Gürhan Ertür’ün konuğu Tuğçe Tezer. 6 Şubat depremlerinden 25 ay sonra Antakya’da yaşam koşulları, hak temelli yaklaşımlar, barınma ve mülkiyet hakları, kentleşme sorunları ve bölge halkının karşılaştığı zorluklar konuşuldu.
6 Şubat depremlerinin üzerinden 25 ay, 770 gün geçti. Günümüzde zaman hızla akıp gidiyor gibi görünse de, deprem bölgesinde yaşam koşulları hala depremin ilk günlerindeki zorlukları taşıyor. Özellikle en büyük hasarı alan Hatay-Antakya’da gündelik yaşamı belirleyen kavramlar değişmedi: Riskli alanlar, rezerv yapı alanları, hak sahipliği, toz, beton santralleri, taş ocakları, TOKİ ve kalıcı konutlar, konteynerler, elektrik kesintileri, trafik ve ulaşım sorunları…
Tüm bunlar yaşanırken, belki de en başından beri konuşulması gereken meseleler hep arka planda kaldı. Oysa bugün, deprem bölgesinde hak temelli yaklaşımlar geliştirmek her zamankinden daha önemli. İnsan haklarını; insan dışındaki canlıların haklarıyla, yaşam hakkını; barınma ve mülkiyet hakkıyla, yaşanabilir kentleri; kentsel iyilik haliyle, sosyal ve mekânsal adaleti yurttaşlıkla birlikte düşünmek gerekiyor.
T.C. Anayasası’nın tanımladığı temel haklar—konut hakkından mülkiyete, eğitim ve öğrenim hakkından üretim alanlarına, temiz içme suyundan güvenli gıdaya, tarihi ve kültürel mirasın korunmasından doğal alanlara kadar—nitelikli bir hak perspektifi sunuyor. O halde, geride kalan 25 ayın olumlu-olumsuz tüm deneyimlerini, bölge halkının haklı yorgunluğunu ve endişesini görmek, bununla yüzleşmek ve bundan sonra yapılması gerekenleri tartışmak zorundayız.
Planlama süreçlerinin, kamu idaresi tarafından oluşturulacak çok disiplinli tartışma ortamlarında ele alınması gerekiyor. Ancak bu süreç, sadece merkezi yönetimle sınırlı kalmamalı; üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve en önemlisi yerel halk da sürece dahil edilmeli. Geleceğin dayanıklı, adaptif ve yaşanabilir kentlerini oluşturmak için hepimizin sorumluluk alması şart.
Bu süreçte, Hatay’da yaşamını zorlu koşullar altında sürdüren ya da deprem sonrası göç etmek zorunda kalanların ortak bir tavır geliştirerek sürecin aktörlerinden biri haline gelmesi temel bir gereklilik. Öte yandan, uzaktakiler olarak bizler de bölgedeki ihtiyaçları anlamalı, kendi konumumuzu ve yapabileceklerimizi fark etmeli ve elimizdeki olanaklarla yerel halka destek olmalıyız.
Depremi sadece bir afet olarak değil, sosyal ve mekânsal adalet meselesi olarak görmek ve çözüm üretmek hepimizin sorumluluğudur.
Videonun tamamını buradan izleyebilirsiniz.