ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin’e yönelik başlattığı ticaret savaşı bir sıcak çatışmaya dönebilir mi? Bu konuda iki yorum öne çıkıyor: Kaçınılmaz çatışma ve iki kutuplu dünya düzeni. İki süper güç arasındaki rekabetin derinleştiği konusunda herkes hemfikir. Uluslararası ilişkiler disiplininin en önemli kuramcılarından John Mearsheimer ve “ofansif realizm” teorisi, bu rekabetin kaçınılmaz bir askeri çatışmaya dönüşme riskini ciddiyetle tartışıyor.
ABD Başkanı Donald Trump ve yönetimi şubat ayında, Çin’den ABD’ye yapılan tüm çelik ve alüminyum ithalatına gümrük vergisi getirdi. Bu karar, Trump’ın yeni döneminde Pekin’i ilk kez doğrudan hedef alması anlamına geliyor. Çin, dünyanın bir numaralı çelik üreticisi olarak biliniyor ve Trump’ın ilk döneminde uygulanan ve Biden yönetimince sürdürülen tarifeler nedeniyle Amerika az miktarda çelik ithal ediyordu. Fakat Çin çeliği diğer ülkeler üzerinden ABD’ye ulaşıyordu.
Çin’in cevabı gecikmedi. Pekin, ABD’den ithal edilen tavuk, buğday, mısır ve pamuğa yüzde 15 gümrük vergisi koydu. Ayrıca kırmızı et ve süt ürünlerine yüzde 10 gümrük vergisi uygulayacağını duyurdu. Bu karşılıklı tarife savaşı, iki ülke arasındaki ticari gerilimlerin artmasına neden oldu.
Ekonomik rekabetten siyasi mücadeleye
Bu ticaret savaşı, Çin’in yirmi yıllık göz kamaştırıcı ve sürdürülebilir büyümesinin ardından gerçek bir ekonomik rekabet haline gelmesinden kaynaklanan Amerikan endişelerini yansıtıyor. Dünya Bankası’nın 2023 verilerine göre Çin 17,8 trilyon dolarlık gayrisafi yurtiçi hasılasıyla, 27,7 trilyon dolarlık ABD ekonomisine ciddi şekilde yaklaşmış durumda. Bu ekonomik rekabet, önümüzdeki on yıllarda dünya düzenine kimin hakim olacağı konusunda daha büyük bir siyasi mücadeleyi gizliyor.
Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başında çökmesinden bu yana, ABD küresel kararlarda tek başına söz sahibi oldu. Hiç kimse bu hegemonyaya itiraz etmedi veya yaklaşamadı. Ancak bugün, ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi, Çin’in dünya düzenini değiştirme “arzusuna ve yeteneğine” sahip tek aktör olduğunu kabul ediyor.
Çin’in yükseliş stratejisi ve ABD’nin tepkisi
Chicago Üniversitesi’nde çalışan teorisyen ve profesör John Mearsheimer, Çin’in küresel bir güç olarak yükselen konumunun Amerika’nın on yıllar önce izlediği yolu takip ettiğini düşünüyor.
Profesöre göre, Pekin öncelikle bölgesel çevresinde hakim güç olmayı hedefliyor. Ancak bu havzanın boş olmadığını ve Amerikan nüfuzuyla çatışması gerektiğini görüyor. Çin Tayvan’ı kendi toprağı olarak görüyor. Ancak Tayvan şu an ABD’nin açık korumasından yararlanan bir ada.
Ayrıca Güney Kore ve Japonya, Çin’in iki büyük rakibi ve düzinelerce ABD askeri üssü ile on binlerce Amerikan askerini barındıran müttefikleri.
Bu nedenle Çin ABD için Tayvan’da bir meydan okuma oluşturuyor. ABD de Çin’in arka bahçesinde konumlanması nedeniyle Çin için en büyük zorluk haline geliyor.
Çin’in askeri genişlemesi ve ABD’nin tehdit algısı
Bugün ABD küresel askeri harcamalarda hala rakiplerinin çok ilerisinde. Neredeyse tüm küresel askeri harcamaların yarısını tek başına (883 milyar dolar) karşılıyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Buna karşılık Çin’in askeri harcamaları son yıllarda önemli ölçüde arttı. Resmi rakamlara göre Çin 1995’teki yaklaşık 25 milyar dolar savunma harcaması yapıyordu. Bugün 219 milyar dolar harcıyor.
Satın alma gücü paritesi dikkate alındığında, bu rakamın 500 ila 700 milyar dolar arasında olduğu ve ABD’ye çok yaklaştığı tahmin ediliyor. Bu harcamaların büyük kısmı, Çin’in askeri cephaneliğini güçlendirmeye yönelik.
Çin, 2035 yılında dünyanın en büyük deniz gücü olma yolunda kararlı adımlar atıyor. Bazı uzmanlara göre gemi sayısı açısından bunu zaten başardı. 2014-2018 yılları arasında Çin tek başına, Almanya, Hindistan, İspanya ve İngiltere’nin toplamından daha fazla gemiyi suya indirdi.
Kaçınılmaz çatışma mı, yeni bir iki kutuplu düzen mi?
Mearsheimer’in teorisine göre, Çin’in bölgesel hakimiyet hedefine ulaşması, nihai hedefi olan güvenliği sağlaması, ancak bölgesel çevresinde abluka uygulayan ABD ile çatışması halinde mümkün olacak.
Mearsheimer’in öngörüsüne göre şu an yaşadıklarımız, yıkıcı bir savaş için garantili bir tarif.
“Su engeli” terimi, Mearsheimer’ın teorisinde önemli bir kavram. Bu kavrama göre, denizler ve okyanuslar gibi geniş su kütleleri, süper güçlerin doğrudan birbirlerinin bölgelerine müdahale etmesini zorlaştırıyor. ABD ve Çin arasında Pasifik Okyanusu’nun bulunması şimdilik bir koruma sağlıyor.
Mearsheimer’a göre Çin ABD tarafından çevrelenmiş durumda. Çin bu baskıyı “ABD’yi doğrudan vurabilme” becerisiyle dengelemeye çalışıyor. Ancak Çin’in artan deniz ve uzun menzilli füze kapasitesi krizi büyütmeye devam ediyor. Bu “engel” menzil” engeli aşıldıkça, iki süper güç arasında doğrudan çatışma riski artıyor.
Ancak bu olasılığı küçümseyenler, Mearsheimer’in teorisinin askeri yeteneklere fazla güvendiğini ve ülkelerin birbirleri üzerinde baskı uygulayabilecekleri diğer yolları göz ardı ettiğini savunuyor.
Çatışma beklemeyenlerin argümanı, Çin’in etrafında, Hindistan, Japonya ve daha az ölçüde Endonezya gibi büyük rakiplerin bulunması. Çin’in bu yüzden savunmacı bir yaklaşım izleyerek doğrudan bir çatışmaya girmeden zaman faktöründen yararlanabileceğini söyleyenler var.
Çin ve ABD arasında çatışmayı önleyen bir diğer faktör ise nükleer caydırıcılık.
Çatışma beklemeyenler, Çin ABD ile savaşmadan büyümeye devam edeceğini düşünüyor. Devamında Sovyetler Birliği dönemi gibi yeni bir iki kutuplu dünya düzeni bekliyor.
Ancak Mearsheimer’in öngörüsü gerçekleşir ve “kaçınılmaz” çatışma meydana gelirse, bildiğimiz dünyaya sonsuza dek veda edeceğiz.
Kaynak: El Cezire Arapça