MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de DEM Partililere uzattığı el ve ardından PKK lideri Abdullah Öcalan ile ilgili çıkışından sonra Kürt meselesinin çözümü için başlatılan girişimler sürüyor.
DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve yerine üçüncü kez kayyum atanan Ahmet Türk’ten oluşan İmralı heyeti, görüşmelerine devam ediyor.
Bu görüşmelerin ardından kimileri “çözüm süreci” diyor, kimileri “açılım” diyor. Ruşen Çakır, bu yayında yeni çözüm sürecinden neden umutlu olduğunu anlatıyor.
Süreçte son gelişmeler neler?
DEM Parti heyeti, İmralı gündemiyle siyasî partilerden randevu aldı. İmralı Adası’nda 28 Aralık’ta PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşen Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile Ahmet Türk, 2 Ocak’ta önce TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile bir araya geldi.
DEM Parti’nin ikinci adresi MHP TBMM Grubu oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli ilk olarak Ahmet Türk ile selamlaşıp heyeti sıcak karşıladı. 40 dakikalık görüşmenin ardından basının karşısına Bahçeli ile birlikte geçen DEM Parti heyeti açıklama yapmadı.
Heyet, 6 Ocak Pazartesi günü TBMM’de AKP Grup Başkanı Abdullah Güler ile görüştü. DEM Parti heyeti daha sonra Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan ve Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nu ziyaret etti.
DEM Parti heyeti, 7 Ocak Salı günü ise CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i TBMM’de, DEVA Partisi Genel Merkezi’nde Ali Babacan ve Yeniden Refah Partisi Genel Merkezi’nde Fatih Erbakan’ı ziyaret etti.
Heyet, haftasonu önce Edirne Cezaevi’nde Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı’yı daha sonra Kandıra Cezaevi’nde Figen Yüksekdağ’ı ziyaret etti.
DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, parti genel merkezinde aralarında Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Emek Partisi’nin (EMEP) de bulunduğu ittifak partileriyle bir araya gelecek ve İmralı görüşmelerine ilişkin bilgilendirme yapacak.
Tüm görüşmeler bittiğinde İmralı heyeti ikinci kez PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşecek ancak görüşmenin ne zaman gerçekleşeceği Adalet Bakanlığı’nın iznine göre belirlenecek.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Pazar günü Medyascope’a YouTube ve Patreon üzerinden destek veren izleyicilerimizle, okurlarımızla bir sohbet yaptık Zoom üzerinden. Birçok şey konuştuk, Medyascope’un durumunu, neler yaptığımızı, neler yapmayı düşündüğümüzü ve orada bir destekçimiz bana şunu sordu doğrudan: “Siz çok kişiyi çıkarttınız bu yeni süreçle ilgili. Birçok kişiyle röportajlar yaptınız, yayınlar yaptınız ama kendi görüşünüzü söylemediniz. Ne düşünüyorsunuz?” dedi. Orada verdiğim cevabı bu yayında tekrarlamak istiyorum bir anlamda. Başlığa da çıkarttığım gibi, ben bu süreçten umutluyum. Ama tabii ki gerçekçi olarak baktığımızda birçok sorun var. Ama şunu özellikle vurgulamak istiyorum. Sorunlar çok, birçok açıdan sorun var, mesela aktörler konusunda. Erdoğan daha tutuk. Benim tabirimle, kerhen destekliyor gibi. ‘‘Bahçeli acaba sonuna kadar gider mi? Öcalan’ı Kandil dinler mi?’’ gibi sorular var. Ya da ‘‘Devlet, ne veriyor? Örgüte ya da Kürtlere ne veriyor?’’ soruları var. ‘‘Bunun neresinde demokrasi var?’’ sorusu var. ‘‘Suriye’de Kürtlere statü verilecek mi, nasıl olacak?’’ sorusu var. Birçok soru var. Bunların hepsi gerçek, çok zorluk var. Bildiklerimiz var, bilmediklerimiz var. Ama bir süreç var, artık adını koyalım, süreç var. Devleti yönetenler hiçbir şey vermeden her şeyi alacakmış gibi davranıyorlar, bunu da biliyoruz. Ama bu tür süreçlerin hemen hemen hepsinde, dünyanın dört bir tarafında bu tür sorunlar, bu tür görüntüler çıkar. Bu sefer bunun olma ihtimalinin… Ki geçmiştekinin de olma ihtimalini çok önemsemiştim, çok iyimserdim, birçokları gibi ben de hayal kırıklığına uğradım ve o hayal kırıklığı yıllarca sürdü. ‘‘O zaman da yanıldın, bu sefer de yanılıyorsun’’ diyebilirsiniz. Yanılıyor olabilirim ama yanılmak istemiyorum ve bu sefer bu olayın çözülmesini istiyorum. Olay ne? Tabii ki olay Kürt sorunu ama öncesinde çatışma. Artık Türkiye’de çatışma devrinin, Kürt meselesi ekseninde silahlı mücadele — kendi tabirleriyle — devrinin kapandığını herkesin kabul etmesi lazım. Bu yıllar önce kapandı ama bir pazarlık gücü olarak silahlar elde tutuluyor ve gerekli gördükleri zaman da kullanıyorlar. Devlet de aynı şekilde sürekli olarak, her gün, dün de, önceki gün de her gün, sadece Türkiye’de değil, Irak’ta, Suriye’de operasyonlar düzenliyor. Silahlı mücadele devri ne zaman kapandı? Bence çok önceden beri kapalıydı. Başlangıcı… Artık ona bir şey diyebilecek halimiz yok. O günleri de hatırlıyorum, Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başladı PKK’nın saldırıları. O zamandan beri Türkiye sürekli bir gerginlik içerisinde. Notlarıma bakıyorum, ben 11 Ekim 2008 tarihinde Vatan gazetesinde çalışıyordum o sırada, ‘‘PKK kayıtsız şartsız silahları bırakmalı’’ diye bir yazı yazmıştım. Çok tepki aldı. İlginç bir şekilde, PKK karşıtları bir şey söylemediler ama PKK’ya daha yakın duranlar çok sert laflar ettiler. ‘‘Biz kurbanlık koyun değiliz’’ dediler. ‘‘Ne karşılığında?’’ dediler vesaire. O yazılardan beri, o yazıyı yazdığımdan beri hep aynı şeyi söylüyorum: ‘‘Kürtler bu ülkede politik olarak çok gelişmiş bir topluluk ve örgütlenmeleri, yasal örgütlenmeleri de çok güçlü başlarına hep sorun gelse de ve kamuoyunda Kürt sorunu konusunda belli bir idrak oluşmuş durumda, bilinç oluşmuş durumda. Artık silah, bu olayın önünü, Kürt sorununun çözümünün önünü ciddi bir şekilde kesiyor’’ diye özetlenebilecek bir yaklaşımı savunmuştum. Benim aldığım tepkilere rağmen, o sıralarda Ankara’da Barış Meclisi’nin yaptığı bir toplantıya davet edildim, tam da bu konular üzerine. Ben de onlara dedim ki, “Ya beni niye çağırıyorsunuz? Bana çok kişi laf eder” dedim. Nitekim toplantıda — bir paneldi, ben de panelistlerden birisiydim — aynı tezlerimi tekrarladım. Yazılı soru alınmıştı, soruların ezici bir çoğunluğu bana kızgın, öfkeli idi. Fakat ilginçtir, toplantının çıkışında aynı toplantıyı izleyenlerin içerisinde çok sayıda kişi de gelip beni tebrik etmişti. Çok ilginç bir durumdu. Aslında silah meselesi, birçok kişinin kafasında çoktan bitmiş ama bir şekilde silahı elde tutanlar ve onu kontrol edenler frene basmadığı için varlığını sürdürüyor. Bu çözümden neden umutluyum? Öncelikle silah bırakmanın gerçekleşme ihtimalinin yüksek olmasından dolayı umutluyum. Abdullah Öcalan zaten bunu geçen çözüm sürecinde de söylemişti, artık silahın devrinin kapandığını söylemişti ama silahı o kademeli bir şekilde bırakmayı düşünüyordu. Çünkü bir şeyler almak istiyordu. Önce Türkiye’deki güçlerin çekilmesi, sonra değişik aşamalar derken bir yerde biliyorsunuz 28 Şubat Dolmabahçe Deklarasyonu’ndan kısa bir süre sonra masa dağıldı. Şimdi Öcalan’a tekrar baktığımızda aynı pozisyonu aldığını görüyoruz ve bu sefer Kandil’in buna yanaşma ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu söylemek mümkün. Her şeyden önce şunu söylemek lazım: Bu Ekim ayında Bahçeli’nin DEM Partililere uzattığı elle başlamış bir sürece benzemiyor. Belli ki devletin birtakım yetkili isimleri, kimse onlar, Öcalan’la uzun bir süredir bir pazarlık yürütüyorlar, bir tartışma, pazarlık adına ne derseniz deyin. Ve bundan Kürt hareketinin diğer aktörleri de bir şekilde haberdar, öyle anlaşılıyor. En azından Kandil’in ve örgütün Avrupa’daki ayağının bir şekilde haberdar olduğu anlaşılıyor ve belli bir kıvama geldikten sonra Bahçeli tarafından start verildiği görülüyor. Umarım bu sefer silah bırakma gerçekleşir ve hani bu hayata veda etmeden bu güzel ülkede kardeş kavgasının bittiğine, en azından Kürt-Türk kavgasının bittiğine tanık olurum. Öncelikle, bundan umutluyum çünkü gerçekten Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Devletin ayrı, örgütün ayrı, Öcalan’ın ayrı, DEM Parti’nin ayrı, bir başkasının ayrı beklentileri olabilir. Çözüm süreçleri zaten bu beklentilerin bir şekilde birleştirilmesiyle olabilecek bir şey. Sorunların olduğu doğru; ama sorunları sürekli parlatarak öne çıkartmak ve bu olayın gerçekleşmesinin mümkün olmadığında ısrar etmek bana hiç doğru bir davranış olarak gelmiyor. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Şunu diyebilirsiniz: “Pollyannacılık yapıyorsun.” Dün Altan Tan’la bir yayın yaptım, izleyenler görmüştür. Altan Tan’a da Pollyannacılık yaptığını söylediklerinde o da şunu söylemiş: “Ülkede bu kadar Frankenstein varken, ben de Pollyanna olayım.” Evet, çatışmanın sürmesini isteyen çok kişi var. Birbirinden farklı kişilerin, birbirlerine düşman gibi gözüken insanların bu olayın bir şekilde devam etmesini istedikleri diyeceğim, şimdi kızacaklar, “Yok, olur mu? Tabii ki biz de çözülsün istiyoruz ama böyle çözülmez” diyeceklerdir. O zaman onlara şunu sormak lazım: Peki nasıl çözülür? Nedir, yapılması gereken nedir? Mesela muhalefet partilerinin içerisinde itirazlar var, yapılması gereken nedir? Tamam, şeffaflık, tamam, Meclis’in merkez alınması, bunlara çok kişi itiraz etmiyor zaten ama onun ötesinde nasıl bir yöntem, nelerin yanlış, nelerin yerine yapılması gerektiğini söylemeleri gerekir. Ama ne oluyor? Her türlü olumsuzluğun üzerinden bir şey çıkartılmaya çalışılıyor. Nasıl söyleyeyim? Senaryolar ya da öngörüler çıkartılmaya çalışılıyor. İşte, Suriye’de Golani ya da Ahmed eş-Şara ile Mazlum Abdi’yi nasıl yan yana getireceksiniz? Aslında birbirleriyle görüşüyorlar, doğrudan mı görüşüyorlar, aracılarla mı görüşüyorlar, bilmiyorum ama bir temas olduğu, Şam’la Fırat’ın doğusundaki Kürt yapılanması arasında bir temas olduğu doğru. Hatta bir şekilde o yapılanmayla Ankara arasında temas olduğunu da biliyoruz. Ve muhtemelen Öcalan’ın birtakım sözlerinin doğrudan kendilerine iletileceğini de biliyoruz, belki çoktan da iletilmiştir bir şekilde. Bir şeyler gidiyor, yapılıyor. Bizim yapmamız gereken, bence, ‘‘Kime nasıl yararı olur?’’ hesabı üzerinden giderek, akıllar yürüterek bunun önüne engel olmak değil. Mesela buradan Erdoğan kârlı çıkar, mesela buradan Bahçeli kârlı çıkar, yok şu kârlı çıkar, bu kârlı çıkar… Bunların hepsi ihtimal dahilinde ama önemli olan şu: Türkiye’nin bundan kârlı çıkacağını düşünmemiz lazım. Ben PKK’nın silah bırakmasının Türkiye’nin hayrına olduğunu, çok gecikmiş olduğunu, ne yapıp ne edip bu karara bir şekilde varmaları gerektiğini ve bu noktada çalışan herkese yardımcı olmamız gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki hatalar var, eksikler var. Şöyle bir şey denebilir: Havuç yok ortada. Evet, Kürtlere ne verileceği henüz belli değil ama hala kayyumlar atanıyor vesaire. Bütün bunların hepsi doğru ama 40 yılı aşkın süredir süren bir savaştan bahsediyoruz, çatışmadan bahsediyoruz. Bunun 40 günde çözülmesini beklemek gerçekçi değil. Sabırla bunu, bu barışı inşa etmemiz lazım. Ve bunun için çalışan kim olursa olsun, sevdiğimiz sevmediğimiz kim olursa olsun, onlara yardımcı olmamız gerektiğini düşünüyorum. Umutluyum ve bir gazeteci olarak baktığımda, bunun sonuç alabileceğini düşünüyorum, samimi olarak. Ama bir vatandaş olarak bunu çok temenni ediyorum ve bir vatandaş olarak üstüme düşeni elimden geldiğince yapmaya söz verdiğimi bir kere de sizlere iletmek istiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.