Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Ruşen Çakır’a konuk olduğu programda, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte Türkiye’de siyasetin geldiği noktayı ve toplumu değerlendirdi. Öztürk, “Ekrem İmamoğlu muhtemel seçimi kazanma şüphesi üzerine tutuklandı” dedi. Öztürk ve Çakır, İmamoğlu operasyonu bağlamında din, devlet, millet ve gençler başlıklı videoda değerlendirdi.
İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının yankıları sürüyor. Türkiye’de genci, yaşlısı, herkes; bu kararı protesto etmek için sokaklarda. Protestoları takip eden ve tutuklanan gazetecilerin yedisi serbest kaldı. Öte yandan ev baskınları devam ediyor.
Öztürk, “Artık mevzu belli bir kişinin tutuklanması, gözaltına alınması, cumhurbaşkanlığı adaylığının bir bakıma ilga olunması mevzusu olmanın çok ötesine taştı,” dedi.
Gözaltı, vatandaşın polise tepkisi ve gençlerin talepleri
İstanbul-Şişli’deki Cevahir AVM’nin önünde toplanan üniversite öğrencileri, iktidarı protesto etmek istedi. Polis gösteriye müdahale etti, 100 genç gözaltına alındı.
“Hükümet istifa”, “Diktatör Tayyip”, “Kurtuluş yok tek başına” sloganları atan gençlere vatandaş da destek verdi.
Bazı yurttaşlar polise tepki gösterdi, gençlerin gözaltına alınmamasını istedi.
Öztürk, “Bir devlet bunca büyüklüğünü, 18 yaşındaki çocuğun üzerinde sınayarak mı gösteriyor? Bu yakışık alıyor mu?”
Sabahın köründe birini gözaltına alıyorsun, iki saat sonra yirmi altı milyar dolar iki yıllık emek berhava oluyor mesela. Buna amok koşusu deniyor. Bu 19 Mart’ın sesi yakında çıkacak, sesi Nisan ayında çıkacak, şuraya yazın. Bu toplumun ben rakam da veriyorum, %70 kitlesi, bunların %70’inin CHP olmadığı kesin, buna inanmadığını söyleyecek. Bunun operasyon olduğunu söyleyecek.”
Öztürk, “Dinin, toplumda artık bir kitleyi yönlendirme ya da mobilize etme imkânı kalmadı. O potansiyel, o enerji, o misyon tükendi. Üstelik bu tükeniş, dinin kendi kendini tüketmesinden kaynaklanmıyor. Bu süreci, yıllar içinde siyaset ve iktidar eliyle yürütülen siyaset tüketti. dedi.
- Ekrem İmamoğlu’na düzenlenen operasyonla ilgili tüm haberlerimizi buradan okuyabilirsiniz.
- Ekrem İmamoğlu’na düzenlenen operasyonla ilgili tüm videolarımızı buradan izleyebilirsiniz.
- Mustafa Öztürk’ün konuk olduğu videonun tamamını buradan izleyebilirsiniz.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Merhaba, iyi günler. Uzun bir aradan sonra Prof. Mustafa Öztürk yine konuğumuz. Kendisiyle her şeyi konuşacağız, değil mi hocam?
Mustafa Öztürk: Evet.
Ramazan ayı bitti, sabah bayram başlayacak ve bayramımız bu sene 9 gün olacak. Hocam böyle 9 günlük bayram var mıydı tarihte?
Öztürk: Bayram diye bir şey yok. Bu herhalde modern dönemle ilgili bir gelişme. 9 günü hiç görmedim. 3 günlük bayram var ama tarım toplumlarında tatil ve resmi görev mefhumu olmadığı için, Peygamber zamanında, ‘’bugün kamu kurumları tatildir, memurlar memleketine gidebilir’’ diye bir uygulama yok. Ama bayram olarak, bayram diye şenlik, güzellik olsun diye bir iki günlük bir ara var. Ama bu anlamda kamusal resmî tatil mefhumu yok.
Bu bayramın 9 güne çıkma nedeni hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?
Öztürk: Tansiyonun düşürülmesi. Toplumda tansiyon yükseldi, hararet yükseldi, basınç yükseldi. Bir de galiba ana muhalefetin Maltepe’de bir miting düzenlemesi var. Belki kitleler memleketlerine de gider ve nüfusun üzerindeki basınç azalır diye düşünüyorlar. Mitingde katılımı biraz azalmayı da amaçlıyorlar.
Peki hocam basınç neden var?
Öztürk: On dokuz Mart’tan bu yana, hükümetin, devletin attığı adımlardan kaynaklanan bir basınç. Ekrem İmamoğlu, ‘’muhtemel seçimi kazanma şüphesi’’ üzerine tutuklandı. Biliyorsunuz suç şüphesi var, muhtemel önümüzdeki seçimi kazanma şüphesinden dolayı tutuklandı ve ondan dolayı bir basınç oluştu. Şu anda toplumdaki protestonun yelpazesine baktığımızda, mevzu artık belli bir kişinin tutuklanması, gözaltına alınması, Cumhurbaşkanlığı adaylığının bir bakıma ilga olunmasının çok ötesine taştı. Şöyle biraz geriye doğru sararsak, mesela Cevahir AVM’nin önünde dayak yiyen çocukların, ODTÜ’dekilerin, İTÜ’de dersi boykot edenlerin, hasılı kelâm, özellikle genç kesimin tepkisi… Şu anda onların duygudaşlığıyla konuşuyorum. Siz cübbeli sarıklı general rütbesindeki askeri bir personeli, anında jet hızıyla emekliye ayırıp, herhangi bir soruşturmaya, kovuşturmaya veyahut askeri kurallara, nizama ve disipline aykırı davrandığı için hiçbir muahezeye tabi kılmadan yol verip, beri tarafta gencecik çocukları Cumhuriyet değerlerimize sahip çıktığı ve ant içtiği için ihraç ederseniz, bu bir toksik birikme yapar. Depremde 50 bin küsur insanımız öldü. İnsanlar can havliyle, şubat ayında başını sokacak çadır aradı. Seninki çadırı parayla sattı, bu adamı değil içeri tıkmak, soruşturma bile açmadın. Pandemide millet kırılıyor, bizim bakanımız kendi şirketinden kendi bakanlığına fahiş fiyatta dezenfektan satıyor, ‘’uğurlar olsun’’ deyip gönderiyorsunuz; gelip bir sigaya çekme ihtiyacını bile hissetmiyorsunuz. Bize, yeri geldiğinde ‘’ bu sene arabanın vergisini iki kere ödeyeceksin’’ diyorsunuz, malum müteahhitlerin milyonlarca liralık vergi borcunu siliyorsunuz.
Böyle böyle birikti bu ve bütün bu birikmenin kusması olarak, tepki arttı. Bugüne kadar ‘’ya sabır’’ çekip, siyaset, iktidarla muhalefet arasındaki mücadele olağan akışında seyreder ve ‘’bir gün seçim günü gelirse, ben bu birikmişimi orada göstereceğim’’ diye bekliyordu ki, bu olayda, o iradesinin de muhtemelen elimden alınacağını ve belki öyle bir seçim günü de gelmeyeceğini gördü. Çünkü 15-16 milyonun Cumhurbaşkanı adaylığı için oy verdiği insanı belirleyen o iradeyi tümden yok sayıyorsunuz. Siz böylelikle bir deli gömleği giydiriyorsunuz. Deli gömleği giydirmek ne demek? Eylemlerini kısıtlıyorsunuz, özgürlüğüne ket vuruyorsunuz. Zannımca, millet açlığa ve ekonomik darboğaza katlanıyor, dişini tırnağına takıyor, sabrediyor ama adam yerine konulmamayı, üstüne basıp çiğnenmeyi ve bu ülkenin, iyi kötü, belki de Tanzimat’tan beri gıdım gıdım, adım adım oluşan o anayasal düzenini, kanununu, nizamını ağzınızda sakız gibi çiğneyip tükürmenizi çok kabullenemiyor.
Ekrem İmamoğlu gözaltına alınırken bir video çekti, biliyorsun. “Kendimi önce yaradana, sonra milletime emanet ediyorum” dedi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediye başkanı ve Türkiye’de ‘’CeHaPe zihniyeti’’ diye bir şey var. Bir kere ‘’millet’’ kavramı çok kullanılan bir kavram değildi biliyorsun. Halk ya da toplum deniliyordu. Diğer taraftan, ‘’Allah’’ ya da ‘’din’’ kavramları da çok fazla kullanılmazdı. Bana hep sanki roller değişti gibi geliyor. Ekrem İmamoğlu’nun ‘’kendimi önce yaradana, sonra millete emanet ediyorum’’ demesi, sanki, Türkiye’de özellikle sağ kesimdeki, milliyetçi muhafazakâr camiadaki o alerjiyi büyük ölçüde silebilecek bir şey gibi geliyor bana. Abartıyor muyum?
Öztürk: Şu anda fiilen iktidar olan siyasi iradenin ideolojik bakış açısı, devlet algısı ve millet tasarımı, Osmanlı’dan kalan, ama Cumhuriyetin kurucu iradesi tarafından rafa kaldırılan, şimdi tekrar devralan bir bakış açısı. Bugün ‘’Türkiye yüzyılı’’ gibi kavramlaştırmalar aslında çok kaba saba, derinliği olmayan, Necip Fazıl düzeyinde racon kesen bir içeriğe ve niteliğe sahip olsa da yine de sathi bir entelektüellik içeriyor. Dikkat ederseniz, Osmanlı’ya dair tahayyüllerinin içerisinde bulunan programlar, emperyal amaçlar mahfuz, ama oraya dair bir tasarım var. ‘’Millilik’’ derken devleti öyle algılıyor. Cumhuriyet ise imparatorluk bakiyesi olarak, o Kurtuluş Savaşı’nın da verdiği yorgunlukla Misak-ı Millîye sıkışmış, tamamen Atatürkçü Kemalist devrimler üzerine. CHP hep böyle gitti; devletin o ‘’millilik ve millet’’ kavramlarını kullanamadı. Bu noktada, ‘’bu halk, bu 65’lik gövde bize niye teveccüh göstermiyor, neden 50 seçiminden beri hep sağın elinde geziyor?’’ diye sorgularsanız, bence, CHP burada entelektüel çalışma yapmayı beceremedi.
Geçenlerde ben ilk defa Özgür Özel’in dilinden ‘’devlet’’ laflarını duymaya başladım, biraz devleti anlamış gibi. Çünkü devlet, kurucu irade ve tek parti döneminden sonra epey zamandır el değiştirdi. AK Parti dönemiyle fiilen rejimi de değiştirdi. CHP bu işi yakalayacaksa, o elitist, laikçi, seküler, Kemalist ve ‘’beyaz Türk’’ algısı üzerinden tutturamayacak. Bunu Kemal Bey biraz idrak etti, mevzuya vakıftı. Ama helalleşme söylemleriyle olmadı. Çünkü o söylemler orada biraz suni durdu. Ekrem Bey de belki kökeninde ANAP’lılıktan gelen veya o aile yapısından gelen sağ alışkanlıklar veya sağ refleksleri de doğal olarak zuhur ediyor. ‘’Allahu ekber’’ dediğinde, hani bizim Türk dizilerinde ayet okuyanların ağzı burnu Arapça kelâma yakışmaz ya, onda öyle durmuyor, tam oturuyor. Ben toplumun sağ kesimindeki o CHP alerjisini de büyük ölçüde, Ekrem Bey’in hem geldiği damarın hem sergilediği profilin hem siyaset dili ve üslubunun hem de toplumla iletişim kurma tarzının kıracağını düşünüyorum. Kendisi ‘’büyük turp’’ olarak gündemimize girdi. Turp biliyorsunuz C vitamini sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirir. Ama büyük turp yiyince gaz yapar, diyare yapar, mineral kaybına da yol açar. Kâr-zarar açısından bakarsak, turp, Ekrem Bey’in bağışıklık sistemini güçlendirdi, öbür tarafta ise mineral kaybına yol açacak gibi görünüyor, üstelik gaz da yaptı. Bunu metafor olarak söylüyorum, konumuz turp ya.
Evet. Ben bugün ‘’Bütün bunlar olurken ‘’AK Parti ne yapıyor?’’ diye kısa bir yayın yaptım. Orada “Şimdi siz en büyük, İstanbul iki kere kazanmış, son seçimde birinci parti olmuş bir rakibinizi yolsuzlukla ve rüşvetle suçluyorsunuz, içeri atıyorsunuz. Ama trolleri saymıyorum, AK Parti teşkilatı vs, bu rakibinizi saf dışı etmek için yakalanmış çok güzel bir fırsat değil mi?” dedim. Ortada böyle bir AK Parti yok, ortada böyle bir AK Parti tabanı yok, Erdoğan konuşuyor, turplardan bahsediyor. En son grup toplantısında da olduğu gibi. Ama “İşte görüyorsunuz bunlar nasıl yemişler, nasıl etmişler” diyen insan yok. Ben de o zaman “Belli ki onlar da bir şeylere inanmıyor. Daha doğrusu olay bir yolsuzluk değil, siyasi.
Öztürk Üstadım, ben geçenlerde bu konuyla ilgili “Memleket nereye gidiyor? Amok Koşusuyla Mıntıka Temizliği” diye bir video çektim. “Amok Koşucusu” aslında Stefan Zweig’ın bir öykü kitabı. “Amok,” Güney Asya’da bir kavram, cinnet halini tanımlar. Böyle hiddetle, cinnet halinde, kan beynine sıçramış, öfke, telaş ve panik hepsi bir arada karmaşık duygularla dalıyorsun meydana, önüne geleni kırıp geçiriyorsun, darmadağın ediyorsun, taş üstünde taş bırakmıyorsun. Bunun kâr zarar ve maliyet hesabı yapılmadan, sabahın köründe birini gözaltına alıyorsun, 2 saat sonra 26 milyar dolar ve 2 yıllık emek berhava oluyor mesela. Buna “Amok Koşusu” deniyor. Bu nasıl algılanacak? Hani Nasreddin Hoca’nın bir fıkrası var ya, talebesi İmat’la gece gezerken, birkaç kişi bir kepengin önüne çökmüş. Cırt cırt bir ses geliyor, “Hocam hayırdır bunlar ne yapıyor gece vakti” demiş, Hoca da “Oğlum onlar kabak kemane çalıyorlar” demiş. “Ama sesi çıkmıyor” demiş talebesi, Hoca da “Onun sesi sabahleyin çıkacak” demiş. Bu 19 Mart’ın sesi nisan ayında çıkacak. Rakam vermek gerekirse, bu toplumun %70’i, ki hepsinin CHP’li olmadığı kesin, buna inanmadığını, bunun operasyon olduğunu söyleyecek, ‘’seçimi kazanma şüphesinden dolayı tutuklandı’’ diye not edecek.
AK Parti’nin kalan %25-30 tabanı, zaten bizatihi vaziyetten genel olarak memnuniyetsiz.Toplumun genel suretine baktığınızda suratı düşük. Onlar da zaten gidişattan, özellikle ekonomik gidişattan memnun ve mutlu değiller. Benim aile düzenime, baba-evlat ilişkime bile girdi kara kedi gibi. Neredeyse bu yüzden hak hukuk ilişki kesme noktasına geldik, hatta noktasını da geçtik bu yüzden.Benim davam, Ekremİmamoğlu ve özel olarak CHP davası değil, “böyle olmaz, yetti artık” davası. Ama babamın davası “Cumhurbaşkanının ta kendisi” davası. Aramızda uçurum oluştu. Bu toplumu bu kadar germenin ve polarize etmenin mutsuzluğu da var. Kimse mutlu değil. Babam benimle bugün bu noktaya gelmekten mutlu değil, ben de mutlu değilim. Ülke bu hale geldi. Buradan da mutsuzlar, iki elini vicdanına koyuyorlar ve bu olayı görüyorlar. Belge var mı? Gizli tanık duyumları var. İSKİ skandalı ya da Anka Park gibi somut bir şey var mı, o da söylenemiyor ve ağızda yuvarlanıyor. Millet ikna olmadı, AK Partililer de ikna olmadı. Bazı televizyon kanallarında kadrolu olarak çalışan arkadaşlarımızın anlattıkları hariç, vatandaş ikna olmadı. O yüzden, dikkat ederseniz toplumdan ‘’ne oluyor?’’ diye karşı tepki de gelmiyor. İkna olmadığı gibi AK Parti bünyesinde belki artık ehveni şer mantığıyla desteğini devam ettiren önemli bir kitle, Zehra Taşkesenlioğlu diyor, dezenfektan satan bakan diyor, 17/24 Aralık diyor, dört bakan diyor, Yüce Divan diyor, ANKAmall AVM diyor, Melih Gökçek diyor, hepsini hatırlıyor. Bunlara gelince hiçbir tanesinin soruşturma, kovuşturma, tutuklama ya da gözaltı haberi duyulmadı. “Eşyanın tabiatına, hayatın doğal akışına aykırı be yavrum” diye düşünüyor. Tüm yolsuzluklar, hukuksuzluklar, özellikle de böyle sıkıştırılmış dosya gibi bir haftanın içine sıkıştırılıp, baksanıza denerek sürekli mıknatısla çeker gibi belediye başkanları çekiliyor. Evet, hep CHP çıkıyor. Sanki bizim mıknatıs sadece CHP harflerini çekiyor gibi. AK Partili vicdan da buna inanmadı üstat. Muhtemelen gık diyenin kafasına vuruyorlar. Bak, eski bir AK Parti milletvekili “Kendine darbe yaptın” dedi, Disiplin Kurulu’na verip kapının önüne koydular. Kimse konuşamıyor ama. Gel istersen şöyle kenara çek arkadaşlarımızı ve teke tek bir dinle bakalım. Senden benden daha fazla ağlayan, dert yananlar var. Bir kere de konuşun, değil mi?
O yıllardır olan bir şey, ben de çok yaşadığım için biliyorum. Çok konuşmak istemiyorsun ama burada din ne oldu? Daha önce seninle yaptığımız birçok yayında bunları konuştuk. Gençlerde dinden uzaklaşma var, ama bir taraftan da bir sektör olarak hâlâ duruyor ve birileri oradan bir şeyler de kazanıyor. Ama bu arada çok acayip bölünmeler de yaşanıyor.
Öztürk: Şu anda toplumda din üzerinden veya dini bir içerik üzerinden yönlendirme ve bir kitleyi mobilize edip, oradan buraya taşıma imkânı kalmadı; dinin o potansiyeli, enerjisi ve misyonu tükendi. Din bunu kendi kendine tüketmedi, bunu bu iktidar siyaseti yıllar içerisinde tüketti.
Artık din de imdada yetişmiyor.
Öztürk: Yok, din imdada yetişmiyor. Mezar, kabristanlık ve maneviyat üzerinden provokatif bir şey söylesen bile, o da tutmuyor, değil mi?
Evet bu son olayda tutmadı.
Öztürk: Burada tutmadı hocam. Bir de hazirenin içinde öyle kıymetli adam da olabilir de Rüstem Paşa gibi… Yani Osmanlı tarihinde rüşvet eşittir Rüstem Paşa. Rüstem Paşa’yı tanır mısınız?
Yok tanımam.
Öztürk: Şehzadebaşı’nın haziresinde yatan en kerli ferli adam Rüstem Paşa’dır. Koçi Bey Risâlesi’ne bak, Osmanlı’nın devlete rüşvet geleneğini yerleştiren kişidir. Mihrimah Sultan’ın kocası. On iki milyon altın, 815 çiftlikten oluşan bir serveti var, daha gerisini anlatmıyorum. Rüstem Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın da damadı. Mustafa Çelebi’yi öldürten kişi.
Ben de Evliya yatıyor sandım.
Öztürk: Yok, Hırvat kökenli ve devşirme Rüstem Paşa’mız yatıyor. İslam Ansiklopedisi’nde bile böyle ‘’rüşvet konusunda bir şeyler söyleniyor’’ diye yazabilmişler. Ama açın bakın neler yazıyor. İlber Hocayı bir bul, Rüstem Paşa’yı anlatsın size.
Peki gidişat nereye doğru? Mesela ilk gün birçok kişi ‘’Türkiye Putin Rusya’sı’’ oluyor gibi yorumlar yaptı ama şimdi azaldı sanki.
Öztürk: Üstadım ben bir şey söyleyeyim mi? Geçenlerde de Etyen Mahçupyan yayınını da dinledim, o konuda ona katılıyorum, ekonomik veriler ve göstergeler tepetaklak altüst olursa, hükümet bunu taşıyamaz, dolayısıyla daha fazla sertleşemez, geri adım atmak zorunda. Hem ekonomi hem de devlet gücünü, devletin büyüklüğünü, 18 yaşındaki çocuğun üzerinde denemek gibi şiddeti gösteremez. Ama ekonomik durum toparlarsa, ki mümkünatı görünmüyor, ABD ile ahbaplığımız da devam ederse, Batı da “Sizin kendi sorununuz. Göçmenleri bize salma tamam mı? Ortadoğu’daki Suriye olaylarında böyle arıza çıkarma, uyumlu gidelim, içeride ne yaparsan yap kardeşim” tavrı olursa, burada sonuna kadar sertleşir. Daha da sertleşecek. Bu sertleşme milletin içinde nereye getirir orayı bilemem. Kötü şeyler olsun istemem ama ekonomik darboğaz hükümeti daha fazla sertleşme noktasından geri adım attıracak çok abartılı bir dehşet yaratıyor şu anda yargı üzerinden. Abartılı r dehşet dediğim şu: gösteriyi fotoğraflamak ya da kameraya almak için giden gazeteciyi de atıyor. Bu, dehşet yaratma, etkili bir basınçla geri adım attırma. Biraz yumuşak davransa kanımca yayılacak, çok sıkı basıyor ki bu ki geri adım gelsin. Ama bu şiddet sürdürülebilir değil, ekonomik durum da buna müsait değil. Üstadım, boykotun çıktılarını da göreceğiz, bu boykot işleri ekonomik olarak ciddi sonuçlar veriyor, söyleyeyim.
Görmüşsünüzdür mesela, o kahvecinin önünde namaz kılanlar var. Hatta daha boykotun ilk günü, AK Parti’nin milletvekilleri iftardan sonra gidip orada video çektiler ve paylaştılar. Herhalde bu bile olayın ciddi olduğunu gösteriyor, değil mi?
Öztürk: Aynen. CHP, topyekûn muhalefet bunun bir seçim meselesinden daha büyük bir iddia olduğunu anlamalı. Dolayısıyla alternatif bir Türkiye yüzyılı veya alternatif bir millilik, alternatif bir makbul vatandaşlık kavramları üretmek zorundasın. Adamlar kaba saba bir entelektüel çaba içinde, öyle işçiliği de yok ama ‘’Milli,’’ ‘’Türkiye Yüzyılı’’ gibi bir şeyler söylüyorlar. Mevzu sadece sandıktan daha büyük bir şey. Dolayısıyla adamlar devletle partiyi özdeşleştirerek ‘’Devlet aklını da, yetkisini de devletin kimliğini ve iradesini de biz temsil ediyoruz. O iş öyle sandıkta ‘sen kazandın buyur geç al’ kadar basit değil’’ şeklinde bir mesaj veriyorlar. Öyle kolay bir sokak direnciyle, özgürlük talepleriyle test etme ihtimalleri yok. Gerekirse şu andaki bütün yetkileri devletle parti özdeşliği dikkate alındığında, normalin üzerinde etki yaratan herhangi bir sokak gösterisini sıkı yönetime vesile kılar, ‘’bu şartlarda ülkede seçim yapılması mümkün değildir’’ derse, ne yapabilirsin? Al sana Putin ve Rusya. Fizikte bir basıncı ne kadar fazla vurursam patlamanın şiddeti de o kadar fazla olur ve kırılma anı da o kadar yaklaşır, bu da bir gerçek. Ülke, 86 milyon topyekûn büyük hasar alır. Rıza üretemiyorsun, artık bitti. Destekleyenlerin bile ‘’alternatifsizlikten destekliyoruz, bir lider göster de verelim” dediğini çok duyuyorum. “Memnuniyetimden değil” diyor. Enflasyonu düşürdün de ben sokağa mı çıktım? Emeklinin yüzünü mü güldürdün? 10 bin liraya süründürmeyip, 60, 70 bin liralık bir maaş verdin de ben protesto mu yaptım? Özgürlükleri çoğalttın, ‘’herkes konuşsun, yeter ki hakaret şiddet olmasın’’ dedin de ben senin aleyhinde ağır bir söz mü kullandım? Ben vatan düşmanı değilim ki! Ama beni nefes alamaz hale getirdin ve bize diyorsun ki: “Ben beceremesem de, artık aşınmış olsam da, metal yorgunluğu olsa da…’’ Beş altı seneden beri ‘Ekonomi önümüzdeki 6 ayda tek haneye düştü düşecek’ diye söylesen de, ayetle indirip, ayetsiz olarak 46’ya çıkarsan da olmuyor. Olmadığı gibi, rıza oluşturamıyorsun. ‘’Oluştursam da oluşturmasam da ben burada kalacağım,’’ diyorsun. Yok böyle bir şey. Bu millet ilahi bir fermanla sizi sonsuza dek, ne yaparsanız yapın omuzunda taşımak ve bakmak zorunda değil. Yorulduysanız tatlı bir jübileyle gidersiniz, biz de sizi geçmişteki güzel icraatlarınızdan hayırla yad ederiz, yapamadıklarınızı da ‘yapamadınız’ der zaten değiştiririz. Peki sizin buraya yapışıp, ne olursa olsun, memleketin yanması pahasına “Ben bunu bırakmayacağım, şu anda da imkân bende, 18 yaşındaki çocuğu döverek gücümü de size göstereceğim” demeniz yakışıyor mu? Bir devlet bunca büyüklüğünü orada 18 yaşındaki çocuğun üzerinde sınayarak mı gösteriyor? Bu yakışık alıyor mu, hakikaten bu mudur? Yazık.
Siz yıllarca bir mahallenin içerisinde bulundunuz. 80’li yıllar 90’lı yılların başlarında. Ben dışarıdan takip ettim, siz içindeydiniz. Oralardaki arayışları, hedefleri, eleştirileri, tartışmaları, yazılan yazıları, atılan başlıkları ben de biliyorum, siz içeriden biliyorsunuz. Oradan bu yana kendini inkâr gibi bir yer değil mi bu?
Öztürk: Kendini inkâr gibi bir yer değil. Biz bir grup olarak bir aradaydık. Fatih Belediyesi, Feyzullah Efendi Sokak, Millet Kütüphanesi’nin otobüs durağında inip aradan sağa dönünce, İskender Paşa Camii çıkıyordu. Biz pazar günü o şadırvanın etrafında hadis sohbeti dinlerken, herkes birbirini kendisi gibi zannediyordu. Bizler üniversitelerde ayrımcılığa tâbi tutulmayalım, aşağılanmayalım istiyorduk. O zamanlar seküler Kemalist bakış açısı çok egemendi. Mahcuptuk, köylü muamelesi görüyorduk, zaten geldiğimiz orijin de köylüydü. Ama en azından ‘’bize bir şehirleşme opsiyonu tanıyın’’ diye gelmiştik. Bu şehirde bir taban oluşturalım çabasıyla okumaya, yazmaya, entelektüel uğraşlara girelim istedik. Ama en nihayet, ‘’devletle bir ilişkimiz kurulursa ve orada bir söz sahibi olacağımız makamlar ve imkânlar oluşursa, biz bunların yaptığı gibi yapmayalım, bize yapılanları ve o kısıtlamaları kaldıralım, daha özgür, daha müreffeh, daha kalkınmış bir Türkiye olsun’’ özlemiyle yaptık. Manevi bir dünyadan geliyorduk, ama kısıtlandığımız noktalarda yaşadıklarımızı yaşatmayalım amacıyla…
O zamanlar birilerinin rövanş için beklediğini, ‘’biraz da biz ölelim’’ diye bir hedef gözetlediğini ne bileyim? Ben hiç hayatımda “biraz da biz ölelim”i hiç düşünmedim. ‘Biraz da biz ölelim’ nedir biliyor musun? Nasrettin Hoca’nın hoşaf kepçesi meselesi. Ben hayatımda hiç ‘’biraz da biz ölelim’’ demedim. Meğerse içimizdeki epeyce bir kitle, belki siyasetin Türkiye’deki doğal tabiat yapısı nedeniyle, belki de o mecraya girdiğinizde kendinizi onun içinde buluyorsunuz, kurtulamıyorsunuz, belki de mıknatıs gibi çekiyor. Çünkü korkunç bir olanak dünyası önünüze çıkıyor. Bir sabret, iki sabret. Sen almıyorsun, o sana “pişkeş” veriyor. ‘’Pişkeş” Osmanlı’da bir bürokrat bir makama atandığında, onu atayan sadrazama hediyedir. Bu ‘’peşkeş çekmek’’ tabiri oradan gelir. ‘’Pişkeş iyiymiş’’ diyorsun, sonra iş rüşvet oluyor, sonra yolsuzluk oluyor, sonra bir bakıyorsun, ‘’biraz da biz ölelim’’ oluyor. Bu da öyle oldu, kirlendi. Ama bu kadar uzun vadeli bir iktidar dönemi yaşanmasa, bu kadar kirlenme olmazdı. İktidarlar hacamat yapmalı, yani kan değişikliği yapmalı. Amerika galiba denemiş, iki dönemle sınırlamış. Bizde Necip Fazıl’ın o ‘’Başyücelik Devlet’’ formülü geçerli şu anda. Beşer sene, ama ebedi billah hakkın var hocam. Başyüceliği bilir misin?
Bilirim.
Öztürk: Şu anda iktidar yapısı, format olarak Necip Fazıl’ın hayâlini kurduğu bu milliyetçi, ülkücü kesimle, Akıncı, MTTB’ci, Refahçı, Faziletçi, Erbakancı gençliği iktidar katında buluşturdu. Dolayısıyla Büyük Doğu mefkûresi şu anda fiili olarak yürüyor. Büyük Doğu’nun devlet yapısındaki dokuz esasından ‘’müdahalecilik’’ kısmını iyi hatırla. Büyük Doğu “İslam orducudur” der. “Ben Bahriye mektebinden almışım bu asker aşkını” der. 60 darbesinde, Menderes idam edilince, bir taraftan “Zeybeğim de zeybeğim” diyor, ama öbür taraftan darbe için “Ahlaki buhranlarımıza neşter attı” diyor. 80 darbesine “Şahlanıştır, ıslahattır” diyor. Böyle bir militarist yapı, böyle bir jakobenizm. Kemalizm için eleştirdiği tepeden inmecilik jakobenlik militaristlik otoriterlik varsa, hepsi bakidir, ama müdahalecilik kısmı, bugün şu anda Türkiye’de. Sözgelimi ‘’Siz Saraçhane mitingini niye verdiniz? Sizi kapatıyorum.’’ Necip Fazıl’ın ideoloji örgüsünü aç, devlet nasıl müdahaleci oluyormuş bak, bir gram farkı varsa ben ismimi değiştireceğim. Mefkûrenin uygulama zemini, referansı da çok belli. ‘’Militarizma,’’ ‘’otoritarizma,’’ bunlar İslamizma.’’ Şu andaki rejim ‘’Necip Fazilizma.’’
Peki ‘’demokratizmaya’’ dönme ihtimalimiz var mı?
Öztürk: Üstadım, bu ‘’izmalar’’ ne, biliyor musun? Bu romatizma değil. Necip Fazıl’a göre bu ‘’izmler’’ Türkçe değilmiş, bunları Türkçe yapmış. Bu ‘’demokratizma’’ sadece bir coğrafyanın kendi imkanları potansiyeli ve gidişatıyla yeşeren bir şey değil, dünyanın da akışı ve genel havası buna uygun olacak. Trump’a bakıyorsun, Amerika’da 20 sene önce bu Trump’ı getirseydiniz, “Bu manyak ne, bunlar Amerika’ya başkan olur mu?” derdin. Nitekim o deliliklerini de gösterdi, tuhaf tuhaf adamlara Kongre bastırdı, gene kazandı. Dünya böyle bir yere gidiyor, hava böyle esiyor. Putin orada. Putin Rusyası’nın değişmesi için emri hak vaki olsun diye beklemekten başka bir seçenek yok. Avrupa’da da bakıyoruz, sağ muhafazakârlar kazanıyor. Şu anda demokrasinin sonbahar dönemi yaşanıyor. Böyle bir hava esmiyor. Mesela liberalizmin, demokrasinin, özgürlüklerin daha fazla konuşulduğu bir Batı, Amerika ve Avrupa olsaydı, bu Türkiye’ye de bir şekilde yansır mıydı? Yansırdı. Burada olağanüstü işler oluyor, Batı’dan siz hiç öyle kayda değer bir tepki duydunuz mu? Konuklar çıkarıyorsunuz, söyleyecek bir şeyleri yok, bir iki mırın kırın bir şeyler söylüyorlar. Macron’dan, Scholz’dan öyle güçlü bir tepki yok.
Macron nihayet söyledi bir şeyler.
Öztürk: Söyledi mi?
Evet bugün söyledi.
Öztürk: E yasak savma hocam. Bu arada Ba’de Harâbi’l Basra olmuş. İş içten geçmiş yani.
Allah sonumuzu hayır etsin mi?
Öztürk: Allah sonumuzu hayır etsin, hayra müncer kılsın inşallah. Allah memlekete ve millete zeval vermesin ve devleti idare eden zevata da inşallah şefkat, merhamet, adalet, rikkat ihsan etsin. Bak rikkatin altını çiziyorum, incelik demek. Çünkü ‘’devlet baba’’ deniyor, babalık göster bu çocuklara. Sokakta 18 yaşında çocukları döverek babalık olmaz. Baba gibi davranın ya. Büyüklük böyle olmamalı. Büyüklüğünü göster, büyük ol, kucakla bu milleti. Milletinin %60’ı ile tepinerek, dövüşerek rıza alamazsın. Kurban olayım kıyma şu memlekete.
Her ne kadar yok diyorsan da ama yine de bayram var. İzleyicilerimizin bayramını da kutlayalım, güzel bayramlar olsun.
Öztürk: Ne diyelim, hayırlı, güzel bayramlar olsun.
Evet, Prof. Mustafa Öztürk’le Türkiye’nin halini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.