzeri yeni kurumlar kurmada aktif davranıldı. Yerleşim süreci genellikle zorlu, yavaş ve kurumsal değişim zor olsa da 2000’lerde Yeni Zelanda Maoriler için öncekinden çok farklı bir yerdi.
Maori milliyetçiliğinin kapsamı ve çeşitleri
Kanada Carleton Üniversitesi’nden Daniel Rosenblatt, “kognatik milliyetçilik” adını verdiği modelle Maori milliyetçiliğinin cevherine ilişkin bir teori ortaya attı. “Kognatik milliyetçilik”, Roma hukukundaki iki hısımlık çeşidine atıf: Agnatik (hukukî) ve kognatik (kan bağı). (Bkz: İpek, 2015: 167-204). Bu milliyetçiliğin varsayımına göre, herkesin bir şekilde Maori atası olursa akrabalık nedeniyle herkes Maori olurdu ya da en azından bazı bağlamlarda bir Maori kimliği gerçekleştirmek için meşru hak iddia edebilirdi. Bu model Yeni Zelanda ulusunu bir anlamda Maorileştiriyor. Rosenblatt, Maorilerin egemenliği için tasarlanan bu politik çözümü gülünç bulmak yerine şikayetlere çözüm olup olamayacağı sorusunu tartışmayı önerdi. (Rosenblatt, 2005: 111).
Mutedil olanından en aşırısına kadar Maori milliyetçiliklerinin müşterek özü, 1840 Waitangi anlaşmasıyla devredilen egemenliğe yeniden ortak olmak veya onu tümüyle geri almaktır. Maori milliyetçilerinin parlamentodaki kotayı, Maorileri koruyan pozitif ayrımcılık yasalarını ve devlet kurumlarında tanınan ayrıcalıklarla ulaşılmış seviyeyi yeterli görmedikleri anlaşılıyor. Kimilerine göre bu da Maori milliyetçiliğinin rasyonel ve reel bir ajandaya sahip olmaktan çok, duygusal tatmine dönük irrasyonel ve romantik bir akım olduğunu düşündürüyor.
Maori milliyetçiliği, resmi ve kurumsal temsilde sorun yaşanmamasına rağmen kendi kaderini tayin hakkını savunan devlet-altı milliyetçilik örneği olarak ele alınıp analiz edilebilir. Burada “devlet-altı milliyetçilik” kategorisi ile, üniter ve merkezi ulus devletin homojenleştirme programına tepkiyle oluşan etnik duyarlılık (Saylan, 2017: 93) kastedilmiyor. Çünkü Yeni Zelanda’da Maorilere yönelik böyle bir sistematik yürürlükte değil. Maori milliyetçiliğinin devlet-altı milliyetçilik sayılması, anayasal tanınma, bölgesel özerklik ve kurumsal temsiliyetin yanısıra sosyal, kültürel ve ekonomik olarak devlet tarafından desteklenmesidir. (Catt ve Murphy, 2003:1).
Maori milliyetçileri, Waitangi Anlaşmasıyla kaybedildiği düşünülen egemenliği geri kazanmayı mücadelenin eksenine oturturken anlaşmanın imzalandığı koşulları gözardı ediyorlar. Anlaşmanın İngilizce metninde geçen “sovereignty (egemenlik)” kelimesinin Maorice metindeki karşılığı olan “kawanatanga” kelimesi, kabile şeflerinin modern ve politik anlamıyla aşina olmadığı ve Aotearoa’da pratiği olmayan üniter hâkimiyetti. Bu kelime yerine kabile şeflerinin güç ve iktidarını ifade eden “mana” kelimesi kullanılsaydı hiçbir kabile şefi kendi güç, iktidar ve hâkimiyetinden vazgeçmez (Rosenblatt, 2005: 114) ve ülkede merkezi bir yönetim/devlet kurulamazdı.
Yeni Zelanda hükümeti 1859 Anayasa Kanunu ile Maorileri ulus ve devleti birleştiren vatandaşlığa katılmaya teşvik ettiğinden, Kanun, gerilimin erken alameti oldu. Devlet tarafından sağlanan siyasi vatandaşlık, bu dönemde, Kingitanga ve Kotahitanga gibi ünlü hareketler de dahil olmak üzere, yerli halkın kendi kaderini tayin hakkının uygulanmasının siyasi boyutlarıyla çelişiyordu (Mann, 2017: 143).
Avrupalı sayısının 1850’lerde üç misline çıkması, 1860’larda yeniden artması ve 1870’lerde tekrar iki misline varmasıyla ev talebi çok artmıştı. Bu talebi karşılamak üzere Kuzey Adası’nda kereste elde edilmesinde daha önce el emeğiyle yapılan işlerde makineler kullanılmaya başlanmıştı ve faaliyet bugünkü standartlara göre bile dev büyüklükteydi. 1850’ye doğru yalnızca Auckland’da 4 dev şirket faaliyete geçmişti. Bu arada orman tahribi de sürüyordu. Fakat ülkede yerleşimin genişlemesi, odunla ilgili sanayi kollarının ve keten yetiştiriciliğinin gelişmesine katkıda bulunmuş olan Maorilerle bir dizi çatışmaya yol açtı. Kuzey Adası’nda bu savaş hâli uzun yıllar sürdü. Ta ki Maoriler tüm kaynaklarını kaybedinceye kadar (1870). Yirmi yıl süren bu savaşlara “Yeni Zelanda Savaşları” (Maori Savaşları ya da Arazi Savaşları) deniliyor. (Keenan, 2012). Bu savaşlar, hükümet yanlısı olanlar dışındaki Maorilerin kesin yenilgisiyle sonuçlandı.
Vergi yoluyla oluşturulan yiyecek stoku kralların ve bürokratların yanı sıra tam zamanlı başka uzmanları beslemeye de yarar. Fetih savaşlarıyla doğrudan ilişkili olarak sürekli bir ordu beslemekte kullanılabilir. Yeni Zelanda’nın iyi silahlanmış yerli Maori halkını Britanya İmparatorluğu ‘nun kesin yenilgiye uğratmasında belirleyici rol oynamış bir şeydir bu. Maoriler ara ara şaşırtıcı zaferler kazandılar ama savaş alanında sürekli bir orduya bakmaları olanaksızdı ve sonunda tam zamanlı 18.000 İngiliz askeri karşısında pes ettiler. (Diamond, 2010: 100). Savaş dönemi kapandığında Maori milliyetçileri yola, hak mücadelesi ve ayrılıkçılık düşüncesi ile devam etti.
Kral Hareketi’nden (1859) Kotahitanga’ya ve 1880’ler ile 1890’ların Maori Parlamentosu’na kadar tüm milliyetçi ve ayrılıkçı hareketlerin ilgisinin odağında kendi hükümetini kurmak vardı. Bunlar, Maorileri bir dava ve ideoloji ile birleştirecek milliyetçilikle, kolonizatörlerin hükümetine tâbi olmayan bağımsız bir hükümet kurma çağrısında bulundular. (McRae, 1984: 285). Fakat 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Maorilerin elindeki arazilerin ekonomik değeri yükselip halkın refah seviyesi artınca bağımsızlık hareketleri Pakeha hükümetinin şemsiyesi altına geri döndü. Maori Parlamentosu ve Genç Maori Parti, Maori halkına yönelik siyasetini köklü biçimde değiştirdi ve yeni bir imajla yola devam etti. Geleneksel politikada ikonoklast kabul edilen Apirana Ngata, Maaui Poomare, Te Rangi Hiiroa gibi Maori liderler halkı ayrılıkçı hedeflerden vazgeçirip Pakeha parlamentosunda daha etkin olunabileceğine ikna etti. (McRae, 1984: 286).
Maorilerin geçmiş dönemde var olan ancak unutulmaya yüz tutan geleneksel kültürel özelliklerini gün yüzüne çıkarmak için sergiledikleri çabalar, göçmenlerle aralarındaki iki kültürlü ulus algılayışını yeniden icat etme amacıyla liberal isteklerin artmasına kaynaklık etti. (Yanık, 2012: 197). Mesela 2010’daki Waitangi kutlamaları sırasında Ngai Tahu kabilesinin reisi, tartışmalı Maori bayrağının Güney Ada’da göndere çekilmesini reddetti. Kabile üyelerinden biri “Bayrak bela getirir” dedi. (Gates ve Hartevelt, 2010).
Maori seçmenlerin çoğunluğunun milliyetçi ve ayrılıkçı hareketleri desteklemek yerine, bir dönem, kendisi de yarı Maori olan sağcı, muhafazakâr, popülist Winston Peters’ın New Zealand First (Önce Yeni Zelanda) partisine oy vermesi önemlidir. (Henderson ve Bellamy, 2022: 5). Güney Adasının bağımsızlığını da Maoriler değil, beyaz milliyetçiler savunuyor. Hatta parlamento üyesi Richard Prosser, 2007’de Yeni Zelanda Konfederasyonu’nun parçası olmak üzere Güney Ada’da bağımsız bir parlamento kurulması çağrısında bulundu. (Candidate calls for Southern Assembly, 2007). Yeni Zelanda Güney Adası Partisi (NZ South Island Party), Önce Güney Ada (South Island First), Yeni Munster Partisi (The New Munster Party, Güney Ada ve Stewart Adasından oluşan Munster bölgesi adına), Güney Ada Bağımsızlık Hareketi (The South Island Independence Movement) gibi ayrılıkçı gruplar Güney Ada’nın bağımsızlığı için mücadele ediyor.
Buna karşın parlamentodaki Maori Partisi’nin eşbaşkanları Rawiri Waititi ve Debbie Ngarewa-Packer, Yeni Zelanda adının ülkenin Maori dilindeki ismi olan Aotearoa olarak değiştirilmesini ve 2026 yılına kadar da ülke çapında tüm şehir, kasaba ve köylerin adının aslına iadesini talep eden dilekçeyi imzaya açtı. Ngarewa-Packer dilekçenin gerekçesini “Yeni Zelanda, Dutch isim. Dutchlar bile ülkelerinin ismini Hollanda’dan Netherlands’a çevirdi” şeklinde açıklıyor. Eşbaşkan Waititi ise Aotearoa adının ülkeyi bölmekten daha çok birleştireceğini savunuyor. (The Guardian, 2021). Sağcı Ulusal Parti ise bu girişime tepki göstermekle birlikte teklifin referandum konusu olduğunu söylemekle yetiniyor. (Hamuera, 2021). Bu seviyedeki tartışmaların Türkiye’de algılanması zor bir olgunluk, hoşgörü, diyalog ve müzakere ruhuyla yürütüldüğünü not edelim.
Şiddete başvurulmadıkça her türlü düşüncenin serbestçe dile getirilip tartışılabildiği Yeni Zelanda’da mutedil Yeni Zelanda ulusçuluğundan radikal sağcı milliyetçiliğe, ayrılıkçılık karşıtı ve daha çok Maori uyanışından (rönesans) yana olan Maori milliyetçiliğinden ayrılıkçı ulusçuluğa kadar politik yelpazenin tüm öğelerinin Yeni Zelanda’yı karar aşamasına zorladığı anlaşılıyor. Ayrılıkçı seçeneklere karşı çıkan demokratikleşme yanlılarının çözümü, İsrailli Arap akademisyen Asad Ghanem’in formülüne benziyor. Ghanem, bir Yahudi devleti olarak İsrail’i etnokratik rejim kabul etmekle birlikte yerli halk Filistinlilerin kendilerine ait bağımsız bir devlet kurmasını da mümkün görmüyor. İlk bakışta çözümsüz gibi görünen bu soruna önerdiği hal çaresi olarak “tek devlet-iki ulus formülü’ ise etnik çatışma ve politik kriz yaşayan bölgeler için emsal oluşturabilir. Buna göre toplumdaki farklılıklara grup haklarının tanındığı demokratik bir devlet sürdürülebilir çıkış yoludur. (Çakmak, 2014: 99).
Auckland Üniversitesi’nden eğitim sosyologu Elizabeth Rata’nın tasviriyle, etno-milliyetçilik ırksal sınıflandırmaya dayalı siyasi kategorilere sahip. Bu da kişisel, sosyal ve politik temel kimliğimizin atalarımızda sabitlendiği inancından başka bir şey değil. Burada geçmiş geleceği belirliyor, kimlik de o geçmişte sabitlenmiş oluyor. Buna karşılık, demokratik-milliyetçiliğin tek bir siyasi kategorisi var: Vatandaşlık. Rata, milletin nasıl tasavvur edildiği, kurulduğu ve yönetildiğine ilişkin bu iki karşıt yaklaşımın günümüzde çekişme halinde olduğunu, 2040 yılına kadar Yeni Zelanda’yı hangi milliyetçilik biçiminin karakterize edeceğini seçmek zorunda kalacaklarını ikaz ediyor. (Rata, 2021).
Kimilerine göre “demokrasinin sonu” demek olan (Newman, 2021) Vizyon 2040 Yol Haritası (Charters vd.: 2019) raporuna göre Yeni Zelanda’nın önünde üç akım var: Maori egemenliği ve ayrılıkçılığını temsil eden Rangiratanga akımı, Kraliyet’in egemenliğini simgeleyen Kawanatanga akımı ve tüm Yeni Zelandalılar için Rite Tahi (eşitlik) akımı. Raporun sunuşunda amaç şöyle açıklanıyor: “He Puapua, genellikle dalgalardaki kırılmayı ifade eden ‘mola’ anlamına gelir. Burada alışılagelmiş siyasi ve toplumsal norm ve yaklaşımların kırılmasını ifade ediyor. Dalganın kırılmasının, te Tiriti o Waitangi’ye ve Birleşmiş Milletler Yerli Halkların Hakları Bildirgesi’ne dayanan Aotearoa Anayasasında atılımı temsil edeceğini umuyoruz.”
Bazı Pakehaların da destek verdiği “Maorilerin kendi kaderin tayin hakkı” kapsamında yönetimi yeniden yapılandırmayı içeren radikal dönüşüm için şartların olgunlaştığı iddiası mükemmelleşmeye doğru yürüyen demokratikleşme sürecini sekteye uğratabilir. Vatandaşlık ilkesini temel alan eşitlik yerine atalardan kalma mensubiyet tanımına dayalı etno-politik arayışlar geriye dönüş dahi sayılabilir. Kültürel olmaktan çok genetik ve biyolojik temelli etnik gerçekliğin, rasyonalite gerektiren siyasî çözüm mantığına aykırı olduğundan kuşku duyulmuyor. Yeni Zelanda’nın âkil kesimi, bu nedenle kapsayıcı iki kültürlülüğün, çeşitli göçlerle zenginleştirilmiş bir melez Maori ve yerleşimci-torun kültürünün gelişen sosyal pratiğine güveniyor.
Prof. Rata, makalesinde, modern insanın seçimler yapan (hatta seçim yapmamayı ve bağımsız olmamayı bile seçen), özerk, kendi kendini yaratan, kendi kendini yöneten, bağımsız birey olduğunu hatırlatıyor. Bu seçim ayrıcalığı, geleneksel kültürlerin doğuma atfedilen kimliklerine kilitlenmiş atalar için mevcut değildi. Günümüzde neo-gelenekçi seçkinlerin vesayeti altında yaşayan milyonlar için de mevcut değildir. Kendileri modernitenin tadını çıkarırken geleneksel inançları başkaları üzerinde siyasi kontrol olarak kullanan teokrasiler ve oligarşiler (mesela Tonga ve Suud krallıklarının seçkinleri) gibi.
Birçok insan için kim olduklarının anlamı etnik aidiyet fikrine yakından bağlıdır. Birincil sosyal kimliklerini Pakeha olarak seçenler var. Maori kökenli diğerleri, tanımlayıcı öznellikleri olarak Maori kimliğini seçiyorlar. Demokratik bir bakış açısından, etnikleştirilmiş veya ırksallaştırılmış bir kimlik de dahil olmak üzere belirleyici bir kimlik seçme hakkı desteklenmeli. Bu tür kimlikler, sivil alanda benzer düşünceye sahip diğer kişilerle birlikte uygulanan özel seçimler olarak kaldığı sürece sorun yok. Demokratik bir ülkede bu seçimi yapmak bireyin hakkıdır.
Biyolojik determinizm, kültüre (eylemlere verilen anlama) genetik mirasın neden olduğunu ileri sürer. (Güngör ve Erdem, 2021: 664). Maori milliyetçiliği, Hindutva fundamentalizminin 90’larda Hindistan’da savunduğu “Vedik bilim” fikri (Nanda, 2004) gibi, Maori biliminin Maori toplumunun eğitimine temel oluşturmasını, çünkü kişinin düşünce, davranış ve ilişki kurma biçiminin kan ile aktarıldığına yahut ruhtan, “volkgeist” veya Whakapapa (şecere) ilkesinden kaynaklandığına inanıyor. (Gibson, 2021).
Yeni Zelanda ulusçuluğu içinde aşırı sağ özellikleri öne çıkan hizipler ile radikal Maori milliyetçiliğinin birbirini besleyen aşırılıklar olduğuna inanan çevreler, demokratik siyasi arenanın Yeni Zelandalıların birleşik bir ulusun eşit vatandaşları olarak buluştuğu yer olduğunu düşünüyor. Bu yaklaşıma göre kamusal alan elbette ki farklılıkların özgün katkısıyla şekilleniyor, ama aynı zamanda politik bir varlık olan modern çoğulcu sosyal grup kimliğiyle birleşik anlamı da ifade ediyor. Etnisiteyi siyasallaştırmak, etno-milliyetçiliğe platform oluşturmak demektir ve buradan sadece etnik kategoriler, kompartmanlar ve gettolaşma çıkacaktır. Sürecin sonunda gerilimlere, çatışmalara ve savaşlara dönmek kaçınılmazdır.
Yeni Zelanda’ya egemenliği parçalamaya dayalı radikal dönüşüm öneren He Puapua Raporu, yakın tarihteki trajik dağılma örnekleriyle karşılaştırılıyor. Ruanda’da, 1957 tarihli Bahutu Manifestosu’nun etnik doktrini, politik olarak Hutu olarak tanımlanan 11 yüksek eğitimli kişi tarafından yazılıp yayınlanmıştı. (Hurst, 1957). Bosna ve Sırbistan’daki şiddeti körükleyen etnik ideolojilerin hammaddesini aydınlar sağlıyordu. Pol Pot, Paris’teki eğitiminden döner dönmez kıyım kampanyalarına başladı.
Etnik köktencilik, bazı bireylerin yaşamlarına anlam katmak için kendilerine dayattıkları sayısız diğer köktencilikten daha iyi değildir. Etnisite siyasallaştığında, demokratik siyaset tarafından düzenlenen toplumlar için bir tehlike haline gelebiliyor. Sınıflandırmanın kendisi ve tasnife yönelik bir yönetişim sistemini çağdaş grup üyeliğinden ziyade tarihsel grup üyeliğine dayandırarak etno-milliyetçilik yoluna girmek tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Yeni Zelanda’da demokratlar cephesi halihazırda böyle bir kaygıyı yaşıyor.
- Kenan Çamurcu’nun diğer yazılarını okuyun.
Kaynaklar
Agarwal, M. K., (May 2012). From Bharata to India. Bloomington-Indiana: iUniverse.
Canbazoğlu, K. (2010). Tarihi Gelişimi, Kurumları ve İşleyişi Bakımından Yeni Zelanda Devleti’nin Hükümet Sistemi, Ankara Barosu Dergisi, (3), 321-334.
Candidate calls for Southern Assembly. (2007). Scoop Politics, https://www.scoop.co.nz/stories/PO0707/S00284.htm (E. T.: 22.05. 2022)
Catt, H. & Murphy, M. (2003). Sub-State Nationalism: A Comparative Analysis of Institutional Design. London: Routledge.
Charters, C. vd. (2019). He Puapua, Report of the Working Group on a Plan to Realise the UN Declaration on the Rights of Indigenous Peoples in Aotearoa/New Zealand.
Çakmak, D. (2014). Asad Ghanem’in Etnik Azınlık Taleplerini Anlama Modeli Üzerine, Tesam Akademi Dergisi, 1(2), 97-113.
Dean, A. (2020). Nationalism, Modernism, and New Zealand, Journal of New Zealand Literature, Victoria University of Wellington, 38(1), 8-25.
Diamond, J. (2010). Tüfek, Mikrop ve Çelik, İnsan Topluluklarının Yazgıları. 21. Basım, Ankara: TÜBİTAK.
Gates, C. & John H. (2010). Ngai Tahu Reject Flag as ‘Trouble’, http://www.stuff.co.nz/national/3295467/Ngai-Tahu-reject-flag-as-trouble (E.T.: 22.05.2022)
Gibson, K. (2021). Science Can’t Be Pākehā or Māori, It’s Just Science, https://www.stuff.co.nz/stuff-nation/125940471/science-cant-be-pkeh-or-mori-its-just-science (E.T.: 21.05.2022)
Graham-McLay, C. (2018). Maori Language, Once Shunned, Is Having a Renaissance in New Zealand, The New York Times, https://www.nytimes.com/2018/09/16/world/asia/new-zealand-maori-language.html (E.T.: 20.05.2022)
Güngör, S. & Ramazan E. (2021). Genetik Determinizme Dair Kavramsal Bir İnceleme, 19 Mayıs Sosyal Bilimler Dergisi, 2(3), 660-674.
Hamuera, M. (2021) National Wants a Referendum on the Use of Aotearoa, https://www.renews.co.nz/national-wants-a-referendum-on-the-use-of-aotearoa/ (E.T.: 20.05.2022)
Hegel, G. W. F. (2012). Tarihte Akıl: Tarih Felsefesine Bir Giriş. İçinde Doğan Özlem & Güçlü Ateşoğlu (Ed.), Tarih Felsefesi Seçme Metinler, İstanbul: Doğu Batı Yayınları.
Henderson, J. T. & Bellamy, P. (2022). Democracy in New Zealand, International IDEA Country Study, University of Canterbury: Macmillan Brown Centre for Pacific Studies.
Hokowhitu, B. (2004). Tackling Māori Masculinity: A Colonial Genealogy of Savagery and Sport, The Contemporary Pacific, 16(2), 259-284.
Human Rights Commission (Te Kahui Tika Tangata). (Act 1977). http://www.nzlii.org/nz/legis/hist_act/hrca19771977n49294/ (E.T.: 19.05.2022)
Hurst, R. (1957). Bahutu Manifesto, https://www.blackpast.org/global-african-history/bahutu-manifesto-1957/ (E.T.: 22.05.2022)
İbn Sina/İbn Tufeyl. (2004). Hay bin Yakzan, Çev: M. Şerefeddin Yaltkaya ve Babanzade Reşid, N. Ahmet Özalp (Ed.), 5. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
İpek, N. (2015). Roma Hukukunda Hısımlık, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 21(1), 167-204.
Kadri, H. K. (1991) Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım, İstanbul: İletişim Yayınları.
Keenan, D. (2012). New Zealand Wars, New Zealand wars overview, Te Ara, The Encyclopedia of New Zealand, https://teara.govt.nz/en/new-zealand-wars/page-1 (E.T.: 22.05.2022)
Kennedy, J. C. (2007). Leadership and Culture in New Zealand, In Chhokar, Jagdeep; Brodbeck, Felix; House, Robert (eds.), Culture and Leadership Across the World: The GLOBE Book of In-Depth Studies of 25 Societies, New York: Psychology Press, 397-432.
Keser, G. (2019). Türk, Avustralya ve Yeni Zelanda Vatandaşlarının Çanakkale Savaşı Algıları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Ana Bilim Dalı.
Levstik, L. S. (2001). Crossing the Empty Spaces: Perspective Taking In New Zealand Adolescents’ Understanding of National History in Historical Empathy and Perspective Taking in the Social Studies, edited by O. L. Davis Jr., E.A. Yeager, and S.J. Foster, 69-96, Lanham, MD: Rowman & Littlefield Publishers Inc.
McLintock, A. H. (1966). An Encyclopaedia of New Zealand, Te Ara, https://teara.govt.nz/en (E.T.: 19.05.2022)
Mann, J. (ed). (2017). Citizenship in Transnational Perspective: Australia, Canada, and New Zealand, New York: Springer Publishing.
Māori and the vote, Change in the 20th century, p. 3, https://nzhistory.govt.nz/politics/maori-and-the-vote/twentieth-century (E.T.: 22.05.2022)
Māori Language. (Act 1987). Parliamentary Counsel Office, New Zealand Legislation, https://www.legislation.govt.nz/act/public/1987/0176/latest/whole.html (E.T.: 22.05.2022)
McRae, Jane, (1984). The Function and Style of Ruunanga in Maori Politics, The Journal of the Polynesian Society, 93(3), 283-293.
Hawkins, L. (2011).Memories of New Zealand and the Vietnam War, The war back home, https://vietnamwar.govt.nz/nz-vietnam-war/war-back-home (E.T.: 23.05.2022)
Nanda, M. (2004). Postmodernism, Hindu nationalism and `Vedic science’, Frontline India’s National Magazine, https://frontline.thehindu.com/the-nation/article30220434.ece (E.T.: 21.05.2022)
Newman, M. The End of Democracy, New Zealand Centre for Political Research, https://www.nzcpr.com/the-end-of-democracy/ (E.T.: 23.05.2022)
North, J. (1936). Gallipoli: The Fading Vision, London: Faber.
Oam, A. B. (1961). The Spirit Of ANZAC, ANZAC Day Commemoration Committee, https://anzacday.org.au/spirit-of-anzac (E.T.: 20.05.2022)
Orchiston, W. & Orchiston, D. L. (2017), The Maori Calendar of New Zealand: A Chronological Perspective, In Nha, I.-S., Orchiston, W., and Stephenson, F.R. (eds.), The History of World Calendars and Calendar-making, Proceedings of the International Conference in Commemoration of the 600th Anniversary of the Birth of Kim Dam. Seoul, Yonsei University Press, 57–78.
Phillips, J. (2005). The New Zealanders, Te Ara, The Encyclopedia of New Zealand, https://teara.govt.nz/en/the-new-zealanders (E.T.: 23.05.2022)
Rata, E. (2021). Opinion: Ethno-Nationalism or Democratic-Nationalism: Which way ahead for New Zealand? https://www.newshub.co.nz/home/politics/2021/06/opinion-ethno-nationalism-or-democratic-nationalism-which-way-ahead-for-new-zealand.html (E.T.: 22.05.2022)
Rauf, M. (1997). Edebî Hatıralar, İstanbul: Kitabevi.
Rosenblatt, D. (2005). Thinking Outside the Billiard Ball: Cognatic Nationalism and Performing a Maori Public Sphere, Ethnohistory, 52(1), 111-136.
Royal, Te Ahukaramū C. (2015). Hawaiki, Teara, The Encyclopedia of New Zealand, https://teara.govt.nz/en/hawaiki (E.T.: 19.05.2022)
Saylan, İ. (2017). İskoç Milliyetçiliğinin Dünü, Bugünü ve Birleşik Krallığın Geleceği, Uluslararası İlişkiler, 14(53), 91-109.
Tanpınar, A. H. (1982). 19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
The Guardian. (2021). New Zealand Māori party launches petition to change country’s name to Aotearoa, https://www.theguardian.com/world/2021/sep/14/new-zealand-maori-party-launches-petition-to-change-countrys-name-to-aotearoa (E.T.: 21.05.2022)
The Truth About Aotearoa. (2021). Segregation in the south: The ugly truth about the town that supported apartheid, https://interactives.stuff.co.nz/2021/02/our-truth-history-aotearoa-new-zealand/ (E.T.: 20.05.2022)
Treaty of Waitangi Act 1975, Parliamentary Counsel Office, New Zealand Legislation, https://www.legislation.govt.nz/act/public/1975/0114/107.0/DLM435368.html (E.T.: 22.05.2022)
Turner, A. (2012). Study Up, Bro: Kiwiana course to explore our culture, http://www.stuff.co.nz/national/7858478/Study-up-bro-Kiwiana-course-to-explore-our-culture (E.T.: 23.05.2022)
Türk, H. (2014). Bir Servet-i Fünun Masalı: Yeni Zelanda Fikri ve Anadolu’ya Avdet, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 9(3), 1499-1510.
Yanık, C. (2012). Avustralya ve Yeni Zelanda’da Çokkültürlülüğün Değişen Yüzü, Kaygı, Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, (19), 193-206.
Yeniçeri, Ö. (2017). Doğu ve Batı: Bir Dünya İki Ütopya, Yeni Türkiye Dergisi, (95), 226-231.