Prof. Dr. Gökhan Bacık, Medyascope’taki yazısında, devletin PKK ile başlattığı çözüm sürecine benzer bir sürecin Fethullahçılarla da yapılması gerektiğini savundu. Bacık’ın yazısının ardından daha önce yolu cemaat ile kesişmiş pek çok isim, konuya dair yazılar yazdı-çizdi. “Devlet faturayı sıradan Fethullahçılara kesmekten ne zaman vazgeçecek?” başlıklı yayınının ardından Ruşen Çakır’a Ali Rıza’dan gelen ve “Cemaat için normalleşme üzerine” başlıklı e-postayı sizinle paylaşıyoruz. İşte Ali Rıza’nın yaşadıkları.
Aslında 2018 yılına kadar son derece koyu bir cemaatçiydim. Ahmet Dönmez’in hapishane ayaklanması ile ilgili bir yazısı üzerine bazı şeyleri sorgulama ihtiyacı duydum. O zaman, şimdi eşim olan, o dönem nişanlım hapse girmişti. Karanlık ve zor bir dönemdi bizim için. Her şey pamuk ipliğine bağlıydı. Yaşam ikimiz için de durmuştu (onun ailesinden, benim ondan sebep).
O arada suçlu arıyordum. Aradığım suçlunun, kendi yetiştiğim muhafazakâr camianın tüm unsurlarıyla birlikte olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Cemaat liderini iktidardan ayrı düşünmek, cemaati siyasi iktidardan ayrı düşünmek çok mantıklı değilmiş. 2016 sonrası gelişmelerle aslında düşman iki kardeş olduklarını fark ettim.
2024 Ocak ayına kadar Ahmet Dönmez, İsmail Sezgin ve birkaç en azından düzgün olduğunu düşündüğüm kişi haricinde cemaat bağım neredeyse hiç kalmadı. Sadece daha önceden sohbet gruplarından tanıdığım insanlarla arkadaşlık ilişkisi, dertleşme vs.
2024 Ocak’ta eşimin davası onaylanmak üzere Yargıtay süreci başladı. Birkaç başka olayla birlikte (eşimin annesinin vefatı, cemaatçi olmamızla bağlantılı İstanbul’daki evimizin yıkılması vs.) ülkeden çıkma kararı aldık. Süreç ortalama üç ay sürdü. Kimseyle vedalaşamadan Meriç üzerinden ülkeyi terk ettik. Yunanistan’da ağır kamp koşulları, Atina’da belirsizlik ve 2,5 aylık maceranın sonunda Belçika’ya geldik.
İlk başta aslında mesafeli durdum. Ama sürecimiz en nihayetinde o cemaat yapısı üzerinden işliyor. Hemen hemen herkes durumun farkında. Sen ne kadar “ben cemaatten ayrıyım” desen de şartlar seni o yola itiyor. Özellikle başlangıçta bu neredeyse kaçınılmaz bir durum. Ciddi bir ikilemdeyim, artık akışına bırakmaktan başka yol göremiyorum kendi hayatım için.
Üç çocuğum var. İkisi burada doğdu, biri Türkiye’de. Zaten Türkiye’den ailecek çıktık. Tek düşüncem onların geleceği. Ne yüksek ideal, ne bir savaş galibiyeti düşüncesindeyim.
Gidip gelebilmek istiyorum sadece. Eşimin telefonundan çıkan ByLock, benim ihraç edilmem falan… Hep boş şeyler. Ne darbeyle ne mahrem yapıyla bir ilişkimiz var.
Babamın zamanında Kur’an kursuna göndermek istediği abimi, asker olan dedemin zorla okula göndermesi sonrası şekillenen bir cemaat geçmişi.
Yaşım 42. 10 yıldır yeldeğirmenleriyle savaştığımı hissediyorum. Ben bu savaşı yürütecek donanıma sahip değilim, eşim değil. O atıp tutanların bile yüzde 95’i değil. Zaten çıktığımız yer belli. Devletçi insanlarız. Hep “Aman dikkatli ol, uslu ol” diye tembihlenmişiz.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Umarım bu kavga biter. Ne işime geri dönmek ne de Türkiye’de yaşamak istiyorum. Tek isteğim tatildi, bayramdı, seyrandı yılda birkaç zaman ülkeme gelebilmek. Başka bir isteğim yok. Ölmek bile çok umurumda değil. Sanki ölsem derin bir nefes alacakmışım gibi hissediyorum.
*Güvenlik nedeniyle bazı ifadeler değiştirilmiştir.