Bir mozaik olarak Türkiye (49): Rodos ve İstanköy Türkleri

Bir mozaik olarak Türkiye’nin 49. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Mustafa Kaymakçı ile Türkiye’de Rodos ve İstanköy Türklerini konuştu. Videoda Kaymakçı, Rodos ve İstanköy Türklerinin tarihini, nüfuslarını ve kültürlerini anlattı. Rodos ve İstanköy Türkleri kimlerdir?

Rodos ve İstanköy Türkleri, Osmanlı döneminden bu yana Yunanistan’ın 12 Ada bölgesinde yaşayan Türk azınlıklardır. Bu topluluk, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun adaları 1522’de fethetmesinden itibaren bölgeye yerleşti ve burada yüzyıllardır varlığını sürdürdü. Ancak günümüzde nüfusları ciddi şekilde azaldı.

Ruşen Çakır, konuğu Mustafa Kaymakçı ile Rodos ve İstanköy Türkleri’nin tarihini, demografik ve kültürel yapısını, yaşadıkları sorunları konuştu.

Kaymakçı, adalardaki ilk Türk varlığının 1091 yılında Çaka Bey dönemine dayandığını, ancak adaların Türkleşme ve Müslümanlaşma sürecinin 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferiyle başladığını belirtti.

Rodos ve İstanköy Türkleri | Mustafa Kaymakçı anlattı

Bu tarih itibarıyla adalar, Osmanlı egemenliği altında, Anadolu’nun farklı bölgelerinden, özellikle de Karaman Beyliği’nden getirilen Türklerin yerleştirilmesiyle Türk kenti niteliği kazandı.

1912 yılında ise 2. Balkan Savaşı’ının etkisiyle adalar İtalyan egemenliğine geçti. 1943-1945 arasında kısa bir süre için İngilizlerin kontrolüne giren adalar, 1947 Paris Anlaşması ile Yunanistan’ın idaresine harp tazminatı olarak devredildi.

Bugün, Rodos ve İstanköy Türkleri Yunanistan sınırları içerisinde yaşamlarını sürdürüyor. Kaymakçı, bu topluluğun tarihsel olarak Osmanlı’dan günümüz Yunanistan’ına uzanan bir süreçte pek çok zorlukla karşı karşıya kaldığını dile getirdi.

Anadolu’ya göç

Rodos ve İstanköy Türklerinin Anadolu’ya göçü, çoklu tarihsel ve siyasi faktörlerin etkisiyle gerçekleşmiş bir süreç olarak öne çıkıyor. Kaymakçı’ya göre bu göçün ilk dalgası, adaların İtalyan işgaline girmesiyle başlamış olsa da, esas hız kazanması Yunanistan’ın adalar üzerindeki egemenliğinin artmasıyla yaşandı. 1947 Paris Anlaşması sonrasında bu adaların Yunanistan’a devredilmesiyle, Türklerin Anadolu’ya geri dönüşü belirgin bir hal aldı.

Kaymakçı, 1974 yılında yaşanan olayların önemli bir kırılma noktası olduğunu vurguladı. Mustafa Kaymakçı, bu dönemde adalarda yaşayan Türklere yönelik baskıların arttığını söyledi. Kaymakçı, bu durumu “kültürel soykırım” olarak nitelendirdi ve bunun Türklerin Anadolu’ya dönüşünü hızlandırdığını ekledi.

Sayıların ardındaki gerçeklik

Mustafa Kaymakçı, adalarda yaşayan ve Anadolu’ya göç eden Türklerin sayısıyla ilgili rakamlar da paylaştı. Bugün itibarıyla Rodos ve İstanköy adalarında 9 binin üzerinde Türk yaşadığını söyleyen Kaymakçı, ancak, Anadolu’ya göç edenlerin sayısının, resmi olmayan tahminlere göre yarım milyona yaklaştığı ifade etti.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 49. bölümüne kadar geldik, 50’ye çok az kaldı ama daha da devam edecek. Ve 49. bölümde Rodos ve İstanköy Türklerini konuşacağız. Bunları bize Mustafa Kaymakçı anlatacak. Mustafa Bey, merhaba.

Mustafa Kaymakçı: Merhaba efendim.

Ruşen Çakır: Siz aslen ziraat mühendisiniz, değil mi, öğretim üyesisiniz?

Mustafa Kaymakçı: Evet, akademisyen ziraat mühendisiyim.

Ruşen Çakır: Ama kendinizi bu Rodos ve İstanköy Türkleri meselesine adamış bir isimsiniz. Bunun nedeni de sizin oralı olmanız esas olarak.

Mustafa Kaymakçı: Evet, teşekkür ederim efendim. Ben Rodos doğumlu bir Türküm. O bakımdan Rodos ve İstanköy Türklüğünün uluslararası Türk kimliğiyle kabul edilmesi konusunda çalışan bir derneğin şu anda başkanlığını yapıyorum.

Ruşen Çakır: Efendim, Rodos Türkleri diyoruz ama İstanköy de var. Aslında diğer adalardaki, şu anda Yunanistan’ın egemenliğindeki adalardaki Türkler de söz konusu. Hızlıca bir tarihinden bahsedebilir misiniz? 

Mustafa Kaymakçı: Teşekkür ederim, güzel bir soru. Şimdi, tarihsel süreç içerisinde Rodos ve 12 Adalar’ın ilk defa Türkler tarafından alınması 1091 yılında Çaka Bey döneminde başlıyor. Biliyorsunuz, ilk Türk amirali olarak biliniyor Çaka Bey. Ama asıl Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması, 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Kıbrıs, Rodos’u ve bilahare diğer adaları almasıyla başlıyor. 1522’den 1912’ye kadar bu adalar Osmanlı egemenliğinde kalıyor ve egemen ulus olarak da Anadolu’dan, Anadolu’nun değişik beyliklerinden getirilen ama ağırlıklı olarak Karaman Beyliği’nden getirilen Türklerle iskan ediliyor ve bir Türk kenti haline dönüşüyor, 1912 yılında. Ancak II. Balkan Savaşı’ndan sonra bu adalar geçici olarak İtalyanların egemenliğine veriliyor. İtalyanların egemenliğine verildikten sonra, 1943 yılına kadar bir İtalyan dönemi başlıyor. Biliyorsunuz, II. Dünya Savaşı sırasında Almanlarla müttefikler. Ama 1943 yılında Almanlarla ittifak bozulunca, 2 yıl süreyle, yani 1943 ile 1945 yılları arasında bu adalar Alman işgaline giriyor. Ancak 1945 yılında Almanlar yenilince, bu adalar İngilizler tarafından alınıyor ve 1945’ten 1947 yılına kadar Rodos ve diğer 12 Adalar, Britanya askeri yönetimi tarafından yönetiliyor. 1947 yılında, biliyorsunuz, bir anlaşma var: Paris Antlaşması. Paris Antlaşması ile birlikte Rodos, İstanköy ve diğer 12 Adalar, Yunanistan devletine harp tazminatı olarak veriliyor. İşte 1947’den günümüze kadar Rodos, İstanköy ve diğer 12 Adalar Yunanistan yönetimi tarafından yönetiliyor. Kısaca, tarihsel süreci bu şekilde özetleyebiliriz efendim.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sorabilir miyim? Buralarda yaşayan Türklerin şu anda Türkiye’ye gelmeleri, Anadolu’ya gelmeleri hangi tarihlerde ve ne gibi gerekçelerle oldu?

Mustafa Kaymakçı: Evet, güzel bir soru bu da. Şimdi, biliyorsunuz bu süreci anlattım. Rodos ve İstanköy Türklerinin… Bu arada da Meis Adası’nda da Türk vardı. İtalyan işgaliyle başlıyor. Ancak, özellikle 1945’ten sonra bu adaların Yunanistan’a verilmesiyle bu süreç hızlanıyor. Ama son kırılma noktalarından birisi 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra oluyor. Bunun tabii değişik nedenleri var. Bu nedenleri biraz sonra irdeleyebiliriz. Ama sonuç olarak, Rodos ve 12 Adalar’dan yoğunluklu olarak Anadolu’ya, yani ilk geldikleri yerlere… Çünkü biraz önce söyledim, Rodos, İstanköy ve diğer 12 Adalar’daki Türklerin varlığı nereden gelmektedir? Anadolu’dan, başta Karaman Beyliği olmak üzere değişik beyliklerden iskân edilmişlerdir. Dolayısıyla Türklerin, Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklerin tekrar Anadolu’ya gelmesi, oranın kadim halklarından birisi olmakla birlikte bir kültürel asimilasyon, ama ben artık kültürel asimilasyon sözcüğünü kullanmıyorum, bir kültürel soykırım başladıktan sonra tekrar Anadolu’ya gelme konusu çok hızlanmış durumda.

Ruşen Çakır: Peki, şu anda tahmini olarak Türkiye’ye gelmiş olan Adalar’ın Türkleriyle halen orada yaşayanların sayıları hakkında bir rakam söylemeniz mümkün mü?

Mustafa Kaymakçı: Efendim, şu anda resmi olmayan kayıtlara göre söylüyorum; Rodos ve İstanköy’de, ağırlıklı olarak Rodos’ta ve de şu anda İstanköy’de, yani halk arasında herkesin şu anda Kos dediği, ‘‘Bodrum’dan Kos’a gittik’’ dediği İstanköy Adası’nda toplam 9 bini aşkın Türk kimliğine sahip insanlarımız yaşıyor. Adana’da yaşayan Türklerin sayılarını yine resmi olmayan kayıtlara göre söyleyebilirim. Ama değişik dönemlerden Türkiye’ye gelmiş, Türkiye’de iş edinmiş, eğitim yapmış ve buradaki diğer Türk soylarıyla evlenmiş insanların sayısı, yine resmi olmayan kayıtlara göre söylüyorum, benim yaptığım tahminlere göre bu sayı yaklaşık yarım milyona yakın olarak söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Peki, bunların hepsi Müslüman mı? Çünkü siz Karamanlılar diyorsunuz, Karamanlıların içerisinde Hristiyan olanlar olduğunu da biliyorsunuz.

Mustafa Kaymakçı: Evet, bunların hepsi Müslümandı. Neden Müslümandı? Bunun en önemli ölçülerinden birisi, bu adlandırma birimi var biliyorsunuz. Bu adlandırma birimi olarak bunların, Rodos’ta yaşayan Türklerin ve Müslümanların hepsinin Müslüman olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bir başka önemli gösterge, yakın dönemlere kadar, Rodos ve İstanköy’de Türklerin, Müslümanların kesinlikle Ortodoks kökenli Yunan yurttaşlarıyla evlenmelerine, Rodos ve İstanköy Türkleri arasında gerçekten tepki gösterilirdi, hoş görülmezdi. Bu nedenden dolayı Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türklerin ben tümünün Müslüman Türk olduğunu söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Peki burada, siz demin bahsettiniz, ‘‘Kültürel anlamda çok ciddi sorunlar yaşıyorlar’’ dediniz. Ben biraz göz attım sizin çalışmalarınıza da, bir iniş çıkışlı grafik var, sanki son yıllarda biraz daha rahat gibi. Bunu biraz özetleyebilir misiniz? Rodos ve adalardaki Türkler…

Mustafa Kaymakçı: Şöyle, şimdi Rodos ve İstanköy’de tabii Türklerin çok önemli kültürel sorunları var. Bu kültürel sorunları biraz sonra daha açabiliriz ama son dönemlerde, örneğin, ilk başlangıçta 1947 yılında bu adaların Yunanistan’a verilmesinden sonra, Rodos’taki Türklerin bağımsız olarak, örneğin iş yeri açma konularında önemli kısıtları vardı. Bu kısıtlar günümüzde biraz daha açılmış durumda. Ama en önemli kısıt, şu anda Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan bizim çocuklarımızın ana dillerini öğrenme haklarından mahrum bırakılması. Ne zaman mahrum bırakıldı? İzin verirseniz, ona hemen başlayalım. Biraz önce söyledik, 1947 yılında bu adalar Yunanistan’a verildikten sonra, 1947’den 1972 yılına kadar çift dillilik esaslı okullar vardı. Yani Yunan resmi devleti politikası içerisinde, bizim çocuklarımız Osmanlı döneminden Türklere kalan okullarda çift dillilik esaslı ana dillerini öğreniyorlardı. Ama 1972 yılında bu okullar kapatıldı. Bu okullar kapatıldıktan sonra burada öğretim yapan bizim Türk öğretmenlerimiz emekli edildi. Bunu nereden biliyorum? Ben, 1952’nin başında Türkiye’ye göç etmiş olan bir ailenin çocuğuyum. Bütün eğitimimi burada tamamladım, akademik kariyer yaptım. Son öğretmenlerden birisi benim amcamın oğlu Kemal Kaymakçı’ydı. Tekrar ediyorum, son öğretmenlerden birisi, benim rahmetli amcamın oğlu Kemal Kaymakçı’ydı. Yani, şu anda iki tane ilk başat sorunumuz var. Şu anda benim Rodos’ta yaşayan akrabalarım var, soydaşlarım var, İstanköy’de de var; bunların ana dillerini öğrenme hakları artık ellerinden alınmış durumda. Buna paralel olarak, Rodos ve İstanköy’deki Türkler, şu anda Meis Adası’nda hiç kalmadı. Türk kimliğiyle kesinlikle, yani etnik kimlikleri olan Türk kimliğiyle örgütlenmeleri yasak. Yani şu anda ilk başat; ana dillerini öğrenme haklarından mahrum edilmiş durumdalar ve de Türk etnik kimliğiyle örgütlenmeleri yasak. Ama daha sonra, Rodos ve İstanköy’de Osmanlı Türklerinden kalan çok ciddi mimari eserler vardı. Bunu şu ölçekle bilebiliriz. Ben çok küçükken, işte biraz önce söylediğim gibi, İzmir’e geldim. Yani şunu söyleyebilirim, İzmir’de Osmanlı Türklerinden kalan mimari eserlerin ne kadar olduğunu çok iyi biliyorum. Rodos ve İstanköy ile karşılaştırdığımız zaman, Rodos’taki, özellikle Rodos’taki Osmanlı Türklerinden kalan mimari eserler çok daha yüksek düzeydeydi. Bir örnek vereyim. Bunlardan en önemlilerinden birisi — biraz önce eğitim konusundan bahsetmiştim — Süleymaniye Medresesi diye bir medrese vardı. Bu medrese, Tanzimat’la birlikte Rodos’ta daha laik bir eğitime geçtiği zaman çok önde gelen bir lise düzeyindeydi. Öyle bir lise düzeyindeydi ki, örneğin, en azından Ege bölgesindeki, Antalya bölgesindeki liselerimizin çok üstünde bir eğitim veriyordu. Bunu nereden çıkartıyorum? Buna birkaç örnek verelim. Biliyorsunuz, Anadolu Ajansı‘nın kurucusu kimdi? Yunus Nadi. Yunus Nadi nerelidir? Fethiyeli’dir. Yani Muğla’da yüksek düzeyde bir lise eğitimi yokken, Muğla ve çevresindeki insanlarımızın büyük kesimi, Süleymaniye Medresesi’nde lise eğitimi görmüşlerdir. Bir başka örnek verelim. Erken Cumhuriyet döneminin önemli Milli Eğitim Bakanlarından Reşit Galip Baydur. Biliyorsunuz, Reşit Galip’in önemli işlevlerinden birisi de, 1930 yılında üniversite reformunu gerçekleştiren kişidir. Bir başka örnek, Şükrü Kaya, İstanköy kökenli bir Türktür. Yine erken Cumhuriyet döneminin en uzun süre görev yapan İçişleri Bakanlarımızdan birisidir. Yani buna benzer çok örnekler verilebilir. Yani Rodos ve İstanköy’de çok ciddi eğitim veren okullarımız vardı. Örneğin, 1947 yılına kadar bile 10’u aşkın Türk okulu vardı.

Ruşen Çakır: O zaman Türkiye’ye gelelim. Türkiye’ye gelmiş olan Rodos ve İstanköylü Türkler, kendi aralarında… Siz bir derneğin başındasınız. Ama anladığım kadarıyla çok da yaygın bir örgütlenme söz konusu değil, ben mi yanılıyorum?

Mustafa Kaymakçı: Yani şöyle denebilir: Şimdi bizim Rodos ve İstanköylüler Türkiye’ye geldikleri zaman hep kıyı bölgelerine yerleşmişlerdir. Örneğin, İzmir ağırlıklıdır, Karşıyaka, daha sonra Antalya’da, ondan sonra Bodrum’da, ondan sonra Fethiye’de, Marmaris’te ve İstanbul’da da, yani kıyı bölgelerine yerleşmişlerdir. Dolayısıyla ağırlıklı olarak Rodos ve İstanköy kökenli Türklerimizin yaşadıkları yerler hep kıyı bölgesindedir. Bunun istisnası vardır. Örneğin, Nazilli Basma Fabrikası’nda da gerek İstanköy kökenli gerekse Rodos kökenli çok Türk çalışmıştır ama ağırlıklı olarak kıyılarda yaşamaktadırlar efendim.

Ruşen Çakır: Peki, örgütlenmelerini sordum, yani kendi aralarında dernek, federasyon… Bir de tabii şöyle bir soru var: Bu Rodos ve İstanköylü olma, kimliğini sahiplenme anlamında nasıl bir durum söz konusu? Ben açıkçası yani, Giritlileri biliyorum, mübadiller diye bir kavramı biliyorum; ama Rodos Türkü kavramını çok duymuş değilim.

Mustafa Kaymakçı: Teşekkür ederim. Bunun çözümlemesini ben şöyle yaptım. Şimdi 1912’de İtalyan işgaline geçiyor bu adalar, 1943 yılına kadar İtalya, sonra Almanya ve sonradan biliyorsunuz Britanya dönemi ve Yunanistan dönemi. Şimdi Rodos ve İstanköy Türkleri çok mülayim adamlardır, çok yumuşak adamlardır. Bir devlet korkusunu Rodos ve İstanköy’de bu değişik dönemlerde yaşamışlardır. Bu örgütlenme, onlar açısından devlete karşı yapılan bir örgütlenme anlamında yorumlanır. Türkiye’ye gelen Rodos ve İstanköy Türklerinin de ben dahil geç örgütlenmemizin temel nedeni, bu örgütlenme unsuruyla devlet kavramı arasında bir çatışmanın olduğu, bu nedenden dolayı herhangi bir örgütlenme yapılırsa, bu devlete karşı yapılan bir örgütlenme psikolojisi ortaya çıkmıştı Rodos ve İstanköy Türklerinde. Dolayısıyla geç örgütlenmenin temel nedenlerinden birisini ben bu psikolojik algıya bağlıyorum. İzin verirseniz bir anımı anlatmak istiyorum. Ben 68 kuşağıyım. Bildiğiniz gibi 68 kuşağı özellikle 6. Filo mitinglerine karşı çıkan hareketler içerisinde bulunmuşlardır. Ben de o kuşağın bir temsilcisi olarak 6. Filo mitinglerine katılırdım. Eve geldiğim zaman rahmetli babam bana kızardı. ‘‘Baba, niye kızıyorsun?’’ dediğimde, ‘‘Ya, sen mitinglere katılıyorsun?’’ derdi.  ‘‘Baba, biz bu mitingleri izin alarak yapıyoruz. Dolayısıyla mitinglere katılmak, yürüyüş hakkı bir yurttaşlık hakkıdır.’’ ‘‘Sen devlete karşı çıkıyorsun’’ derdi. ‘‘Baba, bu farklı bir şey. Anayasa bize bu hakları veriyor’’ diye cevap verirdim. Dolayısıyla söylediğimi tekrarlamak istiyorum: Geç örgütlenmenin temel nedenlerinden birisi, Türkiye’ye gelmiş olan Rodos ve İstanköy Türkleri arasında devlet korkusudur, diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, kimlik meselesine tekrar dönecek olursam, örgütlenmede belli bir zayıflık olsa da insanlar, özellikle yeni kuşaklar biliyorlar mı, merak edip gidiyorlar mı, orada akrabalarını buluyorlar mı, yoksa o biraz geçmişte kalmış bir olay mı?

Mustafa Kaymakçı: Evet efendim. Biraz önce bir rakam söyledim size, Rodos ve İstanköy’de 9 bini geçen Türk var. Örneğin, benim akrabalarım var hala yaşıyor; yani rahmetli amcamın torunları, rahmetli büyük teyzemin torunları. Yani Türkiye’ye gelen Rodos ve İstanköy Türkleriyle, yani Türkiye’de artık mesken etmiş, iş edinmiş, adalardaki Türklerle bağlantıları var. Yoğun olarak bu bağlantılar devam ediyor. Hatta şunu söyleyebiliriz: Varlıklı Rodos ve İstanköy Türkleri, yani adalarda yaşayanların hepsinin de Türkiye’de belli ölçülerde gayrimenkulleri, taşınmaz malları vardır. Yani bu irtibatımız devam ediyor bizim.

Ruşen Çakır: Peki şunu sormak istiyorum: Rodoslu Türkler şu anda en çok neden şikayet ediyor? Rodos’ta yaşananları, yani o ilk kalktıkları yerlerdeki meseleyi bir kenara koyalım, onları söylediniz, onlar önemli hususlar. Ama artık burada yıllardır süren bir hayatları var insanların. Bir şikayetleri var mı? Bir beklentileri var mı devletten, toplumun farklı kesimlerinden, yoksa herkes halinden memnun mu?

Mustafa Kaymakçı: Bakın, şu anda tekrarlıyorum, bunu çok önemli buluyorum; Rodos ve İstanköy’deki Türkler, Türk kültürel kimliğinin kabul edilmesini istiyorlar, çift dillilik esaslı okulların açılmasını istiyorlar. Ama şunu söyleyebilirim; Rodos ve İstanköy’deki Türkler, Türk kültürel kimliğiyle gerçekten haklarını arama konusunda oldukça pasifler. Oldukça pasifler diyorum, bu sözcük de az. Bir korku kol geziyor. Bakın, ben objektif bir insanım, bir bilim kişisiyim, bunu bilerek söylüyorum. Bir korku kol geziyor. Bir örnek vereyim size bu konuda. Önce kendimden bir örnek vereyim. Ben, özellikle 2000’li yıllardan sonra Rodos ve İstanköy Türklerinin Türk kültürel kimliğinin kabul edilmesi konusunda Birleşmiş Milletler’de, AGİT’te, Avrupa Konseyi’nde ve benzeri örgütlerde, yani özellikle Avrupa toplumunda çalışmalar yapıyorum. Bu çalışmalarımın sonucunda, son olarak 1996 yılında Rodos’a ve İstanköy’e bir ansiklopediyi hazırlamak amacıyla gittiğim zaman ben İstanköy’de tutuklandım, sonra sınır dışı edildim. Yani ben şunu istiyordum: Ben çok objektif bir adamım, bütün kültürel kimliklerin kabul edilmesini, farklı yerlerde de kabul edilmesini hep savunan bir insanım; ama bir Rodos Türkü olarak Rodos ve İstanköy’deki Türklerin Türk kültürel kimliğiyle kabul edilmesini istiyorum. Bu benim gerçekten hakkım. Bu birinci örnek. Ama size daha ilginç bir örnek söyleyeyim izin verirseniz. Rodos ve İstanköy’e gitmediniz herhalde.

Ruşen Çakır: Yok, Rodos’u gördüm. Rodos’u gördüm de İstanköy’ü görmedim.

Mustafa Kaymakçı: Kaleiçi vardır, biliyorsunuz, ünlü Kaleiçi. Orada Kaleiçi’nde Türk esnaf da vardır. Ben bunu birkaç kez yaşadım, hem İstanköy’de yaşadım hem de Rodos’ta yaşadım. Örneğin siz eşinizle ya da çoluk çocuğunuzla Türkçe konuşuyorsunuz. Sizin Türkçe konuştuğunuzu gören bazı esnaf sizi Türkçe olarak çağırır. Benim gibi Türkçe konuşur. Sonra sorarsınız, ben birkaç kere sordum: “Sen Türk müsün?” Şimdi, beni herkesin tanıması mümkün değil tabii. “Ben Türk değilim” dedi. “Sen kimsin?” dediğinizde, “Ben Rodos Müslümanıyım” ya da “Yunan Müslümanıyım” diyor. Yani ben özellikle Rodos ve İstanköy’e Türkiye’den gelen Türk soylu ya da diğer Türk yurttaşlarının da Rodos’a gittikleri zaman bunu gözlemlemelerini rica ediyorum. Yani şunu söylemek istiyorum. Şimdi, Rodos ve İstanköy’deki Türklerde Türk kültürel kimliğinin kabul edilmesi, çift dillilik esasında tekrar 1972 yılında kapatılan okulların kapatılması konusunda kesinlikle talepte bulunamazlar. Örneğin esnaf talepte bulunduğu zaman, onun başına değişik uygulamalar gelebilir. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim, çok objektif olarak söylüyorum bunu.

Ruşen Çakır: Peki, Türkiye’deki Rodos Türklerine baktığımız zaman, kültürel olarak bir farkları, diğer Türk topluluklardan bir farkları var mı? Yani, anladığım kadarıyla denizcilikle daha fazla ilgililer, sahil kesimlerinde yaşıyorlar. Onun dışında, Rodos Türkleri deyince, mesela sizler bir araya geldiğinizde, kendi içinizde kültürel olarak neler dikkat çekiyor? Mutfak ya da folklor falan…

Mustafa Kaymakçı: Yani şöyle, ağırlıklı olarak zaten Rodos ve İstanköy’deki Türklerin kültürel iletişimi, yani kıyılardaki, örneğin Fethiye’de, Marmaris’teki insanlarla bağlaşıktır. Örneğin, benim babaannem Fethiye’nin Üzümlü köyündendir. Yani sürekli olarak, özellikle son döneme kadar, Rodos ve İstanköy Türklerinin kültür alışverişi, zaten oradan geldikleri için, Muğla ve çevresindeki insanlara benzer. Ama tabii belli bir süre Yunanlılarla birlikte yaşadıkları için, elbette karşılıklı kültürel iletişim oldu. Örneğin, bazı sözcükler… Yunancaya geçen Türkçe sözcükler var. Yunancadan Türkçeye geçen sözcükler var. Bunlar var. Ya da işte diyelim ki, balık kültürüyle ilgili birtakım yaklaşımlar falan. Tabii adalardaki yemek kültürü de karşılıklı Yunan kültürüyle etkileşim içerisinde kalmışlardır. Örneğin buna benzer birtakım kültürel bağlantı vardır adalarla birlikte. Örneğin Türk tatları içerisinde ‘‘kalburabastı’’ çok yaygındır Rodos ve İstanköy’de. Biz bir araya geldiğimiz zaman, örneğin tatlı olarak ‘‘kalburabastı’’ en fazla yaygın olarak yenilen tatlılardan birisidir.

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla, Rodos’taki sayıları iyice azalan Türklerin durumu ve geleceği büyük ölçüde buradaki soydaşlarına ya da akrabalarına bağlı.

Mustafa Kaymakçı: Evet.

Ruşen Çakır: Ama yine anladığım kadarıyla bu konuda siz mesela bir istisnai örnek gibi duruyorsunuz sanki. Çok büyük bir kamuoyu oluştuğunu görmedim. Ben yıllardır gazetecilik yapıyorum, çok karşıma çıkmış bir olay değil. Bu konuda burada on binlerce, hatta siz yüz binlerce dediniz, Rodos ve İstanköy kökenli insan varsa, çok daha yüksek sesle bunu gündeme getiriyor olmaları lazım. Biraz hayretle bahsediyorum bundan.

Mustafa Kaymakçı: Teşekkür ederim. Teşekkür ederim, çok güzel bir soru. Biz şimdi iki temel konuda çalışma yapıyoruz, birincisi Türk kamuoyunda. Çünkü Türk kamuoyu açıkça, bunu bir tespit olarak söylüyorum, Rodos ve İstanköy’de Türklerin yaşadıklarının farkında değil. Ama burada en büyük hata ya da kusur denebilir ise, Rodos ve İstanköy’den Türkiye’ye göç eden, yerleşmiş insanlar açısından, yani bizler açısından, biz gerekli çalışmaları çok geç olarak yaptık. Bunun ayırdına yeterince varamadık. Ancak bu açığı kapamak için gerek Türkiye’deki akademik çevreyle gerekse diğer sivil toplum örgütleriyle çalışmalar yapıyoruz. Önce Türk kamuoyunda duyurmaya çalışıyoruz; Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türkler var, bunların önemli kültürel sorunları var. Sempozyumlar yapıyoruz — size de göndermiştim — özellikle İstanbul’da, Ankara’da ve benzeri yerlerde. Ve bu arada da yurt dışında, yine Birleşmiş Milletler ve diğer sivil toplum örgütleri, Avrupa Konseyi’nde benzer çalışmalar yapıyoruz. Ama bu geç kalınmış bir örgütlenmenin yarattığı sonuçlar diye söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Evet, Mustafa Bey, nasıl toparlayalım konumuzu?

Mustafa Kaymakçı: Şöyle toparlayalım isterseniz. Şimdi ben iki tane temel konudan bahsetmiştim size: Ana dilde öğrenme hakkı, bu çok önemli bir şey; arkasından Türk kimliğiyle örgütlenme hakkı, bunların ikisi de yok. Ama buna bağlı olarak da yine Rodos ve İstanköy’de çok ciddi mimari eserlerin korunması var. Artı bir de Osmanlı döneminden kalan vakıflar var. Bunlar Türk vakıflarıydı, İstanköy’de ve Rodos’ta vakıflar vardı. Ancak Yunanistan dönemiyle birlikte bu vakıfların statüsü değişti. Ama belli ölçülerde bu yönetim kurullarının oluşturulmasında, artık Rodos ve İstanköy’deki Türkler arasındaki seçimler kalktı, atamayla söz konusu oldu ve bir de temsilcilik oluştu. Yani Yunan Devleti, bu vakıflara bir temsilci atadı. Burada vakıflarımızın gayrimenkulleri, taşınmaz malları, bu nedenle dolayı satıldı. Söz gelişi, Yunanistan yasalarına göre dinsel kökenli vakıflar herhangi bir vergiden muaftırlar. Buna karşılık, Rodos ve İstanköy’deki Türk vakıfları, binde altı düzeyinde bir vergiye tabidirler. Sonra eleman alıyor. Bu elemanlarla gerçekten bütçeleri şişiyor ve bu vakıflar, İstanköy ve İstanköy’deki vakıflarımızın malları ellerinden satılmak zorunda kalıyor. Yani şunu söylemek istiyorum, belki siz bu terimi kabul etmeyebilirsiniz; ben bir kültürel soykırım vurguluyorum. Şöyle düşünüyorum bakın; şimdi, Rodos ve İstanköy’de, aynen Batı Trakya’da olduğu gibi kendilerine Türk denen insanlar yaşıyor. Bu Türklerin oradan silinmesi, kültürel olarak yok edilmesi, bir kültürel kimliğin yok edilmesi anlamındadır. Yani, Türkiye ve Yunanistan arasındaki işte Ege adalarından kalan sorunlar, FIR Hattı ve benzeri konuları bir kenara bırakıyorum; ama bu adalardaki Türklerin varlığının korunması, bana kalırsa, Türkiye’nin gerçekten çok yararınadır. Çünkü bu Türklerin yok edilmesi bir bakıma kültürel soykırımdır. Ama Yunanlıların, ister kabul edilsin ister kabul edilmesin, Megali Idea konusu devam ediyor. Bu anlamda, Rodos ve İstanköy’deki Türk varlığının korunmasını ben son derece önemli olarak düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Mustafa Bey.

Mustafa Kaymakçı: Ben teşekkür ederim, bana bu fırsatı verdiğiniz için efendim.

Ruşen Çakır: Evet, “Bir mozaik olarak Türkiye” yayın dizimizin 49. bölümünde, Rodos ve İstanköy Türkleri konusunu Mustafa Kaymakçı ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.