Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (243): Halep’te neler oluyor? | DEM Partililer, Öcalan’a gidecek mi? | Erdoğan, CHP’ye savaş mı açıyor?

Haftaya Bakış’ın yeni videosu yayında. Gündem Suriye, yeni çözüm süreci ve Erdoğan’ın CHP’yi hedef alması. Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel tartışıyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Bugün Kemal Can yok. Kendisi İstanbul dışında bir yerde ve oradaki internet altyapısı sorunu nedeniyle bize katılamıyor. Kadri Gürsel’le baş başayız. Kadri merhaba. 

Kadri Gürsel: Merhaba.

Ruşen Çakır: Hakîkaten konuşacak çok şey var. Bir kere, Bahçeli çıtayı biraz aşağı indirdi. Öcalan’ı DEM grubuna getirmedi, DEM grubunu Öcalan’a yollama çağrısı yaptı — ki bu pratik olarak daha mümkün bir şey, çünkü daha önce gidenler olmuştu. Bir diğer husus: Cumhurbaşkanı Erdoğan, çarşamba günü yaptığı konuşmada çok net bir şekilde CHP’yi karşısına aldı: kreş meselesi, teğmenler meselesi vs.. Ama o “normalleşme” ya da Erdoğan’ın tâbiriyle “yumuşama” yerine tekrar bir sertleşmeye döndük. Bir başka konu da senin çok daha hâkim olduğun Suriye meselesi, Halep, cihadcıların Halep’e yürümeleri. Burada Türkiye’nin dahli var mı? Dahli var veya yok, ayrı; ama “Bu olay Türkiye’nin işine gelir mi gelmez mi?” gibi bir tartışma var. Bütün bunlara geçmeden, biraz önce yaşanan bir olaya bakalım. Erdoğan bugün TRT World‘ün bir programında konuşma yaparken, İsrail’le ticâret konusunda protesto edildi. Önce sakallı bir adam, sonra başörtülü bir kadın, ayrı ayrı, Erdoğan’a, “Gemilerimiz İsrail’e silâh taşıyor ya da petrol…” 

Kadri Gürsel: Âzerî petrolü İsrail’e Türkiye üzerinden gidiyor, ondan söz ediyorlar.

Ruşen Çakır: Onlara hızlıca bir bakalım. Zâten çok kısa videolar. 

Erdoğan: İnsanlık ayıbı olan şu rakamlar karşımızdaki vahim tabloyu ortaya koyuyor…

Protestocu adam:Siyonistler faaliyetlerini denizlerimizde ve limanlarımızda sürdürürken…

Erdoğan: Yavrum, burada Siyonistlerin dili ağzı olma.

Erdoğan: Gazze’de sâdece insânî değerlerin, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası sistemin güvenilirliğiyle sınanır…

Protestocu kadın: Azerbaycan petrolü neden bizim üzerimizden İsrail’e gidiyor?

Ruşen Çakır: İlk protestoda fark etmişsindir: Erdoğan, “Siyonistler ağzıyla konuşmayın,” dedi. İkincisinde cevap vermedi. Bu protesto toplantının olduğu salonda. Bir de dışarıda, çoğu başörtülü kadın olan protestocular var. Onlar da slogan atmışlar ve sonra onlar da gözaltına alınmışlar. Burada tabiî şöyle bir husus var. Yani çok husus var da, İsrail’le ticâret meselesi iktidârın, Erdoğan’ın yumuşak karnı. Geçen seçimlerde peş peşe Yeniden Refah Partisi’nin aldığı oylarda bayağı etkili olduğu yolunda yorumlar yapılıyor.

Kadri Gürsel: Yeniden Refah Partisi İsrail’le ticâreti seçim propagandasının bir ayağı olarak, önemli bir unsur hâline getirmişti. 

Ruşen Çakır: Buradaki bir başka boyut da şu tabiî:. Kapalı salon toplantısında protesto eden kadının zâten boynunda asılı isim soyadlı kartı var. 

Kadri Gürsel: Kimlik onaylı yani. 

Ruşen Çakır: Evet, onaylı. Erdoğan’ın böyle yaptığı, az sayıda insanın dinlediği toplantılar, güvenlik açısından ve birçok açıdan taramadan geçiriliyor. Önce o adam, sonra bu kadın. Belli ki oraya bunun için çalışarak gitmişler ve ona göre hazırlık yapmışlar. Özellikle adam bayağı uzun uzun konuşabildi, Erdoğan’ın koruma ordularını da düşünürsek. Bir diğer yönü de, bu kişilerin doğrudan Erdoğan’la aynı mahalleden, aynı iklimden gelen insanlar olduklarını düşünüyorum. Yani içeriden gelen bir tepki bu. Herhalde bu tepkinin başlarına iş açacağını kendileri de çok iyi biliyorlardır. Yani bir risk alıyorlar. 

Kadri Gürsel: Bence bu tepki buzdağının su üstünde görünen çok çok küçük bir parçası. 

Ruşen Çakır: Ama demek ki buzdağı yukarıya doğru çıkıyor.

Kadri Gürsel: Öyle de yorumlanabilir tabiî, çok doğru. Ama bu tepki çok uzun süredir var ve sokağa taşan bir tepki. Meselâ İstanbul’da SOCAR’ın merkezi önünde sürekli polis bariyerleri var ve polis bir ara yandaki servis yollarını da kesmişti. Yaya ve araç girişine müsâade edilmiyordu. SOCAR’a herhangi bir saldırı olmasın diye önünden geçen viyadükte de sürekli polis araçları bekliyor. SOCAR Azerbaycan’ın millî petrol şirketi. İstanbul’da büyük de bir merkezi var. Ben de SOCAR’ın önünde değil de yakınlarında yapılan bir gösteriye tanık olmuştum. Dış görünüşlerinden muhâfazakâr ya da İslâmcı olduğu anlaşılan gençlerin yaptığı bir gösteriydi, Demek ki şimdi o gençlerin benzerleri ya da akranları salondalar. Yalnız, Erdoğan’ın iktidârında bu ilk defa oluyor. Bilemiyorum, hâfızamızı bir yoklayalım. 

Ruşen Çakır: Çok eskiden, “Ananı da al git” dediği çiftçi var.

Kadri Gürsel: Ama o sokaktaydı. Buysa onaylanmış. TRT World‘ün programı, akredite. Girişte insanlar kimlik bırakarak giriyorlar. Düşünsene, meselâ Meclis’te, AKP Meclis grubunda konuşma yaparken de orada dinleyici sıralarından böyle bir şey olsa. Bir daha tekrarlanmasın diye bunun bir bedeli olur. Ama niye böyle oldu, niye bu noktaya gelindi diye üzerinde düşünmesi lâzım. Bu aslında Erdoğan’ın doğrudan kendisinin yarattığı bir fenomen. 

Ruşen Çakır: Evet.

Kadri Gürsel: Yanlış anlaşılmasın, ben İsrail’in suçunu ve payını teslim ederek konuşuyorum; ama netîcede, özellikle 2009’dan îtibâren Gazze odaklı bir dış politika kurgulandı. Gazze’de 2007’den sonra, iktidârın Hamas’a hediye edilmesinin ardından gelişen bütün sürecin sonucu olarak ve El Fetih’in Gazze’den kovulmasından sonra, Hamas terör örgütü olarak tanındığı için, İsrail’in nazarında Gazze’ye bir ambargo ve kuşatma meşrû hâle gelmişti ve bunu da vakit geçirmeksizin uyguladı. Ondan sonra bu flotilla hâdiseleri gündeme geldi. Aslında ondan beri, önce Davutoğlu ve Erdoğan’ın, sonra da AKP iktidârının Türkiye’de yaratmış olduğu bir fenomen bu. Bu fenomen belli ki artık kontrol dışında ve sâhibine döndü bir yerde. 

Ruşen Çakır: Diğer fenomene geçelim istersen. Davutoğlu dediğin için, oradan sıcağı sıcağına Suriye’ye geçelim.

Kadri Gürsel: Tabiî tabiî, olmaz mı?   

Ruşen Çakır: Zamânında Halep, cihadcıların, muhâlefetin ama özellikle cihadcıların en güçlü olduğu yerlerden birisiydi. 

Kadri Gürsel: Bir kısmıydı, tamâmına hiçbir zaman sâhip olamadılar. 

Ruşen Çakır: Evet, amao bir kısmından onların tasfiye edilmesi bir anlamda Astana Süreci’yle olmamış mıydı? 

Kadri Gürsel: Rusya’nın müdâhalesiyle oldu. Rusya’nın ilk resmî müdâhil olması 2015 Ağustos’tadır. Ama 2015’te oyun bitti aslında. 2015’in Ocak ayında, Ankara, Suudî Arabistan ve Katar son bir hamle yapmak istediler ve aslında bu hamle rejimi devirmek için başarılı da oluyordu. Zâten bunun üzerine Rusya’nın müdâhalesi geldi. Rusya müdâhalesinden sonra şartlar aleyhine döndü ve aslında Astana Süreci de daha sonra başladı. Ama Halep’in cihadcılardan kurtarılması, Rusya’nın müdâhalesi sayesinde oldu. Daha sonra da Astana Süreci denen şey, artık süreç olmaktan çıktı aslında. Belirlenen “çatışmasızlık bölgesi”nde Rusya’yla Türkiye’ye orada çeşitli askerî gözlem istasyonları da kurma hakkını verdi. İdlib’e sıkıştılar. 

Ruşen Çakır: Sonuçta Türkiye’nin de dâhil olduğu bir süreçte…

Kadri Gürsel: Aslında Türkiye’nin garantörü olduğu diyelim. Astana Süreci garantörlük gibi bir şey, sâhibi olduğu bir yerde. Ama Astana Süreci Rusya müdâhalesinin netîcesinde ortaya çıkan bir durumdu, artık şartlar değişti.

Ruşen Çakır: Tam ona geleceğim. 

Kadri Gürsel: Oyun, şartlar şöyle değişti: Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırmasından sonra yaşananlar Astana Süreci’ni ayakta tutan kolonları kesti, çökertti. Kolonların bâzılarını kesti ve aslında İdlib’e sıkışıp kalmış gibi görünen fakat Hatay Cilvegözü sınır kapısından beslendikleri âşikâr olan ve ana unsurunu orada kısa adıyla HTŞ’nin, yani Heyet Tahrir Eş-Şam’ın oluşturduğu çok geniş bir cihadcı gruptan bahsediyoruz. Bu grubun içerisinde Orta Asya’dan, şuradan buradan gelen uluslararası cihadcılar da var. Bu işin uzmanları sayıyorlar; 8-10 tâne grubun olduğu koordineli saldırısından söz ediliyor. Bu gruplar da aslında, artık Hizbullah’ın da Lübnan’da İsrail’den yediği çok ağır darbelerin netîcesinde çok zayıfladığı, kezâ İran’ın da İsrail tarafından zayıflatıldığı… Ve tabiî İran’ın oraya güç yansıtmakta kullandığı iki araç var: Hizbullah ve bir de kendi İran Devrim Muhâfızları ve Kudüs Güçleri. Kudüs Güçleri daha elit bir kuvvet. Devrim Muhâfızları da bayağı…

Ruşen Çakır: Bu son saldırıda bir komutan öldü biliyorsun.  

Kadri Gürsel: Evet, bir tümgenerallerini öldürdüler.

Ruşen Çakır: Peki Kadri, burada şöyle bir husus var…

Kadri Gürsel: Bu Türkiye’nin işine gelir mi? Bir noktada…

Ruşen Çakır: Bir dakika, ona gelmeden önce…

Kadri Gürsel: “Kimlerin işine gelir?” diye de bakabiliriz ayrıca. Ama Astana Süreci bitti. Tabiî İsrail’in bölgede yarattığı bu durum muvâcehesinde kartlar yeniden karılacak ve ortaya yeni bir durum çıkacak — öyle gözüküyor. 

Ruşen Çakır: İsrail’in burada yeniden yarattığı durum, İran’a indirdiği darbe, Hizbullah’a indirdiği darbe, Irak’ta da Haşdi Şabi’ye kısmen indirdiği darbe, bir diğer tarafta da Rusya’nın Ukrayna’da bayağı yoğunlaşması, savaşa iyice angaje olması… Bütün bunlar, Esad’ın ana destekçilerinin yaşadığı krizler cihadcılar tarafından fırsata çevrilmek isteniyor gibi. Peki ama, burada şöyle bir sorun var Kadri: Cihadcıları alenen sâhiplenen hiçbir güç yok.

Kadri Gürsel: İdlib’dekileri diyorsun. Evet, şu anda alenen sâhiplenen hiçbir güç yok, doğru.

Ruşen Çakır: Tamam, diyelim ki Halep’i aldılar. Yanılmıyorsam Halep ikinci büyük şehir. İkinci büyük şehri aldılar ya da bir kısmını aldılar. Sonra ne olacak?

Kadri Gürsel: Bu en başta Türkiye’nin işine gelmez. Ama senin söylediğin de doğru. Sâdece Hizbullah ve İran’ın zayıflaması değil, Rusya’nın zorlanması. Ukrayna Savaşı bin günü geride bıraktı. Sanıyorum 2022 Şubat’ında başlamıştı, 2025’te üçüncü yılı dolmuş olacak. Ukrayna’da sürdürülen bu savaş boyunca Rusya’nın da ciddi bir materyel kaybına uğradığı âşikâr. Yani Suriye’ye aktaracak gücü önemli ölçüde azaldı. Ayrıca bu gücü aktarma yolları da tıkandı. Türkiye Montrö’yü uyguluyor. Türkiye, 2022’de savaş başladıktan sonra, hiç gecikmeksizin Montrö’yü fiilen uygulamaya koydu. Montrö Antlaşması, savaşın tarafı olan ülkelere, kıyıdaş olsalar dahi, savaşan ülkelerin savaş gemilerine, ancak Karadeniz’de bağlı bulundukları limanlara dönmek üzere Boğazlar’dan geçiş hakkı tanıyor. Rusya Suriye’ye yardım ulaştırmak için ancak Baltık filosunu kullanır. Yani Cebelitarık’tan geçecek, ama bu çok uzun bir yolculuk. Rus Donanması’na âit Ropucha sınıfı gayet kapsamlı, büyük çıkarma gemileri var. Eskiden altı yedi kadar filoları vardı, Ukrayna bunların birkaç tânesini batırdı ve bu filoları kullanılmaz hâle getirdi. Rusya’nın Karadeniz filosu da ciddi bir tensîkata uğratıldı. Filo yarı yarıya kullanılmaz hâle geldi, pek çok gemilerini kaybettiler. Bu açıdan baktığımızda, Rusya’nın durumu pek iç açıcı değil. Bu durumu da fırsat olarak gören cihadcılar saldırdılar. 

Peki, kim yeşil ışık yaktı ve niye yaktı? Çünkü haritaya bakıp, oradaki jeopolitik gerçekliği anlama gibi bir yetisi olan herkes, Türkiye Cilvegözü sınır kapısını kapattığı an İdlib’in ölmeye mahkûm olacağını anlar. Diğer taraftan da Suriye Millî Ordusu adı altında, doğrudan Ankara’ya bağlı olarak hareket eden böyle de bir güç var. Biz ona “Ankara’nın emrinde olan” diyelim; çünkü Ankara donatıyor, maaşları Türkiye veriyor. Afrin-Tel Abyad ve Cerablus-Resulayn arası da bunlara verilmiş durumda. Onlar da hareketlenmeye başladılar berâberinde. Tel Rıfat da şu an YPG’nin elinde. O YPG, Amerikan vesâyeti altında olan YPG değil. O YPG/PKK, Rus vesâyeti altında olan, Halep’in kuzeyinde küçük bir havaalanı ve Tel Rıfat’ı tutuyorlar. Bu bakımdan çok ilginç bir tabloyla karşı karşıyayız. Halep’in cihadcıların eline geçmesi, durumu çok karmaşıklaştıracağından, bu, Türkiye’nin çok arzulayacağı bir şey olmaz. Tabiî ki Ankara bunu inkâr edecektir ve sonuna kadar da haklıdır inkâr etmekte. Ama şöyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Ortada zâten bir süredir devam etmekte olan bir çatışma vardı. İdlib’e yönelik Rus hava saldırıları ve Suriye topçusunun saldırıları, birkaç haftadır devam ediyordu. Belli ki orada bir saldırı hazırlığı olduğunu onlar da istihbar etmişlerdi. Bu saldırıya da “Saldırıyı önleme operasyonu” adını verdiler. Aslında saldıracak konumda olan taraf cihadcılar. 

Bunun öncesini hatırlayalım: Erdoğan’ın Esad’a uzattığı el havada kalmıştı. Ama Erdoğan, Esad’ın patronu Putin diye gördüğü için, Esad’a baskı yapması konusunda Putin’den de ricâcı oldu, fakat oradan da sonuç alamadı. Netîcede, o uzatılan el hep böyle havada kalınca, o elin muhâtabının başına bir şeyler geliyor. Erdoğan’ın siyâset etme tarzı böyle. Burada da benzer bir durumu yaşıyoruz. 

Ruşen Çakır: Bizim olayımızın da zâten çok ciddî bir Suriye boyutu var aslında.

Kadri Gürsel: Evet.

Ruşen Çakır: Bahçeli’nin attığı adımların en zirvesi 22’si, Ekim başından îtibâren atılan adımlar. Bahçeli daha önce, “Öcalan gelsin, DEM grubunda konuşsun” demişti. Şimdiyse tersini yaptı. “DEM grubu gitsin, bir an önce İmralı’da Öcalan’la konuşsun” dedi. Hattâ o günün akşamı izin çıktığı haberi de geldi. Orada çok ilginç bir şey var. Ben DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’la bir yayın yaptım, izledin mi bilmiyorum.  

Kadri Gürsel: İzledim.  

Ruşen Çakır: Orada diyor ki: “Bahçeli ‘DEM Parti İmralı’ya gitsin, konuşsun’ açıklamasını yaptı. Sonra, DEM Parti grubu, Tuncer Bakırhan, “Biz eş başkanlar olarak İmralı ile görüşmek için Adalet Bakanlığı’na başvuruyoruz” dedi. Ben Bahçeli böyle deyince yapıyorlar sanmıştım. Meğer onlar bir gün önce kendileri bu başvuruyu yapma karârı almışlar, denk gelmiş. Anlattı uzun uzun. Çok ilginç. “Tevâfuk” dedim hattâ ona. Tevâfuk muydu o sözcük?

Kadri Gürsel: Evet, tevâfuk; ama sen buna mistik anlamlar mı yüklüyorsun?

Ruşen Çakır: Yok yani… Ama düşünsene, Bahçeli “DEM Parti İmralı’ya gitsin,” diyor. Yarım saat sonra İmralı, “Biz Adalet Bakanı’na başvuruyoruz” diyor. Buna ne dersin? Bahçeli dedi, onlar da başvurdular.

Kadri Gürsel: Demek ki iyi koku alıyorlarmış. 

Ruşen Çakır: Evet, iyi koku alıyorlarmış. Hattâ, “Hemen görüşüyor” diye bir asparagas haber de çıktı, birçok kişi de “İzin çıktı” diye atladı. Ama izin çıkmadığı anlaşıldı. Fakat bugün yarın bu bir şekilde olacak gibi gözüküyor.

Kadri Gürsel: Olur tabiî.

Ruşen Çakır: Olur da, ne çıkar?

Kadri Gürsel: Görüşürler. 

Ruşen Çakır: Sonra?

Kadri Gürsel: Ondan sonrası kolay değil. Çünkü “Neyin karşılığı ne?” sorusunun cevâbının verilmesi lâzım. Öcalan bir açıklama yapacaktır. Herhalde, Öcalan’ın yapacağı açıklamanın, Ankara’nın istediği minvalde ve tonda olması beklenir. Öyle bir açıklama yapıp yapmayacağını önceden Öcalan’dan öğrenmek isteyeceklerdir. Daha önceki bu sürecin bir benzerliği yok, ama daha önceki süreç diyoruz, zira bu artık bir sürece dönüştü. Buna “mezkûr vaziyet” de diyebiliriz istersen. Târif etmek için mezkûr vaziyet güzel olurdu. Zikredilen vaziyet, yani bahsettiğimiz mâlûm konu anlamında.

Ruşen Çakır: Süreç diyelim.

Kadri Gürsel: Tamam, süreç diyelim. Çünkü gerçekten dinamiklerine baktığın zaman bir süreci andırıyor. Meselâ, Bahçeli çıkıp konuşuyor; diğer taraftan, 231 aktivist, siyâsetçi, gazeteci, sendikacı, Kürt hareketiyle, terörle iltisaklı oldukları iddiasıyla gözaltına alınıyor. 30 ilde değil mi yapılan operasyon?

Ruşen Çakır: 30 il, evet. Çoğu bırakılıyor gazetecilerin. 

Kadri Gürsel: Olsun, ama bu bir süpürme harekâtı netîcede. Aslında, şu an Şam rejiminin başına gelen şeyin bir benzeri de onlara uygulanıyor. 

Ruşen Çakır: Kürt hareketine.

Kadri Gürsel: Eh tabiî, uygulanıyor. Netîcede aynı. Zorlayarak, cebrî yöntemlerle, empoze edilen koşullara evet demeye zorlanıyorlar. O konuda bunun ne olduğu çok açık bana göre. Suriye ayağı var diyoruz. İlk olay ortaya çıktığında, “Dış dinamikler ne olabilir?” diye bunu programlarımızda tartıştık tabiî ki. Suriye’deki ihtimalleri, Amerika’nın çekilmesi hâlinde olabilecekleri ortaya koyduk. Ama iç dinamikler konusunda da aslında bu sürecin tabiatı öncekilerle aynı. Öncekinde de Selahattin Demirtaş 2015’te “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için –ki kendisi HDP ve Kürt hareketinin parlamenter siyâset izleyen kanadı içinde, HDP’nin Türkiye partisine dönüşmesini gerçekten isteyen, arzulayan, bu yönde siyâset eden, siyaset geliştiren, en çok temâyüz etmiş kişiydi– bugün hapiste. Yıllardır hapiste. Sanıyorum 8 yıl oldu, 8 yıldır hapiste kendisi. Ne oluyor, ne olacak, nereye gidilecek? “Seni başkan yaptırmayacağız.” “O zaman başkan benim, beni başkan yaptıracaksınız.” O sürecin parametreleri buydu. Şimdi de: “Benim ömür boyu başkan olmam için anayasa değişikliğini destekleyeceksiniz”. Şimdi de budur; içeride budur. Bu iktidârın yapısı, bunun karşılığında ne verilebilir? Ne vermeye, ne kadar vermeye, nereye kadar vermeye konularına müsâittir, bu aslında büyük bir tartışma konusu. İşin bir de Suriye ayağı var. O Suriye ve Irak ayağı aslında çok kapsamlı. Senin Tuncer Bakırhan’la yaptığın söyleşide, Bakırhan zâten o konunun kendisini çok çok aştığını, meseleyi bir şekilde îmâ eden bir reaksiyon vermişti. Gerçekten öyle. 

Bu iktidar, başından bu kadar çok şey geçmiş ve başımızdan bu kadar çok şey geçmesine neden olmuş bir iktidar. Her anlamda söylüyorum. Kürt meselesini çözmek için yola tekrar koyulduğunu söyleyemiyor; söylese bile, bunu, ülkenin kendi güvenlik ihtiyaçlarıyla açıklamaya çalışıyor. Elbette ki hiçbir zaman şunu diyemeyecektir: “Benim, yeniden aday olabilmem için anayasa değişikliğine ihtiyâcım var. Şimdi erken seçim yapmak istemiyorum. Anayasa değişikliği için vereceğim tâvizler, asla ve kat’a millete, ‘Adam iktidar, kendisini yeniden ve belki de ömür boyu başkan seçtirebilmek için teröristlere şu şu tâvizleri verdi, şu kadar teröristi hapisten çıkardı’ dedirtmez”, dedirtmek istemez. Seçmenin böyle düşünmesini istemez. Çünkü kendi seçmeni bu konuda bence en hassas olan seçmen. Bunu yapmamak için dış tehdit algısını körüklüyor, büyütüyor. Türkiye eğer PKK’yla, Kürt hareketiyle masaya oturup, bir anayasa değişikliğinden şu veya bu noktalara varacak bir anlaşma zemini oluşturmak istiyorsa, bu, Türkiye’nin bekasının tehdit altında olmasındandır. “Biz bunu, iktidârımızın bekası açısından, benim yeniden seçilmem için yapmıyoruz. Biz bunu Türkiye’nin güvenliği için yapıyoruz. Benzersiz ve daha önce hiç karşılaşmadığımız dış tehditlerle yüz yüzeyiz” mânâsında konuşuyorlar. Numan Kurtulmuş’un son yaptığı açıklamaları var. Kendi tabanını buna iknâ ettiğin zaman, iknâ edebilirsen, o zaman PKK’ya demeyeyim de Kürt hareketine vereceğin tâvizler hoş karşılanabilir. “Kürt sorununu çözüyoruz. Suriye’deki YPG/PKK varlığını Türkiye’ye bir tehdit olmaktan çıkartıyoruz.” 

Burada bir durumun varlığını da söylemek lâzım: İsrail faktörü. Amerika bir şekilde gerçekten devreden çekilirse –ki ben bugünkü şartlarda buna pek ihtimal vermiyorum; Dünya Savaşı’ndan falan bahsedilirken Amerika bu bölgeyi niye boşaltsın?–, o zaman Kürtler İsrail’e, İsrail de Kürtlere yanaşır mı? Bu pekâlâ mümkün. İsrail her zaman için Arap olmayan Müslüman halklarla bölgede iyi ilişkiler kurmak ister. Bu onun stratejik yönelimidir. 79 İran Devrimi’ne kadar bunu İranlılarla yaptı. 90’larda ve sonra uzun bir süre Türklerle yaptığını zannetti. Dolayısıyla, baktığın zaman iş burada gerçekten çetrefilleşiyor. Çünkü Türkiye sınırlarının ötesine geçtiğin zaman, “Dış tehdit var” dediğinde, kendi tabanını buna inandırdığın kadar, PKK da Kandil’de buna inanırsa pazarlık marjı ne olur? Şunu demek istiyorum: “Mâdem bu kadar tehdit altındasınız, baskı altındasınız ve bir dış tehdit altında olduğunuz için bizimle anlaşmak istiyorsunuz, o zaman benim koşullarımı da dinleyeceksiniz”. 

Ruşen Çakır: Tam da onu söyleyecektim… 

Kadri Gürsel: Bu dış tehdit başlığı altında toparlanabilecek söylemi, kendi kamuoylarını, kendi seçmenlerini iknâ etmek için seslendiriyorlar. Ama bu sesler dışarıdan da duyuluyor. Dolayısıyla, “Demek ki Türkiye’nin başı belâdaymış. O zaman bize de, en maksimalist taleplerimize olmasa bile, ona yakın taleplerimize cevap versinler” gibi bir tutum içine de girebilirler. 

Ruşen Çakır: Senin söylediğin husus, “Şimdi tabanını iknâ etmek için böyle diyor, onlar da bunu duyuyor”un ötesinde. İktidar bunu telaffuz etmeden önce…

Kadri Gürsel: Geçmişte etmiyorlardı ama.Hatırlarsan geçmişte, 2010-2015 arasında böyle söylemler yoktu.

Ruşen Çakır: Ama şunu biliyorum ki Erdoğan’ın ya da iktidârın böyle bir şeyi telaffuz etmesinden bağımsız olarak, PKK’nın, Kandil’in yayın organlarında özellikle İsrail meselesi ve bölgede İsrail’in İran’la çatışmaya başlaması ânından îtibâren, zâten bu yorumlar, bu analizler yapılıyor ve kendi ellerinin güçlendiğini o zamandan beri söylüyorlar. Sırasıyla, önce Kandil, “Bölgesel konjonktür Ankara’yı zayıflatıyor, bizi güçlendiriyor” demeye başladı. Bahçeli’nin çıkışından sonra, böyle şeyler önce utangaçça, sonra daha yüksek sesle söylenmeye başladı. Dolayısıyla zâten Kandil başından beri elini güçlü olarak hissediyor. Ama burada ilginç bir şey var. Türkiye’de, Suriye’de ve Irak’ta gerek Ankara’nın gerek TSK’nın gerekse MİT’in yaptığı operasyonlar, özellikle İHA’lar berâber, Kandil’in askerî gücü büyük ölçüde darbe yemiş durumda. O anlamda zorlanıyorlar. 

Kadri Gürsel: Potansiyelleri arttı. Aslında gücü arttı değil de potansiyelleri arttı.

Ruşen Çakır: O konjonktürel anlamda, jeopolitik anlamda değerleri arttı. Meselâ İsrail’in yeni savunma bakanının daha “dakika bir, gol bir” yaptığı açıklamada, “Kürtler şöyledir böyledir, bizim doğal müttefikimizdir…”

Kadri Gürsel: İyi de, onlar da tabloyu görüyorlar. Türkiye’yi yakından izliyorlar ve tabiî ki pazarlık kızıştırıyorlar. Netîcede İsrail’in Kürtler lehine konuşması, Kürtlerin masadaki pazarlık gücünü artırıyor. Aynı zamanda şu da var: Meselâ İran’da bölgedeki koşullar ne zaman elverişli olsa, PKK’nın İran’daki faaliyeti artar. Irak’ın 2003’te işgalinden sonra PJAK ortaya çıktı; doğrudan İran’ı istikrarsızlaştırmak gibi de bir hedef vardı. O Amerika’yla bir al-ver süreciydi. O zaman Amerika’yla kurulan bir şeydi. “Ben İran’ı istikrarsızlaştırıyorum, sen de benim burada barınmama, kalmama müsâade et.” Hattâ o konjonktürün etkisiyle Türkiye “hayır” dediği için de müdâhale edemiyordu Irak’a. Bu koruma altında, uzunca bir süre Irak’tan Türkiye’ye yönelik saldırılarını sürdürebildi. 

IŞİD’e karşı sürdürülen “Doğal Kararlılık Operasyonu”na bakalım. El Tanf bölgesinde bine yakın Amerikan askeri var. Güneydeki petrol bölgesi. Güya İŞİD’e karşı Suriye petrolünü koruyorlar. Aslında YPG/PYD ile çalışıyorlar bunlar; onları silâhlandırıyor, eğitiyorlar. X’teki hesâbına baktığın zaman, Kuzeydoğu Suriye’de HIMARS’larla (Yüksek Hareket Yetenekli Topçu Roket Sistemi) eğitim ve tatbîkat yapan müşterek güçler olduğunu görürsün. M777 obüs, dünyadaki en gelişmiş 155 milim topçu sistemlerinden biridir. Yani Amerikan Kara Ordusu’nun en gelişmiş silâhları şu an Suriye’nin kuzeydoğusunda, Dicle’nin kuzeydoğu yakasında diyelim. Peki, Amerika çekilirse bu silâhlar ne olacak? Bu büyük bir soru işâreti. Amerika çekildiği yerden silâhlarını alıp götürmüyor, orada emin saydığı ellere bırakıyor. Bu bir soru işâreti. Türkiye’nin yapması gereken, bu konuda düşünmek, politikalar üretmek ve bunları uygulamak. Bu aşamada politik davranarak tedbirler almasının, aslında ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Politik tedbirler alması lâzım, diplomasi yapması lâzım. 

Diğer taraftan, Halep’e düzenlenen saldırı, ardından Türkiye’nin yönlendirdiği güçlerin, Suriye Millî Ordusu adı altında Tel Rıfat’ı tehdit etmesi, aslında zımnen de olsa Türkiye’nin de, Ankara’nın da elinde ne kadar büyük bir potansiyel olduğunu gösteriyor. Çünkü Ankara bunu sâhiplenmiyor, sâhiplenmemekle de akıllıca bir iş yapıyor. Niye sâhiplensin? Netîcede El Kaide bu. HTŞ, El Kaide’nin türevi. Ama orada da eğer şartlar değişiyorsa, Astana Süreci çöküyorsa, bölgede yeni dengeler kuruluyorsa, “Ben de bir engeli kaldırmakla bak nelere yol açabiliyorum” diyebiliyor ve gösteriyor. Daha doğrusu bunu göstermiş oluyor. Anlayana tabiî.

Ruşen Çakır: Son olarak AK Parti’yle CHP arasındaki ilişkinin vardığı son noktaya gelelim. Çarşamba günü Erdoğan’ı izlediğimde –ki daha önce de böyle şeyler yapmıştı– ama yerel seçimden bu yana CHP konusunda ilk defa bu kadar net bir şekilde öfkeliydi. Yerel seçimden bu yana yaptığı konuşmalarda, özellikle Meclis grubunda yaptığı konuşmalarda, CHP’ye, bilhassa Özgür Özel’e hep birtakım mavi boncuklar verirdi. Hattâ hatırlarsan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklandıktan hemen sonra yaptığı konuşmada da Özgür Özel’i övdü durdu. Sonra da Ahmet Özer olayının ne kadar isâbetli bir karar olduğunu söyleyip, Özgür Özel’in kendi partisinin belediye başkanına yapılan bu uygulama karşısında iktidâra destek vermesi gerektiğini bile söylemişti. Ama öncesinde yine bayağı bir Özgür Özel övgüsü vardı hatırlarsan. Şimdi “yumuşama” dediği şey bu. Son olay da kreş meselesiyle başladı. Kreş meselesi çok tuhaf bir hikâye, ama belli ki orada muhâlefet iktidârı net bir şekilde zor durumda bıraktı. Yok işte “Kreş denmedi de anaokulu dendi, öyle yazılmadı da böyle dendi, siz yanlış okudunuz’’ filan. Bunlar işin polemik kısmı. Ama sonuçta iktidar, belediyelerin açtığı kreşlere karşı bir hamle yaptı, muhâlefet de bunu ânında püskürttü. Ben öyle görüyorum, katılır mısın?

Kadri Gürsel: Katılıyorum, evet.

Ruşen Çakır: Öte yandan, teğmenler meselesine gelirsek: Aslında teğmenler meselesi gerçekten çok kırılgan bir mesele. Erdoğan için de kırılgan bir mesele. Orada CHP’yi suçladı ama, “O yemin törenine katılan tüm teğmenlerin hepsini atarız” da diyemedi. Orada çok bağlayıcı lâflar da etmedi. Fakat onun üzerinden, tekrar, “vesâyet” gibi bir söylemle CHP’yi sıkıştırmak istedi. Bence bu iki konu da, hem kreş polemiği hem teğmen polemiği aslında Erdoğan için zayıf konular.  Çok açık söyleyeyim, ben şöyle hissettim: Sanki ülkeyi CHP yönetiyormuş, Erdoğan da muhâlefet partisiymiş ve iktidâra peş peşe eleştiri sıralıyormuş, ama eleştiriler çok da önemli değilmiş gibi geldi bana. 

Bir iktidar partisi, aslında ıvır zıvır konularda diyelim, muhâlefet partisine niye bu kadar böyle yüklenir? Hani bir savaş hâli ya da güvenlikle ilgili bir mesele olur da, birisi A derken, öteki Z der gibi bir olay yok ortada.Açıkçası bu bana şöyle geldi: Bir taraftan “Erdoğan inisiyatifi aldı” diyenler var — ki ben buna katılmıyorum. “Yerel seçimden sonra normalleşme sâyesinde zaman kazandı ve tekrar inisiyatif aldı” deniyor ya; hayır, öyle değil. İnisiyatifi almak istiyor, ama elinde çok fazla malzeme yok. Daha önce çok kullandığı ‘DEM’lenme meselesi vardı. Bunları yine söyledi, ama Bahçeli’nin Öcalan’ı DEM Parti grubuna çağırdığı yerde, CHP’nin… 

Kadri Gürsel: “Bir an önce İmralı’ya gitsinler” demesi…

Ruşen Çakır: Meselâ bugün DEM Parti Eş Genel Başkanları CHP’yi ziyâret etti. Normal şartlarda bunun üzerinden, “Terör örgütüyle ‘DEM’leniyorsunuz” diyebilir, olayı köpürtebilir. Ama onların yaptığı şey çok normal. Öteki tarafta ortağı Bahçeli doğrudan bambaşka bir şey söylüyor. Ve Erdoğan da Bahçeli’nin bu pozisyonunu, detaylarda olmasa bile savunuyor. Bahçeli’nin çok cesur bir hamle yaptığını, onu takdir ettiğini söylüyor. Ama dikkat edersen, Bahçeli’nin yaptığı Öcalan’ın ‘umut hakkı’ndan yararlandırılması çağrısına hiç değinmedi bile. Erdoğan’ın ağzından bu lâfı duymadık, ama Bahçeli’ye de destek veriyor. Şimdi burada şöyle bir garip durum var: Erdoğan muhâlefetle kavga etmek istiyor. Ama benim gördüğüm kadarıyla, en azından şu aşamada, elinde kavga etmek için çok fazla işe yarar bir malzeme yok, malzeme yaratmaya çalışıyor. Herhalde şu anda en büyük beklentisi, o yatırım yaptıkları, CHP’nin kendi içinde kavga etmesi. Meselâ belediyelere, şuna buna yolsuzluk olduğuna dâir bir şeyler söylüyor; ama insanların bunu umursadığını sanmıyorum. Ben Erdoğan’ın muhâlefete muhâlefet yapma konusunda elinde çok fazla bir materyeli olmadığını düşünüyorum. 

Kadri Gürsel: Bunda haklı olabilirsin. Yirmi iki yıldır iktidarda olan ve son seçimlerde siyâsal söylemini ve iletişimini neredeyse bütünüyle, “Bunlara iktidar teslim edilmez. Bunlar devlet yönetemezler” gibi o geleneksel söylemlerinin dışında, “terör işbirlikçiliği” üzerine kuran bir iktidârın, günün sonunda en önemli kozunu kaybetmek üzere olduğunu görüyoruz. Büyük bir oyun planı var. Bu oyun planının da artık zamânının geldiğini düşünüyor. Erdoğan “yumuşama” dedi, Özgür Özel de “normalleşme” dedi. Ama bir taraftan DEM Parti’yle ilişkiler yumuşatılırken ve DEM üzerinden bir siyâset de kurgulanırken, DEM’in de rol alacağı, ayaklarından birinin de DEM olacağı bir süreç. Bunun yanında, hedefinde de ana muhâlefetin Kürt hareketiyle işbirliği yapmasını, zımnî ittifaklar geliştirmesini önlemek olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu ona çok kaybettirdi. Meselâ Ahmet Özer’in hedef seçilmesi zâten en başta bu. Bir de, 2023’te, muhâlefete karşı ve özellikle muhâlefetin adayına ve potansiyel adaylarına karşı yaptığı şey ne kadar sert olursa, kendi tabanını, kendi kitlesini o kadar konsolide edeceğine inanması. Bu uygulanmış, denenmiş ve başarılı olmuş bir politika. Bunu yapıyor, bunun zamânının geldiğini düşünüyor. Onun kafasında bir takvim var. Fakat dediğin gibi, elinde öyle çok fazla materyel yok. 

Diğer taraftan, CHP de çok doğru şeyler yapıyor.  Doğru derken, bir sürü yanlışı da var da, meselâ DEM’le münâsebetlerini sürdürmesi doğru. Ama eğer gerçekten Türkiye’nin birinci partisiyse, özellikle Kılıçdaroğlu döneminde ve öncesinde de, “Ne derler?” kaygısıyla yapılmayan şeyleri, o korkuları bir tarafa bırakması lâzım. “Ne derler?” diye evhâma kapılıp, kendini sakınmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Bu bakımdan DEM’le ilişkiler çok yerinde. Bu ilişkileri ayakta ve sağlam tutması lâzım. Diğer taraftan da, en başından beri söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim: CHP’nin, 2024 seçimlerinde Türkiye’nin düzenden rahatsız olan insanlarının kendisine göstermiş olduğu teveccühü örgütlemesi lâzım. Yani örgütlemesi, bunu politikleştirmesi ve dinamikleştirmesi lâzım. Ama tabiî bu, üyelik için başvuranların MİT’e sorulmasıyla yapılmaz. Düzen partisi olmasına âmennâ; ama rejim partisi olmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Bir de CHP’nin gerçekten ciddî bir paradigma değişikliğine ve bir ideolojik yeniden doğuşa ihtiyâcı var. Bunların büyük lâflar olduğunun farkındayım. Ama bakıyorum: Özgür Özel Cumhuriyet Halk Partisi’ne özgü yerel yönetim pratiklerini savunurken, hâlâ “marka” diye bir ifâde kullanıyor. Kent lokantaları CHP belediyeciliğinin “markası” olmuş ya da kreşler “marka” olmuş. Bunlar hep 80 kuşağına özgü şeyler. Özgür Özel de 80 kuşağı. 

Ruşen Çakır: Ne demesi lâzım meselâ? 

Kadri Gürsel: Marka, marka… Ne satıyorsunuz? Bir şey mi satıyorsunuz?

Ruşen Çakır: Hayır, ne desin?

Kadri Gürsel: Bak o noktaya girmem ben. Ben danışman değilim, sâdece eleştiririm. 

Ruşen Çakır: Tamam, sâdece merak ettiğim için sordum.

Kadri Gürsel: Onu da bir zahmet çok yetenekli siyâsal iletişimciler bulup becersin. Netîcede 80 kuşağından olmanın, Özal Türkiyesi’nde büyümenin getirdiği bir şey bu. Hoş, Kemal Bey de 70 model siyâsetçiydi. Şunun bir ortasını bulamıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu kafadan çıkması lâzım, kendisine bir dâvâ edinmesi gerekiyor, bir dâvâsının olması lâzım. Bu bakımdan, kendisine oy verenlere de seçmen ve müşteri gözüyle bakmaması gerekiyor. Çünkü “marka” diye baktığın zamani, o bir müşteri ilişkisidir, anlatabiliyor muyum? 

Son zamanlarda bakıyorum hem Özgür Özel hem de İmamoğlu benzer şekilde hareket ediyorlar. Çok sertleştiler. Hem seslerinin tonu yükseldi, hem de ifâdeleri sertleşti. Bağırıyorlar artık, bağırarak konuşuyorlar. Bunu yapma gereği duyuyorlar, çünkü tehdit gerçekten büyük. Erdoğan’ın İmamoğlu’nu en azından birkaç yıllığına safdışı bırakmak gibi bir niyetinin olduğu çok belli. Bakalım onu gerçekleştirebilecek mi? Birçok şeyi zamâna bırakıyor. Senin dediğin teğmenler konusuna gelirsek: Onu yapamadı, yapamıyor, belki yapacak ama uygun zamânı kolluyor. Fakat o uygun zaman gelmiyor. Netîcede ortada bir disiplinsizlik varsa, çok basit bir şekilde tak diye bitirirsin. Verirsin, disiplinden cezâlarını alırlar giderler, en azından terfî cezâsı alırlar. Ordudan atılmak çok ağır bir şey bu mânâda. Terfîi gecikir, anlatabiliyor muyum? Böyle şeylerin olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi için bence hâlâ geç değil, ama ciddî bir siyâsî kültür değişimini ve paradigma sıçramasını gerçekleştirmesi lâzım.

Ruşen Çakır: Eyvallah. 

Kadri Gürsel: Ben bir şey göremiyorum yani.

Ruşen Çakır: Sertleşme benim de çok dikkatimi çekiyor, herkesin çekiyor tabiî. Özellikle Ekrem İmamoğlu’nun sertleşmesi. Meselâ Belediye Meclisi’nde Büyükşehir’de protesto edenlere ettiği lâflar…

Kadri Gürsel: Ahmet Özer’e terörist diyen bir AKP üyesine…

Ruşen Çakır: Evet,tam da ağzının payını verdi orada. 

Kadri Gürsel: Tabiî verdi, ama belli ki İmamoğlu da çok gergin, öfkeli ve öfkeli olmakta da çok haklı. Yani bu yapılanlar gerçekten şey değil. 

Ruşen Çakır: Şey çok güzeldi: “Karakol açtık, açılışına gittim, ortada polis yok” diyor. Duydun mu onu? Karakol yapmışlar, polis gelmemiş; câmi yapmışlar, imam vermemişler. Ama bu kreş ve Kent Lokantaları meselesi yüzünden ve diğer hususlarda belli ki iktidar çok rahatsız.

Kadri Gürsel: İktidar, kamu hizmetlerini engellemeye varan bir noktada. Buraya kadar sürüklendiler yani. 

Ruşen Çakır: Son anda frene bir basar gibi oldular. 

Kadri Gürsel: Ciddî anlamda doğrudan halkın yaşamına olumsuz etki edecek şeylere tevessül ettiler. “Kreşleri kapatın” ne demek? Bu çok olumlu bir hizmete de engel olmak gibi. Bu aslında bu iktidârın bir cinnet hâli, bir çılgınlık, bu delirium. Politik bir cinnet geçiriyor iktidar. Şunu yapıyorlar: Sen, “Allah bir dese inanmam” mı demiştin kendisi için? Mehmet Uçum’dan bahsediyorum. Ama öyle bakmamalısın insanlara. İşlevsel çünkü. Mehmet Uçum’un da bir işlevi var. Diyor ki: “Cumhur İttifâkı’nda güçlü bir ortak irâde var”. Tamam Ruşen, sen inanma ama, “Perspektifte ortak işbirliğini, aynı zamanda işbölümlerini de gerektiren bir süreç” diyor. İşbölümü var. Bu başından beri benim söylediğim şey. İşbölümü var ve aslında orada, Bahçeli’nin uzattığı el aslında Erdoğan’ın eliydi. 

Ruşen Çakır: Şimdi Erdoğan adına el uzatıyor olabilir ama… 

Kadri Gürsel: Evet, o, Erdoğan’ın eliydi. İşbölümü.  

Ruşen Çakır: İşbölümü olduğu meselesi bence İngilizce tâbiriyle Wishful thinking yani hüsnükuruntu. Ben, Erdoğan’la Bahçeli’nin ana hatlarıyla bir şeylerde anlaştıklarına eminim. Çünkü kader birliği ediyorlar. Ama “Umut hakkı” ya da “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” veya “Onlar İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşsün” gibi hususları, onaylı ve çalışılmış bir şekilde söylediğine inanmıyorum. Öyle olduğunu düşünmüyorum. Tabiî bunun kanıtı yok. İşbölümü var diye… 

Kadri Gürsel: Sırrı Süreyya Önder’in, geçmiş sürecin bağlamında kullandığı bir ifâde vardı: “Kıtır atıyorlar ortaya” demişti. 

Ruşen Çakır: “Kıtır atma” konusunu biliyorum. 

Kadri Gürsel: Bahçeli “kıtır attı”, o kadar. 

Ruşen Çakır: Kadri, Allah’ını seversen…

Kadri Gürsel: Ama Bahçeli’nin böyle bir lüksü var. 

Ruşen Çakır: Tamam. 

Kadri Gürsel: Hep söyledim ve söylemeye devam edeceğim, Erdoğan’ın bu konularda değil politikayı sâhiplenmek ve hayâta geçirmek, onun öncüsü olmak, bu konuda konuşma yeterliliği kalmadı artık. O kadar tükettik siyâseti. 

Ruşen Çakır: Şimdi bak, dediğin şey… 

Kadri Gürsel: O yüzden ne yapıyor biliyor musun? Bakıyor, ölçüyor, ölçüyor, ölçüyor. Ondan sonra ölçerek gidiyor. 

Ruşen Çakır: Kıtır diyemezsin. Kıtır ufak bir şey.  

Kadri Gürsel: Kıtır ufak bir şey, evet. Ufak olduğu için de olmuyor zâten.

Ruşen Çakır: Şöyle bir şey söyleyeyim. Devlet Bahçeli o grup konuşmasında söylediği, “Gelsin, DEM grubunda konuşsun,” sözlerinin…

Kadri Gürsel: Sürpriz etkisi var. Yani bu bir politik taktik.Hepimizi şoka uğrattı. 

Ruşen Çakır: Mesela ben sana, bunu WhatsApp’ta, “Çok güvenilir birisinden duydum, Devlet Bahçeli böyle düşünüyormuş” desem bana ne derdin? “Güvendiğin o insanı değiştir” derdin.

Kadri Gürsel: Elbette değiştir derdim.

Ruşen Çakır: Eh tabiî. Devlet Bahçeli gibi birisi kalkıp, “Öcalan gelsin, Meclis’te DEM Parti grubunda konuşsun” diyor. Bu kıyâmet gibi bir şey.

Kadri Gürsel: Bu bence bir açılış hamlesi olarak mükemmel bir şeydi. Bu oyunun açılış hamlesi olarak, senaryonun parçası olarak, sahneye koyma açısından bence mükemmeldi. Öyle bir şaşkınlık, öyle bir şok etkisi yarattı ki Bahçeli. Ben sana şunu sorayım, hemen cevap vermek zorunda değilsin ve veremezsin, veremeyeceğini de biliyorum. Kendini belki biraz zorlayacaksın. Erdoğan ne dese çok şaşırırsın? 

Ruşen Çakır: Çok şey var.

Kadri Gürsel: Çok şey var. Erdoğan ne dese, seni olumlu anlamda şaşkınlık içinde bırakır?

Ruşen Çakır: “Ben yoruldum, bırakıyorum.” 

Kadri Gürsel: Benim de aklıma o geliyor. 

Ruşen Çakır: Hadi burada bitirelim, ben yoruldum, bırakalım. Evet, bu hafta Kemal Can yoktu. Kadri Gürsel’le beraber bu haftanın olaylarına baktık. Kadri’ye çok teşekkürler.

Kadri Gürsel: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Kemal’e buradan selâm yollayalım. 

Kadri Gürsel: Selâmlar.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.