Açık Oturum (479): Silahların susması barış ve demokrasi demek mi?

Açık Oturum’un bu bölümünde Göksel Göksu’nun konukları siyaset bilimci Vahap Coşkun, Sezin Öney ve Kemal Büyükyüksel. 12 Mayıs’ta PKK’nın kendini feshederek silah bırakma kararı almasıyla başlayan yeni sürecin tartışıldığı programda toplumun farklı kesimlerinin sürece yaklaşımı ve demokratik toplum ve siyasete sunacağı katkı konuşuldu.

Kürt meselesinin silah boyutunun Türkiye’de rejimin karakterini belirleyen unsurlardan biri olduğunu söyleyen Vahap Coşkun, “Siyasetin otoriterleşmesi, hukukta özgürlük ve demokrasi açığının ortaya çıkması, ekonomide bir istikrarsızlık yaşanması, dış politikada Türkiye’nin son derece sınırlı bir hareket alanında hareket edebilir olmasının temel nedeni Kürt meselesi ve bununla bağlantılı silah boyutuydu. Bu silah boyutunun ortadan çekilecek olması bütün bu alanlarda da değişimi beraberinde getirir” yorumunu yaptı. PKK’nın kendini feshetmesinin yeni bir başlangıç olduğunu söyleyen Coşkun, bu çerçevede artık yeni bir evreye geçildiğini vurguladı.

Sürecin giderek şeffaflaşacağını ve siyasetin konusu haline geleceğini değerlendiren Coşkun, silah kullanma sürecinin sona erebilmesi için atılması gereken adımlar olduğunun altını çizdi.

açık oturum
Açık Oturum’un bu haftaki sorusu: Silahların susması barış ve demokrasi demek mi?

Güven artırıcı adımlar atıldıkça kaygı azalacak, destek artacak

Sürece ilişkin neden güven tesis edilemediği sorusunu da cevaplayan Coşkun, bu durumun zaman içerisinde atılacak adımlarla şekilleneceğine dikkat çekti ve sabırlı olunması gerektiğini söyledi:

“Toplumun bir takım kuşkuları, endişeleri olsa da bir karşı çıkış sergilemediğini, sessiz bir onay verdiğini düşünüyorum ve bu bence son derece değerli bir husus. Bir de siyasetin kendisine bakmamız lazım. Bugün Meclis’te temsil edilen partilerin neredeyse tamamı, İYİ Parti’yi bir tarafa bırakırsanız, bu süreci desteklediğini ifade ediyor. Yani CHP’nin tabanından kendisine yönelik çok son derece sert eleştiriler gelmesine rağmen CHP yönetimi özellikle Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu süreci sahiplenmek, ona destek çıkma konusunda hiçbir geri adım atmıyorlar. Bu son derece kıymetli bir durum. Yani bu sürecin aslında toplumun ve siyasetin onu bir şekilde kabul ettiğini gösteriyor. Güvenin tesis edilmesini sağlayacak önemli unsurlar var. İki temel unsurdan bahsedebiliriz. Bunlardan bir tanesi güven artırıcı adımlar. Yani bu süreç içerisinde örneğin ilk temel talepleri ifade eden hasta tutuklularının serbest bırakılması, eşitlikçi bir infaz yasasının getirilmesi, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının uygulanması gibi bir takım adımlar atıldığı durumda, o zaman endişelerin, kaygıların azalacağı, desteğin daha da artacağını göreceğiz.”

Kemal Büyükyüksel: “Süreç kamuoyunun önüne belli hedefler için arkada tasarlanmış bir şekilde getiriliyor”

Sürecin toplum rızası alınarak tartışılması gerektiğini söyleyen Kemal Büyükyüksel de bu koşulların sağlanması halinde sürecin bir partinin yönettiği bir şey olmaktan çıkıp devlet protokolü içerisinde resmi statüsü olan ve diğer muhalif aktörlerin de önemli rol üstlendiği bir yapıya dönüşeceğine vurgu yaptı:

“Türkiye’de şöyle bir sorun var: Arka kapı diplomasisi yapılmış, bu anlaşılabilir. Ama bundan sonraki sekanslarda bunları işletebilecek bir mekanizma ve koşullar var mı, o çok şüpheli. Çünkü her şeyden önce, kamusal olarak bunun toplum rızasının alınacak şekilde yürütüldüğü bir süreci daha gözlemlemedik. Bundan da öte, bu sekans içerisinde yapılan tartışmalara bakıldığında arkada bir şeylerin oldu bittiye getirilip, kamuoyunda belki sonradan belli tartışmaların açılabileceği yani anayasanın nihayet olarak varacağı yer ya da Türkiye’nin ulusal statüsünü tartışmaya açabilecek derecede ağır bir konu olan Lozan meselesinin bu sekansta birden açılması ilk aşamada bir hesabı hissettiriyor.”

Ruşen Çakır yorumladı: Öcalan Türkiye'nin siyasi haritasını yeniden çiziyor
Açık Oturum (479): Silahların susması barış ve demokrasi demek mi?

“Sürecin bir niyeti var ve bu süreç belli bir hedefler için arkada tasarlanmış bir şekilde kamuoyunun önüne getiriliyor” değerlendirmesini yapan Büyükyüksel, dünya örneklerinden yola çıkarak bu tür süreçlerin “Oldu bitti gördünüz mü?” yerine kamusallaştıkça şartlara göre, barışın, demokrasinin, ifade özgürlüğünün hedeflendiği gelişen ve dönüşebilen süreçler olduğunu söyledi:

“Yani bu işin bir toplumsal meşruiyet, inşaat tarafı var, bir de günün sonunda şu da var, yani bu sadece bir halkın rızasını alalım da bitsin meselesi değil. Çünkü sonuçta bu siyasi elitler bu işi çözdükten sonra toplum yine bir arada yaşayacak. Mesele siyasi elitlerin anlaşabilmesi değil, toplumun bir arada yaşayabileceği zemini kalıcı olarak inşa edebilmek.”

Büyükyüksel “Biz bir barış ve bunun üzerinden bir demokratikleşme ve Kürtlerin ve Türklerin ortak yaşam alanını genişletecek bir zemini mi oluşturmaya çalışıyoruz yoksa bu süreci belli siyasi elitlerin rejimi dönüştürmek istediği bir plan içerisinde araçsallaştırılabilecek bir aygıta mı dönüştürmeye çalışıyoruz?” diye sordu.

Büyükyüksel: “Toplumsal rızayı kalıcı hale getirmek için sürecin kurumsallaşması gerekir”

Bireyler üzerinden yürüyen bir sürecin kurumsallaşmasını ve mutabakata dönüşmesini zorlaştırdığını söyleyen Büyükyüksel “Kişilere olan güvenle kalıcı bir barış çok sürdürülebilen bir şey değil. Kurumsal bir güven inşa edilmesi gerekli. Kişiler çok önemlidir, karizmatiktir. Büyük karizmatik kişiler olmadan bu süreçler kolay kolay da yürüyemez. Ama toplumsal rızayı kalıcı hale getirmek için kurumsallaşması, kişilerin elinden çıkması gerekir. Bu zamanla olabilir, zamanla farklı adımlar atılabilir gerçekten ama şöyle bir durum var, bugün zamanla farklı adımlar atılabileceğini garanti eden herhangi bir belge yok elimizde, hiçbir şey yok” dedi.

Açık Oturum (479): Silahların susması barış ve demokrasi demek mi?

Sezin Öney de Türkiye’de 2017’de geçilen başkanlık sisteminin yeni bir “tam sistem”e dönüşmeye çalıştığını ve o sistemde muhalefete yer olmadığını söyledi:

“Buna doğru ilerliyorlar. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında da Cumhuriyet tarihinin en büyük suç örgütü olarak Ekrem İmamoğlu ve çevresini niteleniyordu. Bu çok inanılmaz bir cümle. Barış süreci ilerliyor zaten, o yapılacak. Dolayısıyla bu da bir teferruat. Herkes sırası geldiğinde Türkiye’de o eziyetini çeker gibi de yaklaşabilirsiniz. Bunu bir geçiş dönemi olarak da görebilirsiniz. Fakat yapısal bir durum olarak bakınca olaya şu an bu süreç sadece elitler arasında gerçekleşiyor. Ve elitler her zaman fikirlerini değiştirebilirler. Yani siyasetçiler, örgüt liderleri erk sahipleri fikirlerini kendi çıkarlarına göre değiştirebilirler. Dünyada da bu böyle, hele bugünün Türkiye’sinde duble mümkün.”

Trump’ın siyasi olarak 180 derece döndüğünü söyleyen Öney, Trump’ın İsrail’i geride bıraktığını ve bu durumun Türkiye’deki siyasi süreci etkileyeceğini öne sürdü. Öney Ahmed eş-Şara’nın Trump’la verdiği fotoğrafın süreç ile ilgili yepyeni bir pazarlığı gündeme getirdiğini söyledi:

“Bugün İsrail de biz artık kendi savunma sanayimizi kurmalıyız, Amerika’dan hiçbir destek almamalıyız diyor. O noktaya geldi işler. Avrupa’nın yaşadığı krizi şu an İsrail yaşıyor. Bunlar çok büyük yapısal değişiklikler Ortadoğu’da. Daha önce Rojava konusunda YPG, SDG’nin statüsüyle ilgili çok ciddi kazanımların elde edildiği bir anlaşma imzalamışlardı Eş-Şara ile ve bunda Amerika’nın önemli bir rolü vardı. O anlaşma da artık sıfırlanmış oldu. Dolayısıyla şimdi Suriye üzerine yepyeni bir pazarlık olacak. Burada eş-Şara, Körfez ülkeleri ve tabi Türkiye’nin şekillendirdiği, kendi gündemlerini ön plana çıkardıkları bir yeni pazarlık masası kurulacak Suriye’de. Bu masasının kurulması bütün dengeleri değiştirecek. Bizim önümüzdeki dönemde göreceğimiz şey silahsızlanma falan değil. En iyi ihtimalle uzatılmış bir top çevirme. Türkiye’deki siyasette de top çevrilecek hiçbir gerçek düzenleme yapılmayacak.”

Ahmed eş-Şara ve Trump.
Açık Oturum (479): Silahların susması barış ve demokrasi demek mi?

Demirtaş’ın bırakıldığı, İmamoğlu’nun cezaevinde kaldığı bir iklimde toplumsal barış gerçekleşir mi?

Programda “Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakıldığı, Ekrem İmamoğlu’nun ve Ümit Özdağ’ın cezaevinde olduğu bir iklimde, toplumsal barış iklimi sağlamak mümkün mü?” sorusu da tartışıldı.

Türkiye’de şu an en büyük sorunun herkese aynı hukuk sisteminin işlememesi olduğu değerlendirmesini yapan Kemal Büyükyüksel Kürt sorununun temelinde de bu sorunun olduğunu belirtti:

“Eksikleri, gedikleri, toplumsal hafızada ifade edilmeyen tarafları kalmış olabilir, her şey kusurlu olabilir. Ama belli bir tutarlılık. (Silahların susmasını kastederek) Bu güzel olabilir. Zaten olmasın diyemez kimse, tabii ki de bitsin çatışma. Ama şu var, bu gerçekten bir dönüşüm mü? Yoksa aynı devlet kodlarının, aynı ezberlerin sürdürüldüğü ve konjonktürel olarak belli pozisyonların ve alanın açıldığı, güvenlikçi saiklerle yapılabilen bir hamle mi? Çünkü güvenlikçi kaldığı sürece sadece her zaman hukuku farklı kişilere farklı işletmenin zemini oluşabilir. Ve bu geleceğe yönelik bir garanti de sunmaz. Çünkü ikili hukuk var olduğu sürece bu bir gün herkes için yeniden tesis edilebilecek bir sisteme dönüşebilir diye düşünüyorum.”

Açık Oturum (479): Silahların susması barış ve demokrasi demek mi?

Odak noktasının PKK’nın silah bırakması olduğunu söyleyen Vahap Coşkun da süreç karşıtı bir dil inşa etmenin yanlışlığına vurgu yaparak mevcut süreci İmamoğlu’nun da, Demirtaş’ın, Kavala’nın, Can Atalay’ın da desteklediğine dikkat çekti:

“Çünkü bu sürecin ilerlemesi halinde demokratik potansiyel doğuracağını biliyorlar. Bizatihi iktidarın otoriter eylemlerinden mağdur olan insanlar bu süreci destekliyorlar. Bu sürecin ilerlemesini istiyorlar. O nedenle bence meseleyi bu şekilde koymak lazım. Yani bu sürecin ilerlemesi, ete kemiğe bürünmesinin, kaçınılmaz bir şekilde hukuki ve siyasi bir çerçeve içerisine alınmasının Türkiye’de demokratikleştirici bir işlevinin olacağı kaçınılmaz. İnfaz yasası değiştirildiğinde bundan sadece PKK’lıları istifade etmeyecek. Türk Ceza Kanunu değiştirildiğinde bundan sadece PKK’lıları istifade etmeyecek. Terörle Mücadele Kanunu sadece PKK’lıları işlemeyecek. Oradaki herkes bundan istifade edecek. Ve devlet bu süreci işletmek istiyorsa, kaçınılmaz bir şekilde bunu yapmak zorunda zaten.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.