İlk işaretlerin ışığında Trump ile birlikte neler değişecek? | Evren Balta anlatıyor

Ruşen Çakır’ın konuğu Evren Balta, Trump ile birlikte neler değişeceğini, Türkiye ile ABD’nin ilişkilerini, Trump’ın geleceğini, ABD’yi ve dünyayı Trump döneminden sonra neler beklediğini konuştu.

TÜSİAD Küresel Siyaset Forumu’nun Akademik Koordinatörü ve Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Evren Balta, Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesini Ruşen Çakır ile birlikte değerlendirdi.

Dr. Evren Balta, Ruşen Çakır’ın programında Donald Trump’ın ABD başkanlığına yeniden seçilmesi durumunda oluşabilecek politik değişimleri değerlendirdi. Balta, Trump’ın bu kez daha hazırlıklı bir yönetim sergileyeceğini ve deneyimlerinin, planlarını hayata geçirmede etkili olacağını belirtti.

Programda Trump’ın ekonomi, dış politika ve iç düzenlemelerde daha radikal bir yaklaşım benimseyebileceğini vurgulayan Balta, özellikle ekonomik korumacılık ve deregülasyon politikalarının öne çıkacağını belirtti. Balta, Trump’ın ikinci döneminin, Biden dönemindeki kazanımları geri çevirmeyi hedefleyen adımlarla şekillenebileceğini söyledi.

Amerikan siyasi sisteminde denge ve denetleme mekanizmalarının zayıflayabileceğine dikkat çeken Balta, medya ve üniversiteler gibi bağımsız kurumların üzerindeki baskının artabileceğini dile getirdi. Türkiye-ABD ilişkileri konusunda ise Balta, Trump’ın liderler arası ilişkilerde esnek bir yaklaşım sergileyebileceğini, ancak uzun vadede stratejik bir politikanın eksik kalacağını belirtti.

Balta, konuşmasının sonunda, Trump’ın döneminde küresel düzeyde artan belirsizliklerin daha da derinleşeceğini öngördü. Program, ABD’nin ve dünyanın geleceğine dair geniş bir perspektif sunarak izleyicilere önemli bir analiz sundu.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Dünya, Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri başkanlığını yeniden devralmasını bekliyor, 20 Ocak’ı bekliyor ama şimdiden çok şey yazılıyor, çiziliyor. Biz de ilk işaretler ışığında Trump’ı, yeni Amerika Birleşik Devletleri’ni, yeni dünyayı ve yeni Türk-Amerikan ilişkilerini şu anda Boston’da bulunan, Harvard Üniversitesi’nde bulunan, aslen Özyeğin Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Evren Balta ile konuşacağız. Evren, merhaba.

Evren Balta: Merhaba, merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Şimdi, çok şey değişecekmiş gibi bir beklenti var Türkiye’de ve dünyada belki, ama Trump ilk kez gelmiyor. İlk geldiğinde de ‘‘Çok şey değişecek’’ dendi ama o kadar da sanki beklenen olmadı. Şimdi, ‘‘Gerçekten çok değişecek’’ deniyor. Bir, şunu sormak istiyorum: Orada, Amerika Birleşik Devletleri’nde hava bu yönde mi? Yani büyük bir değişim beklentisi mi var? Tabii ardından, sen ne düşünüyorsun?

Evren Balta: Yani şöyle diyeyim, aslında Trump’ın ilk döneminde de pek çok şey değişti. Fakat bu değişen şeyler, özellikle ticaret savaşları, Çin ile ilişkiler vesaire gibi değişimler, Biden döneminde de bir kısmı devam ettirilerek normalleşti. Ama bu dönemin en önemli farklılığı ve herkesin hemen hemen söylediği şeylerden birisi, Trump bu sefer hazırlıklı geliyor. İktidara geldiğinde kendisini neyin beklediğini biliyor. İktidara gelirken daha geniş bir seçmen grubuyla ve seçmenin genel desteğini alarak, daha büyük anlamda desteğini alarak geliyor. Sermaye grupları arasında bir koalisyonla geliyor. Düşünce kuruluşlarının yeni Trump dönemine dair hazırladığı pek çok raporla vesaire ile de geliyor. Yani deneyimle geliyor. Ve deneyim aslında ve deneyimle birlikte bu dönemde yönetmek büyük oranda Trump’ın ilk dönemde yapamadıklarını, tam başaramadıklarını, eksik bıraktıklarını tamamlamasıyla ilişkili. Ama öte yandan, tabii ki özellikle Covid sonrası dönemde ciddi bir ekonomik yeniden düzenlenmeye, hem iklim alanında hem ticaret anlamında hem sendikal işçi hakları anlamında daha düzenleyici bir devlet anlamına gelmişti Biden dönemi ekonomisi. Biden’ın yaptıklarını da bozmak için geliyor aslında ve bunu bozmaya çalışırken daha radikal bir ajandası olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla bu dönem, ilk dönemkinden hem siyasi hedefleri anlamında çok daha geniş, ideolojik olarak donatılmış, daha geniş bir kadroya sahip ve daha geniş bir seçmen ile iç koalisyon, ulusal koalisyonla iktidara gelen deneyimli bir Trump dönemiyle karşı karşıyayız.

Ruşen Çakır: Burada tam araya girip şunu sormak istiyorum. Amerikan sisteminde bir başkan var, bir de Kongre var. Kongre’nin içerisinde de bir Temsilciler Meclisi ve bir de Senato var. Hepsinin ayrı ayrı yönleri var ve hepsinin bir şekilde birbirlerini kollayan, denetleyen yönleri var. Ve Amerikan sisteminde sıklıkla başkanla Kongre arasında parti farklılıkları da olabiliyor; ama bu sefer Trump, Kongre’de Cumhuriyetçi Parti’nin mutlak üstünlüğüne de sahip. Şimdi, normalde bu işlerini çok kolaylaştıracağa benziyor, fakat yine de ezkaza bazı durumlarda Senato özellikle ve kısmen Temsilciler Meclisi’nin Trump’ı belli konularda dizginlemesi gibi bir ihtimal hiç söz konusu ediliyor mu, yoksa tamamen önü açık, her istediğini istediği gibi yapabilecek bir başkan profili mi var?

Evren Balta: Bu söylediğin çok doğru aslında. Amerikan sisteminin en önemli özelliği, bir denge ve denetleme sistemine sahip olması. Bu da yürütme, yasama ve yargının birbirini denetlemesi ile gerçekleşiyor. Bu dönemde bunun ortadan kalktığına büyük oranda şahit olacağız. Çünkü yine senin söylediğin gibi, yürütme zaten çok sadık bir ekip, sadık bir kabine kuruyor. Bu çok yazılan, söylenen bir şey. Trump’ın kendisine sadakatin en önemli seçim kriteri haline geldiği, yürütme anlamında bir kabine ekibi kuruyor Trump. Senato ve Temsilciler Meclisi’ni de kontrol ediyor senin söylediğin gibi ama bundan daha önemlisi, Anayasa Mahkemesi üzerinde, Yüksek Mahkeme üzerinde bir kontrolü olacak bu yeni döneminde, yeni atamalarla birlikte. Dolayısıyla yargının da kontrolünün büyük oranda eline geçtiği bir dönem. Yasama, yürütme ve yargının bir biçimde kontrol edildiği bir dönem aslında ya da birlikte davrandığı bir dönem bu. Bir diğer önemli faktör de aslında yine senin sorunda olan; aslında Amerikan sistemindeki denge ve denetlemenin önemli unsurlarından birisi, parti ile başkan arasında her zaman bir örtüşme olmuyor ve parti üyeleri kendi ajandalarına göre, Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi ya da Demokrat Parti üyeleri kendi ajandalarına, kendi bölgelerinin temeldeki ajandalarına göre davranabiliyor. Fakat Cumhuriyetçi Parti’nin içerisinde parti disiplininin Trump döneminde ya da nasıl diyeyim, Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’yi bundan önceki başkanlardan çok daha fazla kontrol altına aldığı ve Cumhuriyetçi Parti’nin kendi içerisinden Trump’a yönelik bir eleştiri yapmanın da zorlaştığı bir dönem. Dolayısıyla hem partide bir merkezileşme ve partinin Trump tarafından kontrol edilmesi, hem de devlet aygıtının çeşitli kollarının Trump tarafından kontrol edildiği, hem de atamaların aslında Trump’a sadık aktörler tarafından yapıldığı bir dönem. Üniversiteler ve medya gibi kurumları da kendi popülist söylemi üzerinden son derece düşmanlaştırdığı ve zaten o kutuplaşmanın sirayet ettiği ve oradan gelecek olan bir baskının da aslında o kutuplaşma üzerinden engellendiği bir dönem.

Ruşen Çakır: Burada özellikle, sen de bahsettin, üniversiteler ve medya dedin. Şimdi biz ‘‘Transatlantik’’te Ömer’le ve Gönül’le konuştuğumuzda, yasama, yargı ve yürütmenin Trump’ın denetimine geçtiği bir ortamda geride ilk göze çarpan unsur medya kalıyor, bağımsız medya kalıyor. Ve biliyoruz ki birçok otoriter rejimin, otoriterleşmeye gidişte en fazla göz önüne aldıkları ve tasfiye etmeye çalıştıkları bu oluyor. Şimdi Amerikan sistemi buna izin verir mi, yoksa Amerika Birleşik Devletleri’nde de bu merkezde yer alan, daha eleştirel olan medyanın dönüşümü, kontrolü, tasfiyesi ya da başka şeyler olabilir mi? Ne dersin? Medya, çünkü burada Kongre’nin ve diğer şeylerin etkili olamadığı bir yerde, bir tür muhalefet fonksiyonu üstlenmek durumunda bile kalabilir.

Evren Balta: Evet ve hayır. Yani her durumda medyanın kontrolü, medyanın sahipliğinin değişmesi vesaire üzerinden ya da sansür üzerinden ya da yargının kullanılması üzerinden olmuyor. Bunları da Trump’ın kullanma olasılığı var. Sen otoriter menüden bahsettin, otoriter menüde çok kullanılan şeyler bunlar. Bunları yapabilir Trump. Ama bence en önemli meselelerden birisi, Amerikan sistemi içerisinde medyanın rolünün sınırlı olmasına neden olan en önemli faktör, kutuplaşmış medya ortamı ve o kutuplaşmış medya ortamında Amerikan seçmeni nasıl ayrılıyorsa, medyanın da aslında o şekilde ayrılmış olması ve herkesin kendi medyasıyla ilişkileniyor olması. Şimdi zaten ortadan ikiye bölünmüş bir toplumdan bahsediyoruz. Ve Cumhuriyetçi Parti seçmeninin, aslında Demokrat Parti elitlerinin kurumları olarak gördüğü üniversiteleri — mesela Trump’ın kabinesinde diplomasını alıp geri gönderenler var, ‘‘Bu elitlerin üniversitesinden mezun olmadım ben’’ diyerek — ya da elit medyası olarak gördüğü kurumları düşmanlaştırıyor. Onlar bir, Trump kendisi de söyledi, bataklık orası, ‘‘O bataklığı kurutacağım’’ diyor. Bu bataklığı kurutmanın, biraz evvel söylediğim gibi, yöntemleri var ama aynı zamanda o bataklığın kendi seçmenine sesinin değmemesini, doğru olarak söylediği hiçbir şeyin aslında doğru olmadığının seçmeni tarafından kabul edilmesini sağlayarak bugüne kadar geldi ve bu büyük oranda devam edecek, o büyük oranda yerleşti. Ama onun ötesinde tabii ki hem üniversiteler hem medya, Trump’ın kendileriyle doğrudan uğraşmasını da bekliyor. Zaten mesela üniversitelerde endowment dedikleri, yani gelir kaynaklarının vergilendirilmesi gibi, büyük üniversitelerin gelir kaynaklarının vergilendirilmesi gibi kimi yeni üniversitelere yönelik birtakım olumsuz uygulamaların da olacağı konuşuluyor.

Ruşen Çakır: Şimdi ilk akla gelen hususlardan birisi Amerika Birleşik Devletleri’nin içinde, geçen Trump döneminde de vardı, Meksika’ya duvar gibi olaylar, yani yasa dışı göçle mücadele. Şimdi bir girişi engellemeye çalışacak anlaşıldığı kadarıyla. Bir de daha önce girmiş olanları yollama gibi bir plan da herhalde vardır diye tahmin ediyorum, çok emin değilim. Bunların da bayağı bir Trump’ın oy tabanının beklentilerinden birisi olduğu muhakkak. Bu, böyle hakikaten yapılabilir bir şey mi, yoksa çok daha fazla lafı edilip aslında gerçekleştirmesi çok da kolay olmayan bir husus mu?

Evren Balta: Yani burada da aslında ne kadar yapılabilir? 11 milyon kişinin burada kaçak göçmen olduğundan bahsediliyor. Bu 11 milyonun bir kere zaten maliyet olarak, tek tek kimin kaçak göçmen olduğunun tespit edilmesi, onların yakalanması, sınır dışı edilmesi vesaire gibi bir sürecin kendisi çok maliyeti yüksek ve Amerikan idari aygıtının ya da bürokratik aygıtının aslında şu an bu tarzda bir donanıma sahip olmadığı iddia ediliyor. Ama bu şu demek değil: sonuçta seçici bir biçimde bu grupları ya da kaçak göçmenleri bulup, bulabildiklerini sınır dışı etmek, bunları büyük performans gösterileri altında yapmak ve tamamen bu göçmenlerin ciddi bir korku altında yaşamasını sağlamak, işverenlerin onlara iş vermemesine neden olmak vesaire gibi, yani hayatlarını daraltmak gibi çeşitli yöntemler yapabilir. Ama onun haricinde de yine bürokrasi aygıtının, yani bu gözetleme tekniklerinin, birtakım teknolojik yöntemler kullanılarak – ki hâlihazırda olan bazı gözetleme, yani çalışanları gözetleme teknikleri var – bunların geliştirilerek yine yasa dışı göçmenlerin Amerika’da çalışmasının ve yaşamasının önüne geçme arzusuna dair şeyler konuşuluyor. Ama kesinlikle, tabii ki, yasa dışı göç önemli bir gündem olacak. Hatta şunu söyleyerek bırakayım; dün biliyorsunuz, Trump, Meksika ve Kanada’ya gümrük tarifelerini artıracağını söyledi ve iktidara gelir gelmez artıracağını söyledi ve bunun temel sebebi olarak, “Sınırınızı kontrol edin” dedi. “Sınırınızı kontrol edemezseniz, ben size bundan sonra gümrük tarifesi uygulayacağım” dedi. Dolayısıyla bunu da pek çok insan şunun üzerinden okudu: Aslında Meksika ve Kanada’yı tehdit ediyor ve bir müzakere alanı açmak istiyor. Göçmenlerin sınırdan geçişini engellemekte Amerika maliyetleri tek başına üstlenmek istemiyor. Burada Kanada ve Meksika’dan daha fazla iş birliği istiyor. Onun karşılığında da diyor ki, “Ya bu iş birliğini verirsin, benimle bunu engellemenin maliyetlerine ortak olursun ya da seninle bütün ticaret anlaşmalarımı gözden geçiririm.”

Ruşen Çakır: Peki, önümüzdeki dönemde, özellikle içeride nelere sen daha fazla önem veriyorsun muhtemel değişiklikler konusunda? Mesela Elon Musk’ın görevlendirildiği bir garip bir şey var, verimlilik ölçme gibi bir şey var. Ve ben buradan kamu harcamalarının azaltılması, özellikle kamu istihdamının azaltılması olarak okuyorum ama ne derece doğru bilmiyorum. Neler daha fazla, hızlı bir şekilde ve çok gündem yaratacak bir şekilde Amerikan toplumunu doğrudan ilgilendirecek ne tür değişimler bekleniyor?

Evren Balta: Yani bir iki tanesini konuştuk zaten; ekonomik korumacılık ve gümrük tarifelerinin yükselmesi. Yeni ticaret çatışmaları, savaşları doğrudan Amerikan ekonomisini etkileyecek ve Amerikan iş gücünü etkileyecek ve enflasyonu hem ulusal hem küresel düzeyde etkileyecek faktörlerden birisi. Diğeri göç, bir diğeri de iklim düzenlemeleri. Ama eğer en genel kavram ne diye sorarsak Trump dönemini ulusal düzeyde açıklayacak, ki bence dış politikayı da bunun üstünden okumak lazım, ben bunun deregülasyon olduğunu düşünüyorum. Şimdi Trump’ın kafasında şöyle bir şey var, regülasyon derken de şundan bahsediyorum aslında; bütün bu Biden dönemini ve Amerikan ekonomisinin gidişatını fazla regülasyon, yani böyle Avrupa ve Çin sistemine yaklaşan, işte iklim standartları, iş gücü standartlarının arttığı, sermayenin iş yapmakta zorlandığı bir regülasyon ekonomisi olarak okuyor. Ve diyor ki aslında: Amerika’nın yeniden eski gücünü kazanabilmesi için hemen her alanda piyasa aktörlerini serbest bırakmamız gerekiyor. Bu petrol endüstrisi de olabilir, otomotiv endüstrisi de olabilir. Yani, ‘‘Dışarıya karşı Amerikan ekonomisini bir duvarla çevreleyelim, dışarıya karşı Amerikan ekonomisini koruyalım gümrük tarifeleriyle ama içeride Amerika’yı Amerika yapan piyasa güçlerini tamamen serbest bırakalım.’’ Bu deregülasyonun her açıdan; Amerika’nın iş gücü, seçmenleri, Amerikan ekonomisi açısından büyük etkileri olacak. Ama deregülasyon sadece ekonomide değil. Mesela diyor ki: ‘‘Ulusal federal düzeyde eğitimi düzenlemeyi, kurallar koymayı bırakalım, eyaletler kendisi eğitimi düzenlesin.’’ Ya da diyor ki: ‘‘Federal düzeyde kürtajı — yaptı bunu zaten, kürtaj meselesinde Anayasa Mahkemesi üzerinden — federal yasalar düzenlemesin, eyaletler kendisi düzenlesin’’ diyor. Yani federal devletin giderek güçsüzleştiği ve daha az kural koyduğu, piyasanın ya da eyaletlerin kendi kurallarını koyduğu daha gevşek bir model öneriyor. Bu model, bence hem küresel anlamda hem ulusal anlamda bundan sonraki dönemi çok belirleyecek bir geri dönüşü de zor bir model. Yani ana etkisi deregülasyon olacak bence pek çok açıdan.

Ruşen Çakır: Dünyaya bakalım. Şimdi bu saydığın, ekonomiyle ilgili söylediklerin, ticaret duvarları vesaire, özellikle Çin’i çok fazla ilgilendiriyor, Çin-Amerikan ilişkilerini. Onun dışında Trump’ın mesela bir iddiası var: “Benim zamanımda savaş yoktu. Ben geldiğimde savaşları bitireceğim” diyor. Şimdi iki tane büyük savaş var. Birisi Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle süren savaş, bir diğeri de Ortadoğu’daki savaş, Hamas’la ve Lübnan’la İsrail’in yürüttüğü savaş. Bunlar hakikaten Trump’ın yapabileceği işler mi? Şimdi biliyoruz, Putin’le arası iyi, Netanyahu ile arası çok iyi. Ama bunlar tek başına yeterli olur mu? Nasıl bir şey bekleniyor? Bu çünkü en iddialı olduğu konulardan birisi ve büyük bir ihtimalle de herkes, “Hadi bakalım Başkan, göster kendini, şu savaşları sonlandır” diyecek.

Evren Balta: Evet, iki savaşı nasıl sonlandıracağına ya da ne tür araçlar kullanacağına dair farklı şeyler var aslında. Mesela Ukrayna meselesinde Biden’ın son kararı; Amerikan yapımı füzelerin Rusya içerisinde kullanılması, uzun menzilli füzelerin. Mesela yine buradakiler diyorlar ki; ‘‘Aslında Biden’ın yapmak istediği şeylerden birisi savaşı tırmandırarak son döneminde, Trump gelmeden bu durumu geri dönülemez bir noktaya getirmek ve Rusya ile müzakere etmesini engellemek Trump’ın ve böylelikle Ukrayna Savaşı’nda hem Avrupa’ya hem de Ukrayna’ya bir destek vermek.’’ Bu tartışılabilir bir argüman. Ama bu argümandan bağımsız olarak şunu söylemek lazım. Mesela Putin’in bu karara karşı yaptığı şeye baktığınızda, evet, nükleer doktrinini değiştirdi ve nükleer silahları kullanma olasılığının daha arttığını söyledi. Yani eski doktrine göre daha varoluşsal tehditler karşısında kullanılabiliyordu nükleer silahlar; şu an Putin, yani Rusya’nın yeni nükleer doktrininde bu limit aşağıya doğru çekilmiş durumda. Fakat öte yandan da savaşın hızlanmasına yönelik adımlar atmadı ya da tırmanmasına yönelik adımlar atmadı. Aynı zamanda Avrupalı liderlerle — Scholz gibi ya da Trump gibi — telefonda görüştüğüne dair — reddedildi ama görüştüğü söylenmekte — birtakım diyalog kanalları da açıldı. Şimdi Trump’ın planının aslında, mevcut durumuyla özellikle Donbas bölgesini Rusya’ya bırakarak savaşta, bir bitirme değil belki, bir dondurma politikasına gidebileceği ya da silahların sustuğu ve mevcut güç dengesinin donduğu bir pozisyona gidebileceği söyleniyor. Bunların hepsi mümkün ve bunların masada olduğu da kesin. Ama bütün bunların hepsini gözetirken Ukrayna meselesinde en önemli faktörün, Trump’ın kendisinin güçsüz görünmeme arzusu olacağını söylemek mümkün. Yani Rusya karşısında geri adım atmış, güçsüz gözükmüş bir Amerika olmadan, kendi dediğini Rusya ve Ukrayna’ya kabul ettirebilmiş bir Amerikan başkanı olma arzusu çok güçlü ve bunu hem Avrupa aleyhine hem Ukrayna aleyhine de olsa yapmak isteyecektir. Ama tabii ki iki tane savaşan aktörden bahsediyoruz. Avrupa’nın kendi dinamikleri var. Amerika’nın kendi içerisinde Ukrayna’ya destek olunması gerektiği konusunda kendi kabinesinin içerisinde de bu desteğin devam etmesi gerektiğini söyleyen aktörler var. Yani bunu deneyeceği kesin ama bunun nereye gideceğini ya da bu tarz bir ateşkesin olup olmayacağını bilmiyoruz. İsrail meselesinde, orada da benzer bir karmaşıklık olsa da aslında kabinenin kendisinde, bu sefer Ukrayna pozisyonundan daha tutarlı bir İsrail pozisyonu var.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Kabinenin bu çok önde gelen isimlerine baktığımız zaman, Trump’ın kendisi, daha çok damadı vesaire üzerinden çok aleni İsrail yanlısı bir kabine, İsrail yanlısı bir yönetim fotoğrafı çiziliyor. Yani neredeyse İsrail için her şeyi yapabilecek. Bu sahiden böyle mi?

Evren Balta: Evet, ideolojik olarak, siyasi olarak, kendi ulusal çıkarını değerlendirme biçimi olarak, kişisel ilişkiler olarak, bütün bunlar üstünden baktığınızda Trump, evet, çok İsrail yanlısı ve kabinesine baktığınızda seçtiği, göreve getirdiği, işte özellikle dış politikada sorumlu olacak aktörlere baktığınızda bunların tamamı da İsrail yanlısı. Sadece ulusal çıkar üstünden İsrail yanlısı değil; kendi medeniyetçi muhafazakar dünya görüşleri anlamında da aslında İsrail’in insanlığı, medeniyeti, temsil ettiklerine dair son derece oryantalist, kolonyalist bir içsel yakınlığa sahipler İsrail’e dair. Ama şunu da biliyoruz ki, Trump hem öngörülemezliği üzerinden hem de kendi çıkarının nasıl değiştiği üzerinden; hem kişisel çıkarının hem de Amerika’nın görüntüsünün ya da Amerika’nın gücünün nasıl algılandığı üzerinden ciddi politika pozisyonları değiştirme ihtimaline sahip. O anlamda çok perakendeci, transactional yani işlemci ve iş insanı ve bu ideolojik arka planın mesela kendi çıkarının, stratejik çıkarının önüne geçtiğini düşündüğünde ‘‘Buraya kadar gitme’’ diyebilecek birisi. Ve tam da öngörülemezliği yüzünden Netanyahu’nun ondan belki de Biden’dan korktuğundan daha fazla korkabileceği birisi. Yani bu liderler öngörülemezliği nakite çeviren liderler diyeyim, onun üzerinden yöneten ve bunun üstünden birbirinden korkan liderler. Netanyahu da öyle, Putin de öyle, Trump da öyle ve birbirleriyle karşılaştıklarında biraz hani deli deliyi görünce geriye çekilir, aynen böyle bir pozisyon oluyor diye düşünüyorum. Ama yine de bizim daha default, yani bakmamız ve beklememiz gereken şey; mevcut politikaların, İran karşıtı politikaların güçlenerek devam etmesi, İsrail yanlısı politikaların ve Amerika’nın İsrail’i destekleme halinin yine güçlenerek devam etmesi.

Ruşen Çakır: Peki, öngörülemez diye son olarak şeyi de bir ekleyelim; NATO meselesi. Biliyorsun geçen sefer şöyle düşünüldü: ‘‘Yoksa Trump NATO’yu dağıtacak mı?’’ Çünkü ABD’nin NATO’dan çıkması, NATO’nun dağılması gibi bir şey olur. Bunu diline çok doladı. Hatta NATO zirvesinin hepsinde herkesin yürekleri hopladı, hatırlarsın. Şimdi Trump’ın yeni döneminde NATO’yu ne bekliyor?

Evren Balta: Bu da evet, öngörülemez gerçekten. Çünkü mesela kabineye baktığınızda Marco Rubio gibi birisi var kabinede, yani olacağı söyleniyor ve Marco Rubio, Amerikan başkanlarının tek taraflı olarak NATO’dan çıkmasını engelleyen kongre tasarısını destekleyen isimlerden birisi Cumhuriyetçi Parti içerisinde. Yine kabinenin içerisinde Amerika’nın Ortadoğu ve Avrupa’daki ve NATO yanlısı desteğinin devam etmesi gerektiğini düşünen ama bunun liberal bir dünya anlamında değil, işte demokrasi vesaire anlamında değil ama Amerikan gücü anlamında devam etmesini isteyen aktörler var. Amerika’nın tamamen geri çekilmesini isteyen aktörler var. Bence Trump’ın kendi kişisel pozisyonu daha önemli. Trump’ın ana dış politika meselesi; bir, Amerikan ekonomisini eski haline getirmek, güçlü Amerikan hegemonyasına döndürmek ve bunu içeride görüyor. Yani bunu yapmanın yolunu da içeride görüyor. Yani diyor ki; ‘‘Ben petrol hegemonuydum, hegemonyamı petrol üstünden kurdum, bu iklim vesaire hegemonyayı benden alıyor. Dolayısıyla ben yeniden o petrolün ana aktör olduğu döneme dönmek zorundayım, ekonomimi güçlendirmek zorundayım. Bunun için Çin’le mücadele etmek zorundayım, çünkü ana aktör o’’ diyor. Dolayısıyla Avrupa onun için aslında çok geride kalıyor, NATO da onun için çok geride kalmış şeylerden birisi. NATO nasıl Amerika’nın şeyine giriyor, maliyetleri karşılamak istemiyordu. İlk döneminde bunu söyledi, dedi ki; ‘‘Herkes %2 ulusal bütçesinin savunma harcamasını arttırmak ve bunu yakalamak zorunda.’’ Şimdi %2’yi pek çok NATO ülkesi yakaladı 2024’e geldiğimizde. Özellikle Ukrayna Savaşı yüzünden Avrupa’da savunma harcamaları olağanüstü arttı, Polonya %5’lere yaklaştı. Ama ikinci temel argümanı NATO ile ilgili, NATO üyesi ittifak ortaklarının Amerikan yapımı silahları almasını ve Amerikan savunma sanayini güçlendirmesini istiyor ve büyük oranda bunun üstünden devam edecek NATO ile ilişkisine. Ama her durumda çok taraflı anlaşmalara inanmayan, iki taraflı ilişkiler kuran, maliyetleri üstlenmek istemeyen ve Amerika’nın aslında gücünün temel şeyi, yani eğer Amerika’yı bir küresel hegemon olarak görürsek İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bu maliyetleri karşılamasıydı. Ona itaatin, tırnak içerisindeki, temel faktörlerinden birisi maliyetleri karşılayan bir aktör olmasıydı. Şimdi, ‘‘Bu maliyetleri ben karşılamayacağım, savaşmayacağım’’ diyor zaten uzun zamandır, ‘‘Asker göndermeyeceğim’’ diyor. Bunu sadece Trump demiyor. Asker göndermeyip başkalarının askerlerine silah ve finansal yardım yapıyordu Ukrayna’da olduğu gibi. ‘‘Bunu da yapmayacağım’’ diyor, ‘‘Avrupa’ya da yapmayacağım’’ diyor. Şimdi o zaman o çok taraflı ortaklığı kuran ve Amerikan gücüne olan desteği sağlayan ana unsur ortadan kalkmış olacak. Yani bu bir çözülme dönemi aslında bana kalırsa, yani pek çok açıdan. Ve özellikle NATO ittifakı içerisinde hem ekonomik politikalar hem iklim hem göç hem demokrasi vesaire de çok ciddi çatlakların ve gerilimlerin olacağını beklemek mümkün, sadece savunma alanında değil, farklı modeller anlamında da, ekonomik modeller anlamında da.

Ruşen Çakır: Peki, nihayet Türkiye’ye gelelim ve yayını toparlayalım.

Evren Balta: Tamam. 

Ruşen Çakır: Bildiğimiz çok önemli bir şey var; Trump’la Erdoğan yakınlar, Erdoğan Trump’a ulaşabiliyor ve bunu da gizlemiyorlar. Ama aynı zamanda da Trump’ın ilk döneminde Erdoğan’a Trump, özellikle Rahip Brunson olayında hatırlayacaksın, çok sert şeyler yaptı ve istediğini de elde etti. Şimdi ilk başta şöyle bir hava vardı, açıkçası Erdoğan’ın tercihinin Trump olduğunu biliyorduk, yani Harris yerine Trump olduğunu biliyorduk ve zaten seçimin hemen ardından da bunu açık açık gösterdi. Burada Türk-Amerikan ilişkilerinde bir doping etkisi yaratması ve Ankara’nın beklentilerinin birçok alanda gerçekleşmesi biraz acelecilik mi olur? Çünkü kabinedeki birtakım isimlere bakılıyor ve bunların birçoğunun İsrail yanlısı olduğu, Suriye konusunda YPG/PDY’ye çok sıcak bakan isimler olduğu vesaire söyleniyor. Türkiye’nin de en önemli beklentilerinden birisi Suriye’deki Amerikan desteğinin çekilmesi, bunu biliyoruz. Açık açık Erdoğan defalarca bunu söyledi. Ne bekliyorsun, nasıl gelişebilir? Tabii öngörmesi çok zor bir şey ama yine de birtakım şeyleri şimdiden söylemek mümkün herhalde. Mesela Marco Rubio’nun Suriye konusundaki duruşunu da biliyoruz. İsrail konusunda Türkiye çok açık ve net bir şekilde Netanyahu karşıtı bir politika izliyor ve Washington, Trump döneminde böyle olmayacak, bunu biliyoruz gibi.

Evren Balta: Evet. Yani hakikaten en başından beri konuştuğumuz gibi belirsizlik en önemli şeylerden birisi. Ama belki hani şöyle farklı farklı düzeylerde bakarsak, sonuçta Trump kişisel ilişkinin, liderlik diplomasisinin, telefon diplomasisinin önemli olduğu, kısa dönemli sorunları çözmede önemli olduğu bir formata geri dönecek Türk-Amerikan ilişkilerinde. Biden döneminde de bu büyük oranda kaybolmuştu, bu ikili ilişki. Dolayısıyla biz daha fazla oranda kriz çözme, özellikle gündelik krizleri çözme ve ilişkileri yürütme konusunda bunu daha sık göreceğiz. Ama Amerikan dış politikasının özellikle Trump döneminde, böyle uzun dönemli Amerika’nın bir stratejik yönelimine, Ortadoğu’daki stratejik yönelimine dair uzun dönemli perspektifinin olduğunu düşünmüyorum ben. Var olan eğilimleri devam ettirecek, var olan birtakım şeyleri, nasıl diyeyim, yaptığı yatırımları, belirli çatışmaları o anın temel koşulları ve diğer tarafın kendisine ne önerdiği üzerinden yeniden pazarlık masasına yatıracak. Mesela muhtemelen Suriye’de olacak olan bu. Bu konuşulacak, konuşuluyordu zaten, konuşulmaya devam edecek. Ama bunun karşısında Amerikan tarafı Türkiye’den birtakım garantiler isteyecek ya da işte Suriye’nin yeniden düzenlenmesi, örgütlenmesi konusunda bir başka geniş tartışma zemini olacak, Kürtlerin de dahil olduğu. Dolayısıyla oradaki müzakerenin temel parametreleri üzerinden aslında sonuçların belirlendiği bir dönem. Ve şunu demek de çok doğru değil; ‘‘Bu eskiden şu yanlısıymış’’ ya da işte, ‘‘Suriye’de daha Kürt yanlısıymış Marco Rubio’’ gibi. Bu değişmeyecek de diyemeyiz. Çünkü buradaki pozisyonların hemen tamamını aslında stratejik ve pragmatik görmeliyiz. ‘‘Sen bana ne veriyorsun? Ben karşılığında ne alıyorum? Bu meseleyi nasıl çözebiliriz? Bunun Amerika’ya faydası ne olur?’’ sorusu üzerinden daha az ideolojik, daha fazla stratejik. Burada hep İsrail’i ayrı tutuyorum. İsrail’e her zaman Amerikan sisteminin bir ideolojik bağlılığı olacak. Ama Suriye meselesi, mesela daha fazla stratejik ve taktik meseleler ya da o günün çıkarları üstünden konuşulabilir. Çünkü mesela Biden döneminde şöyle konuşuluyordu: ‘‘Amerika Kürtlere bir şey borçlu aynı zamanda. Eğer bunu yapmazsak, terk ederse Kürtleri, uzun dönemde bizimle çalışacak böyle aktörler bulmakta zorlanabiliriz.’’ Trump’ın böyle dertleri olacağını zannetmiyorum; birine ihanet edip, ihanet etmemek gibi dertleri olacağını. Bir müttefiklik ilişkisinde geri dönme ya da onu yalnız bırakma gibi dertleri olmayacak. Tamamen, ‘‘Kim daha fazla şu an benim çıkarıma ne verebiliyor?’’ Bu da bence Türkiye’nin alışık olduğu bir tarz, yani bu tarz üstünden Türk dış politikası iş yapabiliyor, yapmayı biliyor. Kendisi de öyle yapıyor çünkü büyük oranda pek çok yerde. Her zaman değil yine, onun da kendi ideolojik çerçevesi var ve sınırları var. Ama Biden’la olduğundan daha iyi bir ilişki kurabilir bu tarzla diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl toparlayalım? Ne diyoruz? İlk işaretler ışığında neler değişecek? Belirsizlikler çok var ama bildiğimiz birtakım hususlar da var. Nasıl bir kapanış paragrafı düşünürsün?

Evren Balta: Stephen Walt bir yazısında söylemişti, “Winter is coming” diye, Game of Thrones‘tan. Yani sanırım son 10 senedir, belki daha fazla, hep “Kış geldi, kış geliyor, bu daha kötü olacak” diyoruz bir sonraki seneye bakarken. Yani hakikaten ben ne Amerika için, ne küresel ilişkiler için, uluslararası ilişkiler için ve gezegenin geleceği için diyeyim, uzun dönemli gezegenin temel meseleleri için, zaten çok zor olan iklim gibi, göç meselesinin adaletli bir biçimde konuşulması gibi, çok taraflı ortaklıklar gibi, demokrasi gibi vesaire gibi konularda dünyanın en güçlü devletinin, hegemonik devletinin bu noktada olmasının hiçbir ülkeye, o günkü çıkarları haricinde, uzun dönemde hiçbir ülkenin vatandaşlarına fayda getireceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla belki yine kemerlerimizi daha sıkı bağlayacağız herhalde. Bağlamaktan yorulduk ama…

Ruşen Çakır: İyimser olamıyoruz, diyorsun yani.

Evren Balta: Ben pek olamıyorum. Tabii ki kısa dönemli birtakım çıkarlar, birtakım dönüşümler, işte enerji fiyatlarının düşmesi gibi bazı şeyler görebiliriz. Ama uzun dönemde, daha orta-uzun dönemli vadede bu dönemin son derece zararlı olacağını düşünüyorum küresel gündeme, küresel ortak gündemimize. Varsa eğer öyle bir şey…

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Evren. Çok sağ ol, çok güzel bir yayın oldu, çok teşekkür ediyorum. Evet, Özyeğin Üniversitesi’nden Profesör Evren Balta ile — kendisi şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nde bir süredir — ilk işaretler ışığında ‘‘Trump’ın yeni döneminde neler, nasıl değişebilir?’’ sorusuna cevap aradık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.