Fransız sinemasının yeri bir başka.
Her ülkenin dünya sinemasına kattığı eşsiz tatlar vardır, malum. Örneğin Charlie Chaplin ve Alfred Hitchcock gibi yirminci yüzyılın belki de en önemli rejisörleri, İngiltere’den çıkmadır. Savaş öncesi Almanya, dünya sinemasına Billy Wilder, F. W. Murnau, Douglas Sirk ve Otto Preminger gibi isimler kazandırır. Japonya’dan Yasujiro Ozu, Hindistan’dan Satyajit Ray, İran’dan Abbas Kiarostami, İspanya’dan Luis Bunuel dünya sinemasının şekillenmesinde büyük rol oynarlar. Kendi topraklarımızı da es geçmeyelim. Elia Kazan çok küçük yaşta İstanbul’dan Amerika’ya göç eder ve Amerikan sinemasında kendisine büyük bir yer edinir. Kazan’ın yanı sıra, memleketimiz Lütfi Ö. Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ ve Nuri Bilge Ceylan gibi isimlerin yeşermesine yardımcı olur. Farklı coğrafyaların sinemaya olan etkilerini saymakla bitiremeyiz…
Yine de sinemada, Fransızların yeri bir başka. Yirminci yüzyıl boyunca bıraktıkları izleri bir düşünsenize. Bir defa sinemanın çıkış yeri burası. Lumiere Kardeşler’in ilk film gösterimleri 1895 yılında Paris’te yapılır. Empresyonist ressam Pierre Auguste Renoir’ın oğlu Jean Renoir’ın 1930’lardan itibaren ürettiği filmler, savaş sonrası dünya sinemasının üzerinde büyük bir etki bırakır. Uluslararası Cannes Film Festivali kapılarını ilk defa aralar ve günümüze kadar gelen bir film geleneğinin bayrağını taşır. 1940’lar, ünlü Fransız sinema dergisi Cahiers du Cinema’nın doğumuna tanıklık eder. Yazar ve eleştirmen Andre Bazin film teorisini ortaya atar ve yönetmenin ana hikâye anlatıcısı olduğu bir sinema sanatı anlatısının savını geliştirir. Bazin’in öğrencileri de yaptıkları filmler ile Fransız Yeni Dalga akımına öncülük ederler. Klasik film yapımına meydan okurlar; daha özgür ve kişisel filmlerin yapılabileceğini tüm dünyaya gösterirler. Farklı coğrafyalardan birçok sinemacı, film yapabilmelerini Fransızlardan aldıkları bu özgüvene borçludur. “Eğer onlar yapabiliyorsa, ben de yapabilirim!” der Martin Scorsese.
Büyük değişimlere nasıl öncülük ediyor
Bugünün Fransız sinemasının da benzer şekilde uluslararası alanda büyük değişimlere öncülük ettiğine inanıyorum. Sinema endüstrisi, çok uzun süredir, hatta doğumundan bu yana, erkeklerin egemen olduğu bir alan. Sadece yukarıda saydığımız isimlere baktığımızda bile, hikâye anlatıcılığının kadınlar açısından ne derece dışlayıcı olduğunu görebiliriz. Agnès Varda ve son yıllarda kıymeti daha çok anlaşılan Chantal Akerman gibi özel isimleri saymazsak, yönetmen koltuğunun uzun süreler boyunca erkekler tarafından meşgul edildiğini görüyoruz. Ancak çağdaş Fransız sinemasının son 10 yılı bize farklı bir resim çiziyor. Heyecan verici, alışılagelmiş forma meydan okuyan ve cesur birçok yapımın arkasında kadın hikâye anlatıcıları var.
Bu haftaki yazım için çağdaş Fransız sinemasında öne çıkan üç yönetmene odaklanmak istiyorum. Amacım bu üç yönetmen üzerinden Fransız sinemasına giriş niteliğinde bir film öneri listesi hazırlamak ve en azından benim açımdan, bu filmlerin heyecan verici yanlarını ortaya çıkarmak. Şimdiden iyi seyirler!
Justine Triet ve Sibyl (2019)
1978 doğumlu Justine Triet, yönetmenliğin yanı sıra filmlerinde senaristlik ve editörlük de yapıyor. Paris’te güzel sanatlar eğitimi alan başarılı yönetmen, kadın hakları ve kadının toplumdaki yeri, gençler, sosyal adalet ve eşitsizlik gibi toplumsal konulardaki hassasiyetini belli eden, hak ve hukuk mücadelelerine ağırlık verdiği belgeseller ile kariyerine başlıyor. 2012’den itibaren kurmacaya ağırlık vermeye başlayan Triet, çıkışını 2013 yapımı ve 6 Mayıs 2012 Fransa genel seçimleri esnasında çekimlerini gerçekleştirdiği “La Bataille de Solferino” filmi ile yapıyor. Biz ise yönetmeni daha çok, geçtiğimiz sene Oscar ödüllerinde adından sıkça bahsettiren “Anatomy of a Fall” filmi ile tanıyoruz.
Bu filmi ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüne layık görülen yönetmen, ödül töreninde hükümetin neoliberal politikalarını eleştiren sert bir konuşma yapar ve sözleri Fransa’da epey bir yankı uyandırır. Triet, Emmanuel Macron’un emeklilik reformuna karşı yapılan ve tüm Fransa’ya yayılan protestoların göz ardı edilmesine dikkat çeker. Özellikle hükümetten ve sağ cenahtan gelen tepkiler, bazılarının okumasına göre, yönetmenin filminin Fransa’nın Oscar adayı olarak gösterilmemesine sebep olur. Ama bu durum, filmin yükselişinin önüne geçmez ve “Anatomy of a Fall”, Akademi tarafından en iyi film, yönetmen, kadın oyuncu ve senaryo dallarında adaylıklar kazanır ve en iyi senaryo ödülünün de kazananı olur.
Ben size yönetmenin, 2019 yapımı ve daha az bilinen “Sibyl” filmini önermek istiyorum. Triet’nin filmleri, işlediği konular itibariyle, soğuk ve mesafeli gözükebilirler ama yönetmenin komedi yanının çok güçlü olduğunu not etmemiz gerekiyor. “Sibyl” bu açıdan en eğlenceli ve en komik işlerinden biri. Film, yazarlık yapmak için psikiyatri kariyerine ara veren bir doktorun, bir hastasının onu film setine sürüklemesi sonucunda kendisini hiç beklemediği bir aşk üçgeninin içinde bulmasını konu alıyor. Belçikalı ve Fransız filmlerinin vazgeçilmez oyuncusu Virginie Efira, Sibyl karakterine hayat verirken, ona Adèle Exarchopoulos ve Sandra Hüller eşlik ediyorlar.
Alice Diop ve Saint Omer (2022)
1979 doğumlu yönetmen Alice Diop, Triet gibi kariyerine belgeseller ile başlıyor. 1960’larda Senegal’den Fransa’ya göç eden bir ailenin kızı olan yönetmen, Afrika’nın sömürgeleştirilmesi tarihi, görsel sosyoloji ve belgesel film eğitimleri alıyor. Filmlerinde, kendisi gibi Senegal kökenli, Fransız siyah kadınların ve göçmenlerin hikâyelerine odaklanıyor. Bu açıdan yönetmenin işleri, Fransa’nın yakın tarihine, kolonileri ile olan ilişkisine ve bu ilişkinin Fransız toplumunda, ırklar arası etkileşimi nasıl şekillendirdiğine dair bir pencere sunuyor. Ben de yazım için, Diop’un 2022 yapımı ilk kurmaca projesi “Saint Omer” filmini önermek istiyorum.
Filmin çıkış noktası şöyle gelişiyor. Yönetmen bir gün Le Monde gazetesinde, bebeğini öldürdüğü için suçlanan bir kadının fotoğrafını görür. O sıralarda hamile olan ve anneliğe hazırlanan yönetmen, kendisi gibi siyah ve Senegal asıllı bu kadın ile bir yakınlık kurar ve hikâyesini merak eder. Ardından kadının davasını takip etmeye karar verir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Davayı izlediği süre boyunca da kadının hikâyesi, annesi ile olan ilişkisi ve Senegal asıllı olması yönetmende derin izler bırakır ve davayı kurmaca bir film olarak uyarlamaya karar verir.
“Tüm duruşmayı yerinde izledim ve izlerken, beklenmedik bir şekilde, kendi deneyimlerime ve yeraltı dünyama dair şeyler görmeye başladım. Davayı takip eden diğer kadınların da benim gibi benzer duygular içerisinde olduklarını gördüm. Birçok kadının bunu deneyimlemesi, bende bunun evrensel bir hikâye olduğu fikrini uyandırdı.”
Yönetmen dava sürecini, kendi kurmaca dünyası ile harmanlar ve kurmaca ile belgeselin ince bir çizgi üzerinde durduğu, oldukça etkileyici bir filme imza atar. Filmde Fransız yazar Marguerite Duras’a ve ünlü İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini’nin Medea filmine de atıfta bulunur. Fransa yakın tarihine, anneliğe, göçmen bir siyah kadın olmaya ve suç ve cezaya dair bu filmi kesinlikle kaçırmayın derim. Ayrıca filmin büyük bir bölümünün mahkeme salonunda geçtiğini de düşünürsek, tematik benzerliklerinden ötürü “Anatomy of a Fall” filmi ile izlenebileceğini de eklemek isterim.
Céline Sciamma ve Petite Maman (2021)
1978 doğumlu yönetmen ve senarist Celine Sciamma, Fransız edebiyatı eğitiminin ardından, Fransa’nın ünlü film okulu La Femis’de eğitimine devam ediyor. Yönetmenin işlerinin ortak temasına baktığımızda, cinsel kimliğin ve kadın bakış açısının öne çıktığını görüyoruz. Filmlerinde yazarlık ve yönetmenliğin yanı sıra, kostüm tasarımını da kendi üstleniyor. Yönetmen, uluslararası arenada büyük çıkışını, 2019 yapımı ve ülkemizde de epey bir ses getiren “Portrait of a Lady on Fire” filmi ile yapıyor. Ben ise 2021 yapımı “Petite Maman” filmini önermek istiyorum.
Film anneannesini yeni kaybetmiş 8 yaşındaki Nelly’i konu alır. Nelly, annesine çocukluk evini temizlemesinde yardım ederken, bir yandan da evi ve evin çevresindeki ormanı keşfeder. Bir gün ormanda, kendi yaşlarında başka bir kızın, ağaç ev inşa ettiğini görür ve onunla arkadaşlık yapmaya başlar. Çok geçmeden bu kızın, annesinin 8 yaşındaki hali olduğunu anlar.
Başarılı yönetmen “Petite Maman” filminin çıkış fikrini şu şekilde özetliyor:
“Ormanda oynayan 8 yaşlarında iki kız kendilerine bir ağaç evi yapıyorlar. Ama biri anne, diğeri de kızı. Bu kadar. Bu görsel, filmin belkemiği.”
Çağdaş bir masal
Yönetmen, aile ilişkilerine odaklanan bu filmini, çağdaş bir masal olarak tanımlıyor. Ona göre film, ailelerde yaşanan kayıpların ve zor vedaların, büyükler ve küçükler üzerindeki etkisinin bir tesellisi. “Petite Maman, zihnimizde yeni bir alan yaratmanın, ailemizi, ebeveynlerimizi daha iyi anlamamızı sağlayacak yeni bir hayali araç yaratmanın bir yolu” diyor yönetmen. “Kaybettiğimiz aşkın ya da sonsuz aşkın bir tesellisi.”
“Petite Maman” 8 yaşında ikiz kız oyuncuların müthiş performansları ile içinizi ısıtacak. Yalın ama güçlü diyalogları ile size dokunacak ve müthiş resimleri ile sizi çok farklı yerlere götürecek. Çok sade ama çok dokunaklı bir hikâye anlatıyor yönetmen. Düşünsenize 8 yaşındasınız ve annenizin 8 yaşındaki hali ile karşılaşıyorsunuz. Sinemanın, belki de edebiyattaki büyülü gerçeklik formuna en yakın hali bu film.
Çağdaş Fransız sinemasından 3 yönetmen: Kapatırken
Yukarı bahsettiğimiz yönetmenlerin ortak noktaları, bariz bir şekilde kendisini belli ediyor. Birincisi, yönetmenler aynı zamanda yazarlar, kendi filmlerini yazıyorlar ve edebiyat ile güçlü bir ilişkileri var. Belki Sciamma için bu geçerli olmayabilir ama Triet ve Dion için belgesel sinema, kurmaca hikâyeler anlatırken, yapı olarak destek aldıkları bir form. Kadın olmak ve kadın bakışı, annelik, annelerimizle olan ilişkilerimiz, üçünün de filmlerinin ortak temalarından biri. Özellikle Sciamma ve Dion’da bunun daha çok öne çıktığını görebiliriz. Ama belki de en önemlisi, sinema ile olan güçlü bağları. Bu açıdan, çağdaş Fransız sinemasının önemli yönetmenleri olduklarını düşünüyorum.