Ruşen Çakır Ankara’nın gündemini, Suriye yeniden şekillenirken MHP, DEM Parti ve CHP’nin duruşlarını değerlendirdi.
Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki cihatçılar ile Beşar Esad önderliğindeki. Suriye ordusu arasında son yılların en büyük çatışmaları yaşanıyor. Cihatçıların Suriye’nin en büyük kenti Halep’i ele geçirmesi ve ardından Hama’ya ilerlemesi sonucu Suriye sahasında yeniden hareketlenmeler başladı.
Meclis’te grup toplantısı düzenleyen siyasi partiler, Suriye’deki çatışmaları gündemine aldı. MHP lideri Devlet Bahçeli, Esad’a seslendi, “Türkiye ve Suriye arasında diplomasi. ve diyalog süreçleri, üçüncü tarafların herhangi bir bozucu etkisi olmadan canlandırılmalıdır” dedi. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel 2011’deki savaşı hatırlattı ve Erdoğan’a seslendi.
Suriye’de yaşanan son çatışmaları değerlendiren Bahçeli, “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin siyasi ve toprak bütünlüğüne saygı ve riayet kuşkusuz esastır” dedi.
İsrail ve Lübnan arasında. bir anlaşma imzalandığını söyleyen Hatimoğulları, “Bu anlaşmanın mürekkebi kurumadan Suriye’de savaş ve çatışma yeniden başladı” dedi.

Özel de 2011’deki Suriye savaşını hatırlattı. Bunun sonucunda Türkiye’ye milyonlarca. sığınmacının geldiğini söyleyen Özel, “Bizim gencimiz yerine ucuz iş güç oluyorlar, bizim gencimiz de işsiz. Bizim yoksulumuz yerine sosyal yardım alıyorlar. Bizimkilerin maaşları yetmiyor, sosyal yardım yetmiyor. Bu ülkede ne huzurları var, ne huzur veriyorlar. Ve bu süreçte halen daha birileri aynı yanlışta ısrar ediyorlar. Bu bölgenin en önemli aktörü Türkiye’dir” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, Ankara’dan selâmlar. Gazetecilik hayâtımda çok sevdiğim bir şeyi yaptım. Yine bir salı günü partilerin grup toplantılarını izledim. Eskiden AKP de aynı gün yapardı; ama şimdi AKP, İYİ Parti ve Gelecek-Saadet ortak grubu, toplantılarını çarşamba günleri yapıyor. Onları izleyemeyeceğim, kusura bakmasınlar. AK Parti’nin yapacağı da kesin değil zâten; yapacak mı yapmayacak mı emin değilim. Ama ben bugün üç partiyi, önce MHP’yi, ardından DEM Parti’yi ve sonra da Cumhuriyet Halk Partisi’ni salondan izledim. İkisi küçük salonda yapıyor: MHP ve DEM Parti. Bu da çok ilginç bir olay. Birisi başlıyor, bir süre sonra aynı salona, MHP’lilerin boşalttığı salona DEM Partililer geliyor. Hemen onun yanındaki salonda da CHP grup toplantısı oluyor. CHP grup toplantılarında izleyiciler hep çok kalabalık oluyor ve daha erken saatte DEM Parti grubu başlar başlamaz ya da başlamadan önce kapıda yer kapmak için dizilen insanlar görüyoruz. DEM Parti’yi daha önce de izledim. Son izlediğim grup toplantısında da burada da çok kalabalık bir dinleyici topluluğu görmedim. MHP nispeten daha fazlaydı. CHP çok doluydu, insanlar ayaktaydılar. Bir de bugün Engelliler Günü olması nedeniyle bütün partilerin grup toplantılarında engelliler de vardı. En çok da Cumhuriyet Halk Partisi’nde vardı. Neyse, bu işin bir tasvir kısmı, olayın kendisine gelelim. Tabii ki öncelikle, bir süredir, Ekim ayından beri Türkiye salı günleri Devlet Bahçeli’ye kilitlenmiş durumda. En son yaptığı konuşmada ne demişti? “DEM Parti grubu bir an önce İmralı’ya gitmelidir.” Bir tür Erdoğan’a çağrıydı ve hattâ ardından daha o gece birtakım acar gazeteciler iznin çıktığını söylediler. Yanıldılar; birçokları da onlardan kopyalayıp yapıştırdı ama böyle bir şey olmadı. Bir haftadır bir gelişme yok, olup olmayacağını bilmiyoruz; ama hep bir an önce bir şeyler olacak beklentisi var. Çünkü ilginçtir, salı günü Devlet Bahçeli bu konuşmayı yaptıktan sonra, geçen hafta çarşamba günü Suriye karıştı, Halep düştü. Bir cihadcı örgüt, HTŞ, Suriye Millî Ordusu’nun da desteğiyle –ki bu Özgür Suriye Ordusu oluyor ve doğrudan Türkiye’nin desteklediği bir yapı– Halep’i aldı ve Hama’ya doğru gidiyor. Böyle bir durum var. Suriye’de çok şey değişti, daha da değişeceğe benziyor. Bahçeli’nin Öcalan çıkışını sürdürmesinin ardından Suriye olayı yaşanınca ve Suriye olayının da çok ciddî bir Kürt ayağı olduğu için, özellikle Kürtlerin Rojava dediği Suriye’nin kuzeydoğu bölgesiyle ilgili de birtakım gelişmeler bekleniyor. Şimdi, şu soru vardı: Bahçeli, Suriye’deki gelişmeler nedeniyle Öcalan meselesinden geri adım mı atacak, yoksa tam tersine bunu daha fazla sürdürecek mi? Bu beklentiyle gittim ben toplantıya ve Bahçeli’nin Suriye üzerine söyleyeceklerini merakla bekledim. Bayağı da bir yer ayırdı Bahçeli Suriye konusuna. Ama bu konuda doğrudan DEM Parti’ye yönelik bir göndermesi var; Suriye konusunda terör örgütünden kendini ayrıştıramadığını söyledi. Konuşmasının ilk başında Suriye’den bahsederken çok ciddî bir şekilde Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yaptı, bundan yana olduklarını söyledi. Bu önemli bir husus. Ama daha sonra ilginç bir şekilde, Halep’ten bahsederken, Halep’in Türk ve Müslüman olduğunu söyleyip Halep Kalesi’ndeki Türk bayrağına coşkuyla selâm verdi. Şimdi, bir taraftan birlik ve Suriye’nin toprak bütünlüğü deyip diğer yandan “Halep Türktür” dediğiniz zaman işler biraz karışıyor. Şimdi gerçekten hangisi daha doğru, hangisi gerçek Bahçeli? Toprak bütünlüğünü söyleyen Bahçeli mi, yoksa Halep’te Türk bayrağına alkış tutan Bahçeli mi? Bu konuda bu yayından önce, güvendiğim bâzı isimlere, milliyetçi hareketi ve ülkücü hareketi bilen bâzı isimlere danıştım. Meselâ bunlaeın biri dedi ki: “Ya, bu Halep meselesi kendi tabanının gönlünü almak için, ama esas önemli olan toprak bütünlüğü meselesi” dedi. Fakat burada ilginç bir husus var; o da Bahçeli’nin Esad rejiminin Şam ve Lazkiye’de sıkışıp kalmış olduğunu vurgulaması. Yani burada bir tür Arap Alevîsi –ya da Alevî diyelim– bölgesi târifi yapıyor. Bir diğer yanda biliyoruz ki özellikle Halep’i içeren ve Halep’in dışında tabiî ki İdlib zâten HTŞ’nin örgütlü olduğu yer, Özgür Suriye Ordusu da kuzeybatıda çok ciddî bir şekilde etkili — daha doğrusu yeni adıyla Suriye Millî Ordusu. Yani sanki Bahçeli, toprak bütünlüğü olan bir Suriye’den bahsederken, aynı zamanda da bölünebilecek bir Suriye’den bahsediyor. Bölünmeyi illâki üç ayrı devlet çıkması olarak görmemek lâzım; ama bir federasyon beklentisi, burada bir federasyona gönderme olabilir. Tabiî ki üçüncü parça da Kürtler; burada, Bahçeli’nin özellikle Tel Rıfat’ın Suriye Milli Ordusu tarafından YPG’den alınmasına vurgu yapması ve şimdi sırada Münbiç’in olduğunu söylemesinin de altını çizmek lâzım. Burada soru şu: Tel Rıfat ve Münbiç’in ötesi, Kobani ve diğer bölgeler de söz konusu olacak mı? Yani Suriye Demokratik Güçleri denen yapıya, aslında YPG/PYD’ye hiçbir şey bırakılmayacak mı? Burada Bahçeli YPG’nin ortadan kaldırılmasından bahsediyor. Bu ortadan kaldırma gerçekçi bir şey değil ve buradan –kimilerine zorlama gelebilecek bir husus ama– tekrar Öcalan’a yaptığı çağrıya ve DEM Parti’ye yaptığı çağrıya dönmek lâzım. Şunu ciddî bir şekilde aklımızda tutmak gerekiyor: Bahçeli bir şekilde Öcalan’ın Ankara ile birlikte hareket ettiği, PKK’yı silâhsızlandırdığı ve Suriye’deki Kürt bölgesini bir anlamda –orada belki bir federatif özerk yapılanma, zâten şu anda de facto/fiilî olarak böyle bir yapılanma var– Türkiye ile eşgüdümlü bir şeye dönüştürme gibi bir olay olabilir. Bunlar tabiî çok spekülatif, ama şunu söylemekte yarar var: Bahçeli’nin Öcalan çıkışlarının en önemli ayağı aslında başından beri Suriye’ydi. Bunu bir şekilde anlıyorduk; zâten konuşmalarında da bir şekilde söylüyordu. Ve şimdi Suriye’de son yaşanan gelişmelerin ışığında Bahçeli’nin önümüzdeki günlerde bu konuda tekrar birtakım ısrarları olacağını tahmin ediyorum ve özellikle de çok geçmeden –Bahçeli’yi daha fazla üzmeden diyelim–, DEM Partili milletvekillerinin, muhtemelen eş genel başkanların, belki eş genel başkanlar değil ama başka DEM Partililerin İmralı’ya gidip Öcalan’ın birtakım mesajlarını getirmesine tanık olabiliriz ve bu mesajlarda en çok dikkat çekecek husus herhalde Suriye ile ilgili olacaktır. Bu arada Bahçeli’nin konuşmasında çok küçük bir detay var, ama önemli bir detay, bir arkadaşım dikkatimi çekti, arada kaynayan bir şeydi: Bahçeli, konuşmalarında böyle biraz belâgat yapar ve bunlara genellikle gülüp geçeriz. Ama çok ilginç bir şey var, fetretten çıkan Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsediyor, diyor ki: “Târihimizin muhtelif dönemlerinde yaşandığı üzere geçici geri adımların, yenilgi gibi addedilen acıklı çekilişlerin, ileriye doğru dev adımlara kulvar ve kundak olduğunu çok iyi biliyoruz. Hezîmet gerilemek değil, vazgeçmektir. Hüsran kaybetmek değil, inanç ve irâde mahrûmiyeti çekmektir.” Bunu bana hatırlatan, buna dikkat çeken arkadaşım şunu söyledi: Bu satırların doğrudan Bahçeli’nin Ekim ayından îtibâren, özellikle de 22 Ekim’de “Öcalan gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun” çıkışıyla kendisine yönelik milliyetçi kanattan gelen eleştirilere bir cevâbı olduğunu söyledi. Gerilemek… Evet, belli ki Bahçeli kendi pozisyonundan geri bir pozisyona çekildiğini bir şekilde kabul ediyor; ama buradan çok ileri adımlar çıkacağını düşünüyor. Yani Bahçeli risk alıyor, gerçekten risk alıyor. Ama bu riskin karşılığında bir şeyler elde edecek mi? Elde etmeyi umuyor, ama bir an önce bir şeylerin gelişmesi gerekiyor artık. Şu aşamada bunun ilk işâreti olacak olan İmralı’da DEM Parti’nin ziyâreti olayını beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bahçeli’ye tekrar geliriz.
DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları’na gelecek olursak — onlar sırayla yapıyorlar biliyorsunuz; bir Tuncer Bakırhan, bir hafta Tülay Hatimoğulları. Bugün Tülay Hatimoğulları’nın sırasıydı. Tülay Hatimoğulları Kürt değil, ama Kürt meselesine çok hâkim birisi. Onun konuşmasında da Suriye meselesi çok önemli bir yer tutuyordu ve orada da çok ciddî bir şekilde ısrarla tekrarladığı, Kürtlerin kazanımlarının ellerinden alınma gayretleri tespiti vardı. HTŞ ve diğer yapılardan “çeteler” olarak bahsediyor ve “Kürtlerin kazanımlarının ellerinden alınma gayretleri” derken de tabiî ki kuzeydoğuda oluşan, özellikle Fırat’ın doğusunda oluşan o yapının ortadan kaldırılması girişimlerini kastediyor herhalde. Tabiî burada bâzı olaylar çok hızlı gelişiyor. Meselâ bugün gelen haberlerde, Suriye Demokratik Güçleri’nin birtakım yerlerin denetimini almak için Suriye Ordusu’yla da çatıştığını duyuyoruz. Bir diğer taraftan bâzı yerlerde Suriye Millî Ordusu’yla çatıştığını, bâzı yerlerde de çatışmadan çekildiğini; meselâ Halep’ten, Halep’teki Kürt mahallelerinden, bâzı yerlerden çekildiğini duyuyoruz. Tel Rıfat’ta da büyük ölçüde çatışmanın olmadığı söyleniyor. Çelişkili haberler var; ama çok ciddî çatışmalar olmadığını en azından biliyoruz. Belli birtakım yerleri vererek, oralardan çekilerek; ama esas olarak kendilerinin Rojava olarak tanımladığı bölgede bir yapıyı tesis etmek, daha doğrusu tesis ettikleri yapıyı korumak istiyorlar. Benim bugün DEM Parti grubunda Tülay Hatimoğulları’ndan dinlediklerimden çıkarttığım: Şu aşamada çok büyük bir panik hâli yok, ama güvenmiyorlar, bunu net olarak görüyoruz, hiçbir zaman güvenmiyorlar. Çünkü daha önce Fırat’ın batısında, Afrin ve diğer yerlerde yapılan operasyonlar, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin operasyonları, buralarda yaşananlar ortada. Güvenmiyorlar. Ama bir diğer yandan da özellikle Bahçeli’nin attığı adımların ardından –artık “adım” diyoruz ama, ortada somut olarak gelişmiş bir şey yok, onu da biliyoruz; ama yaptığı bir çağrı var– DEM Parti bu çağrıyı önemsediğini söylüyor. Benim en son Tuncer Bakırhan’la stüdyoda yaptığımız canlı yayında, o çok net bir şekilde bunu vurguladı biliyorsunuz, tam bir hafta önce, geçen çarşamba günü. Yani DEM Parti şu anda MHP başta olmak üzere iktidarla çok ciddî bir kapışma içerisine girmek istemiyor. Hattâ bu noktada, tabiî ki protesto ediyorlar ama, kayyum uygulamaları konusunda da yine bir ayaklarının frende olduğunu görüyorum. Bugün grup toplantılarından sonra genel kurulda kayyum konusunda protestolar yaptı DEM Parti milletvekilleri, üç kere oturuma ara verildi, bu haberleri biliyoruz. Ama çok böyle kanlı bıçaklı olma gibi bir pozisyon almadıklarını görüyorum. Temkinli bir şekilde galiba Öcalan’la görüşmeyi bekliyorlar; yani dananın kuyruğu orada kopacak.
Son olarak Özgür Özel’e gelelim. Özgür Özel konuşmasının çok az bir bölümünde Suriye’ye değindi. Onun dışında genellikle ekonomiden bahsetti. Ama sâdece ekonomiden değil birçok somut sorundan bahsetti; depremzedelerden, engellilerden, âile hekimlerinden bahsetti, tutuklanan sendikacılardan bahsetti. Tabiî ki Ahmet Özer’den bahsetti. Suriye’ye az bir yer ayırdı diyeceğim. Kendisi, “Biz Türkiye’nin birinci partisiyiz” dedi, Suriye konuşmasına başlarken bunu söyledi. “Türkiye’nin birinci partisiyiz ve ilk seçimde devralacağız” dedi ve ondan sonra yaptığı açıklamalara baktığımda; açıkçası böyle pek bir şey söylemiyor. Yani özellikle şu kısım önemli: “İran’ı zayıflatmak, İran’ın bölgede zayıflaması, mezhep savaşlarının körüklenmesi, İsrail’in hâkimiyetinin artması ve güvenliğinin sağlanması Ankara’nın önceliği olmamalıdır”. Buradan şunu anlıyorum ki; Suriye’deki son operasyonları, esas olarak İran’ın zayıflatılması ve İsrail’in hâkimiyetini artırması ve güvenliğinin sağlanması olarak okuyor. Belli ölçülerde bunu savunan insanlar var, analistler var; ama olayın sâdece bundan ibâret olduğunu açıkçası sanmıyorum. HTŞ’yi terör örgütü olarak tanımlayıp ona karşı tepkili olunması gerektiğini söylüyor. Ama baktığımız zaman, bir İsmet Paşa örneği verip, İkinci Dünya Savaşı örneğini verip söylediklerinde de görüyoruz ki CHP’nin tavrı olaya dâhil olmamak. Tabiî bu çok gerçekçi ve doğru bir tavır olarak görülebilir, eyvallah, bu anlamda öyle; ama bunun ötesinde bir şeyler değişiyor, değişecek ve buralarda birtakım… Yani şöyle, hiçbir şey değişmesin, ne olacak? Özgür Özel’in söylediğinde şunu görüyoruz: Esad’ın aklıselime çağrılması, Esad’la birlikte Türkiye’nin Suriye’nin ayakları üzerinde durmasını sağlaması gibi, ne derece gerçekçi, gerçekleşebilir olduğu şüpheli bir husus var. Bu arada şunu özellikle vurgulamak istiyorum, atladım demin: Devlet Bahçeli de Esad’ın Erdoğan’ın uzattığı eli reddetmesinden sonra başına bunların geldiğini özellikle söylemişti. Şimdi, “Türkiye ve Türkiye halklarının kardeşliği için yeni bir sayfa açılmalı, diyalog başlatılmalıdır” diyor Özgür Özel. Bunun bugünün olayına ne derece denk geldiğini açıkçası bilmiyorum. Yani çok bugünün meselesi olduğunu sanmıyorum. Ama şurası doğru, Erdoğan’a yönelik söylediği: “Mâcerâcılığı bırakın. Çürümüş, çökmüş Suriye politikasının üzerinde yeni yıkıntılardan bir inşaat kurmaya çalışmayın” sözleri doğru. Erdoğan yanlış bir politika izledi, tamam, ama CHP de bütün bu süre içerisinde –tabiî ki bunun önemli bir kısmında Kemal Kılıçdaroğlu CHP’yi yönetti– alternatif bir politikayı geliştiremedi ve büyük bir ihtimalle de son dönemde artık Esad’ın, birçokları gibi, artık Esad’ın durumu kurtardığını düşünerek bir daha önemli gelişmelerin olmayacağı hesâbı yapılıyordu CHP’de. Ve Erdoğan’la Esad’ın bir şekilde görüşmek zorunda kalacakları, mültecilerin, sığınmacıların ülkelerine gideceği vs. bunları bekliyordu. Ama çarşambadan bu yana yaşananlar bu beklentilerin gerçekçi olmadığını gösterdi. Özetle şunu söyleyeyim: Gördüğüm kadarıyla Cumhuriyet Halk Partisi Suriye’de yaşanan bu gelişmelere hazırlıksız yakalanmış ve şu anda söylediklerini büyük ölçüde olup biteni anlamaya çalışmak ve çok da fazla yanlış yapmamak üzerine kurguluyor. Yanlış yapmamanın da en kestirme yolu aslında çok da fazla bir şey yapmamak olarak görülüyor. Ama benim anladığım kadarıyla Suriye’de… Şu anda görüyorsunuz, Özgür Özel paralar dizdi, kuleler yapıyor. Çok ilginç şeyler oldu. Meselâ Bahçeli’nin konuşmasında Özgür Özel’e yönelik, CHP’ye yönelik çok sert, her hafta olduğu gibi çok sert bölümler vardı. Özgür Özel aldı onları, gösterdi ve –arkadaşlar demin göstermişti, şimdi tekrar gösterirler– onları yırtıp attı. O çantayı kastetmiyorum, Bahçeli’nin konuşmasının yırtıp atıldığı bölüm, çok ilginçti gerçekten. Evet, şu anda görüyorsunuz. Cevap verecek zannettik, okuyup cevap verecek sandık; ama bunu yırtıp attı. Burada bunu yaparken şunu dedi Özgür Özel: “Bahçeli bizi başka bir yere çekmek istiyor. Biz gerçek meseleleri konuşacağız.” Ve gerçek meseleler olarak ekonomiyi konuştu, asgarî ücreti konuştu, bunda haklı; ama Suriye meselesinin de çok gerçek bir mesele olduğunu, aslında Suriye meselesinin aynı zamanda Türkiye’nin çok önemli bir sorunu olduğunu ve CHP’nin bu konuda henüz ne yapacağını bilmediğini gördüm. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Suriye meselesinde dolaylı olarak iktidar, yani Cumhur İttifakı ile DEM Parti arasında bir tartışma ve belki de bir müzâkere olacak. Bu müzâkereyi tabiî DEM Parti yapmayacak; büyük bir ihtimalle İmralı’da Abdullah Öcalan yapacak. CHP de bunu bir şekilde, şu hâliyle bakıldığı zaman izlemek durumunda olacak.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Evet, biraz karışık olduğunun farkındayım ama şunu söylememe izin verin: Bugün parti gruplarını izlediğimde, Türkiye’nin aslında bir bütün olarak Suriye’de çarşambadan beri yaşanan olağanüstü gelişmelere hazırlıksız yakalandığını söyleyebilirim. Aslında sâdece Türkiye böyle yakalanmadı. Birçok güç böyle yakalandı. Buna hazırlıksız yakalanmayanlar tabiî ki bu süreçte HTŞ ve diğer unsurlara baştan beri yardım edenlerdir. Kimileri bu noktada Ankara’yı da işâret ediyor; ama onun da ötesinde, Batılı güçleri de işaret edenler var. Sonuçta şunu görüyoruz ki Suriye’de Esad rejimine yönelik yıllarca yapılamayan şey, rejimin yıkılması ya da en azından ülkenin belli bir yerine hapsedilmesi yaklaşımı, bu sefer İran’ın, Lübnan’da Hizbullah’ın ve konjonktürel olarak Rusya’nın çok zor durumda olduğu, sıkışmış olduğu, Suriye’ye eskisi kadar yardım etmesinin mümkün olmadığı bir zamanda gerçekleşiyor gibi gözüküyor. Tabiî ki çok şey değişecek, çok şeyler olacak. Biz de bunları izlemeye devam edeceğiz. Ama şu hâliyle gördüğüm kadarıyla özellikle muhâlefetin, ana muhâlefetin, kendisi aynı zamanda Türkiye’nin birinci partisi olan CHP’nin bu konuda biraz “bekle ve gör” politikası tercih ettiğini ve bir müddet çok da fazla dikkat çekici çıkış yapmayacağını görüyorum. DEM Parti de iktidârın, iktidar partilerinin Suriye’de Kürtlere nereye kadar râzı olacağını merakla bekliyorlar. Bunu da tabiî ki önümüzdeki günlerde göreceğiz. Türkiye, Suriye Millî Ordusu üzerinden, Suriye Demokratik Güçleri adı verilen gruplara yani YPG ve PYD’ye birtakım şeyler yapacak. Ve Tel Rıfat’ta olduğu gibi, belki Menbiç’te de benzer bir şey yaşanacak; onları Türkiye sınırından olabildiğince uzak yerlere sürmeye çalışacaklar. Kürtler buna râzı olacak mı? Abdullah Öcalan bu konuda devreye girecek mi? Devreye girerse ne söyleyecek? Onların hepsi önümüzdeki günlerin, en azından benim merakla bekleyeceğim gelişmeleri olacak. Evet, burada noktayı koyayım. Ankara’dan söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.