Kenan Çamurcu yazdı: Muhafızlığını dinî istibdadın yaptığı marazlı din kültürü

Mahsuplaşılmadığı takdirde Müslümanlık, saygın ve muteber profille tarihsel yürüyüşüne devam edemeyecek. Bu din kültüründe kavrayışın ekseninde olaylar ve davranışlar değil kişiler var. Din, iyi ve kötü davranışlara göre hüküm beyan etmesine rağmen. Peygamber’i kişilere kefil gören ve kefaletle meşrulaştırılmış kişileri kriter yapıp onların davranışını taklit eden bu din kültürü marazlıdır.

Kefalet sisteminde önce kişiler tenzih ve taltif edilip referans yapılıyor, ardından eldeki her türlü bilgi bu sisteme uygun hale getiriliyor. Mesela İstanbul’u fethedecek komutanı öven uydurma rivayete dayanıp “fâtih” ünvanlı Sultan’ın beşikteki kardeşine varana kadar masumları katletmesinde dert edecek şey bulamayan, hatta nizam uğruna bunu gerekli görebilen çarpık dindarlık türü hayli marjinal ve uç bir örnek.

Osmanlı devletinde iktidar için kardeş katletme bir belgeyle resmi kural haline getirilmiş. Fatih Kanunnamesi (Kanunname-i Âli Osman) bu belge. İktidara gelen şehzadenin, tahtta hak iddia edebilecekleri ve bu yüzden birliğin bozulabileceği varsayımıyla kardeşlerini katledebileceği fikri ulemanın fetvasıyla kanunlaştırılmış. (Halaçoğlu, s. 6). Sultan Mehmet’in kendinden sürekli “cenab-ı şerifim” diye taltifle bahsettiği Kanunname’nin ilgili maddesi şöyle: “Her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, kardeşlerini nizâm-ı âlem içün katl etmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmiştir. Ânınla amil olalar.” (Kanunname’nin tam metni için: Özcan, s. 29-51).

Bu korkunç cinayetin savunulması politik mütedeyyinliğin şiarlarındandır.

Burada, İstanbul’un fethedileceğini kutlu bir kehanet olarak Peygamber’e dayandıran öyküye de küçük bir parantez açalım.

İstanbul’un fethi kehanetinin çürük temeli

Rivayete göre Abdullah b. Bişr el-Has’amî (el-Ğanevî), babasından, Peygamber’in şöyle dediğini aktarıyor: “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onun komutanı ne güzel komutandır ve o ordu ne güzel ordudur.” Bunun ardından (Abdullah) diyor ki: “Mesleme b. Abdulmelik beni çağırdı ve bana (bu hadisi) sordu. Hadisi naklettim. Bunun üzerine aynı sene Konstaniyye üzerine sefere çıktı.” (Ahmed b. Hanbel, hadis 18957).

Rivayeti nakleden sahabe Bişr el-Ğanevî, rical kaynaklarında adı geçen Bişr b. Rebia b. Amr el-Has’amî ile aynı kişi. İbn Hacer’in verdiği bilgiye göre Kadisiye savaşını gördükten sonra Şam’da vefat etti. (İbn Hacer, 1995: 1/439, madde 682 ve 1/467, madde 769).

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dergisinde yayınlanan makalede hadisin kritiği yapılırken rivayetin haber-i ahad (vâhid, tek kişi rivayeti) vasfına değiniliyor ve buna rağmen bilgi değeri taşıdığı belirtiliyor. (Kulat, s. 5-7). Fakat rivayetteki sorun haberin bir tek kişi tarafından rivayet edilmesi değil. Çok daha büyük bir sorun var ve hadisi değerlendiren rical âlimlerinin, yani biyografi müelliflerinin (ve makale yazarının da) dikkatinden kaçmış görünüyor. Ya da görmezden geldiler. Büyük sorun, rivayetin ikinci râvisi Bişr el-Has’amî’nin oğlu Abdullah’ın kim olduğudur.

Diyanet’in makalesinde Abdullah’ın ikinci nesilden (tâbiin) olduğu ve Hicrî 125’te (742) vefat ettiği söyleniyor. Fakat kaynak gösterilen Zehebî’nin Mizanu’l-İ’tidal‘i ve İbn Hacer’in Tehzibu’t-Tehzib‘inde vefat tarihi yok. Abdullah b. Bişr el-Has’amî (el-Ğanevî / el-Kûfî / el-Kâtib) hakkındaki bilgiler çelişkili. İbn Hacer’e göre Kûfeli. Künyesi de Ebu Umeyr. ( İbn Hacer, 2000: s. 494, madde 3249). İbn Hacer, Tirmizî ve Nesaî’nin Abdullah’ın adı, babasının adı ve nesebi hakkında hiçbir ihtilaf bulunmadığı görüşüne katılmıyor. Çünkü adı Abdullah olarak da Ubeydullah olarak da geçiyor. Soy kökeni el-Has’amî de olabilir, el-Ğanevî de. Keza babasının adının Bişr mi, yoksa Beşir mi olduğu da ihtilaflı. (İbn Hacer, 1996: 1/721).

Abdullah’ın, Ali b. Ebi Talib’ten hadis rivayet eden Cebele b. Hümame’den rivayet ettiği belirtiliyor. (İbn Hibban, 2/150, madde 2256). Fakat burada da bir sorun var. Cebele, Hicrî 40’ta (661) şehit olan Ali’yle aynı dönemde yaşadıysa Hicrî 125’te (742) vefat eden Abdullah kaç yaşındayken onu gördü? Keza Süfyan b. Uyeyne’nin Abdullah’tan rivayet ettiği söyleniyor. (Ebu’l-Haccac el-Mizzî, 14/339, madde 3183). Ama Hicrî 107’de (725) doğan Süfyan, Hicrî 120’de (737) 18 yaşındayken ailece Mekke’ye taşındığına göre (Hatiboğlu, DİA, 38/28-29) Hicrî 125’te vefat eden Abdullah’tan çocuk yaşlarda hadis dinlemiş olması gerekir. Ayrıca Abdullah’tan hadis rivayet eden (Umeyr b. Abdullah b. Bişr, Bişr b. Umeyr b. Abdullah b. Bişr, Süfyan es-Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Şu’be b. Haccac) ve Abdullah’ın rivayet ettiği (Cebele b. Humame, Urve el-Bârıkî, Ebu Zürare b. Amr b. Cerir) bunca isme rağmen kaynaklarda bu râvilerin yer aldığı hadisleri neden göremiyoruz?

Tablo fazlasıyla muammadır ve rical kaynaklarındaki biyografik bilgiler işi daha da karmaşıklaştırıyor.

Buna mukabil alternatif tarihsel bilgiye göre Abdullah b. Bişr el-Has’amî, İmam Hüseyin’in ashabındandı ve Hicrî 61’de (680) Kerbela’da şehit oldu. (Tüsterî, 6/267, madde 4220). Bu durumda Abdullah’la ilişkilendirilen, onun rivayet ettiği ve ondan rivayet eden râvilerin rivayetlerinin neden gösterilemediği sorusu cevaplanmış ve râvilerle yaşanan tarih uyumsuzlukları da açıklanmış oluyor.

Ayrıca Ahmed’in Müsned‘inde yeralan Konstantiniyye rivayetinin sonunda Medine valisi Mesleme b. Abdulmelik’in Abdullah’a hadisle ilgili sorduktan sonra Konstantiniyye’ye doğru sefere çıktığı bilgisi de doğru olamaz. Çünkü Abdullah Hicrî 61’de (680) şehit olduysa Hicrî 63’de (683) doğan Mesleme onu görmemiş demektir.

Kısacası, İstanbul’un fethinin müjdelendiği iddiası üzerine kurulan büyük edebiyatın gerçeğe dayalı bir temeli yoktur. Hayali bir öykünün bebek katlini meşrulaştıran hukuki sonuçlara vardırılabilmesindeki cinnetin ilginç örneğidir sadece.

Peygamber’in kefil olduğu sahabeler teorisi

Benzer tenzih ve kefalet örneklerine sahabe asrında da rastlanılıyor. Cennetle müjdelendiği için İslamî davranma yükümlülüğünden muafiyet kazandığına inanılan sahabeler var. Bu tasavvur dünyasında o sahabelerin yanlış ve kötü davranışlarının dine dönüşmesi sürpriz sayılmamalı. Oysa Peygamber’den onay alan şeyin yalnızca iyi (salih) davranış olması gerekir. Bu davranışa devam edildiği sürece onay geçerlidir ve yanlışa sapıldığında teyit hükmünü yitirir.

Peygamber’in ashabı kendi dönemine ilişkin pek çok durumu nakletti. Siyer, hadis, rical ve tarih kitapları da bütün bu rivayetleri kitaplarına kaydetti ve hatasıyla sevabıyla, sahihiyle uydurmasıyla bu zengin malzeme bize kadar ulaştı. Öyle ki, İkinci Halife Ömer b. Hattab, halifeliği sırasında Cuma hutbesinde Âl İmran suresini okurken “İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün sizden geri dönenler” ayetine (Âl İmran 155) gelince, “Uhud savaşı meydanından keçi gibi dağın tepesine kaçtığı”nı mescidin minberinde kendisi cemaate hatırlattığı ve kaynaklar herhangi bir sorun görmeden bunu aktardığı için bu bilgiden haberdarız. Rivayet şöyle: Ömer b. Hattab, Cuma günü hutbe veriyordu. Âl İmran suresinden okurken “İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün” ayetine geldiğinde dedi ki: “Uhud günü dağın tepesine kadar kaçmıştım. Keçi gibi görünüyordum. İnsanlar ‘Muhammed öldürüldü’ diyordu. Dedim ki: ‘Muhammed öldürüldü diyen kimseyi görmeyeceğim. Aksi takdirde onu öldürürüm.’ Dağda toplandığımızda ‘İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün sizden geri dönenler’ (Âl İmran 155) ayeti nazil oldu.” (Taberî, 2001: 6/172; Suyutî (4/81).

İkinci Halife Ömer b. Hattab’ın, kendisi gibi Peygamber’i ölüme terkederek dağa kaçanları “Muhammed öldürüldü” dedikleri için öldürmekle tehdit etmesini tuhaf bulmak gerek. Bilgileri sansürleyip hayalî tarih ve gerçekliği dolaşımda tutmaya çalışanlar, Ömer’in karizmasını korumak için ona ait sözleri bile filtreleme hakkını kendinde görebiliyor.

Hatırlayalım, Peygamber hasta yatağında “Benden sonra sapmamanız için size bir şey [vasiyet] yazdırayım.” dediğinde (Müslim hadis 1637), Peygamber henüz hayattayken, Ömer b. Hattab, “Acısı galebe çaldı (aklı başında değil). Elinizde Kur’an var, Allah’ın kitabı bize yeter” demesine rağmen (Nesaî, hadis 5821), Peygamber’in vefatının ardından “Muhammed öldü diyeni şu kılıcımla öldürürüm. O da İsa gibi göğe çekildi.” (Şehristanî, 2/11) şeklinde haykırabilmişti.

Müesses Müslümanlık, Ömer’in, henüz vahiy alan, hayattaki Peygamber’e “Kur’an yeter” demesini takvasına verip haklı buluyor, vefattan sonraki tuhaf haykırışını ise derin acısına bağlıyor. Kıdemli kıdemsiz başka hiçbir sahabeden sâdır olmamış bu davranışı mukayese etmeden ve prensiplerle ölçüp biçmeden.

İlke ve hakikate sadakatten firar etmiş muhafazakârlık işte bu nehir yatağında varlık buldu.

Uhud savaşında Peygamber’i ölüme terkedip firar eden meşhurlar

Tarihlerin yazdığına göre Birinci Halife Abdullah b. Ebi Kuhafe de müşrikler Peygamber’in etrafını sardığı sırada savaş alanından kaçıyordu. Allah Rasülü firar edenleri geri çağırdığında yaşadığından emin olunca geri döndü. Vakıdî’nin anlatımıyla, “Hezimete uğramış halde dağa doğru kaçıyorlardı. Peygamber onlara seslendi: Ey Müslümanlar, ben Allah’ın elçisiyim. Bana doğru gelin, bana doğru gelin. Hiçbiri ona dönüp bakmadı bile.” (Vakıdî, 1979: 1/323).

Bu sahnenin Kur’an’daki tasviri şöyle: “Hani yukarı doğru kaçıyordunuz ve hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Rasül arkanızdan seslenip sizi geri çağırıyordu.” (Âlu İmran 153).

Ebu Bekir, savaş alanından firar ettiğini gözden kaçırmak için herkesin kaçtığını, ama kendisinin geri döndüğünü vurgulamış: “İnsanlar Uhud günü Allah Rasülü’nü bırakıp kaçtığında Peygamber’e ilk geri dönen bendim.” (Nisaburî, 3/31, hadis, 4374).

Bezzar kendine ait rivayet zinciriyle Aişe’den, babasının (Ebu Bekir) şöyle dediğini aktarıyor: “İnsanlar Allah Rasülü’nü bırakıp kaçtığında ilk geri dönen bendim.” (Meafirî, 1100; İbn Hacer, 1959: 7/361). Bu rivayette, Ebu Bekir’in hicret sırasında mağarada ayağıyla deliği tıkayıp Peygamber’in hayatını kurtardığı öne sürülerek, Uhud’da da kaçmışken geri dönüp kendini Peygamber için feda ettiği belirtiliyor. Savaştan kaçmayıp Peygamber’i koruyan Talha’nın bedenini feda etmesiyle Ebu Bekir’in mağarada yaptığı şeyin aynı olduğu iddia ediliyor. Yani müşriklerin saldırısı altındaki Peygamber’i ölüme terkedip kaçmaktaki vahim davranış çok acayip bir yorumla kahramanlığa dönüştürülüyor. Ayrıca Ebu Bekir’in Peygamber’in etrafındaki sekiz kişiden sadece Talha’nın adını vermesi ve kendindeki kusuru kusursuzla kıyaslarken “O gün Talha’nın günüydü” demesi, tarih yazımında amcasının oğlu Talha’nın diğerlerinden ayırt edilmesini sağlamaya dönük bariz bir strateji.

Üçüncü halife Osman b. Affan’ın ise Ensardan iki kişiyle birlikte üç günlük mesafeye kaçtığı biliniyor. Bu yüzden, Medine’ye döndüğünde Peygamber acı bir tebessümle “Epey açılmışsınız” demişti. (Taberî, 7/329, hadis 8103).

Buharî’nin Sahih‘inde Kitabu’l-Meğazi’de (hadis 4066) rivayet ettiğine göre “İki ordunun karşılaştığı gün sizden arkasını dönüp kaçanlar var ya, yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmıştı.” (Âl İmran 155) ayeti hakkında Abdullah b. Ömer’den şöyle rivayet ediliyor: Birisi Osman b. Affan’ın Uhud günü firar ettiği, Bedir savaşı ve Rıdvan biatına da katılmadığı hakkında sordu. İbn Ömer dedi ki: Sana sorduklarını açıklayayım. Uhud’dan kaçmasını Allah’ın affettiğine şahitlik ederim…” (Hadisin devamı) (Ebu Ali es-Sekunî el-Malikî, 2/53).

Malikî âlimi İbnu’s-Sebbağ, Peygamber’in yalnızlığını Vakıdî’den naklettiği şu kesitle tasvir ediyor: “Uhud günü insanlar kaçtığında Nebi daracık alanda hem ok atıyor hem kılıç sallıyor hem de taş atıyordu. (…) O gün (Peygamber’in çevresinde) ölümüne biat etmiş sekiz kişi vardı. Üç kişi Muhacirlerden ve beş kişi de Ensardan. Muhacirlerden Ali, Talha ve Zübeyir. Ensardan ise Ebu Dücane, Hâris b. el-Sımme, Hubab b. el-Munzir, Âsım b. Sâbit ve Sehl b. Huneyf.” (İbnu’s-Sabbağ, 1/329; Vakıdî, 1856: 238).

Farklı rivayetlerde isimler değişse de değişmeyen tek isim Ali b. Ebi Talib. Hatta bazı rivayetlerde Ali’nin adının geçmemesi, bir tek onun hakkında icma/görüş birliği bulunmasına bağlanıyor. (Âmulî, 7/174). Mesela Taberî, Süddî’den şöyle rivayet ediyor: Allah Rasülü insanları çağırdı: “Bana doğru Allah’ın kulları, bana doğru Allah’ın kulları.” Otuz kişi toplandı, ama sonra önünden geçip gittiler. Talha ve Sehl b. Huneyf’ten başka kimse durmadı. (Taberî, 1995: 2/71).

Ali b. Ebi Talib’i tavsif eden “Kılıç yok Zülfikar’dan başka / Yiğit yok Ali’den başka” şiirinin bu sırada söylendiği rivayet ediliyor. (İbnu’s-Sabbağ, 1/327). Eserin tahkikinde şiir için İbn Hişam’ın Siret‘i (3/52) ve Şeyh Müfid’in el-İrşad‘ı da (s. 47) referans gösteriliyor.

Siyerlerde detaylı olarak yer alan firarilerin listesinde Ali’nin Şiası (taraftarı) sahabelerden hiçbirinin bulunmaması, savaş alanının muhtelif yerlerinde sonuna kadar çarpıştıklarından.

Yeni Medine: Savaştan kaçanların kaçmayanları tahkiri

“Yeni Medine”nin kurucuları, Peygamber’in vefatından sonraki halife seçimi ve biat krizi sırasında onlara muhalefet eden Bedir, Uhud ve Hendek (Ahzab) kahramanlarının itiraz ve eleştirileri karşısında zor anlar yaşadı. Fakat kendi sicilleri ile onlarınki karşılaştırıldığında mahcubiyetle başlarını öne eğecek yerde, iktidarı elde etmek için İslam’ın bu zirve şahsiyetlerini tahkir, tezyif ve tenkilden geri durmadılar.

Bir örnek verelim: Uhud’da Peygamber’e ölümüne biat eden sekiz kişiden Hubab b. el-Munzir el-Ensarî, Beni Saide gölgeliğinde (sakife) alelacele düzenlenen halife seçiminde Ebu Bekir’i seçtirmeye çalışan hizbin kalabalığı nedeniyle güç dengesi Ensar aleyhine bozulunca iktidarın tek elde toplanmaması için “Bir emir sizden, bir emir bizden” formülünü ortaya atan saygın sahabedir. (İbn Sa’d, 3/526). Hubab’ın biat krizi sırasındaki nutku Ebu Bekir ve Ömer’i zor durumda bırakmıştı: “Ey Ensar, şunun (Ebu Bekir) ve yandaşlarının sözünü dinlemeyin. Bu işten nasibinize düşenle ilgilenin. Eğer size sırt çevirirlerse topraklarınızı terketmeleri için onlara mühlet verin. Ben, devenin sürtünüp şifa bulduğu ağaç kökü ve muazzam hurma salkımıyım [yani: Hepinizden üstün muazzam bir sicilim var, söylediğime kulak verin]. Bu işe onlardan çok daha hak sahibisiniz. İsteseniz onu bir çırpıda geri alırız.” Bunun üzerine Ömer, “O zaman Allah seni kahreder” dedi. Hubab da “Allah asıl seni kahredecek” cevabını verdi. (Maverdî el-Basrî, 14/99).

Hubab’ın Ebu Bekir’e itirazına ve Ömer’i paylamasına içerlediği anlaşılan el-İsbehanî, onun iki emir önerisinin ne Arap’ta ne Acem’de ne de başka bir kavimde görüldüğünü, aynı anda iki emir ve halife olamayacağını ısrarlı biçimde anlatıyor. Hubab’ın İslam’daki yerini ve şuurunu gösteren “Uhud’da Peygamber’e ölümüne biat eden sahabe” ünvanını unutup taraftarlıkla gözünü karartarak onun itiraz ve teklifini “gafletle sarfedilmiş söz” olmakla suçluyor. Fazileti hakkındaki haberlere ve siciline rağmen sözünün delil oluşturmayacağını iddia ediyor. Ona göre bu nedenle de Hubab b. el-Munzir’in sözünü bırakıp ona sırt çevirdiler ve Ebu Bekir’e biat ettiler (el-İsbehanî, s. 257).

İslam’ın içindeki en erken gruplaşma

Mesele mezhep mensubiyetiyle ilgili olmadığı halde mezheplerin rekabetinde hemen her konunun Sünnîlik veya Şiîlikle ilgili hale getirildiğinin farkındayız. Konuyu Sünnilik-Şiilik tartışmasıyla tarif ve tahrif edip gerçeklerden kaçanların sadece cehaletinden bahsedilebilir. Sünnî siyerciler, hadisçiler ve âlimlerin aktardığı bilgilerde Sünnilik-Şiilik tartışması gören şaşkınlık umut kırıcıdır. Bilakis sahabe arasındaki gruplaşma daha Peygamber hayattayken başlamıştı. Hicretten önceki ilk “uhuvvet (kardeşlik) misakı” erken fırkalaşmanın fotoğrafını veriyor:

– Peygamber ile Ali.

Peygamber, “uhuvvet misakı”nda kendisiyle kardeş yaptığı Ali’yi Hicrî 9. yılda Tebük seferinde Musa’nın Harun’u (Nevevî, 5/154), Veda Haccı’nda “iki ağırlık”tan (sakaleyn: Kur’an ve Ehl-i Beyt) biri (Müslim, Hadis 36-2408), Veda Haccı dönüşünde Ğadir Hum’da da vasisi (İbn Hacer, 1873: 4/146) ilan etti.

– Hamza b. Abdulmuttalib ile Zeyd b. Hârise.

Peygamber’in amcası Hamza, Mekke’nin kahramanı, efsanevi şahsiyet. Peygamber’in evlatlığı olan Zeyd ise Ali’den sonra İslam’ı kabul eden ikinci erkek. Peygamber’in eşi Hadice’nin tercihiyle Ali gibi ailenin üyesi yapılmış sahabe. (İbn Hişam, 1/163). Zeyd, Ali’den yirmi yaş büyük olmasına rağmen kardeş gibiydiler.

– Ubeyde b. el-Hâris ile Bilal (b. Rebah Habeşî).

Ubeyde, Peygamber’in ve Ali’nin amcası Hâris b. Abdulmuttalib’in oğlu ve aileden. Bilal b. Hemame de (İbn Rebah el-Habeşî) ölene kadar Ehl-i Beyt taraftarı kalmış, ilk ezanı okuyan sahabe. Peygamber’in vefatından sonra tüm ısrarlara rağmen ezan okumayı reddetmesini Peygamber’in vefatına üzüntüsüyle ilişkilendiren romantikleştirmenin gözden kaçırmaya çalıştığı, Ebu Bekir’e biat etmeyen Bilal’in (Kummî, s. 149) tepkisini ezan okumayarak gösterdiği olsa gerek. Çünkü Peygamber’in kızı Fatıma isteyince ezan okudu, ama onun gözyaşlarına dayanamayarak yarıda kesti. (Şeyh Saduk, 1/298).

Sünnî biyografilerin Ammar, Mikdad, Selman, Ebuzer gibi Bilal hakkında da çok az şey nakletmesine karşın Şia kaynaklarında Ali’nin Şiîsi bu meşhur sahabeler hakkında epeyce detay yer alması açıklayıcıdır.

Bilal Habeşî’nin Ehl-i Beyt’e ilgi ve muhabbetinin seviyesi, “Allah’ın Fatıma-Ali evliliğini murad etmesinin Allah Rasülü için müjde olduğu”nu anlatan hadisi rivayet etmesinden anlaşılıyor. Hadiste Peygamber şöyle diyor: “Allah bunun üzerine bir meleğe Tuba ağacının dallarını silkelemesini emretti. Meyveleri narince saçıldı. Sonra onları toplayacak melekler varetti. (…) Biz Ehl-i Beyt’in muhiblerini, ellerine ‘ateşten beraat’ yazısı verilmiş olarak görürler. Kardeşim ve amcamın oğlu ile kızım, ümmetimden erkek ve kadınları ateşten kurtaracak.” (Reyşehrî, s. 426, nakil: Tarihu Bağdad, 4/210; Üsdu’l-Ğabe, 1/415 ve 492; Yenabiu’l-Mevedde, 2/460 ve 478; Harezmî’nin el-Menakıb‘ı, 341 ve 361; Şehrâşub’un el-Menakıb‘ı, 3/346; Mietu Menkıbe, 145; el-Haraic ve’l-Ceraih, 2/536).

– Ebu Bekir b. Ebi Kuhafe ile Ömer b. Hattab.

Birinci ve ikinci halifenin Peygamber’in vefatından hemen sonraki siyasal refleks ve davranışları, Peygamber’in daha Mekke’deyken ikisini eşleştirmesinin anlam ve mesajını doğrulamış oluyor.

– Ubeyde b. el-Cerrah ile Salim (Ebu Huzeyfe’nin azatlısı).

Ubeyde ve Sâlim, Ebu Bekir’e biat almak için Ömer’in liderliğinde Fatıma’nın evini basan gruptan. (İbn Ebi’l-Hadid, 6/51; Ya’kubî, 2/124).

Listenin tamamı için: Ebu Ca’fer el-Haşimî, s. 70-71.

İslam’ın çelik çekirdeği Ali’nin Şiası sahabeler

Kardeşlik akdi, Hicretten sonra Medine’nin kendine özgü şartları esas alınarak farklı kişilerin kardeş ilan edilmesiyle tekrarlandı. (İbn Sa’d, 1/204-205). Değişmeyen tek kardeşlik, Peygamber ile Ali arasında olandı. Ali ve çevresindeki gruba “Ali’nin Şiası” diyen Peygamber’in (Suyutî, 8/589; Taberî, 2001: 24/556), bu grubu sahabeye İslam’ın nüvesi, muhafızı, çelik çekirdeği ve referans olarak tanıttığı bellidir.

Ali’nin Şiası (grubu, taraftarı) sahabelerin ileri gelenleri şunlar:

i) İranlı Selman. Peygamber onu Ehl-i Beyt’in üyesi ilan etti: “Ensar dedi ki: ‘Selman bizdendir.’ Muhacirler dedi ki: ‘Selman bizdendir.’ Bunun üzerine Peygamber şöyle dedi: Selman bizden, Ehl-i Beyt’tendir.” (Beyhakî, s. 47).

ii) Ammar b. Yasir. Peygamber onu hakla bâtılın ayırt edileceği referans isim olarak zikretti: “Ammar hakla birliktedir ve hak da Ammar’la birlikte. Ammar her neredeyse. Burnumun direği sızlıyor, onu azgın bir güruh katledecek.” (Şeyh Tusî, 1/127). Sıffin’de Ammar b. Yasir katledildiğinde Amr b. Âs’ın oğlu Abdullah, babasına, Peygamber’in Ammar’a “Seni azgın bir topluluk öldürecek” dediğini (Suyutî, Câmiu’l-Ehadis, 1994: 9/59, hadis 18345-46-47) hatırlattı. (Heysemî, 7/485).

iii) Ebu Zer. Peygamber, zarar görmemesi için Müslümanlığını gizlemesi ve memleketine dönmesini tavsiye ettiği halde Mekke’de müşriklere tevhidi ilk haykıran kişi ve dördüncü Müslüman. Karşılaşmayı ve sonrasını şöyle anlatıyor: “Peygamber’in yanına gittim. ‘Bana İslam’ı anlatın’ dedim. Anlattı. Müslüman oldum. Bana dedi ki: ‘Ey Ebu Zer, bu konuyu gizli tut ve memleketine dön. Ortaya çıktığımızı haber aldığında sen de açıkla.’ Dedim ki: ‘Seni hakla nebi olarak gönderene yemin olsun, bunu onların tam ortasında haykıracağım.’ Mescid’e (Mescid-i Haram) geldi. Kureyş’in ileri gelenleri oradaydı. Dedi ki: ‘Ey Kureyş, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun elçisi olduğuna şehadet ederim.’ Dediler ki: ‘Tutun şu çocuğu’ Beni yakaladılar ve öldüresiye dövdüler. (…) İslam’ın ilk ortaya çıkışı böyle oldu. Rivayeti kendi lafzıyla Buharî de tahric etti (kitabında aktardı).” (Taberî, 1937: s. 201).

iv) Huzeyfe b. Hasan (Yeman). Medine’deki münafıkların listesini taşıyordu. “Peygamber’in sırrının sahibi” lakabıyla anılırdı. (Makrizî, 9/322).

v) Bilal b. Rebah Habeşî. Peygamber’in müezzini, diplomatı, koruması ve kişisel hayatının parçasıydı. Bedir, Uhud ve Hendek’te Peygamber’in yanındaydı. (Nevevî, 1847: 176).

Ali ve Şiası, İslam’ın erken tarihinin tüm kader belirleyen ânlarında Ali’nin liderliğinde birlikte hareket eden kıdemli ve sicili parlak sahabelerden oluşuyor. Ali’nin sülalesi Haşimoğullarından sahabelere ilaveten farklı etnik kökenden Ali’nin Şiası diğer bazı sahabeler şunlar: Ebu Eyyub el-Ensarî, Mikdad b. Esved Kindî, Huzeyme b. Sâbit, Ebu Heysem Malik b. Teyyihan, Ubeyy b. Ka’b, Sa’d b. Ubade, Kays b. Sa’d b. Ubade, Adıyy b. Hâtem, Ubade b. Samit, Cabir b. Abdullah Ensarî, Muhammed b. Ebu Bekir b. Ebi Kuhafe, Ebu Rafi, Haşim b. Utbe, Osman b. Huneyf, Halid b. Said b. Âs, İbn Hasib Eslemî, Hucr b. Adıyy Kindî, Amr b. Hamık Huzaî, Eban b. Said b. Âs ve başkaları. (Kâşifu’l-Ğıta, s. 143).

Bu grup, İbn Haldun’un ifadesiyle, “Allah Rasülü’nden sonra hilafeti Ali’nin üstlenmesi gerektiğine inanan Şiî sahabeler”di. (İbn Haldun, 3/215).

Daima Ali b. Ebi Talib ve Ehl-i Beyt’e taraftar olmuş Ensar’ın reisi Sa’d b. Ubade’nin oğlu Kays, babası Ömer b. Hattab’ın halifeliği sırasında suikastle katledildikten sonra da Ali’nin oğlu Hasan’ın yanındaydı. Hatta Hasan, iç savaşı önlemek için Muaviye lehine halifelikten çekilirken bile mücadeleden vazgeçmeye hazır değildi. Hasan’ın liderliğindeki grup yapılan anlaşma gereği Muaviye’ye biat etmek üzere Şam’a gitti. Muaviye “Ey Hasan, ayağa kalk ve biat et.” dedi. Hasan ayağa kalktı ve öyle yaptı. Sonra dedi ki: “Ey Hüseyin, ayağa kalk ve biat et.” O da ayağa kalktı ve öyle yaptı. Sonra dedi ki: “Ey Kays, sen de ayağa kalk ve öyle yap.” O da kalktı ve ne talimat vereceğini görmek için Hüseyin’e döndü. Hüseyin şöyle dedi: “Ey Kays, o (İmam Hasan) benin imamımdır.” (Muhammed Takî el-Meclisî, 44/61).

Cabir b. Abdullah anlatıyor: Peygamber’in yanındaydık. Ali geldi. Allah Rasülü onu görünce şöyle dedi: “Canım elinde olana yemin olsun ki, bu [kişi] ve Şiası kıyamet gününde kurtuluşa erecek.” Onun hakkında “İman eden ve salih amel işleyenler insanların en iyisidir.” (Beyyine 7) ayeti nazil oldu. Peygamber’in ashabı bu ayet nedeniyle ne zaman Ali gelse “İnsanların en iyisi geldi (hayru’l-beriyye)” derdi.

İbn Adıyy ve İbn Asakir’in tahricinde İbn Abbas’ın şöyle anlattığı aktarılıyor: “İman eden ve salih amel işleyenler insanların en iyisidir.” (Beyyine 7) ayeti nazil olduğunda Peygamber, Ali’ye şöyle dedi: “Onlar sen ve Şiandır. Kıyamet günü hem siz Allah’tan razı olacaksınız hem de Allah sizden razı olacaktır.” (Suyutî, 8/589; Taberî, 2001:Yusuf el-Gencî el-Şafî, s. 264-265).

Dolayısıyla Ethem Ruhi Fığlalı’nın Şia kelimesine kaynaklarda, “Ali’ye ve Ehl-i Beyt’ine uyanlar ve onlara taraftar olup yardım edenler” anlamında ilk olarak 774 yılında Ebu Mıhnef’in aktardığı, Hasan’ın Kûfelilere hitaben “Sizler bizim taraftarımızsınız” ifadesinde rastlandığına ilişkin tespiti (Fığlalı, s. 33) doğru değildir.

Peygamber’in “Sen ve senin Şiilerin” sözünde bahsi geçen Şiîler o dönemdeki kıdemli sahabeler olmasına rağmen Oniki İmamcı Şia’dan bazı âlimlerin bu ve benzeri rivayetleri tüm zamanlardaki Şiîleri kapsayacak şekilde genişlettiği ve anlam kaymasına neden oldukları doğrudur. Tıpkı “Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle ‘çekişip-tartışmalara girişirlerse’ de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.” (Âl İmran 61) ayetinde geçen “mübahele (lanetleşme) vakası”nda (9/631) Peygamber sadece Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin’i Kur’an’daki “ehl-i beyt” kavramıyla (Zemahşerî, 1/124; Heytemî, s. 128) tanıtmasına rağmen kavramın anlamına Ali’nin evlatlarından oniki kişiyi hanedan usûlünü izleyip “imam” ünvanıyla dahil etmeleri gibi. Sünnîlikteki “fırka-i nâciye” doktrini de bundan farksız. Bu tür anlam tahrifatları, anlamsız mezhep rekabetinin sebep olduğu üzücü ve yersiz sonuçlardır.

Şiîliğin ve Sünnîliğin, sosyolojik kimliğe dahil olmayı âhirette kurtulmanın güvencesi saymasındaki ciddi hatayı Kur’an ayetleri ve hadislerden çok sayıda örnekle göstermek mümkün.

Peygamber’in ashabının yaşadığı toplumsal hayatı sansürlediğinde onların saygınlık ve itibarını koruduğunu zannedenler, ilmin ve hakikatin hasmı oldukları kadar, dini kullanarak kurdukları siyasî, iktisadî, sosyal ve kültürel iktidarı korumaya da dikkat kesilmiş haldeler. İslam’ın ilk çağının tüm yönleriyle ve gerçek haliyle bilinmesinin dine zarar vereceğini öne sürerken aslında bâtıl ya da yanlış bilgiye dayalı müesses nizamın ve üretilmiş din kültürünün elden kayıp gitmesinden kaygılılar.

Siyasî istibdada gelmeden çok önce karşımızda mağlup edilmesi gereken sert bir dinî istibdat var. Bu istibdatla başedemedikçe Müslüman kültürden ihya, tedvin, yeni ve taze başlangıç, düşünce ve inanç özgürlüğü, insan hakları, çoğulculuk, şûra, istişare, siyasî katılım ve demokrasi çıkarmak boş hayaldir.

Kaynaklar

Ahmed b. Hanbel, Müsnedu’l-İmam Ahmed b. Hanbel, Bişr el-Has’amî, Müessesetu’r-Risale, Beyrut 1420/1999.

Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin, (ö. 458/1066), Muhtasar fi Kitabi Delaili’n-Nübüvve, Akademische Buchdruckerei, el-Mektebetu’l-Vataniyyeti’l-İsrailiyye, Upsala 1891.

Buharî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl, Tarihu’l-Kebir, Dâru’l-Fikr, Beyrut 2018/1439.

El-Âmulî, Seyyid Ca’fer Murtaza, es-Sahih min Sireti’n-Nebiyyi’l-A’zam (s), Dâru’l-Hadis, Kum 1428/2007.

El-Gencî el-Şafî, Ebu Abdullah Muhammed b. Yusuf, (ö. 658/1259), Kifayetu’t-Talib fi Menakıbi Ali b. Ebi Talib Aleyhisselam, Dâru İhyai’t-Turasi Ehli’l-Beyt, Tehran 1439/2018.

El-Kummî, Muhammed b. Hasan, (ö. 290/903), el-Ikdu’n-Nazid ve’d-Dürrü’l-Ferid, Dâru’l-Hadis, Kum 1422/2001.

El-Meafirî, Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah b. el-Arabî, (ö. 543/1148), Kitabu’l-Kabes fi Şerhi Muvattai Malik b. Enes, 1100, Kitabu’l-Cami, Dâru’l-Ğarbi’l-İslamî, Beyrut 1992.

el-Meclisî, Allame Muhammed Bâkır b. Muhammed Takî, (ö. 1110/1698), Biharu’l-Envar, Dâru’l-Kütübi’l-İslamiyye, Beyrut 1375/1956.

En-Nesaî, Ebu Abdirrahman Ahmed, (ö. 303/915), el-Sünenu’l-Kübra, V, 366, hadis 5821, Kitabu’l-İlm, Müessesetu’r-Risale, Beyrut 1421/2001.

Es-Sekunî el-Malikî, Ebu Ali Ömer b. Muhammed İbn Halil, (ö. 717/1317), et-Temyiz lima Evdeahu’z-Zemahşerî mine’l-İ’tizal fi Kitabi’l-Aziz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2005.

Fığlalı, Ethem Ruhi, “Şiîliğin Doğuşu ve Gelişmesi”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiîlik Sempozyumu, Tebliğler ve Müzakereler, İstanbul: İSAV, 13-15 Şubat 1993.

Hâkim en-Nisaburî, Ebu Abdillah, (ö. 405/1014), Müstedrek ale’s-Sahihayn, Dâru’l-Harameyn, Kitabu’l-Meğazi ve’s-Seraya, Kahire 1417/1997.

Halaçoğlu, Yusuf, XIV-XV. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

Haşimî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Habib, (ö. 245/860), Kitabu’l-Muhabber, Cem’iyyetu Daireti’l-Mearifi’l-Osmaniyye, Haydarâbâd el-Dekkan 1361/1947.

Hatiboğlu, İbrahim, Süfyan b. Uyeyne, DİA, 38/28-29, İstanbul 2010.

Heysemî, Ebu’l-Hasen Nureddin, (ö. 807/1405), Buğyetu’r-Râid fi Tahkiki Mecmei’z-Zevaid ve Menbai’l-Fevaid, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1414/1994.

Heytemî, Muhammed İbn Hacer, (ö. 974/1567), Savaiku’l-Muhrika fi’r-Reddi alâ Ehli’l-Bid’a ve’z-Zendeka, el-Matbaatu’l-Vehbiyye, Kahire 1291/1875.

İbn Ebi’l-Hadid, Ebû Hâmid İzzüddîn, (ö. 656/1258), Şerhu Nehci’l-Belağa, Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut 1385/1965.

İbn Hacer Askalanî, (ö. 852/1449), Fethu’l-Bari, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1379/1959.

İbn Hacer Askalanî, (ö. 852/1449), Ta’cilu’l-Menfaa bi-Zevaidi Ricali’l-Eimmeti’l-Erbaa, Dâru’l-Beşairi’l-İslamiyye, Beyrut 1416/1996.

İbn Hacer Askalanî, El-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1415/1995.

İbn Hacer Askalanî, Takribu’t-Tezhib, Dâru’l-Âsıme, Riyad 1421/2000.

İbn Haldun, Ebu Zeyd Abdurrahman, (ö. 808/1406), Divanu’l-Mubtede ve’l-Haber fi Tarihi’l-İber ve’l-Berber ve Men Âsârahum min Zevi’s-Sultani’l-Ekber, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1421/2000.

İbn Hibban, Ebû Hâtim Muhammed, (ö. 354/965), es-Sikât, Dâiretu’l-Mearifi’l-Osmaniyye, Kahire 1393/1973.

İbn Hişam, Ebû Muhammed Cemâlüddîn, (ö. 218/833), es-Siretu’n-Nebeviyye, Mektebetu Muhammed Ali Sabih ve Evladuhu, Kahire 1383/1963.

İbn Sa’d, Ebû Abdillâh Muhammed, (ö. 230/845), Tabakatu’l-Kebir, Mektebetu’l-Hanecî, Kahire 1421/2001.

İbnu’s-Sabbağ el-Malikî, Ali b. Muhammed, (ö. 855/1451), el-Fusûlu’l-Mühimme fi Ma’rifeti’l-Eimme, Dâru’l-Hadis, Kum 1422/2001, 1/329; Vakıdî, Kitabu’l-Meğazî, J. Thomas Babtist Mission Press, Calcutta 1856.

İsbehanî, Ebu Nuaym, (ö. 430/1038), Kitabu’l-İmame ve’r-Red ale’l-Rafıza, Mektebetu Ulûmi’l-Hikem, Medinetu’l-Münevvere 1322/2001.

Kâşifu’l-Ğıta, Muhammed el-Hüseyin, (ö. 1373/1954), Aslu’ş-Şia ve Usûluhâ, Müessesetu’l-İmam Ali, Necef 1997.

Kulat, Mehmet Ali, “İstanbul’un Fethini Müjdeleyen Hadisin Değerlendirilmesi”, s. 5-7, Diyanet İlmî Dergi, Sayı 2, Nisan-Mayıs-Haziran 2001.

Makrizî, Ebu Muhammed Takiyuddin, (ö. 845/1442), İmtau’l-Esma bi-ma li’r-Rasul mine’l-Enba ve’l-Emval ve’l-Hafede ve’l-Meta, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut 1420/1999.

Maverdî el-Basrî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib, (ö. 450/1058), el-Havi’l-Kebir, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1414/1994.

Mizzî, Ebu’l-Haccac Cemaluddin Yusuf, (ö. 742/1341), Tehzibu’l-Kemal fi Esmai’r-Rical, Müessesetu’r-Rical, Beyrut 1408/1988.

Müslim, Ebu’l-Hüseyin, (ö. 261/875), Sahihu’l-Müslim, Dâru Tiba, Kahire 1427/2006.

Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ, (ö. 676/1277), Kitabu Tehzibi’l-Esma, Society for the Publication of Oriental Texts, London 1847.

Nevevî, Şerhu’n-Nevevî alâ Sahihi’l-Müslim, Matbaatu’l-Kastaliyye, Kahire 1867.

Özcan, Abdulkadir, “Fâtih’in Teşkilat Kanunnamesi ve Nizam-i Âlem için Kardeş Katli Meselesi”, Tarih Dergisi, Sayı 33, Ankara 2011, s. 7-56.

Reyşehrî, Muhammed, Ehlu’l-Beyt fi Kitab ve’s-Sünne.

Suyutî, Ebu’l-Fazl Celaleddin, (911/1505), Dürrü’l-Mensur fi Tefsir bi’l-Me’sur, Merkezu Hicr li’l-Buhûs ve’d-Dirâsâti’l-Arabiyye ve’l-İslamiyye, Kahire 1424/2003.

Suyutî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn, (ö. 911/1505), Câmiu’l-Ehadis, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1414/1994.

Şehristanî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, (ö. 548/1153), Milel ve’n-Nihal, Society for the Publication of Oriental Texts, London 1846.

Şeyh Saduk, Ebu Ca’fer Muhammed İbn Babeveyh, (ö. 381/991), Men La Yahduruhu’l-Fakih, Cemaatu’l-Müderrisin fi Havzati’l-İlmiyye, Kum 1405/1985.

Şeyh Tusî, Ebû Ca‘fer Muhammed, (ö. 460/1067), İhtiyaru Ma’rifeti’r-Rical, Müessesetu Âli’l-Beyt, Kum 1404, 1/127

Taberî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir, (ö. 310/923), Tefsiru’t-Taberî Câmiu’l-Beyan an Te’vili Âyi’l-Kur’an, Merkezu’l-Buhûs ve’d-Dirâsâti’l-Arabiyye ve’l-İslamiyye bi-Dâri’l-Hicr, Kahire 1422/2001.

Taberî, Muhibbuddin Ahmed b. Abdullah, (ö. 694/1294, Zehâiru’l-Ukba, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire 1356/1937.

Taberî, Tarihu’r-Rüsul ve’l-Müluk, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1415/1995.

Tüsterî, Muhammed Taki, Kâmusu’r-Rical, Müessesetu’n-Neşri’l-İslamî, Kum 1410/1989.

Vakıdî, Ebû Abdillâh, (ö. 207/823), el-Meğazî, Dâru’l-A’lemî, Beyrut 1399/1979.

Vakıdî, Kitabu’l-Meğazî, J. Thomas Babtist Mission Press, Calcutta 1856.

Ya’kubî,Ebü’l-Abbâs Ahmed, (ö. 292/905), Tarihu’l-Ya’kubî, Dâru Sâdır, Beyrut 1317/1900.

Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer, (ö. 538/1144), el-Keşşaf an Hakaiki’t-Tenzil ve Uyunu’l-Ekavil fi Vucuhi’t-Te’vil, el-Matbaatu’l-Mısriyye, Kahire 1280/1864.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.