Ruşen Çakır, PKK’nın silah bırakma kararını değerlendirdi. Çakır, Öcalan’ın iktidarın yörüngesinde hareket eden biri olmadığını belirterek, bu sürecin Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük avantaj olduğunu vurguladı. “Erdoğan-Bahçeli-Öcalan işbirliğinin otoriter rejimi pekiştireceğini düşünenler yanılıyor” diyen Çakır, devletin Öcalan’ı olduğu gibi kabul etmek zorunda kaldığını ifade etti.
PKK’nın silah bırakma kararını değerlendiren Ruşen Çakır, bu kararın Türkiye’nin demokratikleşmesi için önemli bir fırsat olduğunu vurguladı. Çakır, çözüm sürecinin ardından yapılması gereken yasal düzenlemelerle ülkenin tekrar hukuk devletine dönüşünün mümkün olabileceğini ifade etti.
Çakır’a göre çözüm sürecinin başarıya ulaşması için muhalefetin bu süreci desteklemesi gerekiyor. Ayrıca Çakır, CHP’nin başını çektiği muhalefetin ve Kürt hareketinin yan yana yürümesinin Türkiye’yi demokratikleştireceğini düşünüyor.
Öcalan’ın iktidarla ilişkisi
Ruşen Çakır, Abdullah Öcalan’ın iktidarın her istediğini yapan biri olduğu yönündeki görüşlere karşı çıkıyor. “Öcalan iktidarın yörüngesinde bir aktör olduğu tespiti doğru değil. Hayat bize bunu göstermiyor” diyen Çakır, 2019 İstanbul seçimlerini örnek verdi.
Çakır, yenilenen İstanbul seçimleri öncesinde Öcalan’ın Kürtleri tarafsız kalmaya çağırdığını hatırlattı ancak devletin bu çağrıyı doğru şekilde iletemediğini ve Kürtlerin Ekrem İmamoğlu’na destek verdiğini belirtti. Çakır, “Öcalan yıllardır tecrit altında yaşadı. İktidarın her dediğini yapabilecek biri olsaydı, onunla çok daha önceden işbirliği başlardı” değerlendirmesini yaptı.
Öcalan’ın demokratikleşme vurgusu
Çakır, Öcalan’ın 27 Şubat’ta açıkladığı metinde güçlü bir demokrasi vurgusu bulunduğuna işaret etti. Bu demokrasi talebinin önemli olduğunu belirten Çakır, “Kürt hareketinin demokrasiye doğru evrilmesini, demokrasi talebini daha güçlü dile getirmesini kimse engelleyemez, Öcalan dahil” dedi.
“Devlet Öcalan’ı olduğu gibi kabul etmek zorunda kaldı”
Ruşen Çakır, devletin düştüğü açmazdan çıkmak için Öcalan’ın kapısını çaldığını ifade etti. Çakır, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan hakkında “Kurucu Önder” ifadesini kullandığını ve ona şükranlarını dile getirdiğini hatırlattı.
“Devlet Öcalan’ı olduğu gibi kabul etmek zorunda kaldı” diyen Çakır, Öcalan’ı “öngörülemez” ve “sürekli yeni şeyler söyleyen” biri olarak tanımladı. Çakır, Öcalan’ın PKK tarihi boyunca harekete yeni fikirler dayattığını ve kabul ettirdiğini söyledi.
“Otoriter rejim pekişmeyecek”
Çakır, Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın işbirliğinin Türkiye’de otoriter rejimi pekiştireceği yönündeki beklentilere karşı çıktı, “Bana göre yanılıyorlar. Öcalan’ı kendilerine muhatap ve belki partner olarak seçen Bahçeli ve Erdoğan da otoriterlikten sıyrılmak zorunda kalacaklarını biliyorlar” dedi.
Çakır, çözüm süreci ve PKK’nın silahları bırakma kararının Türkiye gündeminde önemli bir yer tuttuğunu belirtti, önümüzdeki günlerde gerek örgütten gerekse devletten birtakım hamleler görüleceğini ifade etti.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu süreçte cezaevindeki kişilerin serbest kalması ve yurtdışındakilerin Türkiye’ye dönmesi gibi adımların atılacağını vurgulayan Çakır, “Bütün bunları yaparken iki ayrı hukuk mu uygulanacak?” sorusunu gündeme getirdi.
Çakır, silahların bırakılmasının tek başına demokrasinin kapısını açmayacağı yönündeki eleştirilerin haklı olduğunu kabul etti ancak silahların bırakılmasının Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük bir avantaj olduğunu düşündüğünü de sözlerine ekledi.
Öcalan Erdoğan’ın her dediğini yapar mı? Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Çözüm süreci, PKK’nın fesih kararı, silahları bırakma kararı pazartesi gününden beri Türkiye’nin gündeminde ama çok fazla bir değişiklik, hareket yaşanmadığı için zamanla konuşulması azaldı. Fakat önümüzdeki günlerde çok yoğun bir şekilde konuşulacak tekrar, zira birtakım hamleler göreceğiz gerek örgütten gerek devletten. Bu kaçınılmaz bir şey, bir süreç, bir karar açıklandı ve şimdi onun hayata geçmesi gerekiyor. Burada başından itibaren bu sürece şüpheyle bakanların en çok dile getirdiği, muhalefet kanadından şüpheyle bakanların en çok dile getirdiği hususlardan birisi, silahların bırakılmasının tek başına bir demokrasinin kapısını açmayacağı, yani barış eşittir demokrasi denemeyecek, ki haklı bir tespit. Ama sanki şöyle bir hava da yaratılmak istendi: ‘‘Erdoğan bir şekilde örgütle, ama esas olarak Öcalan’la anlaşacak, — ya da siyasi iktidar, Bahçeli de var — onlara bazı şeyler verecekler, onlardan çok şey alacaklar — özellikle Erdoğan’ın yeniden seçilmesi — ama Türkiye bildiğimiz gibi devam edecek.’’
Bildiğimiz gibi derken nedir? Yine gencecik çocuklar sudan sebeplerle polis tarafından baskıya uğrayacaklar, gözaltına alınacaklar, tutuklanacaklar, belediyelere operasyonlar yapılacak, gazeteciler içeri atılacak gibi çoğaltılabilecek, Türkiye’de son yıllara damgasını basan, özellikle güvenlik güçleri ve tabii ki yargı eliyle baskı uygulamaları, otoriter rejimin temeli olan bu uygulamaların aynen devam edeceği beklentisi var. Peki bu nasıl olacak? Örgüt silahı bıraktı, sonra hiç mi bir şey değişmeyecek? Bir şeyler değişmek zorunda kalacak, yasal düzenlemeler yapılmak zorunda kalacak, cezaevindeki insanların çıkması gerekecek. Özellikle Kürt hareketi ile ilişkili yasal hareket ya da yasa dışı hareketle ilişkili kişilerin bir şekilde özgür olması, yurt dışındaki bazılarının Türkiye’ye gelmesi gibi şeyler olacak. Bütün bunları yaparken siz Türkiye’de diyelim ki CHP’li belediye başkanlarını, üniversiteli gençleri, gazetecileri içeri tıkabilecek misiniz? İki ayrı hukuk mu uygulanacak? Bu, çok belirsiz bir durum.
Demokrasinin önü açılır mı?
Ben bu sürecin Türkiye’nin tekrardan hukuk devletine ve demokrasiye dönüşünün önünü açacağını, ama bunun gerçekleşebilmesi için muhalefetin kolları sıvaması gerektiğini – ki 19 Mart’tan beri bunu görüyoruz, CHP’nin başını çektiği bir hareket var – ve Kürt hareketinin de bir şekilde bununla yan yana yürümesinin Türkiye’yi demokratikleştireceğini düşünenlerdenim ve bu anlamda bu silah bırakmanın Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda çok büyük bir avantaj olduğunu düşünenlerdenim. Sayıca benim gibi düşünenlerin az olduğunun farkındayım. Genel eğilim şöyle: Öcalan hareketin başına geçecek – ki zaten başındaydı ama fiilen cezaevinde, İmralı’da olduğu için yapamıyordu – her şey ona bırakılacak ve o da iktidar ne derse onu yapacak, yani kendini ilgilendiren birtakım haklar alacak, birtakım tavizler kopartacak ama kendisini ilgilendirmeyen konularda, özellikle muhalefetin, muhalif partilerin ve toplumsal muhalefetin baskı altında tutulmasına pek de itiraz etmeyecek, sessiz kalacak gibi bir tablo çiziliyor.
Bu, sol hareketlerde de var, CHP içerisinde de var, muhalefet kesiminde çok yaygın, hatta yer yer bazı Kürtlerin de böyle düşündüğünü görüyoruz. Buradaki önermede bence çok ciddi bir analiz hatası yapılıyor. O da, Öcalan’ın iktidarın yörüngesinde bir aktör olduğu tespiti. Öcalan’ın iktidar karşısında, onlardan gelen şeylere — özellikle Erdoğan tabii iktidar deyince akla gelen — tabi olduğu… Bu konuda da çok çarpıcı bir örnek var önümüzde: 2019 yenilenen İstanbul seçimleri öncesi Öcalan, Kürtleri tarafsız kalmaya çağırdı, çağırmaya çalıştı daha doğrusu ama doğru dürüst bu talebini de dile getiremedi. Devlet onun bu çağrıyı yapması için bir şeyler denedi, eline yüzüne bulaştırdı ve Kürtler İstanbul’da ağırlıkla İmamoğlu’na destek verdiler ve İmamoğlu, ki o tarihte Selahattin Demirtaş cezaevinden açıkça çağrı yapmıştı, İmamoğlu farkı arttırarak kazanmıştı. Bu bir örnek olarak sık sık karşımıza çıkıyor. Tabii ki önemli bir örnek ama şunu da unutmamak lazım:
“Öcalan’ı övmüyorum”
Öcalan yıllardır tecrit altında yaşadı, yıllar boyunca. O kadar iktidarın her dediğini yapabilecek, onlarla iş birliğine teşne birisi olsaydı, Öcalan’la bu yapılanlar çok daha önceden başlardı. Ben bunun böyle olduğunu, Öcalan’ın iktidarın her dediğini yapan birisi olduğunu düşünmüyorum. Hayat bize bunu göstermiyor. Bunu doğrulayan birtakım örnekler olması, bütün hepsinin böyle olduğunu bize düşündürtemez diye inanıyorum. 27 Şubat metnine baktığınız zaman bunu görüyorsunuz. Çok güçlü bir demokrasi vurgusu var, demokrasi talebi var. Diyebilirsiniz ki, ‘‘bunu talep eder ama sonra görmezden gelir.’’ Tabii bu Türkiye’de çok olan bir şey. Erdoğan da ‘‘ileri demokrasi’’ demişti ve otoriter bir rejim inşa etti. Fakat belli bir yerden sonra bu hareketin, özellikle Kürt hareketinin, yasallığın tamamen tek merkez olacağı bir Kürt hareketinin demokrasiye doğru evrilmesini, demokrasi talebini çok daha güçlü bir şekilde dile getirmesini kimse engelleyemez. Öcalan dahil kimse… Kaldı ki Öcalan’ın böyle bir engelleme içerisinde olacağını da düşünmüyorum.
“Öcalan’ı mı övüyorsunuz” diyenler olabilir. Övmüyorum ama şunu da biliyorum ki bu devlet, yıllar sonra içine düştüğü açmazdan çıkmak için Öcalan’ın kapısını çaldı. Devlet Bahçeli, Öcalan hakkında çok ilginç şeyler söyledi. Ne dedi? “Kurucu önder” dedi. İtirazlara rağmen bir kere daha dedi, ona şükranlarını dile getirdi. Sonuçta devletin ona tanıdığı çok geniş bir meşruiyet alanı var. Bu meşruiyet alanını sadece ve sadece devletin kullanışlı gördüğü için ona açtığını düşünenler bence yanılıyorlar. Burada sanki, tam cümleyi bulmaya çalışayım: Devlet, Öcalan’ı olduğu gibi kabul etmek zorunda kaldı. Öcalan’ı olduğu gibi…
Otoriterlik pekişmez
Nedir olduğu gibi? Bir kere öngörülemez birisi, sürekli yeni şeyler söyleyen birisi. PKK’nın tarihine baktığımız zaman, Öcalan’ın sürekli yeni yeni birtakım şeyleri hareketine dayattığını ve kabul ettirdiğini görüyoruz. En son, bir önceki dönemde bağımsız Kürdistan’dan federasyona, sonra demokratik özerkliğe taşıdı insanları. Şimdi özerklik ve her türlü kültüralist taleplerden uzak bir perspektif sundu ve hareketi içerisinden kimse de çok fazla itiraz etmiyor. Dolayısıyla burada karşımızda öngörülmesi zor, hareketi üzerinde hâlâ çok etkili ve her türlü iktidarla iş yapabilecek; fakat tabanından gelen talepleri reddetmeyecek, onları önemseyecek, onları görmek zorunda olduğunu bilen birisi var.
Dolayısıyla buradan, Erdoğan-Bahçeli-Öcalan el ele ve Türkiye’de otoriter rejimin pekişmesi şeklinde bir tablo çıkacağını düşünenler – ki sayıları çok – bana göre yanılıyorlar. Öcalan’ı kendilerine bir tür muhatap ve de belki de partner olarak seçen Bahçeli ve Erdoğan da o otoriterlikten sıyrılmak zorunda kalacaklarını biliyorlar. Bunu en çok Bahçeli’de görüyoruz. Erdoğan henüz o noktaya gelmedi ama o noktaya gelme ihtimali bence hayli yüksek. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.