Ruşen Çakır ve Mehmet Altan, Türkiye’nin Gidişatı’nın bu videosunda, 19 Mart operasyonuyla başlayan süreci ve Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal durumu değerlendirdi. 19 Mart krizinden sonra Türkiye | Çözüm sürecinde son durum ne? başlıklı videoda Çakır ve Altan yorumladı.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart 2025’te gözaltına alınmasıyla başlayan protestolar, 23 Mart’ta tutuklanmasıyla beraber tırmandı. Protestolar sokaklara taştı, binlerce kişi gözaltına alındı ve ardından tutuklandı.
“Gençler sayesinde ölü numarası yapmaktan vazgeçtik”
Mehmet Altan’a göre 19 Mart’tan sonra yaşanan en önemli gelişmelerden biri, gençlerin gösterdiği demokratik tepki oldu: “Gençler sayesinde biz, ölü numarası yapmaktan vazgeçtik. Türkiye’ye kalsa o gençler, demokratik haklarını kullanmasa… Her şeye alışıyor burası, onu anlatıyorum zaten”
- İmamoğlu’na düzenlenen operasyon haberlerimizin tamamını okuyun.
- İmamoğlu’na düzenlenen operasyon videolarımızın tamamını izleyin.
Dün, Türkiye’de liseliler, öğretmenlerinin kadro dışı bırakılmasına tepki göstermek için okul bahçelerinde eylem yapıyor. İstanbul Valiliği de konuya ilişkin açıklama yayımlayarak, 1471 öğretmenin kadro dışı kaldığını bildirdi.
Altan, “19 Mart olaylarında, en dikkat çekici ve belki de en olumlu gelişme, toplumsal muhalefetin ve özellikle gençlerin ortaya koyduğu tepkiydi. Dün olduğu gibi bugün de liseli gençler öğretmenlerine sahip çıkıyor. Benim tahminim şu: Eğer 19 Mart yaşanmasaydı, öğretmenlerin görevden alınmasına, sürgün edilmesine elbette tepki gösterirlerdi ama bu kadar ses getiren bir şekilde yapamazlardı” dedi. Mehmet Altan sözlerine şöyle devam etti: “Toplumdaki demokratik öfke kabarıyor” dedi.
“Her şeye rağmen olumlu birtakım gelişmeler olacak”
Altan, Türkiye’de siyasal baskının ve kuralsızlığın giderek arttığını vurguladı: “Şimdi Türkiye’de artık abarttılar bu baskıyı. Kuralsızlığı siyasal iktidar yönetiyor. Bir yandan da halk ekmek alamaz hale geldi”
Mehmet Altan, Türkiye’nin yakın geleceğiyle ilgili şunları söyledi: “Her şeye rağmen olumlu birtakım gelişmeler olacak. Türkiye istediği için değil, başka türlü yapamadığı için.”
Videonun tamamını buradan izleyebilirsiniz
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba iyi günler. Mehmet Altan’la, ‘Türkiye’nin Gidişatı’nın bu bölümünde, Nisan ayının gidişatını konuşuyoruz. Ağabey hoş geldin.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Mehmet Altan: Teşekkür ederim Şimdi buraya gelirken senin hoşuna gidecek bir iltifatla rastlaştık. Çok hoş genç bir hanımefendi bana ” Ruşen Çakır’la yaptığınız programları çok seviyorum, çok ufuk açıcı buluyorum. Sizin, hapishanede tekrarladığınız bir slogan var. O sloganları da sabah kendi kendime tekrarlayarak hayata iyi başlıyorum’’ dedi. Şimdi ben o sloganı bir kez daha tekrarlayayım, öyle başlayalım programa. Hapishanedeyken, sabahları kalkardım, bahçeye çıktığımızda, zaten bahçe dediğim de küçücük bir yer, ‘’Ben hayattan korkmam, hayat benden korksun’’ diye bağırırdım. Genç hanım da onu hatırlatıyor. Ben de iltifatları için bunu burada tekrarlıyorum hem de sana da iletiyorum.
O zaman, hayat bizden korksun. 19 Mart olayı patlak verir vermez, sen Zoom’dan bağlanarak ilk değerlendirmeleri yapmıştın, sağ olasın. O zamandan bu zamana neredeyse 1 ay oldu. Nasıl bir bilanço çıkarıyorsun 19 Mart krizinden?
Altan: Bu siyasi kamplaşma ve kavgalar, siyaset kurumunun tümünü bir arada değerlendirilecek bir imkânı ortadan kaldırıyor. Ama ilk önce ne olmaması gerekirdi onu ifade etmek lazım. Bu mesele belli ki ‘’rakibi diskalifiye edelim’’ hesabı. Çünkü önce diplomasını iptal ediyorsun. Savcılık hızlandırın yazısı yazıyor. Hemen ertesi gün gözaltına alıyorsun, sonra tutukluyorsun ve bunu da kendi partisindeki ön seçime denk getiriyorsun. O da tabii tek adaylı bir ön seçim, ne kadar şık onu da bilmiyorum. Onu da siyaset kurumunun ayıbı olarak söylemek lazım. Ve bundan sonra bu süreç tahmin edilmeyen bir ekonomik piyasada ters tepiyor. Çünkü şöyle bir hesap var, sen de yazdın. ‘’Burası korkak bir yerdir, Höt dersin herkesin ödü patlar. Biz bunu gördük. Onun için de istediğimiz her şeyi yaparız.’’ Ama bunun bir istiap haddi var. Yani şimdi dersin ki ‘’Ya kardeşim yapmayın. Bak Pendik’te metan gazından çöp bile patladı. Yani bu hukuk, anayasa iyi bir şeydir.’’ O günlük yorum yapan, gazetecilik yapan yahut analiz yapan insanlar her gün bunu tekrarlayınca ‘’Ya bunlar palavra, bir şey olmaz’’ deniyor. Halbuki toplumsal işleyişin yasaları var. Buna sosyoloji diyoruz. Bu bir yerde, bu kadar büyük bir sefaletle birlikte bir araya gelince, özellikle gençlerin öncülüğünde muazzam bir toplumsal ve ekonomik tepkiye neden oldu. Çünkü yaptıkları doğru değildi. Ama bir taraftan da siyasetin bir kirlenmesi olayı var. Yani ‘’siyaset nedir?’’ dersen bana, kamu parasını, hepimizin verdiği paraları, vergileri denetimsiz bir şekilde kullanmaktır, hazineye çökmektir. Yani bir şekilde bu tür birbirlerini tekmelerken, bir vaka üstünden yahut bir iddia üstünden gidiyorlar. Bu da hep kirlenmeyle bağlantılı, onu da ayrı konuşmak lazım. Çünkü o tarafı konuşulmuyor. Yani biz verdiğimiz vergilerin siyaset tarafından nasıl harcandığını denetleyemiyoruz. Denetleyemiyorsan, zaten o ülkede demokratik bir yapı yok demektir. Ama bugün gelinen noktada ekonomi zaten çok kırılgandı, daha da korkunç bir hâle geldi. Aynı zamanda, Türkiye nispeten kendisini dış dünyada bir iki adım daha olumlu yere götürecek imkânlar yakalamıştı, onlar da bitti.
Bu süreçte çok sayıda ekonomistle konuştum, bazılarına denk gelmişsindir. Mehmet Şimşek’e başlarda inanan da baştan beri eleştiren de farklı görüşlere sahip ekonomistler. Hepsi de iyi kötü bir program varsa bile çöktü. Artık yağa kalkması zor’’ görüşündeler. Bir de, hepsi olmasa bile çoğu özellikle şunu vurguluyorlar: Biz Türkiye’de yaşananları yabancı yatırımcı ne yapar ne eder diye konuşurken, bu sefer, yerli yatırımcı yani tasarruf sahibi insanların eğilimlerinde ekonominin aleyhine çok büyük bir kırılma olabileceğini söylüyorlar. Çünkü insanlar güvenmiyorlar.
Altan: Şu söylediklerini tek cümleyle ben de kendi açımdan teyit edeyim. Mehmet Şimşek, en azından, yemeğe davet edilen birisinin yemek odasına gidip çiş yapmayacağının taahhüdüydü. Yani ‘’Merkez Bankası’na müdahale olmayacak’’ dendi, ‘’TÜİK’e olmayacak’’ dendi ama ne kadar olup olmadığı malûm. Ve ‘’hukuken de olmadık yerlere savrulmayacağız’’ dendi. Ama üçü birden oldu. Yani Mehmet Şimşek’in nispi sigorta görevi görme garantisi ortadan kalktı, bitti. Yeryüzünün buradaki bir şekilde güvendiği bir kişi olarak burada ekonominin başına gelmişti. Onların da onlara verdiği taahhütler vardı. Bu rejimde rasyonalite artık ne kadarsa o minik kısmı da kalmadı. Yani minik onun yaratabildiği bir oksijen etrafında canlanma kabiliyeti ortadan kalktı.
Peki o zaman şöyle bir sorun var. Türkiye’deki rejimin, var olan iktidarın kendini yeniden üretebilmesinin en temellerinden birisinin rant dağıtımı olduğunu biliyoruz. Değişik kademelere, alt sınıflara ayrı, kendilerine yakın orta sınıflara ayrı bir rant dağıtımı. Ekonominin bu kadar berbat olduğu bir yerde o rant dağıtımı kesintiye uğramıyor mu?
Altan: Bu çok uzun zamandır böyle. Kendi etrafındaki %20’lik bir nüfusun milli gelirden aldığı payı kademeli olarak yükseltiyor, %80’i de gittikçe fakirleştiriyordu. En altta da emekliler, işsizler, asgari ücretler vardı. Ama şimdi, kendi etrafındaki bu %20’yi de artık zenginleştiremeyecek bir hâle geliyor. Pasta küçüldükçe de kendi aralarında daha fazla kavga eder duruma geliyorlar.
Ya da benim bugünkü yayında söylediğim gibi gemiyi terk edecekler.
Altan: Bunun gitmeyeceğini, gitmediği vakit anlayan bir anlayışa siyaset kurumu denmez. Öngörmektir bu. Biz yapalım edelim, canını okuyalım, gitmediği yerde bakarız’’
On dokuz Mart’ın hemen ardından yapılan ilk günkü değerlendirmelerde ‘’Putin Rusya’sına doğru gidiyoruz. Sandık da olmayacak, şu bu’’ dendi. Çünkü insanlar şok olmuştu, daha muhalefet ve toplumsal muhalefetten cevap gelmemişti. Şimdi insanlar, toplumda bir hareket var diye toparlandılar. Türkiye’yi yakın vadede nasıl bir gelecek bekliyor?
Altan: Bunun yakın vadesi, uzak vadesi yok. Siyasetçi kendi başına gelince ‘’Türkiye’de hukuk yok, hapishane ne kadar korkunç. Gece bizi alıp bilmem nereye götürdüler. Vicdan yok bunlarda’’ diye sızlanıyor. Yahu bunlar 15 Temmuz’dan beri hepimizin yaşadığı aynı rezillikler. Kendisine gelmeyeceğini düşündüğü için kimse ses çıkarmıyordu. Şunu hep söylüyorum. Anayasa Mahkemesi, AHİM ve Yargıtay kararlarına rağmen, ben, 7 yıldır idari mahkemeden mağdur edilen birisiyim. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen mahkeme bunu dinlemediği zaman… Yani buna en fazla sesini çıkaran Kemal Kılıçdaroğlu oldu, hakkını teslim etmek ve teşekkür etmek lazım. Ben CHP’den kimsenin ‘’bunlara ne yapıyorsunuz, bu mağduriyettir’’ dediğini duymuyorum. Bak harika bir hikâye anlatacağım. İstinafta bir mahkeme başkanı, AYM kararı var, AHIM kararı var, ‘’adamı karakola bile götüremezsin’’ diyorlar, adam bize ağırlaştırılmış müebbet verdi. Şimdi nerede o? Sabah akşam televizyonlarda dolaşan ünlü bir hukukçunun yanında avukat. Şimdi neyi savunacak o adam? Bu daha yeni oldu, altı yedi yıllık bir iş. İkinci Ceza Mahkemesi, İstinaf Bölge Mahkemesi’nde hâkim bu adam. AYM ve AİHM kararına rağmen ağırlaştırılmış müebbet verdi. Şimdi avukatlık yapıyor bir başka ceza profesörünün yanında. Şimdi bu adamdan ne beklersin? Yani böyle bir tablo var Türkiye’de. Bu olay 2018’de oldu. Bunlar ne zaman bağırıyor? 2025’te. Her şeye alışıyor Türkiye. Olabilir mi böyle bir şey? Olmaz. E niye bağırmıyorsunuz? ‘’Kendi başıma gelmezse bağırmam.’’ Kendi başına gelmeyinceye kadar susuyorsan, zaten çürümeye devam ediyor.
On dokuz Mart’ta çok şey yaşandı biliyorsun
Altan: Biz onların beş bin mislini yaşaya gelmiştik. İşte Ahmet Altan. Adamın hiçbir yatarı yok, 8 yıldır dışarı çıkma yasağı var. Niye isyan etmiyor buna? Buradaki mesele şu: Ben siyaseten senden hoşlaşmıyorum Başına ne gelirse gelsin ‘’oh iyi oldu’’ derim. E o zaman ortaklaşa hukuk devletini savunmuyoruz. O zaman da zaten iktidarı ele geçiren hukuk uygulamıyor, çünkü yarısı karşı, yarısı taraf, yarısı düşman, yarısı sempati duyuyor. ‘’Ben senden nefret ediyorum ama başına gelen bir rezalettir’’ diyen bir anlayış yok.
Yapanlar var tabii.
Altan: Var, ama siyaset için diyorum bunu.
On dokuz Mart’tan sonra, ‘’ses çıkartanlar, çıkartmayanlar’’ tartışmaları oldu biliyorsun. Geçenlerde bir yayında da söyledim, burada da tekrar edeyim: Mesela, Sezen Aksu, Nebat Çehre, Türkan Şoray, isimlerini unuttuğum birkaç kişi daha olabilir, çıktılar gençlere sahip çıktılar.
Altan: Çok haklı bir şey yaptılar. Çünkü biz o gençler sayesinde ölü numarası yapmaktan vazgeçtik Türkiye’ye kalsa o gençler demokratik haklarını kullanmamalı. Her şeye alışıyor burası, onu anlatıyorum zaten. Yani adam bunu 15 Temmuz’dan sonra yaptı. Susa susa susa ona da alışırsın. Kuraldan çıkarı olmayan bir toplum. Toplum toplamda kuralsızlık herkesin işine geliyor. O zaman biz burada hukuku çalıştıramayız. Herkesin kuraldan kazandığı kazancı olduğu, ister istemez kendi menfaati için hukuksal kurallara sahip çıkan bir rejimin, ekonomik yapısı toplumsal becerisi olmayan bir yerde ‘’hukuk’’ diyoruz. Bu ancak Avrupa Birliği’ne üye olması, dış dünyaya bağlamlanması sayesinde ihtiyaç duyulabilen, vazgeçilemeyen bir şeydi. ‘’Burada gayrimeşruluk mu istersin meşruluk mu?’’ dediğin vakit, herkes gayrimeşruluk isterse ne olacak?
Şimdi verili durumda elimizdeki ülkeye bakalım
Altan: Çok sıkıntılı sahiden.
Az önce bahsettik, 19 Mart’ın bence en ilginç ve en olumlu yönü toplumsal muhalefet ve özellikle gençler. Mesela liseli gençler de görev yerleri değiştirilen hocalarına sahip çıkıyorlar. Bu 19 Mart operasyonu olmasaydı, gençler yine öğretmenlerin görevden alınmalarına, sürülmesine tepki gösterilerdi ama böyle ses getiren bir şekilde yapamazlardı diye tahmin ediyorum.
Altan: Çünkü bu kadar büyük adaletsizlik karşısında toplumdaki demokratik öfke kabarıyor. Senin söylediğin bu liseli gençlerin tepkilerini Sırbistan’da, İsrail’de görüyoruz. Başbakanı yargılıyor adamlar. Geçen gün yine çağırdılar. Türkiye’de böyle bir şey mümkün mü? Sırbistan’da yeni yapılmış olan bir istasyonun damı çöktü. ‘’Müteahhidi, siyasetçisi alayınız hırsızsınız’’ diye oradaki öfke dinmiyor. Güney Kore’ye bak. Adam kalktı kendi iktidarını pekiştirmek için sıkıyönetim ilan etti, görevden aldılar. Bunlara hayranlıkla bakıyorduk. Şimdi siyasal iktidar Türkiye’de artık abarttı bu baskıyı, kuralsızlığı. Bir taraftan da ekmek alamaz hâle geldik. Yumurta ya, her gün yumurta diyorum. Sabah akşam yumurtayla başa çıkamayan bir siyasi iktidarı konuşuyoruz. Onun için senin işin zor. ‘’19 Mart meselesi ne olacak?’’ diye düşünüyorsun. Ne olacak? Yumurta pahalanacak, hiçbir şey olmayacak. Yani bizi öyle nefessiz bıraktılar ki en ufak parmağı kımıldasa ‘’A canlanıyor galiba’’ diye sabah akşam vakit geçiriyoruz.
Şimdi ben sana bazı rakamlar söyleyeceğim: Bu sabah dolar kuru 38,06. Euro 43,29. Avrupa’da bir kahve 10 euro olsa, 430 TL sayıyorsun. Bunu bu hâle kim getirdi? Nas getirdi. Nas ne? Hukuku yok etmek. Nasıl yok etmek? Merkez Bankası yasasını dinlememek ve tutup laik bir ülkede, Nas diye, enflasyon yükselirken faizi düşürmek. Şimdi bu bilinç olsa bu toplumda, bunlar olabilir mi? Bana gençleri soruyorsun ya, bak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın sitesinden aldım. PISA Araştırması. Uluslararası öğrenci değerlendirme programı. Üç yılda bir yapılıyor. Nedir bu? Milli Eğitim Bakanlığı kendi sitesinde tanımlıyor: PISA Araştırması 15 yaşındaki öğrencilerin modern toplumda yerlerini alabilmeleri için gereken temel bilgi ve becerilere ne ölçüde sahip olduklarını ölçüyor. Bizim çocuklarımız ne ölçüde sahip? Otuz yedi OECD ülkesi arasında 32’nciyiz. Yani eğitimi ölmüş. Mevcut bir kısım kalmış, Milli Eğitim Bakanlığı orayı da Boğaziçi Üniversite’sinin bugünkü haline benzetmek istiyor. Neden? Nitelikten nefret ediyorlar. Neden? Niteliksizliklerin siyaseten iktidar olabildikleri bir yer. Yarışta yoklar. Siyaseten bütün yapıyı ele geçirdiler. Unutma, kadın ‘’Daha ne olsun, doktor dövüyoruz’’ diyordu. O kadının eğitim anlayışı nedir? Boğaziçi’nin bugünkü durumudur. Lisede o kadının rahat edeceği, kompleks duymayacağı eğitim anlayışı nedir? Nitelikli, yani piyasada aç kalmayacak, devlete muhtaç olmayan ve sabahları kalktığında içinden gele gele ‘’ben hayattan korkmam, hayat benden korksun’’ diyen 8 bin öğretmeni diskalifiye ettiler. Çünkü onlar doktorları savunan, doktor olmasa bizim hayata karşı dirençsiz kalacağımızın bilincinde olan 8 bin hoca. Bu ortamda bunu niye yapıyor bu Milli Eğitim Bakanı siyasete? Birileri bir daha mı karıştırmak istiyor Türkiye’yi şu sırada? Çünkü 2 ay sonra okullar bitiyor zaten. Sırası mı şimdi?
Ben yaptım oldu.
Altan: E ama olmadığı 19 Mart’ta görüldü. Yahut da başka bir şey. Mesela bugün T24’te Tolga Şardan’ın bir yazısı var, AKP ile MHP’nin, yargı sistemi üzerindeki güç mücadelesini anlatıyor. Hâkim ve Savcılar Kurulu seçimleri yaklaşırken yapılan pazarlıkları, kavgaları anlatıyor. İşin içinde tarikatlar, cemaatler şunlar bunlar. Burası hiçbir zaman hukuk devletine dönmez. Bunlar yazılıyor çiziliyor, adamlar utanmadan bu işlerle ilgili kavga ediyorlar. Yani ‘’evrensel hukuk standartlarında buraya 11 kişi seçelim’’ diyen yok. Sen ben filan, bir şekilde büyük kavgaları var. Üstelik bu kavgalar hiçbir zaman hukuk kavgasına gelmiyor. Mesela Balyoz varmış. Dünün en önemli haberi, Yargıtay Balyoz kararında savcının itiraz ettiği 7 kişinin cezasını onadı. Yani hep propaganda burası. Muhalefet veya iktidar fark etmiyor. Tarafsız olunca da kendine yer bulamıyorsun. Kumpas değilmiş demek ki. Çünkü Yargıtay 15 Temmuz’da ‘’bu işi şu yaptı, bu yaptı, Cemaat yaptı’’ dedi. Kaç bin kişiyi atadılar. Aradan 10 sene geçti, bugünkü Yargıtay bunu onayladı. E demek ki Balyoz bir propaganda. Yani camicilerle kışlacılar kavgasının dışına çıkmadıkça burası düzelmez. ‘’Hukuk devleti, demokrasi, AB standartları, liberal demokrasi’’ diyen birisi var mı? Yok. Bütün mesele ‘’iktidarı ele geçireyim.’’ Kimin tarafında olarak? Şunun, bunun. Mesela teğmenler ‘’demokrasinin askeriyiz’’ diye bağırsaydı problem olur muydu, olay olur muydu, taraftar bulur muydu? ‘’Hukuk devletinden yanayız.’’ Böyle bir anlayışı yok buranın. Ama buraya doğru geliyor, çünkü muhtaç kalıyor buna; başka türlü çıkışı yok.
Biraz önce söylediğim o ‘’ben yaptım oldu’’ muhabbetinde şunu özellikle söylemek istiyordum: Anladığım kadarıyla Erdoğan 19 Mart operasyonuyla, bunu çok kolay bir şekilde halledeceğini ve bertaraf edeceğini düşündü, muhtemelen de Bahçeli’ye de böyle pazarladı bunu. Ama ilk günden itibaren, özellikle gençlerin devreye girmesiyle beraber bütün hesaplar çöktü.
Altan: Bir de sabah borsalar, ekonomi çöktü.
Evet, tamam o bir yanda ama toplumsal hareket başladı.
Altan: Tabii. İstanbul Üniversitesi öğrencileri ile birlikte toplumsal olarak da müthiş bir hareket başladı.
Peki, şimdi ne yapabilecek? Yani geri dönebilir mi?
Altan: işte orada teoriler var. Yani bu ne kadar doğru ne kadar değil. Devlet kim? Hukuk olmayınca nedir? Güç dengeleri filan. Herkes bir şey uyduruyor. Burada bir devlet olmadığı, bir hukuk devleti olmadığı, anayasaya uygun meşru bir devlet zihniyeti olmadığı kesin. O zaman herkes bir analiz yapıyor. Ama anlattıkları şu: Devlet Bahçeli bir şekilde, kendi silahlı bürokrasi ve yargı bürokrasisi üstündeki egemenliğiyle, Kürt meselesi sürecinde Erdoğan’ı gittikçe köşeye sıkıştırıyor ve kendine göre tanzim edeceği bir başka yapıyla, ‘’oldu, oldu, mış mış gibi yapalım da hiç olmazsa biraz burası rahatlasın, sonra bakarız’’ gibi bir şey diyor. Ama bütün bu komiklikler anayasaya uymadığınız için oldu hepsi. Niye bu kadar fakirleştik? Merkez Bankası’nın özerkliğini yok ettiniz. Peki, bugünkü sorunları niye yaşıyoruz? Anayasanın ilgili maddelerini uygulamıyorsunuz. Aynı zamanda uyuşturucu baronlarına müthiş bir hoşgörü vardı. Şimdi anayasayı uygulamayanlar, bunlara göz yumanlar, ‘’işler tatsızlaşıyor, sen biraz çekil’’ gibi abuk subuk davranıyorlar. Onun için benim ağrıma gidiyor bunlar. Siz kurallara uymadığınız için iş bu noktaya geldi. Ve medya… Bu medya zehirliyor Türkiye’yi. ‘’Bunlar çok önemli gelişmeler. Tarihi bir şey oldu’’ filan filan.
Oynama ekmeğimizle.
Altan: Çok haklısınız Ruşen Bey. Nasıl görüyorsunuz durumu?
Çok parlak. Biliyorsun benim adım ‘’saftirik iyimsere’’ çıktı.
Altan: Hayır. Bir şey olacağı kesin. Çünkü dış dünya konjonktürü açısından baktığın vakit, meselelerin, Türkiye’deki çalkantılardan azade, kendi istikametinde yürüdüğünü görüyorum. Buna Suriye de dahil. Buna uyamayan Türkiye. Ama hiçbir zaman uyamadı ki. Türkiye’nin başının belaya girmesi, yeryüzü gidişatını okuyup, kendi çıkarlarını buna uygun hale getirememesi. Çünkü burası bir iç sömürge gibi. Senin programın geldikçe bunu her zaman söyleyeceğim: Seçimde dört oy attık aynı zarfa. ‘’Üçü doğru, birisi yanlış’’ dediler ve Türkiye, Yüksek Seçim Kurulu’yla, şununla bunula bunu onadı. Biz böyle bir toplumun analizini yapıyoruz. Çünkü bu Türkiye’ye böyle çok önemli ve ciddi şeyler söylüyormuşsun gibi yaparsan, kendin de irtifa kaybediyorsun, akıl sağlığın gidiyor. Hep, bir üçüncü göz olmak lazım. Bu siyasal iktidar Türkiye’nin üçüncü gözünü kör etti. Biz olması gerekeni hiçbir zaman konuşmuyoruz. Yeryüzünde olanlar bırak, Türkiye’nin kendi anayasasına göre… Ne dedi Bahçeli? ‘’Sen anayasaya uymuyorsun. Biz anayasayı sana uyduralım.’’ Şimdi oradan hepimiz KHK’lılardan bahseder mi, şurada da bir şey yapar mı?’’ diye bekliyoruz. E ip atıyordu. Bizim geldiğimiz noktanın temel sebebi, olması gerekeni çok çabuk inkâr edebilmek, yok saymak.
Yargıtay’da birtakım hâkimler var, bütün bu kararlar oradan çıkıyor. Peki, Hukuk Fakültesinde okumuş bir adamın imza atabileceği kararlar mı bunlar? Mesela bir tane adama 8 yıl ev hapsi veriyorlar, öbürküne AİHM’i yok sayma, diğerine idam, ötekine müebbet. Sonra oturup yemek yiyorlar, odalarında duş alıyorlar, eğlenmeye gidiyorlar ve gittikçe bunu içselleştirip sıradanlaştırabiliyorlar. Vicdan mekanizması ortadan kalkabiliyor, meslek etiği de yok oluyor. HSK’nın web sitesine girip etik kurallarına bir bak.
Başka işim mi yok?
Altan: Orada seçimlere katılmak isteyenlerin bir ahlâkı ve vicdanı varsa etik kurallarına bir baksınlar. AİHM ve AYM kararlarına uymak, bir şekilde rütbe almak da esas sayılıyor o web sitesinde. Fiiliyatta ne oluyor? ben fiilen yaşadım. AYM kararını uygulamayıp beni 5,5 yıl fazla yatıran adam, şimdi orada Yargıtay’da üye. HSK atadı onu. Süper bir yer
Ben onun için bakmıyorum. Gelelim saraydaki perşembe buluşmasına. 19 Mart’la beraber sanki bir durdu ve şimdi tekrar başlıyor. Kimilerine göre Erdoğan gündemi tekrar kazanmak için bu olaya girdi. Kimilerine göre Bahçeli ‘’artık yeter, ne yapacaksak yapalım’’ dedi. Daha önce de konuştuk, ‘’orada bölgesel gelişmeler nedeniyle Türkiye bunu yapmak zorunda’’ perspektifinin Bahçeli’yi motive ettiği anlaşılıyor. Diğer yandan, Suriye’de Kürtlerle Şam arasında ilişkiler bayağı olumlu gidiyor.
Altan: Yürüyor, hiçbir problem yok. Türkiye buna uyum sağlamak, bütün Kürtlerin devleti olacağı yerde, Rojova ile uğraşıyor. Bir de bence büyük bir hata: Kürt sorunu iç politikaya ait bir şey değil. Türkiye’nin çözmesi gereken eşit vatandaşlık, demokratik cumhuriyet bağlamında… Şimdi sen bundan ‘’seçimde bir ikinci elbise daha çıkartayım’’ dersen… Niye iflas etti bir önceki? Çünkü oradaki başkanlık rejimine geçip geçmeme filan… Ya bu öyle bir şey değil. Mesela sırf sana anlatabileceğim bir hikâye var: İspanya’da Suárez diye bir Başbakan vardı, Franco dönemini bitirdi. Benim büyük saygıyla andığım, olağanüstü, tarihsel bir isim. Sonra %5 alarak parti kurdu. Ama onun %5 oy alması bunlar için önemli değil. Bunlar için iktidar, o hazine. ‘’Beni denetlemesen hazinenin yanında ben böyle durayım, çayımı kimse kapmasın.’’ Suárez ne yaptı? Franco dönemini bitiren adam olarak tarihe geçti. Bak şimdi adını anıyorum. İnsan ne zaman ölür? Adını son bir kez birisi telaffuz eder, bir daha etmez, Esas ölüm o zamandır. Ben Suárez ‘i hep anarım; olağanüstü tarihsel bir iş yapmıştır. Bir de Güney Afrika.
De Klerk, değil mi?
Altan: Evet. Entelektüel olmayınca, siyasetçinin devlet yönetme kapasitesi çok yetersiz kalıyor. Bizim yaşadığımız o. Onun için liselerdeki 8 bin dünyalı öğretmeni kovuyorlar, onun için canlarını sıkan Boğaziçi’nin canına okuyorlar. Yeryüzü standartlarında tür sürekli düşüyor. Neden? Başka türlü doktor döverek övünemezsin. Siyasetin bir muhalif kanadı tarafından havalandırmak için bunları topluca söylemek gerek. Buraya bir siyasetçiyi çağır, ‘’Adalet bakanı olsan ne yapacaksın? Ya da ‘’Milli Eğitim Bakanı olsan ne yapacaksın?’’ diye sor. Bak 40 yıldır YÖK’ü kaldırmıyorlar. Üniversiteyi çökerttiler, şimdi liseleri çökertiyorlar. Peki ne yapmak gerek? PISA’da bizi ilk beşe bizi sokacak bir siyasi parti var mı? Yahut öyle bir Milli Eğitim Bakanı adayı var mı? Kitabı var mı? Mesela bir siyasetçi vardı ‘’Beşli Çete’’ diye bir kitap yazdı Kemal Kılıçdaroğlu zamanında. Şimdi kendisi bir kere bile bundan bahsetmiyor. Çünkü Kemal Bey gitti, ortam değişti. Ne olduğu belli değil. Bir de, bu siyasetin finansman kirliliğini, siyasi kavganın dışında tutarak ortadan kaldırmak lazım.
Peki Kürt meselesine tekrar dönelim. Aslında bir yanıyla, şu aşamada PKK sorununu çözme gibi bir şey var. Bir kongre muhabbeti var, onların birtakım şartları var ve sonuçta, neredeyse 50 yıllık bir olayın sona erme ihtimali var. Mesela ben bu 50 yılı yaşamış birisi olarak ve bunu 40 yılı gazeteci olarak yaşamış birisi olarak, böyle bir olayın bitebilecek olması, bana inanılmaz bir şey gibi geliyor ve çok heyecanlandırıyor. Elbette bu meseleyi çok önemseyenler de var ama sanki…
Altan: Çünkü bir bu toplumsal proje olarak değil, siyasi bir proje olarak çıktı ve daha ziyade, devletin servislerinin kontrolünde bir unsur olarak çıktı. Bütün toplumun, ortaklaşa, demokratikleşmeyle hukuk devletiyle zenginleşmeyle bir arada yürüyen bir proje olmadı ve aynı zamanda da bundan, bir iktidarda kalma elbisesi… Yani bu konunun zaafları ve artıları var. Tabii bir taraftan da dünya dinamikleri sayesinde bitiyor. Bu arada, en çok senin değerlendireceğin hoş bir şey söyleyeyim: Bugünlerde Fransa ile Cezayir’in arası nasıl?
Kötü mü?
Altan: Korkunç. Çok dehşet verici. Ben hiçbir zaman ikisi arasında bu kadar ağır bir gerginlik görmedim.
Niye?
Altan: Bir sürü neden var. Ama özü itibariyle, eğer bir problemi çözmezsen… Mesela İspanya’da bir sorun yok. Neden? Suárez diye bir adam geldi, çözdü bu işi. Yani eşit vatandaşlık var mı? Mesela KHK’lılar. Adam aklanıyor mahkemeden karar alıyor, sen onu döndürmüyorsun. Şimdi ‘’bu Kürt sorununu çözecek’’ diyorlar, inşallah çözsün. Siyaseten bir şey yapacak, ama bunu üretmeyecek, bunu bir daha doğurmayacak, bu şiddeti, eşitsizliği bir sonuç haline getirmeyecek bir hareket göremiyoruz. Af çıkartacak filan. Ama hukuku uygulayacak mı? Ya HSK seçimlerindeki tartışmalara bir bak. Bundan dolayı, siyaseten baktığın vakit muazzam bir şey.
Yani dediğin şu: Bu ülkede insanlar bu iktidardan böyle olumlu bir adım bekleyemiyorlar.
Altan: Bir de olumlu bir adım olduğunu kabul edersin, hakkını teslim edersin. Ama bunun kalıcı altyapısı olmadığı için ‘’bunlar siyasi bir oyun mu oynuyorlar, dünyayla beraber dans etmek için ve para pul bulmak için?’’ diye düşünüyorsun. Çünkü bir taraftan da petrol üstünden gelişmeler var. Kafkasya, Ortadoğu, Kıbrıs… Türkiye bunları hiç konuşmuyor.
Kıbrıs demişken, Orta Asya ülkeleri, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’ni niye tanıdılar sence?
Altan: Sence niye?
Bu mesele karambole geldi ama hepsi…
Bir taraftan da dünya Türkiye’de Kürt meselesini zorluyor diyorsun. Çünkü Suriye’de gelişmeler var. Neden? Amerika ve İsrail orayı tanzim etmek istiyor. Peki Amerika bunu yaparken ne yapıyor? Rusya’yla da itiş kakışından dolayı, petrolü, Rusya’ya muhtaç olmayan bir Avrupa yaratmak istiyorlar. Bu da ancak en ucuz, maliyeti düşük, Kıbrıs üstünden oluyor. Türkiye ve Kıbrıs üstünden. Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasında çözüm olmadığı vakit bu proje yürümüyor. Aynı zamanda, ‘’Türkiye daha da korkunç bir yerlere gitmesin, Şangay Beşlisi’nin yanına gitmesin, bu tarafa çekelim’’ meselesinin kilidi Kıbrıs. Bizim, Kıbrıs’la bir şekilde bu sorunu çözmemiz lazım. Mesela geçenlerde Kıbrıs’taki iki topluluk lideri, birisi Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı, diğeri Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı, BM karargâhının olduğu ara bölgede bir görüşme yaptılar. Türkiye bunları iyi izleyemiyor. Aynı zamanda, Türkiye’ye karşı değil, Türkiye’nin de içine alınacağı bir yeni barış projesiyle, enerjiyi ucuza getirme meselesi. Ondan dolayı o adamlar Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıdı.
Bu basının canına niye okudular ya? İktidardan yana olduğu vakit çöp işte, bak, hiçbir şey konuşmuyor. Herkes kendi işini yeryüzü standartlarında yapsın. Yani ne oluyor öyle ‘bu haber çıkartın, bu haberi çıkartmayın demekle? İşte o zaman da bu meseleler niye oluyor anlamıyorsun.
Hatırlarsan, Maltepe mitinginde, Özgür Özel, ‘’bakalım miting haberini saat 15.00’te hangi kanal görecek?’’ diye anons etti. O bölümü izledin mi?
Altan: Hayır, görmedim, nedir?
Boykot ettikleri televizyonları kastetti. NTV, Maltepe mitingi varken Myanmar’daki depremi birinci haber yaptı. Mitinge dair bir haber yapmadı tabii
Altan: Ama çok hoş bir hikâye var. Hiçbir zaman, hiçbir siyasi iktidara, kim olursa olsun, bunlara parti olarak baktıkça yanılmaya devam edeceğiz. Medya patronları hiçbir başka işle ilgilenemez’’ diye bir yasa çıkarmaz, değil mi? Sen bu işi yıllardır yapıyorsun. Niye çıkarmazlar? Çünkü onu kullanmak ister. E kullandığın vakit de böyle oluyor. Şimdi iktidardaki kullanıyor. Yarın sen de kullanma, ben de kullanmayayım. Samimiysen o zaman bir yasa çıkartalım ‘Medya patronları hiçbir şekilde bankacılıktı, turizmdi, tank lastiğiydi filandı işine girmemiş insanlardan oluşacak’ diyelim.
O zaman kimse girmez ki.
Altan: E işte onu konuşmayınca benim saygım da inancım da kalmıyor. Biz artık o anlamda çok fazla şahidiz bu topluma. Kendi iç ameliyatlarını, patoloji raporlarını gördük. Onun için de zor bir şey günlük konuşmak. Yani gene konuşuruz da ama esas söylenmesi gerekeni de söyleyelim istiyorum.
Peki, toparlayalım. Nasıl toparlayalım?
Altan: Bırak dağınık kalsın. ’Ben hayattan korkmam, hayat benden korksun. Bak, izleyenler öyle istedi. Bence, her şeye rağmen olumlu birtakım gelişmeler olacak. Türkiye istediği için değil, başka türlü yapamadığı için.
Evet Türkiye’nin gidişatının yakın dönemde olumluya seyredeceği yolunda bir uzman görüşüyle kapatıyoruz. Prof. Mehmet Altan’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.