Haftaya Bakış’ın bu bölümünde Ruşen Çakır ve Kemal Can, Mirgün Cabas İstanbul depremi | 19 Mart Krizi | Yeni çözüm süreci | Türkiye’nin gündemi hangisi? başlıklı videoda değerlendirdi. Çakır, Can ve Cabas İstanbul’daki depremi, 19 Mart krizini ve çözüm sürecini yorumladı.
Türkiye’nin gündemi hangisi?
İstanbul’da 23 Nisan’da 6,2 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Deprem, İstanbul’un yanı sıra Yalova, Bursa, Tekirdağ, Balıkesir, hatta Ankara ve İzmir’de de hissedildi.
Kürt meselesinin çözümü için devlet, Öcalan ve DEM Parti İmralı heyeti arasında başlatılan süreç devam ediyor.
Süreç kapsamında 24 Nisan’da DEM Parti Grup Başkanvekilleri Gülistan Koçyiğit ve Sezai Temelli ile DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Türkdoğan, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüşürken, eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a bir dava daha açıldı.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, AİHM ve AYM kararlarına rağmen yaklaşık dokuz yıldır Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında, 2016 yılındaki yedi ayrı konuşmasından dolayı 15 yıla kadar hapis cezası ve siyasi yasak talep eden iddianameyi tebliğ etti.
Ayrıca dün DEM Parti Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit, Sezai Temelli ve Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Türkdoğan’dan oluşan DEM Parti heyeti, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile Adalet Bakanlığı’nda bir araya geldi.
Gülistan Kılıç Koçyiğit, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, “Sayın Bakan’a tecrit koşullarında bu sürece Sayın Öcalan’ın katkı sunamayacağını, sürecin ilerletilmesi açısından Sayın Öcalan’ın koşullarının en önemli başlık olduğunu ve derhal, bir an önce artık bu koşulların amasız, fakatsız düzeltilmesi gerektiğini kendilerine ifade ettik. Bu konuda sanırım önümüzdeki dönemde bazı gelişmeler görme şansımız da olacak diye düşünüyoruz” dedi.
Tutuklu bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, cezaevindeki hücresini çizdi. Arkadaşlarının hücresini resmettiğini söyleyen İmamoğlu, sosyal medya paylaşımında 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’na kadar tüm evlerde, arabalarda, iş yerlerinde, köylerde ve şehirlerde Türk Bayrağı’nın asılmasını istedi.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can’la birlikte bugün çok değerli bir konuğumuz var; Mirgün Cabas. Mirgün, uzun süredir Medyascope stüdyosuna, yayına katılmamıştın. En son ben seni ziyarete gelmiştim.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Mirgün Cabas: Evet, iade-i ziyarete geldim.
Ruşen Çakır: Evet. Nasılsın? İyi misin?
Mirgün Cabas: İyiyim. Türkiye gibiyim. Sallanıyorum ama yıkılmıyorum.
Ruşen Çakır: Sallanıyorsun, yıkılmıyorsun. Depremle başlayalım, Mirgün. Biz deprem günü Kemal’le buradaydık. Ben Mümtaz’er Türköne ile yayın yapacaktım. Onun öncesinde Kemal de Mümtaz’er’i görmeye gelmişti. Şimdi hemen buradan birileri komplo teorileri üretebilirler. O sırada soyunma odasına kravatımı takmaya gittiğimde sallandık.
Mirgün Cabas: Ben de evdeydim, bilgisayar başında oturuyordum. Neredeyse pijamalıydım, tam da değil ama.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle başlayalım: Biz evde Müge ile birlikte Şener Üşümezsoy’cuyuz. 10 gün önce, olmayacak, bu sondu zaten demişmiş. Ben bilmiyordum ama şimdi yine konuşmalar başladı biliyorsun.
Mirgün Cabas: Bu konuda kalplerle akıllar başka yerleri gösteriyor, biliyorsun.
Ruşen Çakır: Biliyorum. Kalbimiz Üşümezsoy’cu.
Mirgün Cabas: Öyle olmasını temenni ediyoruz, ama aklımız Celal Şengör’cü değilse bile Naci Görür’cü.
Ruşen Çakır: Bir dakika, geçen gün bir izleyici bana, “Sizin yorumlarınız Şener Üşümezsoy gibi” diye yazmış.
Mirgün Cabas: Nesini benzetiyormuş, iyimserliğini mi?
Kemal Can: İyimserlikte. Siyasette Şener Üşümezsoy gibi olacaksın.
Ruşen Çakır: Ben de ona, “Vallahi adamın bir şeyi yok” dedim. Sence hangisi?
Mirgün Cabas: Kalplerimiz Üşümezsoy’cu, ama aklımız Naci Görür diyor. Çünkü gerçek olması için çok fazla diğerine koşullandık. Yedi üzerinde bir deprem olacağı, hepimizin perişan olacağı, bu yıkımın kaçınılmaz olacağı konusunda neredeyse 25, 30 yıldır o kadar çok bombardımana maruz kaldık ki, aklımız diğerinin mümkün olabileceğine ikna olmuyor ve olmaması da gerekiyor belki de. Salmamamız gerekiyor diye düşünüyorum ve 7 küsura doğru ne yapılması gerekiyorsa yapılması gerekiyor.
Kemal Can: Bir de unutmayın, pandemide epeyce popüler olup sonradan resetlenen bir doktor vardı. “Bir şey olmaz, Türklere pandemi bulaşmaz,” demiş ve herkes çok sevinmişti. Tabii ki ‘’bir şey olmaz’’ diyen her zaman avantajlıdır. İyimserler çok taraftar bulabilirler, ama hakikaten gerçekçilik ve hakikat meselesini de kaçırmamak lazım.
Ruşen Çakır: Bir de tabii şöyle de çok garip bir şey var: Ekrem İmamoğlu 6 yıldır İstanbul’u yönetiyor ya, deprem için hiçbir şey yapmamışmış. Bu çok garip bir şey. Tayfun Kahraman’ı biliyorum, kendisi şehir plancısı. Hakan Altınay şehir plancısı ve zaten içeri alındığında da Büyükşehir Belediyesi’nde çalışıyordu. Resul Emrah Şahan şehir plancısı, kent uzlaşısından dolayı içeride ve belediyesine de kayyum atadılar. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Gürkan Akgün şehir plancısı, Buğra Gökçe şehir plancısı ve bunlar hakikaten epeyce bir şeyler yapıyorlardı. Ekrem İmamoğlu’nu saymıyorum. Şimdi bu isimlerin hepsi içeride. Kiminle nasıl yapacaklar? Geçen gün Bakan Murat Kurum İstanbul’a geldi. Ben ne zaman Murat Kurum’a baksam Ekrem İmamoğlu’nu görüyorum. Çünkü 1 milyonluk acayip bir fark yemiş. Şimdi 19 Mart operasyonuyla, depremi birleştiriyorum ama aslında ne kadar denk geldi, değil mi? Tam da böyle bir olayda. Bereket, ucuz atlattık. Ama telefon operatörlerinin içine düştükleri duruma bakılırsa, deprem daha büyük olsaydı…
Kemal Can: SenÜşümezsoy’culuğu iyice içselleştirmişsin, ‘’Atlattık’’ diyorsun, ama atlattık diyen o. Atlattık mı henüz onu bilmiyoruz.
Ruşen Çakır: Nasıl oluyor o?
Kemal Can: Tıpkı darbeyi atlatmak gibi. Naci Görür ise tam tersine, “Bu deprem, riski büyüttü,” diyor teorik olarak. Dolayısıyla atlatılmış bir şey olup olmadığı tartışma götürür.
Mirgün Cabas: Şimdilik bir şey olmadı diyebiliriz en fazla.
Kemal Can: Evet. Atlattık deyince geçti bitti oluyor ya.
Mirgün Cabas: Saydığın gibi, Ekrem İmamoğlu dâhil olmak üzere bütün planlamacı belediyeciler içeride. Ama ne oldu? Cumhurbaşkanı geldi, hızla duruma el koydu, toplantı yaptı. Çıkışta da, “Şimdilik bir sıkıntı yok” dedi.
Ruşen Çakır: Atlattık mı dedi?
Mirgün Cabas: “Şimdilik bir sıkıntı görünmüyor” dedi ve her şey hızla normale, bir önceki güne döndü ya da yani dönüyor.
Ruşen Çakır: Ne diyorsun, Kemal? Depremin siyasi sonuçlarını da senden alalım.
Kemal Can: Şimdi şöyle bir tuhaf durum var tabii. Sen biraz önce söyledin. Mesela iktidar medyasında ve tabanında çok dolaştırılan bir şey var. Sen de esprisini yaptın ya, İmamoğlu 6 yıldır bir şey yapmadı hikâyesi. Çok acayip bir şey bu tabii. 25 yıl bir şey yapmayana karşı ‘’6 yılda bir şey yapmadı’’ diye bir şey anlatmak, böyle bir siyasi sonuç çıkartmaya çalışmak, hakikaten akla zarar bir şey. Neyse, o işin bir tarafı. Ama ne yazık ki bu tür felaket ihtimalleri ya da yaşanmış felaketlerin, aktörlerden bağımsız olarak ve dünyanın hemen her yerinde geçerli olan şöyle kötü bir siyasi sonucu var: Tehlike, tehdit, endişe çok yükseldiği zaman, o anda gücü ve iktidarı elinde tutanlar daha avantajlı siyasi pozisyonlar elde ediyorlar. Hatırlarsan bunu Maraş, Antakya depremi sırasında ve sonrasında da gördük. Devlet kapasitesinin neredeyse her alanda acayip zorlandığı görülmüş olmasına rağmen, birdenbire, iktidarın oylarında, Erdoğan’ın popülaritesinde yükselmeler gördük. Yetmezmiş gibi, hemen sonrasındaki seçimde de o illerde daha yüksek sonuçlar aldılar. Çünkü bu endişe ve korku, güç etrafında toparlanmayı artırıyor. İktidar da bunu birazcık bildiği için o şaşırtıcı görüntüyü hemen vermek istedi. Erdoğan, seçim kaybetmiş olsun olmasın Murat Kurum’u ve bakanlarını, hatta il başkanını, parti sözcüsünü yanına alıp AFAD’a gitti.
Mirgün Cabas: Ve kimi almadılar toplantıya? İBB Başkan Vekili’ni.
Kemal Can: Evet. İBB başkan vekilini dışarıda tuttular. Bu aslında bir resim gösterme hadisesi. Yani ‘’güç bizde, kontrol bizde. Dolayısıyla endişeye kapılıyorsanız, problem görüyorsanız macera aramayın.’’ Ama daha tatsız bir şey oldu aynı dönemde. Devlet Bahçeli’nin bir açıklaması geldi. Bahçeli’nin açıklaması da tabir yerindeyse gücün merkezini işaret eden, yerel yönetimi ve İmamoğlu’nu bir tür eleştiren ve sürecin dışına doğru iten bir şeyi destekleyen bir açıklama yaptı. Bu ikisi de denk geldi. Bu organize bir hadise miydi, senkronize bir gelişme miydi, o ayrı bir tartışma konusu. Ya da bir süredir tartıştığımız gibi, aradaki problemi yatıştırmak için iki taraf da yeni bir aşamaya mı geldi, o da ayrı bir tartışma. Ama çok açık ki Erdoğan’ın gelip burada o görüntüyü vermesi, üstelik siyasi bir görüntü olarak vermesi, yani bir cumhurbaşkanı olarak değil de bir parti başkanı olarak vaziyet etmesi. Sanıyorum peşinden de dışarıda bekleyen insanların bulunduğu bir yere gidip, orada depremden endişeye kapılmış birtakım insanlarla da görüntüler vermiş. Bu resim, bu meseleyi nasıl kullanacakları, önümüzdeki günlerde de bundan siyasi sonuç çıkartmak için ne yapacakları, buna nasıl muamele yapacakları konusunda bir fikir veriyor. Bu, elbette şu andaki tartışmaları ve 19 Mart sonrasındaki süreci çok değiştirecek temel bir mesele değil. Ama daha önce darbede, daha önceki depremde kullanıldığı gibi ya da bölgedeki, Ortadoğu’daki tehlikelerden ve risklerden mülhem yeni bir süreç inşasında gördüğümüz gibi, korku ve endişeleri kullanarak bir politik getiri sağlama konusunda bu fırsatı da kullanmaktan geri durmayacaklarını ve eğer İstanbul Belediyesi ile ilgili suçlamalar ya da İmamoğlu’na yapıştırılmaya çalışılan iddialarla alınamamış sonuçtan daha fazla birtakım adımlar atılacaksa, bunlar için de bir vesile ya da belediyenin imkânlarını dışarıda tutarak, vekil başkanı bile toplantıya almayıp, daha sonra önümüzdeki günlerde yine deprem gerekleri olarak yaptıklarını iddia edecekleri birtakım merkezi hükümet hamlelerinin yolunu yapmak için kullanılabilir diye kötümser bir yorum yapayım.
Mirgün Cabas: Çok özür dilerim, söylediklerin arasından en sonuncusunun altını biraz çizmek gerekiyor belki. Billboardlardan başlayarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki bütün yetkiyi, imkânı tırpanlamaya başlamışlarken, dediğin gibi bazı şeyleri merkezileştirmek için depremi bir gerekçe, bir bahane olarak kullanmak, bazı yetkileri, bazı maddi imkânları tırpanlamak için bunun bir bahane hâline getirilebileceği çok akla yatkın.
Kemal Can: İktidar bir şeye siyaset üstü diyorsa, bu başka siyasi aktörlerin elindeki bir şeyleri kendi eline geçirmek için bir hamle yapıyor ya da yapmak üzere demektir. Kaç keredir bunu öğreniyoruz. Bir şey, ‘’bu siyaset üstü bir mesele’’ diye bir kenara ayrılıyorsa, mutlaka bunun siyasi getirisini kimseye kaptırmam, bu benim ekmeğim demenin başka bir yolu. Dolayısıyla bu laf tekrar dolaşıma girdi. Üstüne o resim verildi, üstüne o açıklamalar yapıldı. Dolayısıyla bu anlamda, buradan çıkacak siyasi sonuç diye sorduğun için, hayırlı bir sonucun ucu görünmüyor.
Ruşen Çakır: Orada toplandılar ettiler de, millet, “Ne güzel, Cumhurbaşkanımız olaya el koydu. Demek ki esen kalıyoruz” demedi. Millet hâlâ tedirgin.
Kemal Can: İktidarın bir sürü konuda neyi neden yaptığı üzerine fikir yürütüyoruz. Yaptıklarından illa istediği sonucu almıyor. Almadığını da kaç senedir oy kaybıyla, yönetememesiyle, paniğiyle görüyoruz. İkisi ayrı şeyler. Millet bundan ne sonuç çıkartır ya da bu hamle nasıl sonuç verir, ayrı bir şey. Ama görünen o ki, bu, yanlışlıkla verilmiş bir resim değil, hazırlanmış bir resim. Belediye başkanının vekilini oraya çağırmamak, yanına Efkan ‘-Âlâ ve Ömer Çelik’i oturtmak rastlantısal bir resim değil. Bundan istediği sonucu alır ya da almaz, o ayrı tartışma konusu, ama bundan bir hesap var.
Ruşen Çakır: Mirgün, biz Kemal’le 19 Mart’ı konuşa konuşa çok yorulduk. Hazır taze kuvvet olarak gelmişken sen nasıl görüyorsun genel anlamda baktığında? 19 Mart’la bambaşka bir şey yaşıyoruz herhalde.
Mirgün Cabas: Önce sonuca dönük konuşalım. Bir kere, Ekrem İmamoğlu açısından çok zor bir tablo var; üstüne kilit üzerine kilit kapattılar. Dolayısıyla bu tablonun birinci güne dönmesi, yani Ekrem İmamoğlu’nun tekrar aday hâline gelmesi son derece zor görünüyor. Orada çok büyük hamlelerin, büyük geri adımların olması gerekiyor. Siyaset yasağı kalkacak, serbest bırakılacak, diploması iade edilecek gibi böyle birkaç kilitli kapıdan geçmesi gerekiyor. Dolayısıyla ilk seçimde İmamoğlu’nu aday olarak meydanlarda görebilecek miyiz, doğrusu şüpheleniyorum. Yine sonuçtan devam edecek olursak, ‘’eğer o aday olmazsa ne olur?’’ meselesini konuşmak gerekiyor herhalde. Konuşmaya başlamak gerekiyor. Çünkü Özgür Özel de ufak tefek bununla ilgili bir şeyler söylemeye başladı sorulduğu zaman. “Halk kimi isterse onu aday göstereceğiz ve bizim kampanyamız Ekrem İmamoğlu” dedi. Ekrem İmamoğlu da cezaevinden her topu karşılayarak, orayı bir siyasi karargâh gibi kullanarak, kendisini unutturmuyor. Cezaevinde olması, kendini unutturacağı anlamına gelmiyor. Tabii bir de Özgür Özel gibi büyük bir şansı var. Sen onu Ümit Özdağ’la kıyaslamışsın. Oradaki kıyaslamadaki şey taraf şu: Birinin arkasında kocaman bir Cumhuriyet Halk Partisi örgütü ve Özgür Özel gibi şu an prime zamanını yaşayan bir genel başkan var, öteki tarafta hareketin en prime adamı içeride. Belli bir yere kadar sesini duyurabiliyor. Dolayısıyla bu iş bitiyor mu? Muhalefet rüzgârı sönmeyecek bence. Çünkü iktidar da bunun sönmesine izin vermiyor, hatalar yapmaya da devam ediyorlar.
Ruşen Çakır: Geçenlerde konuştuk, etkin pişmanlıktan yararlanan Murat Abbas olayı ya da bugün yayınlanan kamera kapatma olayı. Bunlara ne diyorsunuz? Bana şöyle geliyor açıkçası: Bugün Özgür Çelik’le yaptığım yayın bu akşam yayınlanacak ama Özgür Çelik’e bu etkin pişmanlık hikâyesini sordum. Çünkü onlar cezaevine gidiyorlar, sürekli bütün tutuklarla konuşuyorlar.
Mirgün Cabas: Özgür Özel de anlatıyor onu ya.
Ruşen Çakır: Özgür Çelik’le konuştum.
Mirgün Cabas: Anladım ama Özgür Özel de grupta söyledi ya. Herkesi çekiyorlar, zorluyorlar, itirafa zorluyor diye.
Ruşen Çakır: Tamam, evet. Mesela savcı geliyormuş ve sağlık taraması nesi diye çekip, ek ifade istiyormuş. O kişi de, “Ben ifademi verdim,” diyormuş. “Benim istediğim ifade bu değil” diyerek, belli ki aynı anda havuç- sopa gösteriyorlar. İlk gün olay patlak verdiğinde, iktidar medyasında telaffuz edilen 700 bilmem kaç milyar gibi bir rakam dışında, ortada elle tutulur hiçbir şey yok. 17/25 Aralık’ı hatırla. 17/25’te, ayakkabı kutusu, saat, videolar, ses kayıtları vardı. Onlara rağmen kapanmış bir dosya var orada. Burada ise elle tutulur hiçbir şey yok. AK Parti’nin, “Görmedin mi, adam şunu yapmış” dedikleri hiçbir şey görmedim ben. Olayın vahametini görünce belli ki biraz da azar yemişler, bir şey bulmaya çalışıyorlar.
Mirgün Cabas: Turp.
Ruşen Çakır: Evet, yeni turplar ya da yeni görüntüler, etkin pişmanlık itirafları. İlk gün olsaydı, ki daha neler önce neler gördüğümüzü biliyoruz, şu hâliyle bunlar da çok zayıf bana göre. Murat Abbas’ın ifadesini okudum. Elle tutulur bir şey de yok. Ona kendileri karar verirler tabii, ama, “Gördünüz mü neler olmuş?” hikâyesi yok. Sonuçta kendi tabanı bile, “Tamam, yapmıştır ama bu olay siyasi” diyorlardır. Zaten kamuoyu yoklamalarında da insanların %65’i siyasi olduğunu söylüyor. Geçenlerde Bahadır Özgür’le yayın yaptık. Bahadır, “Operasyonun fikrine çok çalışmışlar, ama pratiğine hiç hazırlanmamışlar” dedi.
Mirgün Cabas: Evet, belli ki bu yukarıdan aşağı doğru baskıyla başlatılmış ama altı doldurulamamış bir operasyon. ‘’Turpun büyüğü’’ lafı da muhtemelen, ‘’bir yerden illa ki bir şey bulacaklar, vardır ve onu çıkaracaklar’’ güveniyle söylenmiş bir sözdü, ama çıkaramadılar. Üstelik de buraya, ‘’pencereleri 20 cm büyük yapmış, balkonu eve katmış’’ suçlamalarından geldiğimiz düşünülürse, hakikaten boş, hazırlıksız bir operasyonun düğmesine basmışlar. Yine demin söylediğime döneceğim: Bütün bunlar Ekrem İmamoğlu’nun ve onunla birlikte tutuklanan insanların, gözle görülür bir zaman içinde serbest kalacakları, haklarındaki davaların düşeceği, hızla aklanacakları anlamına gelmiyor maalesef. Bu iş sündürüldükçe sündürülebilecek bir malzeme.
Ruşen Çakır: İşte, Naci Görür konuşuyor.
Mirgün Cabas: Ama senin yanına da bir tane Naci Görür lazım gerçekten.
Ruşen Çakır: Evet biliyorum, farkındayım.
Mirgün Cabas: Sen tarih vermiştin, değil mi? 16 Haziran mıydı? vermiştin.
Ruşen Çakır: Hayır, tarih vermedim. Yayında söylediler de öyle aklıma geldi. Bir şey bildiğim yok. Duruşma 16 Haziran’a ertelenmiş, Silivri’de olacakmış. Ben de, “Nereden eminler?” dedim.
Kemal Can: Sen ‘’16 Haziran’da Silivri’de olmayabilir’’ deyince, bu bir tarih gibi oldu. Mirgün’ün ve senin de söylediğin bu ‘’altı boş operasyon hikâyesi niye oldu?’’ kısmında çok spekülasyon var. ‘’Erdoğan’a kumpas’’ diyen bile çıktı. Yani hazır olmadan birileri onu gaza getirdi ve onu zora sokmak için yaptı diyenler bile oldu. Hatta ‘’Hüseyin Kocabıyık kendine yaptı, o kendi hatası’’ diyen çıktı. Sen de biraz önce söyledin; yeterince hazırlanıldığı iddiasını taşıyanların doğru bilgi vermediği, yukarıdaki tazyike pozitif cevap vermek için, “Tamam efendim” hâlinin buna neden olduğunu söyleyenler oldu. İktidar arasındaki çatlak meselesinden, Bahçeli ya da süreçle bunun arasındaki senkrondan kaynaklanan problemler olduğunu söyleyenler oldu. Bir de tabii bütün bunlarla birlikte, hep daha önce yaptığı gibi, ‘’aslında bu şeyler çok da önemli değil, fikrî hazırlık önemli, içinin çok dolu olması gerekmiyor’’ düşüncesinin hâkim olduğu da düşünülebilir. Çünkü daha önce başka siyasi davalarda -ki en çarpıcısı Gezi davası-, hiç de öyle haklı, ikna edici gerekçeler olmadan sonuç üretebilmenin mümkün olduğunu düşündüler.
Mirgün Cabas: Osman Kavala’yı hatırlayalım.
Kemal Can: Bir de seninle çok konuştuğumuz gibi, bu işin siyasi tarafının yargı tarafından daha hızlı işleyeceğini, düğmeye basıldığında otomatik olarak CHP içindeki problemlerin, İmamoğlu’na dönük birtakım spekülasyonların kendiliğinden harekete geçeceğini ve muhalefetin birbirine girerek dağılacağını düşündüler. Ama bütün bunların hepsini bir araya koyduğumuzda, yine de bir hesaplama ve planlama problemi olduğu fikrindeyim ve bunun büyük ölçüde zamanlamayla ilgili olduğunu düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Erken yapıldı.
Kemal Can: Erkene çekildiği için bütün bunların doğduğu kanaatindeyim.
Mirgün Cabas: Ama o erkene çekme hikâyesinde, aslında bir anlamda da CHP ve Ekrem İmamoğlu zorladı. Kendi adaylığını açıklayarak önseçime girilmesiyle bir sene, bir buçuk sene sonra olabilecek bir şeyi öne çekmiş oldu. Peki, bu Cumhuriyet Halk Partisi açısından iyi mi oldu, kötü mü oldu? Bence iyi oldu.
Ruşen Çakır: Tabii. Hep bunu söylüyorum ama bir daha söyleyeyim; tek adaylı önseçim kararı aldığında “Acaba CHP üyelerinin yüzde kaçı sandığa gider, götürebilecekler mi?” diyorduk, değil mi? Çünkü zaten tek aday. Ama sonra ne oldu? Bu olay oldu, dayanışma sandığı koydu. Hem CHP üyeleri bayağı motive oldu, hem de açıkladıkları rakama göre CHP üyeleri artı 14 milyon insan Ekrem İmamoğlu için oy kullandı. Bu, CHP’nin hayalini bile kuramayacağı bir şeydi. 19 Mart operasyonu olmasaydı, diyelim ki ortalık sakinken, “Arkadaşlar! Biz sandık kuruyoruz, üyeler oy kullanıyor ama vatandaş da, parti üyesi olmayanlar da gelsin, isterse yandaki sandıkta oy kullansın” deseydi oraya kaç kişi gelirdi? Erdoğan bunu CHP’ye, o garip kitle desteğini, daha sonra üstüne bir de sokaktaki toplumsal muhalefet desteğini, gençleri hediye etti. Gençlerin CHP’ye dünkü bakışıyla bugünkü bakışı arasında herhalde bayağı bir fark oluştu.
Kemal Can: CHP lehine, hatta İmamoğlu ve genel olarak muhalefetin lehine öyle bir fayda yarattı, büyük bir ivme artışı sağladı. Bir de en başta konuştuğumuz, kendi zayıf iddialarını daha da zayıflatan bir adım atmış oldu. Çünkü önce bu söylentiler, gizli tanık ifadeleri ya da mümkünse etkin pişmanlıktan yararlanabilecek itirafçılar gibi şeyleri önden ortaya atmış olsalar, onu biraz çalıştırmış olsalar bir zemin yaratabilirlerdi. Ama önce tutuklayıp, sonra bunları servis etmeye kalktıkları için kendi inandırıcılıklarını yok ettiler. Çünkü asıl olan, haksızlık görüntüsü. İmamoğlu’nu tutuklamak ya da engellemek yahut da devreden çıkartmak için yapılmış siyasi bir operasyon görüntüsünü kendi öncelik sırasında ve kronolojide öne koyduğu için, onun arkasındaki iddiaların hepsi anlamsız hâle geldi. Çünkü nedenini biliyor insanlar. Dolayısıyla artık gerekçesini düşünmek ya da tartışmak istemiyorlar. Bu yüzden hem kendi tezini ve iddialarını zayıflattı, hem de karşı tarafa vereceği zararın tam tersine büyük bir katkı sağlamış oldu. Bu zamanlama, iki türlü bozucu etki yarattı.
Mirgün Cabas: Bir de şu da var tabii. Bir gün önce diplomasını iptal et, ertesi gün operasyon yap. Operasyonda hem yolsuzlukla suçla, hem bölücülükle, terörle suçla. Bunun bir imha girişimi olduğu o kadar belliydi ki.
Ruşen Çakır: Tüm tuşlara aynı anda basmak deniliyor ya.
Mirgün Cabas: Erdoğan onu Özgür Özel için de söylüyor. “Bütün tuşlara aynı anda basıyorlar” diyor. Ama işin ilginç tarafı, onun bastığı tuşlardan ses geliyor. Her şeyi aynı anda yapıyor olması da bunun tamamen siyasal bir operasyon olduğunun bin kilometre öteden görülmesine de sebep oldu bir yandan.
Ruşen Çakır: Evet, biraz da çözümden bahsedelim. Oluyor mu, Mirgün? Senin kaynakların vardır.
Mirgün Cabas: Benim kaynağım sensin.
Ruşen Çakır: Ay sonu diye bir şey söylenildi. Hatta bir iddiaya göre, Süleymaniye’de meskûn mahalde yapılacakmış, Kandil’de değilmiş Kongre Ama galiba devletin çok acelesi var.
Mirgün Cabas: Hangi devletin?
Ruşen Çakır: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çok acelesi var.
Mirgün Cabas: Devlet Bahçeli’nin de var da, o yüzden.
Ruşen Çakır: Neyse, Devlet Bahçeli adını anmayacağım. Sonra başımıza çok iş geliyor. Ne diyorsun, oluyor mu sence?
Mirgün Cabas: Bence ite kaka da olsa bir yere kadar geldi. Bundan sonrası daha kolay gibi gözüküyor. Daha muhtemel. Olması ihtimali yükselmiş gibi gözüküyor. Yarı yol geçildi sanki. İşareti nedir dersen, adalet bakanıyla cezaevindeki tutukluların ve dolayısıyla Öcalan’ın durumunun görüşülmesi aşamasına gelinmiş olması, bir gösterge. Belli ki bir direnç varsa bu kırılmış, tereddütler giderilmiş, bir yol haritası ortaya konulmuş. Muhtemelen yol haritası da yeni konuldu, bence bu adımlarla birlikte çıkıyor ortaya. Yani bu çok ite kaka giden ve planlanmamış bir şeydi.
Ruşen Çakır: Bir ihtimal, birtakım bürokratlar, istihbarat bürokratları Öcalan’la önceden bunların pazarlıklarını yaptılar.
Mirgün Cabas: Onun için bile fazla uzamış bir süreç. Eğer bunun zemini hazırlanmış değilse bile, o koşullar altında dahi fazla uzamış bir süreçti aslında. Ama bu sürecin hâlâ Devlet Bahçeli’nin zorlamasıyla yürüyor gibi görünmesi de bence üzerine konuşulmaya değer bir şey. Ne diyorsun, Kemal?
Kemal Can: Ruşen kaçıyor. Onu konuştur.
Ruşen Çakır: Ben susuyorum, adım çıktı.
Kemal Can: Ben hâlâ bunun, baştan itibaren hem senin dediğin gibi gecikme açısından, hem bazı açılardan da çok hızlı gelişmesi bakımından birbirini çeken ya da iten farklı dinamiklerin aynı anda devrede olmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri de kuşkusuz Bahçeli ile Erdoğan meselesi. Çünkü senin dediğin gibi, süreci bazı açılardan biraz yavaşlatan dinamik aslında demin konuştuğumuz konu. Mesela en başta 19 Mart’ın bu sürecin arasına girmesi. Aslında 19 Mart’tan önce de bazı pürüzler var, önüne konulmuş taşlar var. Geçen yıl 1 Ekim’de Bahçeli’nin çıkışından sonraki takvime bakarsak, iki kritik soru vardı: Bahçeli çıkıp, “Öcalan çıksın, örgütü feshedeceğini söylesin” demişti. Ve burada en temel soru şuydu: ‘’Öcalan böyle bir şey söyler mi?’’ Bahçeli onu söylediğinde herkesin sorduğu soru buydu. İkincisi de, söylerse buna uyulur mu? Bu iki soru çok kritikti ve bütün sürecin anahtar soruları bunlardı. Gerisi, bunlar olur mu olmaz mı? Bunun üzerine spekülasyonlar. Bu ikisi geçildi. Senin söylediğin gibi, geçilen eşik ne diye bakarsak, bu ikisi. Öcalan bunu, hem de tam da Bahçeli’nin söylediği gibi söyledi. ‘’Öyle mi söyler, her yola gelecek biçimde mi söyler’’ derken bayağı dümdüz, “Feshedin,” dedi. Bunun anlamı kalmadı, bu netlikte dedi. Şimdi üstüne spekülasyon yapılan iki soru pat diye geçilmiş oldu.
Ruşen Çakır: Amaortada şöyle bir şey var: Bahçeli tam o çıkışı yaptı, kayyumlar devam etti.
Kemal Can: İşte onu söylüyorum. Bu araya kayyumlar girdi, İmralı görüşmelerine kimi zaman izin verilen, verilmeyen bir şeyler girdi. Açıklama yapmak, yapmamak, suskunluk, randevu kabul edip etmemek gibi bir sürü şey girdi. Bir de en önemlisi bence, 19 Mart’la sonuçlanan bu öncelik sıralaması. Ben hâlâ çok açık biçimde aynı şekilde düşünüyorum. Erdoğan’ın süreçle ilgili özel bir rezervi ya da sürece tamamen karşı olması gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Ama ‘’bu işi niye yapıyoruz?’’ önceliği Erdoğan için başka, Bahçeli için başkaydı. İkisi de aynı sonucu istiyor olsalar bile ve yaşadığımız şey bu. Bugün gelinen noktaysa, son görüşmeyi kabul noktası ve o görüşmeyi kabulün de 19 Mart’tan sonra olduğunu da unutmayalım. Biraz önce de konuştuğumuz gibi, 19 Mart, aceleye getirilmiş ve bu önceliği öne çıkartarak süreci belki biraz daha bekletebilecek bir şeyken, Erdoğan açısından 19 Mart’ın verdiği negatif netice, bence süreci tekrar hızlandırdı. Mirgün’e katılıyorum. Bundan sonraki teknik kısım ise daha ‘‘basit.’’ Çünkü asıl olarak Kürt sorununu çözme perspektifi hâlâ ortada yok. Zaten o olsa çok büyük bir mesele. O zaman öyle takvim vererek konuşulabilecek bir şey değil.
Mirgün Cabas: Şu ana kadar ne konuştuk biz? PKK kongre yapsın ama vurulmayacağı garantisini alsın, silahlar hemen bırakılsın. Asıl mesele konuşulmuyor. DEM Parti bunu konuşmuyor. Kamuoyunda bunu konuşmaya çalışanlar susturuluyor.
Kemal Can: Bunun konuşulacağına dair bir şey de konuşulmuyor.
Mirgün Cabas: Sivil toplum ve parlamentonun hiçbir tarafı bunun içine dâhil edilmiyor. Eğer bir örgüt silah bırakmayı, kendisini feshetmeyi kabul ettiyse, silah bırakmaktan kolay ne var? Asıl mesele şimdiden sonra başlayacak. Ama işin ilginci, bununla ilgili de hiçbir talep dile getirilmiyor. On üç maddelik bir şey var deniliyor, ‘’bizim öyle talebimiz yok’’ diye açıklama geliyor. Havuç gibi ya da salam gibi her seferinde bir dilim. ‘’Mahkûmların durumunu Adalet Bakanı’yla konuşacağız, anadilde eğitimi Milli Eğitim Bakanı’yla konuşacağız, kayyumları İçişleri Bakanı’yla, Adalet Bakanı’yla tekrar konuşacağız’’ filan. Ya bunlar böyle böyle geçilecek ya da bir yerde gelecek duracak ve PKK silah bırakmış olacak.
Ruşen Çakır: Orada Meclisin devreye girmesi gibi hususlar var. Ama demin Kemal’in söylediği şeye ek olarak bir şeyi özellikle vurgulamak istiyorum. Öcalan 27 Şubat’ta bağlayıcı bir açıklama yaptı, açık ve net, devlet nezdindeki, ‘’bu adam bizi oyalar mı?’’ tartışmalarını bitirdi. Hatta kültüralistlere de izin vermedi. Kandil de ‘’Evet, biz varız’’ varız dedi. Kongre için birtakım şartlar söyledi, ama içerikle ilgili bir şey söylemedi. 19 Mart’ta, kent uzlaşısından insanları içeri aldılar. Şişli Belediyesi’ne niye kayyum atandı? Resul Emrah Şahan, CHP adına DEM Partililerle görüştüğü için kayyum atandı.
Mirgün Cabas: Dün Demirtaş için açılan soruşturmalara ne diyorsun?
Ruşen Çakır: Ona da geleceğim. Dün Demirtaş’a yeni bir dava açıldı, soruşturma da değil.
Mirgün Cabas: Evet, dava açıldı. Yedi tane ayrı dava galiba.
Kemal Can: Yedi ayrı konuşmasından.
Ruşen Çakır: Yedi ayrı konuşmadan. Konuşmaların çoğu da ‘’Sayın Öcalan’’ muhabbeti. Şimdi Sayın Öcalan’ı söyleyen devlet. Ortada çok garip bir durum var, Erdoğan bu bölücü terör tehdidi silahını her işine gelen yerde kullanıyor olmaktan çok memnun ve bunu kaybetmek de istemiyor. Garip bir durum var.
Kemal Can: Ama şöyle bir ilginç durum var: O silahı onun eline tutuşturan Devlet Bahçeli ise o silahın kullanılmasından çok yana görünmüyor. Çünkü o silahı Erdoğan kendiliğinden edinmedi. 2015’ten sonra, Bahçeli ortaklığıyla, Bahçeli, o altın kabzalı silahı kullanması için ona hediye etti. O da 10 yıldır o silahı kullanarak iktidarını devam ettiriyor.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var. Bu olayda atılacak her adımın, ilk somut adımın ardından bütün kayyumların iade edilmesi, bu yüzden içeride olanların hepsinin bırakılması lazım. Örgüt propagandası diyorlar, yaptığı iş DEM Parti ile görüşmek. Diyelim ki örgüt propagandası. Örgüt yok ki artık. Örgütün bütün insanlarını bir şekilde affediyorsun, ya da nasıl olacak onun formülünü bilmiyorum, ama hâlâ insanları bu yüzden içeride tutuyorsun ve tutmak da istiyorsun. Bırakmak da istemiyorsun. Çok garip bir durum var.
Kemal Can: Arada, Halkların Demokratik Kongresi’ne (HDK) yönelik operasyon yapıldı 19 Mart’tan önce.
Ruşen Çakır: Evet. Geçmişte bunu kim yapıyordu? Daha önceki çözüm sürecinde Fethullahçılar bayağı yaptılar. MİT krizi çıkarttılar. Ne umuyorlardı, niçin engellemek istiyorlardı, onu bilmiyorum, rivayet muhtelif. Ama burada bilerek mi sabote etmek istiyorlar, yoksa alışkanlık gereği mi böyle yapıyorlar? O HDK operasyonunda birilerinin, mesela HSK’nın, “Ne yapıyorsunuz? Biz burada olayı çözmeye çalışıyoruz,” diye devreye girmesi gerekirdi. En ufak bir şeyde yargıçları görevden alıyorlar biliyorsun. Burada her şey serbest. Çok garip olan durum şu: Olay bir yandan yürüyor, gerçekten yürüyor ve en son senin de söylediğin gibi, Adalet Bakanı’yla görüşmede, Kandil’in en çok dayattığı, Öcalan’ın koşulları konusunda birtakım şeyler yapacaklar belli ki. Rahatlatacaklar.
Mirgün Cabas: Çalışma koşulları diyorlar ya.
Ruşen Çakır: Evet, çalışma ofisine dönüşecek vesaire. Ama öteki taraftan da birilerine, Selahattin Demirtaş’a ‘’Sayın Öcalan’’ dediği için dava açılmaya devam ediliyor. Çok abes bir durum var ve bunu kim nasıl çözecek? Bu konuda konuşmaya başladığım andan itibaren dayak yiyeceğim için ben susuyorum, sözü Kemal’e bırakıyorum. Çözecek merci var mı, Kemal?
Kemal Can: Yok. Bu aslında başka alanlarda da gördüğümüz o ikili hukukun bir uzantısı aslında. Şöyle de düşünebiliriz: Kimin kimle konuştuğu, özel olarak ve herkes için geçerli biçimde yasak ya da serbest değil. Kimin ne amaçla konuştuğuna bağlı olarak yasak ya da serbest. Bu, bu konuda da geçerli. Dolayısıyla sen ya da bir başkası ‘’Sayın Öcalan’’ derse başka bir muamele görür, Devlet Bahçeli ‘’kurucu önder’’ derse başka muamele görür.
Ruşen Çakır: E Nevşin Mengü’ye Salih Müslim’le röportaj yaptığı için ceza verdiler.
Mirgün Cabas: Evet. Sonra adamTGRT‘ye gitti konuştu, değil mi?
Kemal Can: Bunu aslında başka alanlarda da görüyoruz. Şimdi konu PKK, onu konuşuyoruz. Dönelim, Fethullah Gülen Cemaati ilişkisinde ne oldu? Bir sürü insan hâlâ FETÖ destekçisi olmakla suçlanıyor. İyi de, söz konusu Cemaat bu iktidarın ortağıydı. Yargısından emniyetine kadar dünya kadar noktada, en kritik rollerde, en kritik pozisyonlarda, ‘’benim adamım’’ diye makam arabası verilen insanların yürüttüğü operasyonları yapan bir yapı için bir gün, “Biz bunlardan elimizi yıkadık. Ama siz daha önce temas edip etmemenizden bağımsız olarak, bununla suçlanabilirsiniz. Fakat bize bununla ilgili hiçbir şey söylenemez, biz kapattık o defteri” dediler ve birdenbire kapandı.
Mirgün Cabas: ‘’Çizgiyi nereye çekeceğiz?’’ diye bir laf vardır ya.
Kemal Can: Şimdi bu olay için, “Yaşadığımız ne kadar şaşırtıcı. Olabilir mi böyle bir şey? Ona böyle buna böyle” deniyor ama bunun örneği var.
Ruşen Çakır: Şaşırmıyoruz ki, lafın gelişi diyoruz.
Kemal Can: Hayır, sana demiyorum, herkes için söylüyorum. Böyle bir şey var sonuçta.
Ruşen Çakır: Kemal, şu andaki CHP karşıtı o 19 Mart tetkikçilerinin en meşhurları değil de daha ikinci kademe tetikçiler var. Bunların hepsi Fethullahçı’ydı. Daha doğrusu Fethullahçı değildi de Fethullahçıların kullandığı adamlardı. Hiçbir şey olmadı onlara.
Kemal Can: Zaten şu anda tıpkı Fethullahçıların topladığı delillerle yargılanmıyor mu bu insanların hepsi?
Ruşen Çakır: Mesela ben bir tweet’imi saklıyorum. Zaman gazetesine operasyon yapılmıştı ya bir ara, 17/25 Aralık öncesi mi ne, öyle bir zamanda. Helikopter uçuyor Zaman gazetesi üzerinde. Adam, “Ne ya, burası Okmeydanı mı, DHKP-C mi?” diye tweet atmıştı. Ben de ‘’beni alma onu al’’ diye yazmıştım. Adam hâlâ sürdürüyor kendisini. Yani bilmezler mi, biliyorlar tabii, ama ne olacak, kullanıyorlar işte.
Kemal Can: Hayır, o söylediğin örneği onun için söylüyorum. Bu ikilik her zeminde kullanılıyor. Yalnız, bu süreçle ilgili hep gözden kaçırdığımız bir şey var. İç gündemde çok canlı olduğu için tartışmayı büyük ölçüde oradan kuruyoruz ama, sürecin hızı da, takvimi de yürüyüp yürümediğiyle ilgili bir sürü şey aslında Suriye’de olup bitenle çok bağlantılı.
Ruşen Çakır: Stratejiye girmeyelim, Biraz Mirgün’le geyik muhabbeti yapalım. Bu arada izleyicilerimizden destek olanlara çok teşekkürler. Mirgün, nasıl gidiyor?
Mirgün Cabas: İzleyicilerden bana da destek bekliyorum.
Ruşen Çakır: Geçen gün birisi bana YouTuber dedi, kalpten gidiyordum.
Mirgün Cabas: Üzülecek bir şey yok. Bir gün herkes YouTuber olacak. Sen de YouTuber’sın zaten.
Ruşen Çakır: Değilim, gayet değilim.
Kemal Can: Ayıp bir şey mi YouTuber olmak?
Ruşen Çakır: Ayıp değil de biz başka bir şeyiz. Biz boomer’ız.
Mirgün Cabas: Biz boomer olduğumuz için kabullenemiyoruz. Bilmiyorum nasıl gidiyor? Yapıyorum işte bir şeyler. Yayınlar yapıyorum düzenli, içerikler yapıyorum, üretiyorum ve çok geniş bir yelpazeden bir şey yapmaya çalışıyorum. Yani günlük haber içeriği yapmıyorum, canlı yayın yapmıyorum. Ona özellikle girmek istemedim, çünkü istemiyorum. Çünkü o, 25 yıl yaptığım bir şey ve büyük bir adanmışlık, büyük bir mesai istiyor. Ben başka bir yolda, başkalarının yapmadığını düşündüğüm bir şeyi yapmak istiyorum ve daha geniş bir ilgi alanından, yani sosyal, kültürel, ekonomik, gerekirse spor, ama biraz daha kalıcı işler yapmak istediğim için bu söyleşi formatına saptım. Orada da 1,5 yıldır aralıksız, haftada iki üç içerik üretiyorum. Memnunum yaptığım işten.
Ruşen Çakır: İlgi görüyor mu?
Mirgün Cabas: İlgi görüyor. İzleniyor, takipçi sayıları artıyor, destek olanların sayısı giderek artıyor. YouTube‘da yaptığım işin karşılığı olarak reaksiyon almam artıyor. Sokakta insanlar geçmişte yaptığım işlerden, bugüne kadar yaptığım işlerden değil de en son yaptığım işler üzerinden de reaksiyon vermeye başladılar.
Ruşen Çakır: Hâlâ ‘’Yazı İşleri’’ni soran var, değil mi?
Mirgün Cabas: Var tabii, olmaz olur mu? ‘’Ne güzeldi o program, keşke bir daha olsa’’ diyorlar. Olmaz diyorum. Çünkü gazete yok artık. O programı gazeteler üzerinden yapıyorduk.
Ruşen Çakır: Orada kimleri kimleri çıkartmıştık. Şimdi düşünüyorum da bugün olsa çoğunu çıkartmam.
Mirgün Cabas: Tabii canım.
Ruşen Çakır: ‘’Eli kanlı katiller’’ diyeceğim ama abartmış olacağım.
Mirgün Cabas: Geçen gün Ahmet Sever’in cenazesine gittiğim zaman orada çok hazin bir tablo vardı tabii. Ahmet’in ölümü bir yandan çok hüzünlü, üzücü bir durum. Ama bir yandan da şöyle bir baktım caminin avlusuna, orada bir meslek yatıyor ya da bir meslek, orada caminin avlusuna toplanmış yayın yönetmenleri, yazarlar, editörler, bir dönemin süper star gazetecileri, televizyoncuları… Ve %90’ı ya hiçbir şey yapmıyor, ya da kendi köşelerinde daha mazbut koşullarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. Normalde bundan 10, 15 sene önce bu insanları ne kolaylıkla bir araya getirebilirdin, ne de kolay kolay yanlarına yaklaşabilirdin. Ama herkes süngüsü düşmüş bir şekilde orada, bir dayanışma içinde.
Ruşen Çakır: Maalesef ben gidemedim cenazeye.
Mirgün Cabas: Bir yandan da eski düşmanlıklar da gömülmüş, onu görüyorsun. O durumda birbirleriyle yan yana gelmeyeceğini düşüneceğin insanlar da o durumları kapatmışlar. Çok hazin bir tabloydu ve doğrusunu istersen böylesi ortamlara girmekten imtina etme sebebimin birincisi bu. Yani o tabloyu görmek istememem. Çünkü biz çok başka koşullarda o insanlarla bir araya geldik, iş yaptık. Pek çoğu kendi alanının iyi, nitelikli isimleriydi ve bir mesleği ayakta tutan, yürüten insanlardı. Bunların bir anda ortadan kaybolmuş olması hazin. Bir tek senin gibi, benim gibi YouTuber olanlar var.
Ruşen Çakır: YouTuber diyor, bak hâlâ aynı şeyi söylüyor. Peki, şuna ne diyeceksin? Özgür Özel Maltepe mitinginde, “Saat 15.00. NTV ne yapıyorsun?” diye büyük ekranlarda gösterdi ve NTV Myanmar’daki depremle girdi yayına. Özgür Özel, NTV’ye ‘’boykot’’ dedi. Eski bir NTV’ci olarak için cız etti mi?
Mirgün Cabas: Artık etmiyor. Çünkü gerçekten o NTV’yi benim içinde olduğum NTV ile bir görmüyorum. Onu, aynı ismi taşıyan başka bir yapı diye görüyorum. Hafızamdan da koptu, gönlümden de koptu. O yüzden çok uzaktan bakıyorum.
Ruşen Çakır: O zaman şöyle bir şey vardı, biliyorsunuz. Kemal de, hepimiz de NTV‘deydik. O tarihte Erdoğan seçim ve referandum önceleri her yere çıkar, en son NTV‘ye çıkardı, değil mi? Cuma geceleri. Çünkü NTV‘yi kendisinden olmayan insanlar da izlerdi ve en sona NTV’yi koyardı. Biz o dönemini yaşadık. Ben en son Ağrı’daki o seçim canlı yayınından sonra zaten NTV ‘den ayrıldım. Artık öyle bir kurum yok. Şimdi arada sırada görüyorum, birtakım bakanlar Habertürk‘e çıkıyorlar ama Habertürk’ün öyle bir ağırlığı var mı? Bence yok, var mı?
Mirgün Cabas: Herhangi bir televizyon kanalının bir ağırlığının olup olmadığından emin değilim ben.
Ruşen Çakır: Tamam, kastım şu: Ortada duruyorlar.
Mirgün Cabas: Öyle bir şey yok. O aslında Erdoğan’ın ve AKP’nin, iktidarın kullandığı, faydalandığı, istifade ettiği bir durumdu dediğin gibi. Ama doğal bir dürtüleri var, onun önüne geçemediler, geçemiyorlar. ‘’Her şey bizim olsun’’ derken her şeyi sıradanlaştırıp itibarsızlaştırmak ve o faydalandıkları itibarı da ortadan kaldırmak gibi bir döngünün içine girdiler, ama çok dürtüsel bir şey bu. Aslında yapmamaları için hiçbir sebep yok. Sen zaten yapabilirsin bunu. Senin yapabileceğini hepimiz çok iyi biliyoruz, gördük ama yapma işte, değil mi?
Ruşen Çakır: Ama bak orada şöyle bir şey oluyor: Ortalığı çölleştiriyor. Ama bir an geliyor su içmeye ihtiyacı oluyor. Mesela güveneceği herhangi bir kurum olsa, oraya çıksa, Canlı yayın olmadı diyelim, bant kayıt yapacak yeri de kalmadı insanların. İktidar çıkıp da herkese seslenmek istese, özellikle de kendisinden haz etmeyenlere meram anlatmak istese, öyle bir şey kalmadı artık.
Mirgün Cabas: Herkese seslenmek istediği zaman aynı anda bütün televizyonlara çıkıyor. Şimdi o var.
Ruşen Çakır: Evet ya, o acayip, garip. Bir de zaten hangi kanalın pozisyon değiştirdiğini görüyorsun. Mesela, Digiturk‘te Erdoğan’ı zaplarken, adı lazım değil, bir baktım o kanal da girmiş Erdoğan’ın yayınına. ‘’O da kervana katılmış’’ dedim. Kemal Bey, hadi artık olayı toparlayın, eve gideceğiz.
Kemal Can: Mirgün’ün söylediği, kendilerini tutamayarak fıtraten yaptıkları şeyin, kendileri ve müdahale ettikleri alanla ilgili olmaktan daha büyük bir bozucu etkisi var. Çok uzun zamana yayıldığı için artık kurumlarla tarif edilemeyecek bir fonksiyon değişimi var. Bunu yapan kurumlar var mı yok mu tartışmasını bırakıp, böyle bir yayıncılık için talep ya da böyle bir arz var mı diye bakabileceğimiz yahut da olabilecek mi diye düşüneceğimiz bir durumla karşı karşıyayız. Buna ister çölleşme de, ister başka bir şey de. Şu anda açıkçası, sadece iktidar medyasıyla sınırlı olmayan, izleyicisini de içine alan, izleyicisinin de olanı anlamak değil, tıpkı depremde de kendi içini ferahlatacak adamı aradığı gibi, ‘’ben de tam öyle söylerdim’’ diyeceği adamı dinlemek ya da bunu okumak istediği yayınların peşine düştüğü, izleyicinin de hakikaten bir şeyi anlamak için merak etmeyi bıraktığı, dolayısıyla böyle bir talebi dayatmadığı, muhalefetiyle, iktidarıyla medyada genel bir bozulma var. Açıkçası ben muhalefet medyası olarak kendini tarif eden pek çok yerdeki performansları da yakın bulmama, çok yadırgatıcı, yani benzer şeyleri düşünmeme, hissetmeme rağmen, yaptıkları işe baktığımda, meslek açısından durumu çok iyi hissetmiyorum.
Ruşen Çakır: YouTuber’lık mesleği mi?
Kemal Can: Hayır, Mirgün demin kendi yaptığı işi tarif ederken, birazcık yapılmayan bir şeyi yapmaya çalıştığını söyledi. Şu anda aslında gazeteciliği de herkesin konuştuklarını konuşmaktan çıkartıp, başka türlü bir şeyler yapmak için alan yaratmaya doğru evriltmek belki daha yararlı olur.
Ruşen Çakır: Gündeme daha bir farklı açıdan girelim dedik, yemediğimiz dayak kalmadı, Kemal, açtırtma ağzımı.
Kemal Can: Ne yapıyorsan zahmetine katlanacaksın. Her nimetin bir külfeti var.
Mirgün Cabas: Bir de sanki ilk defa dayak yiyormuşsun gibi.
Ruşen Çakır: Evet ya! Mesela arada sırada, rahmetli Erbakan’la rahmetliyle yaptığımız yayından bölümler düşüyor önüme. İnsanlar paylaşıyorlar. Çok acayip bir yayındı o, değil mi? Ama en acayibi Aczmendi yayınıydı.
Mirgün Cabas: Müslüm Gündüz’le olandı, değil mi? Biz o işten nasıl başımızı derde sokmadan çıktık, ben hâlâ bilmiyorum.
Ruşen Çakır: Çok kritik bir şeydi o. Biliyorsun, oradaki hikâye şöyleydi: Bizi yayına çıkartmadan 3 gün önce bizim haberimiz yoktu o olaydan. O dönemde Başbakan olan Erdoğan bir yerde 28 Şubat üzerinde konuşurken, “Hani ne oldu, bir Müslüm vardı, ne oldu?” demişmiş. Biz onu yayına çıkartınca…
Mirgün Cabas: “Al sana, soruyordun, işte burada” der gibi olduk.
Ruşen Çakır: Evet, öyle olmuş, hakikaten öyle olmuş.
Mirgün Cabas: Sık sık şunu düşünüyorum tabii. Hem geçmişte yaptığımız işler, aldığımız reaksiyonlar, Bugün ya da o zaman yapamadığımız şeyler… Ama bir yandan da şu var: O gün yaptığımız şeylerin bazılarını bugün yapsak, söylediğimiz sözlerin bazılarını bugün söylesek gün yüzü göremezdik kesinlikle. Aradan geçen şey sadece zaman aslına bakarsan.
Ruşen Çakır: Kesinlikle. Açık söyleyeyim, Mayıs’ta 40 yılım doluyor, baskı vesaire anlamında, gazetecilik hayatımın en kötü dönemini yaşıyorum. 90’lı yılları da yaşadık mesela, Kürt meselesinin en şiddetli olduğu o dönemde bile insanlar bir şeyler konuşabiliyorlardı, edebiliyorlardı. Rahmetli Birand’ın Öcalan röportajı. Tamam, yargılandı, ama şimdi birisi ona denk bir şey yapsa, herhalde gün yüzü görmezdi.
Kemal Can: Şimdi değil, şimdi olmaz.
Ruşen Çakır: Şimdi değil.
Kemal Can: Şimdi olmaz.
Ruşen Çakır: Hâlâ emin değilim aslında.
Kemal Can: Şimdi galiba bu takvimin işleyecek parçalarından biri…
Mirgün Cabas: Hasan Cemal ya da Cengiz Çandar’la görüşmesi, değil mi?
Kemal Can: …Birkaç tane gazeteciyle de görüşmesini sağlamak.
Ruşen Çakır: Benim talebim var açıkçası. Bakalım, inşallah kabul eder. Ama ondan ziyade diğer taraftakilerle görüşmek daha ilginç olabilir. Neyse şimdi çok karıştırmayalım.
Kemal Can: Gazetecilik heveslerini sonraya sakla.
Ruşen Çakır: Evet, bitirelim artık. Neyse, bunun üstüne fazla konuşmayalım, akşam eve gidebilesiniz.
Mirgün Cabas: Hepimiz gidelim.
Ruşen Çakır: Evet, ‘Haftaya Bakış’ı burada noktalıyoruz. Mirgün Cabas’a çok teşekkür ediyoruz, hasret giderdik.
Mirgün Cabas: Evet, ben teşekkür ederim. İyi oldu aranızda oturmak.
Ruşen Çakır: Medyascope‘a ve Mirgün Cabas’a destek olun.
Mirgün Cabas: Bravo, çok güzel, çok doğru zamanlamayla doğru bir şey söyledin şu an.Çünkü YouTuber’lık bunu gerektirir!
Ruşen Çakır: Bağımsız ve özgür YouTuber’lık için izleyicilerin desteğine ihtiyacımız var.
Kemal Can: YouTuber’lar dayanışması.
Ruşen Çakır: Gazetecilik için izleyicilerin desteğine ihtiyacımız var. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.