Ruşen Çakır bu yayında, PKK’nın silah bırakmasının ardından devam eden yeni çözüm sürecinde Selahattin Demirtaş’ın tahliye talebinin reddedilmesini yorumladı. “Hâlâ Demirtaş’tan çok korkuyorlar” başlıklı yayınında Çakır, “Kürt hareketinin de en öne çıkan liderlerinden olan Selahattin Demirtaş’ın mağduriyetini bitirdiğiniz anda bu sürecin sahici bir süreç olduğunu herkese göstermiş oluyorsunuz” dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) üçüncü kez ihlal kararı vermesinin ardından yapılan tahliye başvurusu sonuçsuz kaldı. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Kobani davası tutukluları hakkındaki tahliye talebini reddetti. Mahkeme kararında AİHM kararının henüz kesinleşmediği belirtildi.
Demirtaş’ın 4 Kasım 2016’da gözaltına alınmasının ardından geçen süreçte AİHM iki kez, Anayasa Mahkemesi bir kez ihlal kararı vermişti. 8 Temmuz’da verilen son AİHM kararı da mahkeme tarafından dikkate alınmadı.
Ruşen Çakır “Hâlâ Demirtaş’tan çok korkuyorlar” başlıklı yayınında, “Selahattin Demirtaş’ın yıllarca cezaevinde tutulmasının siyasi bir karar olduğunu biliyoruz. Bırakılmamasının da siyasi karar olduğu aşikar. Ama burada şöyle bir sorun var: Yeni çözüm sürecinde ya da devletin tabiriyle terörsüz Türkiye sürecinin bu aşamasında Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerekiyordu, bekleniyordu” dedi.
“Top devlette”
Ruşen Çakır şöyle devam etti:
“Şöyle ki bir önceki cuma günü Süleymaniye’de o tören yapıldı, silahlar yakıldı 30 PKK militanı tarafından. Artık ne denir? Top devlette. Bu militanlardan üçü verdikleri röportajlarda devletin cevabını bekliyor. Ve devletin cevabı ne olabilir? Devletin resmi perspektifinde silah bırakmanın ardından hukuki düzenlemeler geliyor. Bunlar da mesela bir takım infaz düzenlemeleriyle hasta tutsakların serbest bırakılması, Selahattin Demirtaş örneğinde olduğu gibi AİHM ve AYM kararı lehine olan kişilerin tahliye edilmesi, belediyelerin kayyum atanan belediyelerin seçilmiş belediye başkanlarına iade edilmesi gibi hususlar geliyordu.”
Bu niye bir fırsat?
Bunun bir fırsat olduğunu söyleyen Ruşen Çakır, “Bu niye bir fırsat? Olayın ciddi olduğunu göstermek için bir fırsat. Birileri bir şey yapıyor, silah bırakma kararı alıyor. Bu konuda bir takım törenler yapılıyor. Ardından Türkiye’de Kürt sorununun en sembol isimlerinden birisi olan ve Kürt hareketinin de en öne çıkan liderlerinden olan Selahattin Demirtaş’ın mağduriyetini bitirdiğiniz anda bu sürecin sahici bir süreç olduğunu herkese göstermiş oluyorsunuz” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Cuma günü Selahattin Demirtaş’ın tahliye talebi bir kez daha reddedildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen yine bırakılmadı. Gerekçe olarak AİHM kararının kesinleşmediği söylendi. Tam bir, nasıl söyleyeyim, bahane. Bunun bir yargı kararı olmadığını biliyoruz. Selahattin Demirtaş’ın yıllarca cezaevinde tutulmasının siyasi bir karar olduğunu biliyoruz. Bırakılmamasının da siyasi karar olduğu aşikar. Ama burada şöyle bir sorun var: Yeni çözüm sürecinde ya da devletin tabiriyle terörsüz Türkiye sürecinin bu aşamasında Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerekiyordu, bekleniyordu. Şöyle ki bir önceki cuma günü Süleymaniye’de o tören yapıldı, silahlar yakıldı 30 PKK militanı tarafından ve artık, ne denir, ‘‘top devlette’’ diye bir noktaya gelindi. Bu militanlardan 3’ü verdikleri röportajlarda devletin cevabını bekleyeceklerini söylediler örgüt olarak. Devletin cevabı ne olabilir? Devletin resmî perspektifinde silah bırakmanın ardından hukuki düzenlemeler geliyor. Hukuki düzenlemelerin de esas adresi olarak Meclis Komisyonu, kurulacak olan Meclis Komisyonu gösteriliyor ve bu komisyonun, ilginçtir, Devlet Bahçeli tarafından istendiğini ama Erdoğan tarafından geciktirildiğini biliyoruz. Fakat nihayet Erdoğan da artık komisyonun kurulması konusunda siyasi irade gösterdi. Komisyon kurulacak. Nasıl kurulacak, kimler katılacak, hangi partiler girecek, hangileri girmeyecek, bunlar önümüzdeki günlerin meselesi. Ama nereden bakarsanız bakın, komisyonun çalışması, çıkaracağı raporlar, şunlar bunlar, öneriler, bu önerilerin Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilmesi, birtakım yasal düzenlemeler yapılması aylar sürecek bir olay. Ve tabii ki bu sürecin yürümekte olduğunu göstermek için komisyonun çalışmalarından önce devletin atabileceği birtakım adımlar olduğu söyleniyordu, biliniyordu. Bunlar da mesela birtakım infaz düzenlemeleriyle hasta mahkumların bırakılması, Selahattin Demirtaş örneğinde olduğu gibi AİHM ya da AYM kararı yine olan kişilerin tahliye edilmesi, belediyelerin, kayyum atanan belediyelerin seçilmiş belediye başkanlarına iade edilmesi gibi hususlar geliyordu. Ve tam bu arada AİHM kararı çıkınca Selahattin Demirtaş’la ilgili, işte bir fırsat.
Bu fırsat niye bir fırsat? Olayın ciddi olduğunu göstermek için bir fırsat. Yani birileri bir şey yapıyor, silah bırakma kararı alıyor. Bu konuda birtakım törenler yapılıyor. Medya oraya gidiyor. Siyasetçiler oraya gidiyor. Ardından Türkiye’de Kürt sorununun en sembol isimlerinden birisi olan ve Kürt hareketinin de en öne çıkan liderlerinden olan Selahattin Demirtaş’ın mağduriyetini bitirdiğiniz anda – ki bu çok kolay bir şey, her türlü zemin var – o zaman bu sürecin sahici bir süreç olduğunu herkese göstermiş oluyorsunuz. Özellikle Kürtlerde, hem Kürt hareketi anlamında Kürtlerde, yasal ya da yasa dışı, ama genel olarak Kürtlerde ve hatta genel olarak Kürtlerde derken bölgeyi kapsayacak bir şekilde Kürtlere yönelik olarak atılacak olan çok pozitif bir adım olacaktı. Atılmadı. Erdoğan belli ki istemedi. Ya ‘‘Zamanı değil’’ dedi ya da belki hiçbir şekilde Selahattin Demirtaş’ın bu süreçlere dahil olmasını istemiyor. O kadarını istemiyor olabilir ama onu yapar mı bilemiyorum ama geciktirdiği ortada. Geciktirdi. Neden geciktirdi? Bunun birçok nedeni var. Bir kere her şeyden önce Erdoğan, o “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı anından itibaren Selahattin Demirtaş’ı bir şekilde istenmeyen, istemediği bir siyasetçi olarak bir yere koydu. Bir başkası şu anda Ekrem İmamoğlu, malum. Osman Kavala da benzer bir şekilde Erdoğan’ın hedefine aldığı, elinden gelse asla, nasıl diyeyim, affetmeyeceği diyeceğim ama affetmek için bir suç olması lazım, her neyse, geri adım atmayacağı isimler diyelim. Fakat burada çok vahim bir şey yaptı Erdoğan ve siyasi iktidar. Kimler bu kararı, Selahattin Demirtaş’ın tahliye kararını istemedilerse onlar. Zaten hassas olan bir süreç var. Dün yaptığım yayında anlattım. Suriye’deki kaos, Türkiye’deki süreci çok ciddi bir şekilde tehlikeye atıyor. Her ne kadar ateşkes sağlandıysa da Suriye’de ne kadar süreceği belli değil. Yarın öbür gün Dürzilerle yaşananın Alevilerle, gayrimüslimlerle ve Kürtlerle yaşanmayacağının garantisi yok. İsrail’in hesapları var, şu var, bu var. Zaten kırılgan bir yerdeyiz. Ve burada Selahattin Demirtaş’ın çıkmasına bir kere daha izin vermeyerek ülkeyi yönetenler ülkeye çok büyük bir kötülük yaptılar.
Selahattin Demirtaş’tan korkuyorlar. Evet, korkuyorlar. Ama bir yerden sonra korkularıyla yaşamayı öğrenmeleri gerekiyor. Selahattin Demirtaş’a Kürt hareketinin ihtiyacı var. Şimdi tamamen yasal zeminde yürüyecek bir Kürt hareketinden bahsediyoruz. Öcalan sürekli ‘‘demokratik siyaset’’ diyor. Süleymaniye’de silah yakanlar da onu söylediler. Peki demokratik siyaset kiminle yapılacak? Dağdakiler, yani Kandil’dekiler gelip parti yöneticisi mi olacaklar? Belki içlerinden böyle girenler olur ama onların bildiği bir şey değil. En azından öğrenmeleri için zamana ihtiyaç olacak. Ama bir yanda da yetişmiş isimler var. Kendini kanıtlamış isimler var. Selahattin Demirtaş bunların ilki. HDP’yi, o zamanki HDP’yi Türkiye partisi yapma yolunda çok büyük adımlar attı Selahattin Demirtaş Figen Yüksekdağ’la birlikte ve Haziran 2015 seçimlerinde çok büyük bir başarı gösterdi HDP. O andan itibaren zaten devletin kara listesine girdi ama boyun eğmedi. İşte şimdi Selahattin Demirtaş’ın tekrar yasal Kürt hareketine aktif bir şekilde dahil olması, cezaevindeyken de hep yaptı siyaset ama aktif bir şekilde dahil olması ve belki de olayın liderliğini üstlenecek olması en azından şu aşamada devleti yönetenler tarafından istenmiyor. Ama bunu yaparak insanların zaten kırılgan olan sürece yönelik beklentilerini iyice azaltıyorlar. Şunu da özellikle söylemek istiyorum: Başından itibaren bu sürecin olmasını mümkün görmeyen, olacağına inanmayan — belki de az sayıda da olabilir içlerinde — olmasın isteyen kişiler için bu tür olaylar bulunmaz Hint kumaşı. Hemen Selahattin Demirtaş hakkında tahliye reddedildiği zaman, başıma geldiği için biliyorum, bana bir yığın her yerden, her yerden, muhalif, Kürt, CHP’li, AKP’li “Hani Selahattin Demirtaş çıkacaktı” dediler. Ben “çıkacak” demedim ama “çıkmalı” dedim. Çıkmalı. Çoktan çıkmalıydı. Bunu savunabilmek lazım. Selahattin Demirtaş’ın çıkmamış olmasını kendilerinin karamsar, ‘‘buradan bir şey çıkmaz’’ teorilerinin ispatı olarak görüp memnun olanlara açıkçası acıyorum. Niye memnun oluyorsunuz Selahattin Demirtaş çıkmadı diye? Ne yani? Haklı mı çıktınız? Haklı çıksanız ne olacak? Hep beraber kaybediyoruz. Türkiye kaybediyor. Türkiye çok ince bir yoldan geçiyor. Kimse bunun farkında değil mi? Tabii ki farkındalar. Yani güllük gülistanlık bir bölgede yaşamıyoruz. Güllük gülistanlık bir ülkede yaşamıyoruz. Ve bu ülkeyi hep birlikte ayakta tutabilmemiz lazım. Ve bunun için bizim Selahattin Demirtaş’a ihtiyacımız var. Yok işte, Erdoğan şöyle böyle… Tamam, Erdoğan böyle olabilir. Erdoğan elinde olsa ömür boyu Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutmak isteyebilir ama o istedi diye öyle olacak denemez.
Türkiye’de şu anda bu sürecin yürümesi için Demirtaş’ın dışarıda olması lazım bir an önce. Demirtaş’ın özgürlüğünü geciktirenler kim olursa olsun, ülkeyi yönetenler başta olmak üzere bunun, bu sürecin başarıya ulaşmasını istemeyenlerdir. Noktayı böyle koymak lazım. Erdoğan başından itibaren şey diyor: ‘‘Al-ver ilişkisi değil bu’’ diyor. ‘‘Müzakere değil, pazarlık değil’’ diyor. Tamam, al-ver ilişkisi değil ama alıp hiçbir şey vermeden nereye kadar gideceksiniz? Niye insanlar size sürekli bir şey vermek zorunda kalsınlar? Böyle bir durum yok. Şunu kabul etmek lazım. Herkesin görmesi lazım. PKK’nın ilk ciddi silahlı çıkışı 1984. Bugüne kadar gelmiş olan 41 yıl var. Bu 41 yılın, diyelim ki AKP’nin iktidarı 2003’te başladı, 2002 sonu, 2003 diyelim, bunun 19 yılı AKP dışında iktidarlar, geri kalan 22 yılı AKP iktidarı. 41 yıldır yenilemeyen – ki bunun 22 yılı Erdoğan’ın liderliğindeki 22 yıl – yenilemeyen bir hareket ve bu hareket kendi kararıyla kendini feshetmeye ve silahları bırakmaya karar veriyor. Şu ya da bu nedenle ama karar veriyor. Bu fırsatı bulmuşken birtakım korkularla, kinlerle, hesaplarla, intikam duygularıyla hareket ederseniz hep birlikte kaybedeceğimizi görürüz.
Bu yayını tabii ki Altan abiye, Altan Öymen’e ithaf ediyorum. Dün kaybettik kendisini 93 yaşında. Bir dönem Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığı da var. Daha önce bakanlık yapmışlığı da var ama benim gözümde Altan Öymen hep bir gazeteci. 18 yaşında başlamış gazeteciliğe, 18 yaşında. Kaç yıl yapıyor? Neredeyse 73 ya da daha fazla. 75 yıl belki de. Ve benim gözümde çok saygın, bir kere çok soğukkanlı, tam bir akil insandı Altan Öymen. Milliyet‘te bir dönem birlikte çalıştık. Yani çok yakın tanımıyorum ama çok sevdiğim birisi. Muhabbetimiz tabii ki vardı. Ama şöyle söyleyeyim, çok ilginçtir; kendisiyle konuşurken “abi” diye hitap edip, arkasından konuşulduğu zaman “bey” dediğimiz birisidir. Aramızda kaç yaş var? 30 yaş fark varmış. Ve ben onu tanıdığımda daha 20’li yaşlarımın sonunda falandım. Ama hiçbir zaman böyle yukarıdan bakan birisi değildi. Bir meslek büyüğü değildi. Ki gazeteciliği bilenler bilir. Gazetecilikte bu tür kendinden küçük olan, kıdemsiz olanla eşit ilişki kurma çok yaygın bir alışkanlık değildir. O anlamıyla Altan Öymen gerçekten farkını belli eden birisiydi ve sonunda hayata veda etti. Kendisini çok özleyeceğiz. Allah rahmet eylesin. Gerçekten Türkiye’ye, siyasete de var tabii ki katkıları, ama benim için en önemlisi Türkiye’nin basın hayatına ve düşünce hayatına katkılarıdır. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.