Transatlantik: Ukrayna’dan Rusya’ya Örümcek Ağı operasyonu | İran ile nükleer müzakere | ABD’nin Suriye politikası

Ukrayna, Rus bombardıman uçaklarını yok etmek için büyük bir “Örümcek Ağı” operasyonu başlattı. ABD İran’a sunduğu yazılı nükleer teklif, Tahran’ın temel taleplerini karşılamadı. Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Transatlantik’in Ukrayna’dan Rusya’ya Örümcek Ağı operasyonu | İran ile nükleer müzakere | ABD’nin Suriye politikası başlıklı videosunda değerlendirdi.

Ukrayna’nın Örümcek Ağı Operasyonu

Ukrayna, 1 Haziran’da gerçekleştirdiği “Örümcek Ağı Operasyonu” (Operation Spiderweb) ile Rusya’nın hava kuvvetlerine milyarlarca dolarlık zarar verdi.

18 ay boyunca gizlilik içinde hazırlanan operasyon, Moskova’nın askeri üstünlüğünü hedef aldı ve Rus topraklarının derinliklerindeki hava üslerine yapılan eş zamanlı saldırılarla tarihe geçti.

Örümcek Ağı Operasyonu
Transatlantik: Ukrayna’dan Rusya’ya Örümcek Ağı operasyonu | İran ile nükleer müzakere | ABD’nin Suriye politikası

Rusya Savunma Bakanlığı saldırıyı doğruladı ancak yalnızca Murmansk ve Irkutsk’taki üslerde “bazı uçakların yandığını” belirtti, can kaybı yaşanmadığını ve bazı şüphelilerin gözaltına alındığını duyurdu.

Rus devlet medyası, saldırıya dair kapsamlı bir yayın yapmadı. Akşam bültenlerinde yalnızca yerel yetkililerin açıklamalarına yer verildi. Pazartesi sabahına gelindiğinde haber tamamen gündemden çıkarılmıştı.

Ukrayna’da ise kutlamalar vardı. Sosyal medyada operasyon “titanik bir başarı” olarak nitelendirildi.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ise Telegram’da yaptığı paylaşımda, “Bu, tarih kitaplarına geçecek Ukrayna operasyonudur” dedi.

Amerika nasıl pozisyon aldı?

Ukrayna saldırıdan Washington’u haberdar etmedi.

Yetkililere göre, ABD’nin Rusya’daki stratejik bombardıman uçaklarını hedef almayı onaylamayacağı öngörüldüğü için plan gizli tutuldu.

Saldırının ardından ABD istihbaratı, Rusya’nın Ukrayna’ya misilleme yapacağı yönünde uyarılarda bulunuyor. Olası misilleme hedefleri arasında sivil altyapı, enerji tesisleri ve balistik füze saldırıları yer alıyor.

İran, ABD’nin nükleer teklifini reddetmenin eşiğinde

İran ile ABD arasında aylardır süren dolaylı görüşmelerde ilk kez Washington yazılı bir teklif sundu. İranlı yetkililere göre teklif, Tahran’ın temel kırmızı çizgilerini karşılamaktan uzak.

ABD’nin önerisinde, İran’ın kendi topraklarında uranyum zenginleştirmesini durdurması istendi, yaptırımların ne zaman ve hangi koşullarda kaldırılacağına dair net bir yol haritası sunulmadı.

İranlı üst düzey bir diplomat Reuters’a yaptığı açıklamada, “İran, ABD’nin teklifine olumsuz yanıt hazırlıyor. Bu, fiilen reddetmek anlamına gelebilir” dedi.

1 Haziran Cumartesi günü Tahran’ı ziyaret eden Umman Dışişleri Bakanı Badr Albusaidi aracılığıyla iletilen teklif, Trump yönetiminin İran’a sunduğu ilk yazılı belge oldu. Teklifin içeriği hem İran’da hem de ABD’de tepki çekti.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Bu hafta yayını çarşamba değil, salı günü yapıyoruz. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Washington DC’de. Gönül, geçen hafta sen yoktun, seninle başlayalım. Ukrayna-Rusya savaşıyla başlayalım. Ukrayna Rusya’ya yönelik olarak çok çarpıcı ve çok geniş kapsamlı ‘’Örümcek Ağı Operasyonu’’nu başlattı.  Bir yandan hem o operasyon var hem Rusya’nın cevabı var. Bir yandan da İstanbul’da yapılan müzakereler var. Müzakereler Hakan Fidan’ın kolaylaştırıcılığında yapıldı ama ateşkes konusunda anlaşamadılar. Sadece esir ve ölülerin takası konusunda anlaşma olmuş. Bir de tabii Erdoğan’ın kabine toplantısından sonra söylediği “Zelensky, Putin ve Trump’ı bu olayı çözmek için birlikte ağırlamak istiyorum” sözü var. Hepsini ortaya karışık soracağım ama birbiriyle ilişkili tabii tüm bunlar. 

Gönül Tol: Son söylediğinden başlayayım Ruşen. Trump, Erdoğan, Zelensky, Putin zirvesiyle ilgili Rus yetkililer açıklama yaptı: “Tabii böyle bir şey isteriz ama bunun yakın bir zamanda mümkün olacağını düşünmüyoruz. Çünkü böyle bir zirvenin yapılabilmesi için önce tarafların teknik müzakerelerde uzlaşıya varması gerekiyor, henüz o noktada değiliz” dedi. Bu da, ateşkes müzakerelerinden bir sonuç elde edilemediği sürece, bu tür bir zirvenin yapılması çok kolay görünmüyor demek. Bahsettiğin Ukrayna’nın Haziran’da Rusya’nın derinliklerine, stratejik hava üslerine düzenlediği bir saldırı vardı. Bu operasyona ‘’Örümcek Ağı Operasyonu’’ ismini verdiler Gerçekten çok çarpıcı. Askeri analistler bunun planlamasının 18 ay sürdüğünü söylüyor. Aslında hem savaşın gidişatı, Rusya’nın savaşma kapasitesini hem de diplomatik müzakereler üzerinde önemli etkilerinin olacağı söyleniyor. 

1 Haziran’da gerçekleştirilen saldırının Rusya’nın uzun menzilli bombardıman kapasitesine ciddi bir darbe vurduğu söyleniyor ve Rusya’nın içerisinden de aslında kendi askeri planlamalarına dair yöneltilen eleştiriler var. “Neden biz bütün uçaklarımızı bir yerde topladık ve böyle bir saldırıya kendimizi açık hale getirdik?” deniyor. Farklı şeyler de söyleniyor. Ukrayna, “Biz 40’tan fazla Rus askeri uçağını etkisiz hale getirdik” diyor. Fakat bağımsız kaynaklar bunun 10-12 arasında olduğunu söylüyor, ki bu bile Rusya’nın askeri ve yeniden saldırı kapasitesini ciddi etkileyecek bir rakam. 

Aslında Rusya’nın kendisiyle ilgili varsayımları vardı ve bunlar, savaş doktrininin önemli ayağı olan varsayımlardı. Bir tanesi “Biz o kadar uçsuz bucaksız toprak açısından geniş bir ülkeyiz ki, bu bize bir avantaj sağlıyor” deniyordu. Fakat Ukrayna’nın bu saldırısı, Rusya’nın derinliklerine kadar saldırma kapasitesi olduğunu gösterdi. Üstelik bunu dronlarla yapıyor. Operasyonun kendisine baktığınızda, gerçekten çok dahiyane. Tırların üzerinde konteynerler var, o konteynerlerin içerisine dronlar saklı ve bunlar Rusya’nın içerisine giriyor, Rus üslerine yaklaşıyor ve uzaktan kumandayla bu konteynerlerin üstü açılıyor, dronlar açığa çıkıyor ve saldırıyı gerçekleştiriyor. Bir taraftan da bir askeri üstünlüğü olan Rusya var. Ukrayna bunu Batı silahlarıyla yapmıyor. Pek çok açıdan bu Rusya açısından utanç verici ve askeri kapasitesini de ciddi şekilde etkileyecek bir saldırı. Çünkü bu zarar gören uçaklar, üretime devam etmeyen uçaklar, yani Rusya’nın bunları yerine yenisini koyma ihtimali de yok. Dolayısıyla bu, Ukrayna’ya yanıt verme kapasitesini de ciddi şekilde etkileyecek. Tabii bir başka nokta da Ukrayna bunu tam diplomatik müzakerelerden bir gün evvel önce yapması. Tabii amaç müzakerelerde elini güçlendirmekti ve bu saldırıya rağmen, Rusya’nın İstanbul’daki konuşma müzakerelere katılması da çok çarpıcı. Dediğim gibi, askeri uzmanların söylediği şey, bu operasyon Rusya açısından utanç verici ve müzakerelerde de Ukrayna’nın elini güçlendirecek gibi görünüyor. 

Ruşen Çakır: Ömer, içimizdeki askeri uzman olarak şu ‘’Örümcek Ağı Operasyonu’’nu biraz daha detaylandırır mısın? Ben biraz baktım, gerçekten de filmlerdeki gibi 16 ay gibi bir sürede hazırlamışlar, içerilere kamyonlar yollamışlar, kamyonların içinde dronlar varmış. Nedir bu iş? 

Ömer Taşpınar: Gönül’ün anlattığı gibi çok detaylı hazırlanmış bir operasyon ve bu, Rus istihbaratının içinde nasıl köstebekler olduğunu da ortaya koyuyor. Rus istihbaratının bunu öğrenememesi ilginç. Bu iki ülke, üç aşağı beş yukarı aynı dili konuşuyor ve bu operasyon, Ukrayna istihbaratının da nasıl içeri sızabildiğini gösteriyor. ‘’Örümcek ağı’’ metaforu, sadece 4 bin kilometre ötedeki Sibirya’da bir üssü vurması değil, aynı zamanda Ukrayna’nın Rusya içindeki istihbarat ağının içine nasıl girdiğini, Rusya içinde nasıl istihbarat toplayabildiğini ve bu ülke içinde de en uzak noktaları bile vurabileceğini göstermesi açısından önemli. Yani ortada hem taktiksel hem operasyonel bir başarı var. Tabii bu tür ortamlarda dezenformasyon çıkabiliyor ama eğer rakamlar doğruysa, Ukrayna, Rusya’nın stratejik bombardıman uçak kapasitesini üçte birini yok etmiş durumda. Üç hava üssünden bahsediliyor ve bu üç hava üssünde uçaklar hangarlarda değil. Hangarlara uçak sokmak ve o hangarları çelik hangarlarla korumak çok masraflı. Rusya’nın böyle bir derdi yoktu ve stratejik seyir füzesi taşıyan ağır uçak bombardımanları hava üslerinde açık ortamda duruyor. Amerika’da da bu böyle. Hava üslerinin birinde 20 tane uçak olduğu söyleniyor. Ben bugün bizim bir iki askeri uzmanla konuştum. Amerikan hava üslerinde de “B2” dedikleri bombardıman yapabilecek ağır ve büyük uçaklar hangarların içinde değil. ‘’Çin bize böyle bir şey yaparsa, ya da Çin ile Tayvan arasında bir savaş çıkarsa, Çin aynı metotlarla Amerika’nın içine sokabildiği bazı istihbarat birimleriyle, bu tür, kamyonlardan yükselecek dronlar gerçekten bizim uçakları da vurabilir’’ yönünde bir endişe yaratmış durumda. O yüzden bu uçakların hangarlarda olmaması, böyle açıkta olması büyük bir zafiyet yaratıyor. 

Şimdi Rusya bu operasyonla büyük bir darbe yedi. Rus Hava Kuvvetleri’nin, stratejik bombardıman, stratejik füze atabilecek uçaklarının üçte birine darbe vurulması sadece operasyonel taktik bir başarı değil. Gönül, bu dronların Ukrayna dronu olduğunu söyledi ki bu çok önemli. Bu dronlar Ukrayna’nın kendisinin ürettiği dronlar. Yani bu bütünüyle yerli ve milli bir proje ve Ukrayna’nın saldırı, askeri operasyon ve istihbarat başarısı. Ukrayna bu tür bir saldırıda Amerika’dan, Avrupa’dan istihbarat desteği almış durumda değil, bütünüyle Rusya içindeki kendi ağını kullanarak yapıyor. Bu taktiksel operasyonel başarının Putin’e verdiği mesaj şu: ‘’Zaman senin zannettiğin kadar da lehine değil, biz de içeride seni vurabiliriz. Sen bu savaşı üç yıl dört yıl daha devam ettirebileceğini, bizim, Rusya’daki bazı şehirleri vurmayacağımızı, hatta Moskova’ya bile girmeyeceğimizi zannediyorsan, yanılıyorsun. Bizim öyle bir kapasitemiz var ki Rusya’nın bir sürü yerinde hem askeri hem sivil hedefleri bu tür operasyonlarla vurabiliriz. Sen o nedenle masaya geleceksin ve masada da makul boyutta isteklerde bulunacaksın. Mesela bizim demilitarize olmamız, topraklarımızda hiç asker bulunmaması, bütün bölgelerde senin bunu ilhak etmen gibi büyük maksimalist taleplerini de yerine getirmek zorunda değiliz.’’ O açıdan Gönül’ün dediği gibi Ukrayna masada elini güçlendiriyor. 

İstanbul’daki görüşmeler konusunda elini güçlendirmedi, o görüşmeler zaten başarısız olmaya namzetti. Çünkü şu anda konuşacakları fazla bir konu yok. Şu anda cephede hâlâ iki taraf da birbirlerine tam olarak bir üstünlük sağlayamamış durumda. Askeri uzmanlar, cephede hâlâ konuşulacak bazı şeyler olduğunu düşünüyor. Bu saldırı, askerî açıdan Ukrayna’nın Rusya’yı acıtma potansiyeli olduğunu gösteriyor. O nedenle uzun dönemdeki görüşmelerde Putin’in masaya daha makul taleplerle gelmesini destekleyecek bir saldırı oldu bu. Zaman, Rusya ve Putin’in zannettiği kadar lehine değil. Ukrayna’nın elinde Rusya içini vurabileceği güçlü bir dron ve istihbarat ağı var. Avrupa da bu dron yapımına müthiş ekonomik destek veriyor. Ukrayna’nın şu anda elinde aslında ciddi bir savunma sistemi, savunma sanayisi var ve bu savunma sanayisini Avrupa da besliyor, Avrupa da satın alıyor, finanse ediyor. Dolayısıyla, Ukrayna açısından hem operasyonel hem taktiksel hem de stratejik açıdan çok önemli bir haftaya girdik. Bu, Dördüncü yılına giren bu savaşın tarihinde dönüm noktalarından birisi olabilir. Rusya’nın bu savaşı istediği gibi rahat bir şekilde bitiremeyeceğini, Ukrayna’nın, Moskova’ya, Petersburg’a, Sibirya’ya, Rusya’nın birçok şehrine rahatça ulaşabileceği ve askeri üsleri vurabileceği mesajını vermesi, bana göre, uzun dönemde Putin’i masaya daha makul taleplerle gelmeye itebilir. Bu açıdan, stratejik önemi olan bir saldırıdan bahsediyoruz.  

Ruşen Çakır: Gönül, biraz Suriye’yi konuşalım. Ankara’ya gelen Büyükelçi Tom Barrack, aynı zamanda Suriye konusunda Amerika’nın yetkili ismi oldu. Bayağı bir ortalığı karıştırdı. Sykes-Picot Anlaşması’nı eleştirdi. Ahmet Eş-Şara ile iyi ilişkiler kuruyor. En son okuduğuma göre, oradaki yabancı savaşçıların Suriye Ordusu’na alınmasına onay vermişler. Aynı zamanda Suriye Demokratik Güçleri (SDG), YPG, PYD ile de ilişkileri var. Amberin Zaman bunu sürekli yazıyor. Her ne kadar yalanlasalar da Türkiye’nin doğrudan SDG ile görüşmesi yolunda bir tazyik yapıyorlar, yanılıyor muyum? 

Gönül Tol: Hayır yanılmıyorsun. Ruşen. Ukrayna ile ilgili önemli bir iki şey söylemek istiyorum. Ömer bahsetti, aslında Ukrayna’nın bu düşük maliyetli dronlarla bu çok başarılı saldırıyı gerçekleştirmiş olması, aynı zamanda geleneksel savaş doktrinlerini de sorgulatan bir şey ve asimetrik savaşın önemini de artırıyor. İkinci söylemek istediğim şey, Ömer, Rusya’nın bu savaşı çok uzun zamana yayamayacağını da anlamış olacağından bahsetti. Rus müzakereciler, İstanbul’da yapılan toplantılarda, 18. yüzyılda Rusya’nın başlattığı, Rusya ve İsveç arasında ‘’Kuzey Savaşları ‘’denen ve 21 yıl süren bu savaşa atıfta bulunarak: “Biz savaşırız, uzun soluklu savaşlara alışığız, İsveç’te 21 yıl savaştık, şimdi de yaparız” mesajını veriyorlardı. Ama bu saldırı onun çok da kolay olmayacağını gösteriyor. 

Suriye konusunda, Amberin Zaman sahadan çok önemli şeyler aktarıyor. Türkiye’nin aslında Türk kamuoyuyla paylaşmadığı başka şeyler de var. Erdoğan, Öcalan’la yürütülen müzakereleri nasıl paketlemek istiyor? ‘’Bu yaptığımız hamle, Suriye’de de bize çok stratejik bir armağan verecek’’ demeye getirecekler. Erdoğan iç siyasette, “Bakın biz özerk yönetimi de ortadan kaldırdık. Sadece PKK’yı bitirmedik, aynı zamanda Suriye’deki Kürt özerk yönetimini de sonlandırdık. Oradaki Suriyeli Kürt güçlerin de silahsızlanmasını sağladık” şeklinde paketleyecek muhtemelen. Fakat bu böyle olmayacak. Bunu daha önce de söyledik. Birincisi, oradaki Suriye Demokratik Güçleri’ne bağlı askeri güçlerin silahsızlanması söz konusu değil. Muhtemelen Güney’de Dürzilerle yapılan türden bir angajman olacak. O angajman neydi? Dürzi milis güçleri kendi iç güvenliklerini sağlıyorlar, silahsızlanmıyorlar. Sadece üniformalarını değiştirip, Suriye Milli Ordusu’nun üniformasını giyiyorlar, ama silahlarıyla kendi bölgelerinde kalıyorlar. Şimdi muhtemelen Kürt bölgesinde de benzer bir şey olacak. Nitekim, Erdoğan “PKK’nın ‘silah bırakıyoruz’ anonsu Suriye’yi de kapsar” derken, Devlet Bahçeli tam tersini söylüyordu: “Silah bırakan PKK’nın gidip Suriye Demokratik Güçleri’ne katılmasından endişe duyuyoruz” diyordu. Bu ne demek oluyor? Bu süregelen, Türkiye’nin de yeşil ışık yaktığı ve bence ‘tamam’ dediği, Şam ve Kürtler arasında yürütülen müzakerelerde tam da bu senaryo konuşuluyor. Yani Kürtler silah bırakmayacaklar, kendi oldukları bölgelerde kalmaya devam edecekler ve belki kâğıt üstünde bu yeni müzakere edilen sürece özerklik denmeyecek, adı özerklik olmayacak, ama fiilen bir özerklik olacak. Mesela eş Şara’nın Kürtlere, kendi iç polis teşkilatını kurma sözünü verdiği söyleniyor, ki bu, Kürtlerin hep istediği bir şeydi. Kürtler Esad’ın devrilmesinden önce de bunu Esad’la görüşüyorlardı, “Biz içeride kendi güvenliğimizi sağlayalım, ama dışarda Suriye Ordusu’nun bir parçası olalım. Fakat kendi güvenliğimizden kendimiz sorumlu olalım” diyorlardı. Bu da silah bırakmamanın bir parçasıydı aslında. Şimdi bugün geldiğimiz noktada anlıyoruz ki, eş-Şara bu Kürt bölgeleri yöneten gruplara “Tamam, siz kendi polis teşkilatınızı kurun, güvenliğinizi sağlayın ve sizin yönettiğiniz belediyeler de sizin olsun. Ama buna özerklik demeyelim” diyor. Şimdi Erdoğan da bunu bu şekilde iç siyasette satacak. “Bakın biz her şeyi bitirdik, özerkliği de bitirdik, silahsızlandırdık da” diyecek. 

Peki, Amerika bunun neresinde? Tom Barrack “Suriye Demokratik Güçleri bizim çok önemli müttefikimizdir” dedi. Ben bunun, Kongre’ye yönelik bir rahatlatma söylemi olduğunu da düşünüyorum. Bu, Trump yönetimi Suriye Demokratik Güçleri’ni hiç önemsemiyor demek değil, ama öncelikleri şu anda Kongre’yi çok öfkelendirmemek. Çünkü Kongre’ye, İran’la nükleer müzakereler konusunda ihtiyaçları var. Trump yönetimi, İran nükleer müzakerelerinde Kongre’nin kırmızı çizgilerini geçiyor, o nedenle Suriye dosyasında Kongre’yi kızdırmamak, Kongre’ye “Merak etmeyin biz Kürtleri otobüsün altına atmıyoruz. Kürtler bizim müttefikimiz” diyor. Bu arada, IŞİD, Şam yönetimine karşı yeni saldırılar düzenlemeye başladı ve Kongre’de buna dair bir endişe var. Kongre’deki bir başka endişe, Trump’ın, Suriye politikasına dair.  Trump, Netanyahu’nun söylediklerini bir kenara itip, Suriye politikasını yeniden inşa ediyor, yaptırımları kaldırıyor. Biliyorsun geçen hafta Şam semalarında Amerikan Bayrağı göndere çekildi. 2012’den bu yana ilk kez böyle bir şey görüyoruz ve Amerika’nın Suriye politikasında çok ciddi bir dramatik bir dönüşüm var. Bence en dramatik dönüşüm şu: Suriye, 1979 yılından bu yana Amerika’nın terörü destekleyen ülkeler listesinde. Suriye neden o listeye dahil edilmişti? En önemli sebeplerden birincisi, Suriye’nin, Filistin’i destekleyen gruplara ev sahipliği yapması. İkincisi de Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David Anlaşmaları’na karşı çıkmasıydı. Amerika’nın Suriye politikasını on yıllardır belirleyen temel şey, İsrail’in güvenlik kaygıları. Bugün geldiğimiz noktada Trump, İsrail’in, Netanyahu’nun güvenlik kaygılarını tamamen bir kenara itip, Suriye ile normalleşiyor ve üstelik, Suriye’yi terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarma sözü veriyor. Bu, Kongre’de İsrail yanlısı pek çok insanı da endişelendiren bir şey, çünkü şu anda Suriye-İsrail arasında aktif bir çatışma da var, bir sınır anlaşmazlığı da var, İsrail zaten Güney Suriye’yi işgal etmiş durumda. Tom Barrack, bütün bu endişeleri yatıştırmak ve Kongre’yi kendi tarafında tutabilmek amacıyla “Merak etmeyin biz hâlâ buradayız” diyor. Fakat asıl olan şey, Suriye politikasındaki bu dramatik değişim ve Trump yönetimi Suriye’de mümkün olduğu kadar çok iş yapmak istiyor. Zaten bu bayrak merasiminden sonra, Büyükelçi Tom Barrack ‘’X’’ hesabında “Artık Suriye yatırım için bütün kapılarını açtı. Biz kaos istemiyoruz, ticaret ve iş yapmak istiyoruz” diye bir paylaşım yaptı. Suriye’yi böyle gören bir Trump yönetimi var. 

Kürtler bunun neresinde? Mesela üs sayısını azalttılar, 8 üsten, şu anda galiba 3’e düşürdüler ve Tom Barrack “Bunu 1’e indireceğiz” diye açıkladı. Amerikan askeri gücünün iyice küçük bir şeye hapsolduğu, konsolide edildiği Deyrizor’dan çıktılar. Orada çatışma olmasını istemiyorlar. Deyrizor, Kürt güçlerle Arap aşiretlerinin çok çatıştığı bir yerdi. Orada Amerikan askerleri tehdit altındaydı. Şimdi Haseke’ye çekiyorlar. Haseke’ye çekilmesi ne demek? Birincisi, Türkiye ile daha yakın çalışacaklar. IŞİD ile mücadeleyi bütünüyle Türkiye’ye bırakmıyorlar. Suriyeli Kürtlerle de orada çalışmaya devam edecekler, ama büyük oranda Türkiye’ye ihale ediyorlar anlamına geliyor. 

Toparlarsam, Suriye politikasında dediğim gibi ciddi bir dönüşüm var ama bu radikal dönüşümü Kongre’deki herkes desteklemiyor. O nedenle biraz daha ihtiyatlı ilerlemek istiyorlar. Çünkü Trump her ne kadar ‘’yaptırımların hepsini kaldırdım’’ dese de 1979 yılından bu yana olan yaptırımların bir kısmı başkanlık kararnamesiyle alınmış olsa da, bir kısmı Kongre tarafından yasalaştırıldı ve tamamını kaldırmak için Kongre’nin desteğine ihtiyaç var. 

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne diyorsun, Tom Barrack başarılı olacak mı? Çünkü çok kart ve çok aktör var. Bir de Suriye’nin içinde çok farklı etnik gruplar, farklı sorunlar var, olayın ekonomik boyutu çok ciddi, Gönül de bahsetti. Türkiye’den de yatırımcılar gidiyorlar, özellikle inşaat gibi işler, enerji gibi işlere yöneliyorlar. Altından kalkabilecek mi? 

Ömer Taşpınar: Tom Barrack’ın en önemli özelliği, Trump ile olan arkadaşlığı ve Trump’a olan yakınlığı. Aynı zamanda o da zengin birisi, emlâk sektöründen geliyor. Paketleme işini, programını güzel bir şekilde anlatma işini çok iyi yapıyor. Bana göre de Trump’ın hoşuna gidebilecek şeyler söylemek istiyor. Trump, Suudi Arabistan’daki ziyaretinde, Riyad’da bir konuşma yaptı ve o konuşma, gitgide bir Trump doktrini haline getirilmeye çalışılıyor Amerikan dış politika çevrelerinde. ‘’Trump doktrini’’ nedir? diye sorduğumuzda “Riyad’daki konuşmaya bakın” diyor. O konuşmanın ana özelliği şu; “Biz Neo-con değiliz. Biz bu bölgeye askeri müdahalelerde bulunmayacağız. Geçmişte, bölgeyi Batı’nın müdahalesiyle değiştirmeye çalışan anlayışlar çok büyük başarısızlıklara uğradı” demesi. Tom Barrack’ın söylediğinde de aynı mesaj var. Barrack, Trump’ın söylediğini biraz daha tarihe götürüyor ve ‘’Batı’nın bu bölgeye müdahalesi Sykes-Picot Anlaşması’na kadar gidiyor. İngiltere ve Fransa burada yapay sınırlar dayattı, ordularıyla geldi, buraları yönetmeye çalıştı ve temelde başarısız oldular. Bölgenin başarısı için bölgedeki güçlerin katılımı önemli. Dolayısıyla bölgesel problemler için bölgesel aktörlerin bir araya gelip bölgesel çözümler üretmesi gerekiyor. Burada da Türkiye’ye, , Suriye, Irak’a büyük rol düşüyor’’ mesajını veriyor. Bu arada bölgedeki güçlerden bir tanesi de Kürtler. Tabii ki Kürtleri de bir şekilde Amerika güçlendirmiş durumda. Gönül’ün dediği gibi hem Kürtleri bir şekilde ‘’satmama,’’ bir yandan da Suriye’yi tekrar dünyayla entegre etme projesinde tabii ki Amerikan iç politikasına da bakmak zorunda. Buna Kongre ve basın dahil ‘’Biz niye biz bu kadar çabuk Suriye’yi entegre ediyoruz?’’ diye bir soru işareti var. Başında hâlâ terörist kimliği olabilecek cihadist bir lider varken ‘’bu adam bu kadar çabuk değişti mi, acaba biraz çok çabuk mu hareket ediyoruz?’’ diye sorgulayanlar var gibi sorulara da karşı da cevap vermek zorunda. 

Bu çerçevede baktığımızda, Tom Barrack’ın verdiği mesaj şu: ‘’Bölgedeki aktörlere güvenmemiz ve bölgedeki aktörlerin de bir arada olması, onların da birbirleriyle kavga etmemesi gerekiyor. Biz ancak o şekilde daha az müdahale eder duruma gelebiliriz.’’ Bu mesajla, bir yandan da Türkiye ile Suriye’deki Kürt yapısını, Mazlum Abdi’yi, YPG’yi, SDG’yi bir araya getirip konuşturmak da istiyor olabilir. Bu açıdan da verilmiş mesajlar var. Bana göre bu, içerdeki Kürt açılımıyla da çok bağlantılı, Gönül başında anlattı bunları. Türkiye PKK’yı bir şekilde bitmiş bir hikâye, kendini feshetmiş, demilitarize etmiş bir örgüt olarak gösterdikçe, Suriye’deki durumun da tehdit teşkil etmediğini artık kendi kamuoyuna satabilir. Yani Erdoğan, PKK ile bu silah bırakma ve terörü bitirme konusunda, uzun dönemde “Biz artık Suriye’de de amacımıza ulaştık. Çünkü Suriye’deki mesele de terör meselesi değil. Zaten onlar da Suriye’nin içine entegre oluyorlar. Orada artık askeri müdahaleler dönemi kapandı” diyebilir. Çünkü biz artık Kürt meselesine ‘’terör’’ demeyi bıraktık. Suriye’deki Kürtlerle bir diyalog kanalı açılırsa, bu bir bakıma Amerika’nın da bölgede gerçekleştirmek istediği ‘’bir an evvel buradan çıkalım, askeri güç bulundurmayalım’’ amacına da hizmet etmiş olur. Çünkü Amerika açısından burada amaç, bir an evvel Suriye’den ve Irak’tan çekilebilmek. Bunun bir boyutu tabii ki Kürtlerle bir pazarlık yapıp, Kürtlerin bir şekilde hem Araplarla hem Türklerle beraber yaşayabileceği bir Ortadoğu geride bırakmaksa, öbür boyutu da tabii ki IŞİD’le mücadele. IŞİD’le mücadelede de Türkiye’nin Irak’ın, Ürdün’ün bir arada hareket etmesini bekliyorlar. Bir de bunlar için ideal çözüm tabii İsrail ile bu ülkelerin de bir şekilde barışması. Yani, Suriye ve İsrail arasında uzun dönemde bir İbrahim Anlaşması imzalanması, Irak’la İsrail arasında da bunun gerçekleşmesi. Bunlar, Amerikan dış politikasının uzun dönemli amaçları. Tom Barrack bu konularda anahtar bir isim. 

Ama Ortadoğu dediğimizde, Amerikan dış politikası açısından önemli olan, ne Suriye ne Kürt meselesi ne Türkiye ne Irak. En önemli konu İran. İran konusunda Tom Barrack devrede değil. Devrede olan kişi şu anda Steven Witkoff ve zannediyorum onunla ilgili de biraz konuşacağız. O konu Amerika açısından diğer bütün konulardan daha önde, daha elzem bir mesele. Çünkü eğer İran’da nükleer konuda diplomatik bir çözüm bulunamazsa, İsrail’e saldırmaya hazır gözüküyor.

Ruşen Çakır: Evet, İran meselesini konuşabilecek miyiz? Gönül senin bir toplantın nedeniyle acelen vardı. Seni yollayalım, Ömer mi anlatsın?

Gönül Tol: İran müzakereleriyle ilgili hemen birkaç şey söyleyeyim. Aslında Ömer’le bizim bu programda başından beri söylediğimiz şey şuydu: Trump 2015’te Obama’nın imzaladığı İran nükleer müzakereleri hep eleştirmişti ve zaten birinci başkanlık döneminde ondan çekilme kararı almıştı. “Bu tarihimiz boyunca imza aldığımız en kötü anlaşma” demişti. Fakat bugün gelinen noktada aslında benzer bir anlaşma imzalamaya çalıştığını görüyoruz. Bununla ilgili birbiriyle çelişen haberler var. Dün gördüğüm Trump kaynaklarına dayandırılan bir haber var. Trump diyor ki: “Biz İran’a bir öneride bulunduk. Önerimize göre, İran, nükleer programından tamamen vazgeçmek zorunda değil ve uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin bir kısmına devam edebilir.’’ Bu anlaşma Obama’nın imzaladığı anlaşmadan farklı bir anlaşma değil. Bu arada, bu anlaşmanın, İran’ın bölgesel faaliyetlerini ve balistik füze programını kapsamaması, Trump yönetimi tarafından çok sert eleştirilmişti. Ama bugün geldiğimiz noktada, İran’a, benzer bir paket öneriyor. Tabii kamuoyuna açık yerlerde bunu reddediyor. Hemen bu haberin ardından Trump kendi sosyal medya platformunda “Sıfır uranyum zenginleştirme ve biz nükleer programını tolere etmeyeceğiz” dedi. 

Ama şunu akılda bulundurmak gerekiyor: Trump gerçekten İran’la anlaşmayı istiyor, savaş olmamasını istiyor. Hatta bunun için risk alıp, Netanyahu’yu arkasına aldığı Kongre’de, yakın müttefiklerini karşısına aldı. Trump, İran’la müzakerelere ve bu anlaşmaya çok önem veriyor, bunun bir ara evvel olmasını istiyor. İran tarafının da bunu çok istediğini biliyor. O yüzden, bu önümüzdeki üç beş ayı stratejik bir pencere olarak görüyor. Ama İran net bir şekilde “Biz nükleer programımızdan vazgeçmeyeceğiz” dedi. O yüzden bence her ne kadar Trump bu medyada çıkan haberleri yalanlamış olsa da, dediğim gibi, İran’la çok da farklı bir anlaşma imzalamayacak, imzalarsa da bunu çok büyük bir dış politika başarısı olarak sunacak. 

Ruşen Çakır: Evet Gönül, çok sağ ol, istersen sen toplantına gidebilirsin, biz Ömer’le tamamlayabiliriz. Ömer İran’ı hep konuşuyoruz, geçen haftadan bıraktığımız yerden devam edelim. Ne diyorsun?

Ömer Taşpınar: Trump’ın amacı, İran’la savaşa girmemek. Trump açısından amaç, savaşsız bir Ortadoğu. Amerika’nın kendini çekebileceği, askerlerinin savaşta olmayacağı, hatta mümkünse orada bulunan üslerindeki bazı kapasitelerin Asya Pasifik bölgesine gidebileceği bir Ortadoğu. Bunun için istikrarlı, kendi yağıyla kavrulan, kendi içinde çözümler bulabilen bir Ortadoğu’ya ihtiyaç var. Tom Barrack’ın açıklaması da buydu. Trump’ın Ortadoğu’daki ikinci amacı, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Amerika’ya yapacakları yatırımları, askeri alımları ve genelde Amerikan ekonomisine katkılarını devam ettirmeleri. Burada iki trilyon küsur dolardan bahsediyoruz. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’dan bu iki trilyonluk yatırımın olması için, bölgede savaş olmaması lazım. İran, İsrail veya Amerika tarafından bombalanırsa, bu bölgesel bir kaosa neden olabilir. Çünkü İran’ın elinde hâlâ tüketilmemiş balistik füze kapasitesi var. Eğer nükleer santralleri İsrail veya Amerika tarafından bombalanırsa, İran, bu balistik füzeleri İsrail’e karşı kullanmayacak. 

İran geçmişte bu balistik füzeleri İsrail’e karşı kullandığı için, İsrail kendini çok rahat koruyabildi. Çünkü biliyorsun orada füze savunma kalkanı var. Amerika devreye giriyor. İran’dan atılmış bir balistik füzenin İsrail’e gitmesi, 10-15 dakikalık bir süre. Ama Körfez ülkelerine, Kuveyt’e, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Suudi Arabistan’a baktığımızda, buralarda çok daha kolay vurulabilecek petrol kuyuları, Amerikan üsleri var ve bunlar menzil olarak iki üç dakika mesafede, yani İran’ın dibinde. Dolayısıyla bu tür bir savaşın petrol fiyatları üzerine ve Amerika’nın Suudi Arabistan’dan veya Birleşik Arap Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelmesini planladığı trilyonlarca dolarlık yatırımlar üzerine büyük etkisi olur. En önemlisi şu anda, Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman, Trump’a muhtemelen “İran’la savaşa girmeyin, İran’la savaşa girerseniz bütün bu bölgedeki ekonomik yatırımlar ve ekonomik denge alt üst olur” dedi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin ve Suudi Arabistan’ın Trump üzerinde etkisi var. Çünkü dediğim gibi müthiş paralar konuşuyor ve bu paraların gelmesi için bu bölgede istikrar olması gerekiyor. Aynı şekilde, Erdoğan’ın da katıldığı bir video konferansta, Birleşik Arap Emirlikleri, özellikle de Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman, Trump’tan Suriye’nin de ticarete açılmasını rica etti. Erdoğan da Suriye üzerindeki yaptırımları kaldırın ricasında ve talebinde bulundu. Trump’ın bunu alelacele hemen yapmasının temelinde, Suudi Arabistan’dan gelecek yüz milyonlarca dolar var. Bu yatırımlar bir bakıma Suudi Arabistan’ın elini güçlendiriyor. 

Suudi Arabistan, İran’la bir nükleer pazarlık içine girilmesini destekliyor. 2015’te Obama imzaladığında, Suudi Arabistan da Birleşik Arap Emirlikleri de bunu desteklemiyordu. Onlar, Obama’nın İran politikasına karşı çıkıyorlardı. Ama bugün Trump’ın İran’la diplomatik temaslar ve bir nükleer anlaşma politikasına hem Suudi Arabistan hem Birleşik Arap Emirlikleri ve tabii ki Türkiye de destek veriyor. O nedenle bu konuda en isteksiz olan ülke olan İsrail’e odaklanmak lazım. İsrail’in politikası da ‘’eğer sonuç olmazsa hemen bombalayalım’’ politikası. İsrail zaten diplomasiye pek zemin vermek istemiyordu, çünkü İsrail’in isteği, aynen Putin’in Ukrayna’daki isteği gibi maksimalist. Neredeyse ‘’İran’ın bütün nükleer santrallerini söküp atın, bunları etkisiz hale getirin’’ denmesini istiyor. İran’a hiç güvenmediği için, İran’ın herhangi bir şekilde uranyum yoğunlaştırma, zenginleştirme kapasitesinin kalmamasını, hatta İran’ın sivil nükleer enerjiye bile gidememesini istiyor. İsrail’in bu talebi çok açık. Aslında Trump yönetimi, 2015’teki gibi bir anlaşmaya teşne. 2015’teki Obama anlaşmasını yerden yere vurdu, ama bugün ona benzer bir anlaşmayı, Amerikan halkına ve dünya kamuoyuna çok rahat satabilir. Nükleer konusunda da İran belirli pazarlıklar yapıyor. “Oraya denetimciler girecek, şu derecenin altında nükleer yoğunlaşma olmayacak, bunlar hiçbir şekilde nükleer silaha doğru gidemeyecek, biz bunu kontrol altına alıyoruz” diyecek. Ama İsrail buna güvenmiyor. O nedenle görüşmelerde tam olarak ne konuşulduğunu da bilemiyoruz, çeşitli dedikodular çıkıyor. Bu görüşmeleri, Trump’ın her konuda kullandığı, artık her yere giden Steven Witkoff yönetiyor. Steven Witkoff, Ukrayna’yla, Putin’le, Netanyahu’yla, Suudi Arabistan’la, Katar’la konuşuyor. Her yerde Steven Witkoff var.

Witkoff sonuçta bu işlere yeni başlamış, emlak sektöründen gelen birisi ve tam bir emlak pazarlamacısı gibi konuşuyor. İran’a “Bakın siz bu evi satın alırsanız muhteşem şeyler olacak. Mesela şöyle güzel bir eviniz olacak, bakın ne kadar güzel odaları var. Mahalle o kadar güzel ki şöyle komşularınız olacak, evi satın alabilirseniz böyle böyle avantajlarınız olacak” diyor. Ama henüz söylemediği şey, evin fiyatı. Bu ev ne kadar, İran’ın ne kadar ne ödemesi gerekecek söylemiyor. İran’ın şartları da belli. Yani İran kesinlikle nükleer santrallerinin sökülüp atılmasını ve hiçbir şekilde sivil nükleere bile gidemeyeceğini kabul etmeyecek. Çünkü İran belirli bir kapasitede elinde nükleer tutmak istiyor. Bu arada İran, Japonya gibi nükleer eşikte olan bir ülke. Nükleer eşik ne demek? Yaklaşık birkaç hafta içinde, uranyumu atom bombası derecesinde yoğunlaştırıp birkaç ay içinde de silah haline getirebilecek bir kapasiteye sahip. İran nükleer kapasitenin eşiğinde  ve bu kadar yaklaşmışken, eli çok güçlü bir şekilde masaya oturuyor. Amerika’nın ‘’biz senin nükleer projeni bütünüyle kaldırmanı istiyoruz’’ teklifine ‘hayır’ der. O yüzden İsrail’in istediği şey imkânsıza yakın. Amerika aslında bir yandan da İsrail’le bu konuda müzakere yürütmek, İran’ın elinde sivil nükleer kalabileceğine ve denetlemecilerin çok yakın bir şekilde bunu kontrol edecekleri konusunda İsrail’i ikna etmek zorunda. İsrail bu noktada değil. Netanyahu ile Trump arasında çok ciddi bir farklılık var. Bakalım Trump burada nasıl bir başarı elde edecek? Çünkü istediği şey, İran’la bir barış anlaşması. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi, İran’ın ticarete açılması, hatta belki de bir İslami cumhuriyet olarak Amerika tarafından kabul edilmesi, Amerika’nın orada bir büyükelçilik açması ve İran’ın, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ticaret yapması. Bana göre Trump’ın vizyonu bu. İran’ı bir şekilde ticarete, yatırıma açmak, Amerika ile ilişkilerini normalleştirmek istiyor. Ama burada İsrail ayağına takılıyor, İsrail kesinlikle buna yaklaşmıyor. Trump bir Nobel Barış Ödülü peşinde bence. Hem İsrail hem Suudi Arabistan’ın arasında bulunmak istiyor hem Iran konusunda bir nükleer anlaşmaya gitmek istiyor. Ama Netanyahu hükümetinin varlığı, Netanyahu’nun bir şekilde bu kadar maksimalist olması ve Gazze konusunda Trump’ın istediği yönde hiçbir adım atmıyor olması, işleri zorlaştırıyor. 

Son olarak şununla bitireyim; Amerika-İsrail ilişkilerinde çok zor bir dönemden geçiyoruz. Bu tarihi bir dönem. Aralarının bu kadar bozuk olduğu dönem, en son 90’larda, Baba Bush dönemi, bir de Reagan döneminde olmuştu. Ama Trump, Suriye ve İran konusunda İsrail’le ters giderken, Gazze konusunda, Filistin konusunda Netanyahu’ya yeterince baskı yapamıyor. Çünkü Suriye ve İran, hatta Türkiye konusunda bile Netanyahu ile zıtlaşabilirken, Netanyahu’ya, iç siyasette kullanabileceği Hamas’a saldırma kartını açık bırakıyor. O nedenle Amerika, Suriye cephesinde, İran cephesinde, Türkiye cephesinde, İsrail’le yaşadığı bütün sorunlara rağmen, Gazze cephesinde henüz beklenen bir diplomatik çözüm, ciddi bir ateşkes, ‘’savaş sonrası tekrar nasıl olacak, iki devletli çözüme doğru gidilebilecek mi?’’ konularından çok uzaktayız henüz. Çünkü Trump, Netanyahu’ya Filistin meselesinde açık çek verirken, diğer konularda Netanyahu’yu sıkıştırıyor. 

Ruşen Çakır: Ömer, çok teşekkürler. ‘’Transatlantik’i burada noktalayalım. Gönül toplantısı nedeniyle erken gitmek zorunda kaldı. Siz orada bilmiyor olabilirsiniz ama perşembe günü arife, Cuma Kurban Bayramı. Şimdiden iyi bayramlar diyeyim size. İzleyicilerimize de teşekkür ederim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.