Ruşen Çakır yorumladı: CHP yeni çözüm sürecinde aktör mü olacak, seyirci mi kalacak?

CHP yeni çözüm sürecinin neresinde? Yeni çözüm süreci Türkiye’nin iç siyaset dengelerini nasıl değiştirir? Muhalefet partileri bu süreçte nasıl bir tutum sergiliyor? Ruşen Çakır yorumladı.

DEM Parti heyeti, İmralı gündemiyle siyasî partilerden randevu almayı sürdürüyor. İmralı Adası’nda PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşen Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, Ahmet Türk’ten oluşan heyet, pazartesi günü ziyaretlerine devam edecek. Heyet hafta başında 5 parti ile görüşecek.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEM Parti’li Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in İmralı ziyaretini Sabah Gazetesi’nden Yavuz Donat’a değerlendirdi. Özel yeni çözüm sürecine dair “Atatürk’ün iki koltuğundan birinde oturuyorum. Atatürk ‘Yurtta barış, dünyada barış’ demişti. Yeni yılda bütün çatışmaların sona ermesini diliyorum. Türkiye’de terör sona ersin. Artık anneler ağlamasın. Türkiye, yeni şehitlerin acısı ile yanmasın” dedi.

Ruşen Çakır yorumladı: CHP yeni çözüm sürecinin neresinde?
Ruşen Çakır yorumladı: CHP yeni çözüm sürecinin neresinde?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Her ne kadar Devlet Bahçeli kabul etmese de Türkiye’nin yeni bir çözüm süreci oldu. Adını ben ‘‘yeni çözüm süreci’’ olarak tanımlıyorum. İlk başta ‘‘Bahçeli’nin İmralı açılımı’’ diyordum, artık ‘‘yeni çözüm süreci’’ demeyi tercih ediyorum. Bakalım buna daha sonra kısa, net, başka bir ortak ad bulabilecek miyiz Türkiye olarak. Bunun miladı tabii ki Bahçeli’nin o meşhur “Öcalan gelsin, Meclis’te DEM Parti grubunda konuşsun” çıkışıdır. 24 Ekim olması lazım. Ama esas olay cumartesi günü, yani 2024’ün son cumartesi gününde, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’ı ziyaret etmeleri, 3 saate aşkın görüşmeleri. Ertesi gün de, pazar günü de onunla yapılan görüşmeyi bir sayfalık bir açıklamayla özetlemeleriydi. Daha sonra ne gördük? Perşembe günü bir de baktık ki 2 kişilik heyet, yanlarına Ahmet Türk’ü de alarak 3 kişilik bir heyete dönüşmüşler ve önce Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’la Meclis’te makamında, daha sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Meclis’teki odasında, makamında görüştüler. Birisi 45, birisi 40 dakika sürdü ve artık gerçek anlamıyla start verilmiş oldu. Yani Öcalan ziyareti, açıklama ve Meclis Başkanı’yla görüşme, pazartesi günü diğer partilerle görüşmeler var, salı günü de var. Meclis’te milletvekili olan partilerin, İYİ Parti dışında hepsi görüşeceğe benziyor. CHP ile görüşme, en azından şu ana kadar benim bildiğim, saati saptanmamıştı ama onda da bir sorun olmayacağa benziyor. İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu çok net ve sert bir şekilde kesinlikle görüşmeyeceklerini söyledi. Bir ret cephesi oluşuyor, Meclis’te İYİ Parti, Meclis dışında Zafer Partisi ve Yavuz Ağıralioğlu’nun yeni partisi olan Anahtar Parti, A Parti’nin bir ret cephesi oluşturduğunu görüyoruz. Çok ilginç şeyler oluyor, biraz da esrarengiz şeyler oluyor. Birdenbire Türkiye geldi, Öcalan’a ev hapsini ve PKK üyeleri dahil herkese yönelik genel affı konuşur oldu. Ama bir de ilginç bir şey var, esrarengizliği burada: kamuoyunun buna çok fazla ilgi gösterdiğini söylemek bence mümkün değil. İnsanlar daha tam ne olduğunu anlamış değiller. Çünkü öncelikle bunu başlatanın Devlet Bahçeli olması kafaları çok karıştırdı ve sonra da her an bu iş kopacak gibi gözüktü. ‘‘Bahçeli geri adım atar’’ dendi, ‘‘Erdoğan topa girmiyor, Erdoğan istemiyor’’ dendi ama sonuçta Bahçeli’nin dediği oldu. DEM Parti gitti, görüştü ve sonra da Meclis Başkanı’yla görüştüler. Meclis Başkanı ve Bahçeli ile görüştüler. Meclis Başkanı ile başlamış olması, Öcalan’ın açıklamasında da yer alan ‘‘Meclis’’ vurgusunun önemli olduğunu bize gösteriyor. Çünkü bu yeni süreçte belli ki Meclis’e birtakım görevler düşecek, öyle birtakım hesaplar var. Bu yeni anayasa tartışmaları bir yanıyla, burada Kürt sorununu şu ya da bu şekilde içerecek bir yeni anayasa söz konusu olabilir. Bir diğer husus da tabii genel af denen olay. Bütün bunlarda Meclis’in rol alması gerekiyor ve Meclis deyince de tabii aklımıza oradaki milletvekilleri geliyor. İktidar bu işin içerisinde, her ne kadar AK Parti çok aktif gözükmese de Devlet Bahçeli bu işi taşıyor iktidar adına. O zaman gözler ana muhalefet partisine çevriliyor, CHP’ye çevriliyor. İşte bu yayında CHP’nin bu çözüm sürecinin neresinde olduğunu biraz sorgulamak istiyorum. CHP biraz gafil avlanmış gibi gözüküyor. Suriye’de de benzer bir şey olmuştu. Bu çok daha göstere göstere oldu halbuki. Bahçeli’nin ilk el sıkması Ekim başı, daha sonra Ekim sonlarına doğru o konuşmayı yapması; bir şeylerin olacağını görüp ona göre pozisyon alması beklenirdi CHP’nin, ki son seçimden birinci parti çıkmış olan bir CHP, istim üzerindeki bir CHP. Ama olmadı. Genellikle bu olaya Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için yapılan bir oyun gözüyle bakıldı. Çünkü anayasa değişikliği için DEM Parti’nin milletvekillerini yanlarına çekme operasyonu olarak görüldü, algılandı. Kürt sorununun çözümünden ziyade Öcalan’a yönelik birtakım iyileştirmelerle iktidarın bu işi kapatmak isteyebileceği şeklinde birtakım değerlendirmeler yapıldı. Ve tabii ki bol miktarda “Siz düne kadar şöyle diyordunuz, böyle diyordunuz, Öcalan’a bebek katili diyordunuz” gibi yaklaşımların da CHP üst düzeyinden olmasa bile taraftarları ve birtakım kadroları tarafından dile getirildiğini gördük. Uzun bir süre böyle geçti, bir vakit kaybı oldu aslında. Sonra Öcalan görüşmesi olup ardından da o açıklama gelince işlerin hayli ciddi olduğu ortaya çıktı. Ama bir de tabii ki burada en önemli husus Suriye’de yaşananlar. Suriye’de yaşananlar kimilerine göre Bahçeli’yi açığa düşürdü, kimilerine göre tam da Bahçeli’yi haklı çıkardı. Çünkü Bahçeli, olayı, bu seferki çözüm ısrarını esas olarak bölgesel gelişmelerle ilişkilendirdi biliyorsunuz. Tam açmadı bunu ama iç cepheyi güçlendirmekten bahsetti, dış tehditlere karşı kardeşliğin yeniden tesisi olarak söyledi. Ve Suriye olayı patlak verince kimileri, Suriye’de Türkiye yanlısı bir yönetimin şekillenmesine paralel olarak Suriye’deki PKK tehdidinin de otomatik olarak devre dışı kalacağını ve dolayısıyla Bahçeli’nin bu çıkışının çok artık geçerli olmadığını savundu. Ama bir baktık tam tersine, işte tam da Suriye’deki değişim, bu aslında Ortadoğu’nun yeniden dizaynı ile ilgili bir şey. İşte Bahçeli çok daha güçlü bir şekilde haklı çıktığı iddiasıyla ortaya çıktı ve buralara kadar geldik. CHP Suriye konusunda da gafil avlanmıştı. Biliyorsunuz, Esad kaçmadan bir gün önce Özgür Özel, ‘‘Esad’la görüşülmeli’’ demişti ama hiç de böyle bir şey olmadığı, görüşmek isteseniz bile görüşmenizin mümkün olmadığı bir âna geldi. Hâlâ CHP’nin Suriye konusunda ne dediği çok net değil. Buna karşılık Ekrem İmamoğlu, Belediyeler Birliği adına inisiyatif alıp Suriye’ye bir heyet gönderme kararı aldı ve anladığım kadarıyla Ekrem İmamoğlu’na yakın birtakım isimler önümüzdeki günlerde Suriye’de bayağı ciddi temaslarda bulunacaklar. CHP’nin henüz bu konuda, Suriye’ye yönelik bir şeyini görmedim. Neden gidecekler, ne yapacaklar gidince, belki o sorunun cevabını bilmiyorlardır ama şu anda görüyoruz ki Suriye’ye en son Almanya ve Fransa Dışişleri Bakanları gitti. Artık herkesin bir şekilde tanıdığını gördük. Suriye’nin Dışişleri Bakanı Suudi Arabistan’a gitti. Acayip bir mekik diplomasisi var. CHP tabii ki iktidarın bir parçası değil ama yine de Suriye’de bir şekilde olmak durumunda, şu haliyle bakıyor. Buradaki süreçte de Özgür Özel ilk andan itibaren daha çok şehit ve gazi ailelerini öne çıkartan yaklaşımlar sergiledi. Bu sürece kapalı olmadıklarını vurguladı ama hep onların gözlerine bakacağını söyledi, böyle bir pozisyon aldı ve ısrarla da şeffaflıktan bahsetti. Yani şöyle bir opsiyonu var CHP’nin: ‘‘Şeffaf olursanız, bizi her türlü konuda bilgilendirirseniz, biz bu işe aklımız yatarsa dahil oluruz’’ diyor. Bu çok da haksız bir şey değil. Fakat burada çok ciddi bir sorun var. Bu tür süreçlerde, özellikle bir ülkeyi yönetenlerle o ülke yönetimine savaş açmış taraflar arasındaki görüşmelerde belli anlamlarda gizlilik çok önem arz ediyor. Dünyanın birçok örneğinde bu var. Mesela İngiltere’de IRA ile yapılan görüşmeler de uzun bir süre sürdü ve kamuoyu bu konuda birçok şeyi son anda öğrendi. Şimdi burada ana muhalefet partisine ve diğer partilere bu atılan ve atılacak adımlar ne kadar aktarılacak açıkçası şüpheliyim. Bazı şeyler söylenecektir ama bazı şeyler söylenmeyecektir. Daha sonra yapıldığını gördüğünde “Bizim bundan haberimiz yoktu” diye itiraz da edebilirler. Şeffaflık talebi anlaşılır bir şey ama burada bir mutabakata varılması gerekiyor. İktidarla olmasa bile DEM Parti adına bu işi yürütenlerle şeffaflık konusunda bir anlaşma yapabilmeleri gerekiyor. Onun ötesinde, burada şu ana kadar şunu görüyorum: CHP, “Siz bir şey yapıyorsunuz, biz de bilelim, biz de size katkıda bulunalım” şeklinde bir yaklaşımı daha çok benimsiyor. Katkı nedir? Yarın öbür gün Meclis’te birtakım kararlar alınacaksa, bu süreçle ilgili kararlar alınacaksa onlara katkı vermek, yani oy vermek, desteklemek vesaire; kamuoyu oluşturmada katkı vermek olabilir. Ama bu bence ana muhalefet partisinin çapının altında bir şey. Yani şu anlamda; yani bu sürüklenmek demek. Birileri bir şey yapıyor, siz de onların aklınıza yatanlarına ‘‘evet’’ diyorsunuz, aklınıza yatmayanlarına ‘‘hayır’’ diyorsunuz. Tamam, bunu anlıyorum ama bir yerde CHP gibi bir partinin burada o süreci yönlendirecek birtakım çıkışlar yapması, birtakım öneriler geliştirmesi gerekiyor. Yani olayı mümkünse yönlendirmesi gerekiyor. Şimdi biraz abes gelebilir ama yani bir de söz konusu olan kişiler Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli iken, devleti yönetenler… Ama olsun, CHP, olayın bir tarafında da DEM Parti olduğu için ve DEM Parti ile özellikle 31 Mart yerel seçimlerinden sonra kayyum süreçlerinde çok ciddi bir dayanışma içerisinde oldukları için bunu pekâlâ yapabilir. Örneğin dün Ekrem İmamoğlu ne dedi haklı bir şekilde; ‘‘Hani Ahmet Türk teröristti’’ dedi, ‘‘Onu şimdi muteber insan olarak kabul ediyorsunuz, ki öyle’’ dedi. Ve biliyoruz ki Ekrem İmamoğlu, görevden alındıktan sonra Ahmet Türk’ü bizzat Mardin’de gidip ziyaret etti, yanında durdu, ona destek oldu, kayyum atanmasına karşı çıktı ve bu yüzden de iktidar çevreleri tarafından teröristlerin ekmeğine yağ sürmekle vesaire ile suçlandı. Şimdi bunu biliyoruz. Heyette Ahmet Türk var. Ahmet Türk ile ilk andan itibaren dayanışma içinde olan bir CHP var. O zaman CHP pekâlâ bu süreçte, iktidar üzerinden olmasa bile DEM Parti üzerinden ve onlar üzerinden de sürecin en önemli aktörü olduğu artık kesinleşmiş olan Abdullah Öcalan üzerinden birtakım politikaların benimsenmesinin aktörü olabilir. Nedir bunlar bilmiyorum, ama CHP’nin içerisinde Kürt sorunu üzerine çalışmış çok insan var, bu konuda çaba sarf etmiş çok insan var. CHP’nin değişik tarihlerde bu konuda yaptığı çok çalışma var ve CHP’nin seferber edebileceği çok kişi var, çok kesim var. Bunu pekâlâ CHP yapabilir. Ama burada işte CHP’nin bir süredir karşımıza çıkan garip bir pasiflik hali var. Büyük politikalara çok fazla dahil olmamak, hikaye anlatmamak, insanlara bir vizyon, bütünlüklü bir vizyon sunmanın uzağında olmak var. Şimdi siz Suriye konusunda, Kürt sorunu konusunda, ekonomi konusunda insanlara vizyonunuzu anlatamazsanız insanlar size niye oy versin? Şöyle bir söz söylemiştim geçenlerde arkadaşlarla konuşurken, belki bir başka yayında da söylemişimdir ama tekrar burada söyleyeyim o zaman; aslında insanlar CHP’ye oy vermek istiyor, bayağı sayıda insan oy vermek istiyor ama CHP’nin bu oyları alabilmesi gerekiyor. O oyları alabilmesinin tek gerekçesi insanların iktidardan şikayetçi olmaları olamaz. ‘‘İnsanlar o kadar şikayetçi ki, bize oy verirler,’’ hayır, öyle olmuyor. Mesela çok şikayetçi oluyor, sandığa gitmiyor vesaire. Sizin o oyu kazanabilmeniz lazım ve o oyu kazanabilmeniz için de Türkiye’nin önemli sorunları hakkında önemli çözümler üretebilmeniz lazım. Bir dönem yapılan bir araştırmada, Güneydoğu’da Kürtlerde ikinci parti olarak CHP çıkıyordu. Yani esas partisi o tarihte HDP’ydi, şimdi diyelim ki DEM Parti oldu, ‘‘O olmazsa, kime oy verirsiniz?’’ dendiğinde CHP diyen ya da esas partisi AK Parti olup ikinci tercihi CHP olan insanlar çok daha fazlaydı. Ama ikinci parti olabilmekten daha yukarıya çıkabilmeniz için sizin o insanların doğrudan beklentilerine somut cevaplar vermeniz lazım. Bu somut cevaplar, iktidarı eleştirmekten ibaret olamaz. Mesela şu anda bir süreç var, bu süreci herkes eleştiriyor, bir yerinden eleştiriyor. Tamam, bu eleştiriler eyvallah. Vatandaş, sıradan vatandaş, ‘‘Öyle olmaması lazım, böyle olmaması lazım, şu yanlış, bu yanlış’’ diyebilir. CHP de der ama CHP üstüne “Öyle olmaz, şöyle olur” diyebilmesi lazım ve bunu sadece bir şeffaflık üzerinden tanımlamaması lazım. Tabii ki şeffaflık da ısrar etsin ama şeffaflığın ötesinde şunu diyebilmesi gerekiyor bence: “Ben bu konunun çözümü için şunu, şunu, şunu düşünüyorum, şu yapılması lazım, bu yapılmaması lazım, şunlardan uzak durmak lazım” şeklinde. Ve özellikle iktidarda olmayan şu ana kadar, demokrasi perspektifini savunabilmesi lazım. Bunu sadece PKK’nın silahsızlandırılması olayı değil, Türkiye’nin Kürt sorununu barışçıl ve demokratik bir şekilde çözme süreci olması için bastırması lazım. Ve geçmiş çözüm sürecinde CHP’nin en büyük itirazı buydu, biliyorsunuz, “Adresi Meclis olmalı” diyordu, Meclis değildi, CHP de bu gerekçeyle uzak duruyordu. Şimdi ama ilk temaslar Meclis Başkanı’yla başladığına göre, Meclis bayağı önemli bir yer olacak. İşte orada CHP çok etkili bir şekilde dahil olabilir ve bu anlamda belediyelerinin de bu sürece, özellikle sürecin belli bir aşamasında kamuoyu desteğine ihtiyacı çok olacak. O zaman belediyelerin ve özellikle belediye başkanlarının devreye girmesi gerekir. Ama burada açıkçası tüm belediye başkanlarının böylesi bir sürece destek vereceğine, canı gönülden destek vereceğine çok inanmıyorum. Evet, CHP hala öyle mi bilmiyorum, son kamuoyu yoklamalarında kılpayı AK Parti’yi geçiyor ya da kıl payı geride kalıyor gözüküyor; ama son seçimde birinci parti olan CHP’nin, birinci parti olmanın hakkını vererek bu olaya damgasını vurması lazım. Bu olayı, Türkiye’nin Kürt sorununu, Türkiye’nin PKK sorununu, Türkiye’nin Suriye sorununu sadece bu iki tarafa, yani Cumhur İttifakı’yla DEM Parti’ye ya da Bahçeli’yle Öcalan’a bırakmaması lazım. Kendilerinin de parti olarak aktif bir şekilde olaya dahil olmaları ve aktör olmaları, seyirci değil aktör olmaları lazım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.