Beşar Esad’ın Şam’dan kaçışıyla sona eren 61 yıllık Baas rejimi, Suriye’de yeni bir dönemin kapılarını araladı. Kürtlerin rolü ne olacak? Oradoğu’yu neler bekliyor? Bahçeli’nin çözüm süreci açıklamalarının anlamı ne? Türkiye’deki çözüm sürecini, Ortadoğu’da yaşananları Yeniden şekillenen. Ortadoğu ve Kürtler yayınında Ruşen Çakır ve Mücahit Bilici yorumladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ortadoğu yeniden şekilleniyor. Çok şey değişti, daha da değişeceğe benziyor ve burada Kürtler de önemli bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu yeni şekillenen Ortadoğu’da Kürtleri, New York Şehir Üniversitesi’nden Profesör Mücahit Bilici ile konuşacağız. Mücahit, merhaba.
Mücahit Bilici: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Şimdi, bir taraftan 7 Ekim 2023 Hamas saldırılarıyla başlayan bir süreç oldu. Filistin’de, Lübnan’da, İran’da hepsini kapsayan bir süreç oldu ve ardından da Suriye’de hızlı bir şekilde Esad rejimi yıkıldı. Ama ona gelmeden önce Türkiye’de Ekim ayının başında MHP Lideri Devlet Bahçeli ilginç bir açılım başlattı. Ben buna ‘‘İmralı açılımı’’ diyorum. Abdullah Öcalan’ın Meclis’te konuşmasına kadar çıtayı yükseltti ve kafalar karıştı. Şimdi o olayın şu anda yaşanan olaylarla da bir ilişkisi herhalde vardır, onları da bilahare konuşacağız ama önce onunla başlamak istiyorum. Ne diyorsun Devlet Bahçeli’nin bu çıkışına? Seni de şaşırtmıştır diye tahmin ediyorum. Şaşırmadıysan şaşırırım. Nasıl anlamlar yükledin, sonraki gelişmeleri nasıl yorumluyorsun?
Mücahit Bilici: Yani bir devlet çıkışı olarak çok şaşırmadığımı söyleyeyim. Fakat yoğunluğu itibariyle, Devlet Bahçeli’nin bunu dile getirme biçimi itibariyle tabii ki çok şaşırtıcı bir çıkış oldu. Yani, özelde Devlet Bahçeli, genelde MHP devletin hizmetinde olan bir kurum. Dolayısıyla, devletin stratejik aklının bu tür bir girişimde bulunması durumunda, kamusal iletişim kapsamında bu tür bir çıkışın veya siyasal denklemler itibariyle bu tür bir çıkışın kendisine tevdi edilmiş olması da mantıklı bir şey. Neden ama şaşırtıcı gelmedi? Türkiye’yi jeopolitik açıdan gözetip inceleyen herkes bence aşağı yukarı bazı gerçeklikleri görüyordu. Türkiye’nin mevcut şartlarda Ortadoğu’daki muhtelif gerilimler, yeniden şekillenen denklemler ve Türkiye’nin kendi Kürtleriyle olan ilişkileri itibariyle bulunduğu nokta artık gittikçe sürdürülemez bir hal almaya başladı. Bu açılardan bir şeylerin yapılması gerekiyordu. Bunu çok şaşırtıcı bulmuyorum şahsen. İlginç bir şekilde ben bu konuda fikirlerimi söylüyordum, daha ziyade ileriye saklamaya çalışıyordum, kitap çalışması suretinde paylaşayım diye. Ama yani şurası açık: Türkiye’nin gelecekte muhatap olacağı bir Kürdistan gerçekliği var. Bu, Türkiye’nin kendi dışındaki Kürtlerle ilişkisinin kaçınılmazlık kazanması ile ilgili bir durum. Güney Kürdistan, Batı Kürdistan, Rojava dediğimiz Batı Kürdistan, Türkiye ile ekonomik ve kültürel olarak entegre oluyor ve olacak. Bu, pek çok açıdan kaçınılmaz görünüyor. Şu anki bütün sürtüşme, çatışma ve kavgaların aksine bunun bir tür politik, jeostratejik mantık açısından kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum, iki taraf için de, hem Kürtler hem Türkiye açısından. Tabii bir de Türkiye Kürdistan’ı var ki bu da zaten diğer parçalarla olan ilişkileri kaçınılmaz kılan önemli bir boyut. Yani Türkiye’nin önünde şöyle bir yeni realite var. Aslında yeni değil ama eski realitenin tekrar gün yüzüne çıkması. Türkler açısından bu belki Misak-ı Milli, işte yeniden Osmanlı vesaire şeklinde biçimler alabilir. Bunda da bir sakınca görmüyorum ben. Fakat Kürtler açısından ortaya çıkan gerçeklik şudur: Türkiye, Kürtler ve Türklerin, kendine Türk diyenlerin ve kendine Kürt diyenlerin birlikte kurdukları bir devlet ve birlikte yaşayan iki topluluk, onların ortak devleti. Yani bir Anadolu Kürdistan Birliği olarak kuruldu Türkiye. Bu başlangıçtaki ortaklığa ve sözleşmeye, ahitleşmeye sonradan Cumhuriyet döneminde ihanet edildi; Kürtlerin inkâr edilmesi vesaire dolayısıyla. Kürtler haklı olarak mücadele etti, ediyorlar ve etmeliler ve edecekler. Kürt egemenliğinin Türkiye’de tesis edilmesi hem bir demokrasi meselesidir hem de Kürtlerin özgürlük ve egemenliklerini tesisi davasıdır. Bu noktada Türkiye, kaçınılmaz olarak hem bu başlangıçsal borcunu ödemek hem de şu anki mevcut demografik ve politik realitesinin yansıması olarak, yani bir demokratik hesap verme biçimi olarak Kürt realitesi ile yüzleşmek zorundadır. Bu Kürt realitesini tanımak, ilk başlarda çok çekimser adımlarla, belki işte Kürtçenin serbest bırakılması, Öcalan’ın ev hapsine alınması gibi biçimler alabilir. Ama daha orta vadede, ben Kürdistan’ın diğer parçalarının, yani Rojava ve Güney Kürdistan’ın Türkiye’ye entegre olacağını düşünüyorum. Bu realite ile karşılaşacak Türkiye. Suriye’nin Sünni kısmı da Türkiye’ye entegre olacak. Bunun da kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Suriye’ye geleceğiz ama şunu sormak istiyorum. Anladığım kadarıyla sen Bahçeli’nin bu çıkışının bölgesel altüst oluşlarla doğrudan ilişkisi olduğunu, devlet aklının böylece gündeme girdiğini düşünüyorsun, ki ben de büyük ölçüde böyle düşünenlerdenim. Biliyorsun, bunu bir kandırmaca, tiyatro gibi yorumlayanlar da oldu. Öyle olmadığını düşünüyorum. Peki, orada o zaman şöyle bir soru var: Kürtlerle birtakım meseleleri halletmek isteyen bir devlet aklı ve adres olarak Öcalan gösteriliyor, yani İmralı gösteriliyor. İmralı ve DEM Parti; ama mesela Kandil yok, Selahattin Demirtaş da yok. Ama esas olarak İmralı ve şimdi de zaten DEM Parti heyetinin İmralı’ya gitmesi söz konusu. Bu doğru bir tercih mi sana göre?
Mücahit Bilici: Şimdi şunu söyleyeyim önce, bu ne kadar samimi bir girişim konusunda bir not düşmek lazım; Bence Kürtlerin teyakkuzu elden bırakmaması gerekir. Yani, devlet Kürtler açısından bu işi çok daha ucuza kapatmaya çalışacaktır. Bunu, Kürtlerin kendi haklarını, egemenlik anlamındaki haklarını, yani eşit, ortak, kurucu ortaklık özelliklerini korumaları ve bu konuda ısrarcı olmaları gerekiyor. Onu bir netleştirelim. İkinci olarak, Kürtleri temsil noktasında, yani baktığımız zaman sembolik olarak en önde görüneni Öcalan. Yani, Kürtlerin bir kısmı AKP’de, bir kısmı işte DEM Parti’de. Sembolik olarak Öcalan figürü bence başlangıç açısından, bir tür olayın kutsanması, sürecin kutsanması açısından, yani büyüklerin elinin öpülmesi vesaire diyebileceğimiz sembolik hamleler açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz Selahattin Demirtaş’ın çıkması da çok gerekli, iyi olacak bir şey. Bilmiyorum kimler onun çıkmasını istemiyor, ben o kadar olaya hakim değilim orada ama onun da çıkacağını tahmin ediyorum, inşallah çıkar. Türkiye’de parlak bir siyasetçi ve Kürt temsiliyeti noktasında katkı yapabilecek biri. Geçmiş hataları ve vesaireleri olabilir. Herkesin bu tür bir süreçte geçmiş hataları aşma fırsatı olarak da bu momenti, bu anı görmesi gerekir diye düşünüyorum. Yani Kandil ve DEM Parti’nin de yola geleceğini tahmin ediyorum. Tabii bu işler akışkan şeyler, böyle kesin bir şey söylemek mümkün değil. Ben saha açısından da çok konuşamam işin doğrusu. Benimkisi daha kavramsal ve daha genel çerçevede baktığım zaman, Türkiye hem içine aldığı yeni nüfuslar itibariyle hem Kürtlerin eğitim ve politik bilinç açısından uyanış yaşamalarıyla, bunun çok böyle aşırı versiyonları da olmakla birlikte, Kürt realitesi devletin tanıyacağı bir şey olmaktan çıkıp devletin sakınamadığı bir gerçeklik olarak kendisini dayatıyor. Bu da Türkiye’nin yeniden tanımlanması lüzumunu getiriyor. Kürtler açısından düşündüğümüz zaman, Kürtlerin önünde ne gibi seçenekler var? Bir tanesi Türkiye ile savaşmak, kavga etmek. Sağdan soldan Kürtleri buna teşvik eden aklıevveller, fırsatçılar var. Onlar aslında zekice bir şey yapıyorlar, kendileri açısından doğru olanı yapıyorlar. Yani, Türkiye’yi zayıflatıp bölgesel olarak daha hegemonik konumu kendileri almak istiyorlar. Kürtler eğer çatışma yolunu tercih ederlerse, ben entegrasyonu şöyle söyleyeyim: Kürtler ile Türkiye ve diğer Kürdistan parçalarının birbirlerine entegre olmasının kaçınılmaz olduğu kanaatindeyim. Bu ya kavga ederek, dövüşerek ve zayıflayarak yahut da barışarak, kavga etmeden büyüyerek olacak. Yani bu iki ihtimal var. Kürtler açısından dediğim gibi bir kısım insan Kürtleri çatışmaya teşvik ediyor olabilir kendi çıkarları açısından. Ama onların, Kürtlerin onlara karşı bir manivelası yok, dayanacakları bir şeyleri yok; yani çıkara bağlı ve her an terk edebilirler ve terk edeceklerdir. Ne yapacaklardır mesela? Gidip Türkiye ile anlaşacaklar en sonunda. Eğer Kürtler akıllılarsa, taklit etmek istedikleri ve dilencilik yaptıkları birtakım Ortadoğu rejimlerinin veya Amerikan devletinin yapacağını kendilerinin yapması gerekir. O da elinde bir güç, bir kazanım varken bunu pazarlık unsuru olarak kullanmaktır. PKK buna dahildir, Rojava’daki kazanımlar buna dahildir. Bunun Türkiye’de Kürtlerin egemenliğinin yeniden tesisi ve bölgesel entegrasyon için bir sermayeye, bir nakite çevrilmesi, bir kazanıma çevrilmesi bence en doğru olan yoldur.
Ruşen Çakır: Şimdi bu senin söylediklerin bana çözüm sürecinde İmralı’dan yapılan açıklamaları çok çağrıştırıyor. Öcalan da sanki… Mesela benim önümde hep bilgisayarımda 2013’teki Diyarbakır Nevruz mesajı var. Ben onu Diyarbakır’da meydanda dinlemiştim, onun metnine hep bakıyorum. Öcalan da Türkiye ile beraber bölgenin yeniden şekillendirilmesini ve Türkiye’nin bütün Kürtler için bir tür merkez üssü haline gelmesini savunuyordu, kelimeler tam böyle olmasa da. Ve bu anlamda ama orada çok ilginç bir olay oldu, şimdi tekrarlanıyor. Suriye deneyimi Ankara’yı çok telaşa düşürdü o tarihte de ve şimdi de böyle. Suriye’de çünkü gerçekten Kandil’in denetiminde bir yapılanma bayağı bir mesafe katetti. Toprakları biraz azalıyor, kontrol ettiği topraklar kademe kademe ama Amerikan desteği var vesaire. Galiba düğüm Suriye’de.
Mücahit Bilici: Evet, bence de düğüm Suriye’de. Bence Suriye’nin nasıl sonuçlanacağı, yani Kürt-Türk ilişkisinin diğer veçheleri, diğer parçaları için de belirleyici olacak kanaatindeyim. Yani Amerika’da iki tane işte iki partiden senatörler Türkiye’yi tehdit ettiler, bunun çok ciddi bir şey olduğunu düşünmüyorum, size söyleyeyim. Yarın öbür gün Trump gelir, bunu çöpe atar. Türkiye’nin bu konuda çekinmemesi gerektiği kanaatindeyim. Öcalan’ın bu konudaki görüşü tabii ki makul olan bir görüş fakat Öcalan ‘‘devletsizlik’’ vesaire diye böyle saçmasapan teorik şeylere giriyor. Bu işin, yani Türkiye dediğin bir devlettir ve Kürtlerin de devletleşme hakkı bence tartışılmamalıdır. Kürtler devletsizlik içinde işte bir ‘‘acınan kardeş’’, hani kol kanat gerilen bir taraf olmayacak; Kürtler Türkiye’nin kurucu iki çoğunluğundan biridir. Yani Kürtler Türkiye’de azınlık değil, çoğunluktur. Bu realite tescil edilmek zorunda anayasal olarak, o da Kürtçenin tanınmasıdır. Türkiye’deki en büyük sorun, Kürtçenin resmi hale gelmesidir, tanınmasıdır, eğitimin serbest olmasıdır vesaire. Bu Kürt sorununun %95’i demektir. Geriye kalan %5 belki bir kısım Kürt’ün ‘‘Özgür olmak için illa ayrı olmak gerekir’’ ezberi dolayısıyla böyle karanlık kalan bir %5’lik kısım var. Ama o %5 de şuna benziyor; gidip işte sokakta dayak yiyip sonra tekrar dönme, masaya tekrar oturmak şeklinde bir şey demektir, bir yanlış yolu tercih etmek demektir. Benim kişisel tavsiyem ve gördüğüm, Kürtlerin çıkarını düşünerek vardığım sonuçtur bu; burada Türklerin çıkarıyla örtüşmesi, dediğim gibi şu anda jeopolitik gelişmelerin yol açtığı bir şey ve buna sevinmek lazım. Yani Kürtlerin geleceği pek çok açıdan Türkiye üzerindendir, Türkiye iledir. Sebebi de şudur; en büyük Kürt parçası Türkiye’dedir kardeşim. Kuzey Kürdistan, Kürtlerin toplam geleceğinin belirleyici demografik, entelektüel çekici gücü; öbür açıdan askeri, politik olarak işte PKK, Öcalan vesaire üzerinden gelişmiş olan artık ne varsa, müktesebatı diyelim, pozitif, negatif belli bir kredi, belli bir maliyet, belli bir birikim, fedakarlık, kayıp vesaire nasıl tanımlıyorsanız tanımlayın, bunun ağırlık noktası Türkiye’de bulunuyor. Mesela şimdi ben asla Öcalan’ın işte ‘‘Türkiyecilik’’ gibi ifadelerini kullanmam, doğru da bulmuyorum. Mesele Türkiye’yi kurtarmak meselesi değil. Elbette Türkiye de kurtulmalıdır ama Kürtlerin hukuku açısından bu yeni gerçeklikle, yeni realiteyle hem Kürtler hem Türkler karşı karşıya. Bu çok nadir bir durumdur, daha önce böyle bir imkan olmamıştır. Ve bu tarihi anı işte, ‘‘100 yıl önce kaybettik, yine kaybedeceğiz. Hırgür yapalım’’ diyen insanlar, bu yeniliği de anlayamayan bir perspektifle bu işe bakıyorlar benim kişisel kanaatime göre. Ve Türk-Kürt Birliği, yani ben Anadolu Kürdistan Federasyonu olarak düşünüyorum bunu, illaki bu federatif bir şekil almak zorunda değil. Biraz gayri ademimerkeziyetçi bir sistem, biraz lokal şeylere imkan tanıyan; Diyarbakır’ın ağız tadıyla, gönül rahatlığıyla Diyarbakır olabildiği, Bursa’nın da Bursa olabildiği, Erzurum’un Erzurum olabildiği bir demokratik Türkiye, irade birliği sağlamış bir Kürdistan ve Anadolu Birliği hem Türkler hem Kürtler için büyük kazanımdır. Araplar için de büyük kazanımdır. Türkiye Ortadoğu’da olan bir ülke, yani uzaydan gelmiyor. Ve eğer bir gelecek inşa edeceksen taşıma suyla uzaktan sana ‘‘Hadi şunu yap, bunu yap’’ diyen, ne kadar güçlü olursa olsun, gelip geçici olan aktörlerle başarılacak şeyler değil. Eğer kalıcı bir başarı elde etmek istiyorsan bunu muhatap olduğun, kavga ettiğin, savaştığın Türklerle yapacaksın. Kürtler açısından söylüyorum, bu Türkler için de aynı şey. Araplar açısından da böyle. Yerli insanlar, yerli halklar, otokton yerinde olanlarla olur. Avrupa’dan gelip terör estiren insanlarla varacağın bir yer yoktur. Şu açıdan; sana yardımcı olamazlar, olamazlar yani. Amerika da terk eder, Amerika’nın en büyük özelliği terk etmek. Çünkü Amerika sadece çıkarını gözetir ve orayı terk eder sonra, bu çok nettir. Dolayısıyla Rojava’daki, adına devrim deyin, kazanım deyin, ne derseniz deyin, bitecek, çökecek. Tamam mı? Şimdi ümidini, kalbini oraya bağlayanlar daha bir öfkelenip, daha bir kızacaklar ama hata yapıyorlar. Elinde şu anda bu imkan varken bunu müzakere vesilesi ve bir kazanıma çevirmek noktasında bir sorumluluk taşıması lazım insanların bana göre. Türkiye’nin bir devlet mantığı itibariyle Rojava’ya şu halde devam etmesine izin vereceğini sanmıyorum. Amerika ile karşı karşıya gelme pahasına buna izin vermeyecektir. Bunu Kürtlerin görmesi, Kürtlerin lehinedir. Görmemek, yani realiteyi görmemekte ısrar etmek için duygusal olarak şey olmuş olmak lazım, yani birileriyle düşmanlaşmışsın demektir. Yani benim kişisel olarak vardığım kanaat şudur: Kürtlerin geleceği, Türkiye’nin merkezde olduğu bir denklemde…
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Mücahit, şunu sormama izin ver. Rojava, Suriye’deki Kürtleri konuşurken şu anda orada bir yönetim şekilleniyor ve başında Golani ya da Ahmed eş-Şara denen HTŞ’nin lideri var. Bütün bu süreçte Kürtlerle bu yapılanma arasında bir gerginlik yaşanmadı, biliyorsun, karşılıklı birbirlerine dokunmadılar. Suriye Milli Ordusu’yla YPG ya da SDG arasında kısmi birtakım sorunlar oldu ama şeyle olmadı. Ama şöyle bir şey var, bilmiyorum takip ediyor musun; Ahmed eş-Şara’nın X hesabında sabitlenmiş bir tweet var ve sabitlenmiş tweet’te SDG güçlerini silah bırakmaya çağırıyor. Tam açıkça olmasa bile bunu yapıyor, çünkü şu anda gördüğüm kadarıyla en etkili bağımsız silahlı güç Kuzeydoğu’da, YPG, SDG’de. Şimdi Türkiye kısmı ayrı, Türkiye’nin Rojava’daki oluşumu istemediği ve bunu engellemek istediğini biliyoruz. Ama şu andaki fiilen Suriye’yi yönetiyor olan kesimler Kürtlerle barışık yaşarlar mı, ne diyorsun? Bir de onlar İslamcı hatta cihatçı bir gelenekten geliyorlar, IŞİD, El-Kaide gibi geçmişi olan bir hareket söz konusu.
Mücahit Bilici: Ben İslamcı geçmişlerinin çok belirleyici olacağını düşünmüyorum. Suriye’de yani bir diktatörlük altında zorla beraber yaşadı insanlar, şimdi tekrar beraber yaşamak için bir yol bulacaklardır. Yani bunun böyle tarihin dışından bir formülü yok. Bir müzakere olacak ve bir şey olacak. Ben Kürtlerin yaşadığı bölgenin ve Kürt kimliğinin yeni Suriye’de bir tür özerklik, bir tanınma, bir kültürel otonomi kazanması gerektiği kanaatindeyim. Türkiye’nin oradaki belirleyiciliği iki şekilde olacak diye düşünüyorum. Bir, Suriye’deki merkezi rejim üzerinden, Şam üzerinden nüfuzu olacak, yani Araplar ve Sünni Arap kimlik üzerinden olacak, hem de direkt Kürtler üzerinden olacak. Dolayısıyla birkaç açıdan ben, yani Rojava’nın böyle Türkiye’nin rağmına olarak ayakta kalabileceğini düşünmüyorum. Bunun hesaba katılarak hareket edilmesi bence var olan kazanımın anlamlı bir kalıcılığa dönüştürülmesi için gerekiyor. Bu savaşçı örgütler vesaire meselesinde de yani eğer demokratik süreçler işlerse — bunların tabii garantisi yok — Suriye toplumu öyle çok radikal bir toplum değil, böyle İslamcı bir toplum değil, yani daha mutedil ana akım bir şeyde Türkiye’den çok farklılaşacağını sanmıyorum işin doğrusu. Yani Lübnan da var. Mesela savaşlar, çatışmalar birtakım radikalizasyonlara yol açsa bile, eğer demokratik katılım olursa… Burada tabii dış güçler, büyük güçlerin müdahaleleri önemli olacak, belirleyici olacak. Orada da Suriye-Türkiye arasındaki ilişkiler ve entegrasyon belirleyici olacak diye düşünüyorum. Yani Türkiye’ye benzeyeceğini düşünüyorum uzun vadede.
Ruşen Çakır: Peki, şahsen şöyle bir şey var aklımda; Öcalan meselesi, Öcalan’ın devreye girmesi… Muhtemelen ayın 23’ünden sonra DEM Parti heyetinin gideceği söyleniyor. Öcalan’ın tüm Kürtler üzerinde ama özellikle Suriye Kürtleri üzerinde çok büyük bir anlamı var, biliyorsun. Öcalan oradaki örgütlenmeyi bizzat kendisi başlattı. Suriye’de Esad rejiminin koruması altında PKK’yı yönetirken Suriye’deki Kürtleri de, bir anlamda dağınık olan, hatta yurttaşlık hakkı bile olmayan Kürtleri bizzat kendisinin örgütlediğini biliyoruz. Onun dokümanları da var. Ve zaten YPG-PYD yetkililerinin yaptığı açıklamaların hepsinde de Öcalan’ın söylediklerine itibar edeceklerini de söylüyorlar. Şöyle bir olay var kafamda, senaryo var, bir şekilde tam detayları değilse de; Öcalan üzerinden Ankara’nın Suriye Kürtleriyle bir yol bulma, Öcalan’ın kolaylaştırıcılığıyla ya da yönlendirmeleriyle yol bulma gibi bir senaryo gerçekleşebilir gibi geliyor bana. Ne dersin?
Mücahit Bilici: Bence güzel bir nokta. Gerçekleşebilir diye düşünüyorum. Sebebi şu: Suriye Kürtlerinin Öcalan’la bir şeyi var, Suriye Kürtleri bir de milli duyguları güçlü Kürtler, yani politik bilinçleri güçlü olan bir Kürt kesimi. Bir diğer husus, PKK’nin ideolojik malzemesiyle bunların daha organik Kürtlüğü birbiriyle çok %100 uyumlu değil aslında. Fakat Kürtlük konusundaki istek ve ısrarları, yani Kürt kimliği ve hukuku konusundaki motivasyonları, belki kendi ideolojik uyumsuzluğunu bir parça görünmez kılıyor. Eğer PKK ve Kandil, Öcalan’a çok uymasa bile, Öcalan’ın onlar üzerindeki nüfuzunun belli bir ağırlık oluşturacağını ben de düşünüyorum. Ama bu işte Türkiye’nin baskısı, işte ikisini birbirinden ayırma çabaları, ‘‘PKK terk etsin’’ falan denmiş; yani Türkiye, PKK ile de barışmak zorunda, bir çözüm bulmak zorunda ama Rojava’yı PKK’den ayırıp, Öcalan üzerinden ve Rojava’nın kendi Kürtlerinin demokratik temsilini yapabilecek insanlar üzerinden yapması bana mümkün bir senaryo gibi görünüyor. Hatta makul olan da odur. Yani asla bir çatışma olmamalı. Bu hem Kürtler açısından hem Türkiye açısından yanlış bir adım olur. Yani çatışmaya yol açmayacak şekilde bunun çözülmesi gerekir diye düşünüyorum. Ve dediğim gibi, Kürtlerin uzun vadede yaslanacakları devlet, güç, odak Amerika olmayacak, Rusya olmayacak, başka devletler olmayacak. Türkiye olacak yani.
Ruşen Çakır: Peki, burada o zaman şeyi de sorayım, hiç lafı geçmedi ama önemli bir aktör: İsrail. Biliyorsun İsrail, başından itibaren Suriye’de olan bitenlerde genelde hep şu tavrı aldı: “Diğerleri bizi ilgilendirmiyor, biz sadece orada Kürtlere güveniyoruz, Kürtler bizim dostumuz, ortağımız” vesaire dedi. Bunun sembolik olarak tabii bir anlamı var ama fiiliyatta da bir anlamı var mı, olabilir mi? Yani Kürtlerin İsrail’e… Sen demin şunu söyledin hani; “Herkes bir şekilde kullanıp atıyor” dedin özetle, Amerika özelinde özellikle. İsrail’le Kürtler ilişkisi enteresan bir durum sanki. Ne dersin? İsrail, bölgesel bir aktör olarak çok güçlü.
Mücahit Bilici: Evet. Yani ne kadar güçlü, bence o tartışmaya açık. Yani Suriye’ye karşı güçlü, Lübnan’a karşı güçlü; ama Türkiye’ye karşı ne kadar güçlü, o tartışılır. İsrail kendi açısından doğru olanı yapıyor, yani Kürtlerle, Kürtler üzerinden Türkleri ve işte Farsları terbiye etme, zayıflatma stratejisi güdüyor, doğru olanı yapıyor. Ama uzun vadede, İsrail akıllı bir devlettir, güçlü olanla anlaşacaktır, güçlü olan da Türkiye’dir. Ve en sonunda Kürtleri Türkiye’yi zayıflatmak için kullanacak, sonra Türkiye ile anlaşacak, Kürtleri satacak. Hem Kürtler hem Türkiye bir kavga edip zayıflamış halde, daha kötü şartlarda anlaşmak durumunda kalacaklar. İsrail çok akıllıca, rasyonel bir politika izliyor. Bazı Kürtlerin de İsrail’e çok büyük sempati ve özentileri var. Onların da İsrail’in yaptığını yapması gerekir, eğer çok akıllılarsa.
Ruşen Çakır: Peki son olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan bir akademisyen olarak, Trump’ı bekliyor tüm dünya, 20 Ocak değil mi? Türkiye de çok bekliyor, Erdoğan da çok bekliyor ve Erdoğan kişisel dostluğuna binaen de şey yapıyor. En son Trump’ın yaptığı açıklama bir acayipti yine, biliyorsun. Sevdi mi, dövdü mü tartışmalıydı. Sen ne bekliyorsun? Trump mı karar verecek, yoksa onun görevlendirdiği birtakım Dışişleri Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı ya da Pentagon, Milli Savunma Bakanı gibi güçler mi devreye girecek? Burada Türkiye ile ilişkiler, tabii ki Kürt meselesindeki ilişkiler konusunda da Trump’ın havası sanki şey, “Bana ne kardeşim, ne halleri varsa görsünler” gibi bir havası var ama daha önceki dönemde de hatırlarsan böyle yapmıştı ama Pentagon izin vermemişti.
Mücahit Bilici: Evet, arada bir fark var. Şimdi, Trump Amerika’nın Suriye’den çıkmasını istiyor; çünkü hakikaten de Amerika’nın Suriye’de olması için bir sebep yok. Yani uydurma, yok IŞİD’le savaş vesaire gibi bir mazeret var. Dünkü New York Times‘da da bir haber vardı, işte ‘‘Hapishanelerden kaçacaklar’’ filan gibi. Gülünç bir gerekçe, yani hapishanedeki adamları tutamıyorsun filan. Bu bence Amerika’nın ulusal çıkarlarının yol açtığı bir politika değil; Amerika’nın ulusal çıkarlarına aykırı olarak yürütülen bir dış politikadır Amerika’nın Suriye’deki varlığı. Trump daha önce bunu yapmak istediğinde dirençle karşılaşıyordu. Şimdi bazı şeyler böyle komik geliyor, işte derin devlet vesaire tartışmaları. Amerika’da bunlar çok daha ciddi bir boyut kazandı, bu yeni seçim ve süreç içerisinde de bu netleşti. Yani Trump, normal Amerika açısından çıkmak isteyecektir. Daha önceki direniş karşısında yenilmişti. Direniş çok güçlüydü. Bu sefer ‘‘Tam da o direnişi kırmak için iktidara geliyorum’’ dedi. Ben Trump’ın şahsi bir siyaset izlemeye devam edeceğini düşünüyorum, yani karizmatik siyaset uygulayacak. Yani Trump nasıl davranacak merak ediyorsanız, işte Tayyip Erdoğan nasıl davranıyorsa, Putin nasıl davranıyorsa onlar gibi davranacaktır. Amerika’daki kurumlar daha bir aşınacaktır. Demokrasinin kurumsallaşmışlık hali itibariyle daha çalkantılı, krizli bir döneme girecek Amerika. Ama Amerika’da, böyle uzmanların, lobilerin, işte kemikleşmiş derin uzmanlar hegemoniyasını sorgulama amaçlı bir iktidarın başa geçeceği bir döneme gireceğiz. Bu açılardan da ben, o şahsi dostluk vesairenin geçerli olacağını düşünüyorum. Geriye kaldı, yani başka çıkar lobileri Amerika’nın orada durması için çalışacaklardır. Zaten şu anki bu senatörlerin şeyi de tamamen bunun yansıması; yani Amerikan dış politikasının veya Kürtlere olan düşkünlüğünün bir yansıması değil. Fakat Türkiye eğer sağlam durursa, Amerika geri çekilecek.
Ruşen Çakır: Nasıl bitirelim Mücahit? Sonuçta ‘‘Yeniden şekillenen Ortadoğu ve Kürtler’’ başlıklı bir yayın yaptık, bir toparla, ondan sonra izleyicilerimize teşekkür edelim.
Mücahit Bilici: Yani toparlama sorusu… Evet, şöyle toparlayalım; kırılgan bir dönemden geçiyoruz. Bence Türklerin ve Kürtlerin öncelikli kaygısı minimal çatışmayla sorunları çözmek, daha ileriye bakmak; bir adım ötesini değil, iki adım ötesini görmektir. Savaş çok acı ve yıkıcı bir şeydir. Savaş isteyenler, çatışma isteyenler belki uzaktan atıp tutmayı seviyorlardır ama yaşayan insanlar, birbirine komşu olan insanlar, İstanbul’daki adam, Bursa’daki adam, Diyarbakır’daki adam, Urfa’daki adam, Kobani’deki adam, bu insanların ortak geleceği, selameti vesaireyi düşünmek lazım. O yüzden barış ve iyilik mümkün iken, çatışma ve boğuşmanın tercih edilmemesi lazım. Bunun için de devletin akıllanması lazım. Türkiye’de devlet aklını başına alacak ve yeni gerçekliğe uygun adımlar atacak. Bahçeli’nin çıkışı filan o açıdan yani güzel bir başlangıç ama bunun hızlıca somutlaşması, şekillenmesi lazım. Bu noktada da bence herkes bu süreci ciddiye alıp ciddi hale getirmesi lazım. Öyle kapatalım. Teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Evet, teşekkürler Mücahit. ‘‘Yeniden şekillenen Ortadoğu ve Kürtler’’ konusunu konuştuk, New York Şehir Üniversitesi’nden Profesör Mücahit Bilici ile. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.