Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Hafta Başı (51): CHP Kurultaya doymuyor | Erdoğan-Trump görüşmesinin gündemi Boeing | Bahçeli’nin TRÇ önerisi

Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel, Hafta Başı’nın yeni videosunda CHP’nin 22. Olağanüstü Kurultayı’nı, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Türkiye – Rusya – Çin önerisini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesini değerlendirdi. 

Özel geçerli oyların tamamını aldı 

CHP 22’nci Olağanüstü Kurultayı, Ankara Yenimahalle’de Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yapıldı. Partiye yönelik kayyum tehdidine karşı tedbir olarak delegelerin başvurusuyla çağrılan kurultayda Özgür Özel, üçüncü kez genel başkan seçildi.  

Genel Başkanlık, Parti Meclisi (PM) ve Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) seçimlerinin yapılabilmesi için delegeler güvensizlik oyu verdi. Ardından Özgür Özel’in tek aday olduğu genel başkanlık seçimi başladı. 

Hazirunda 1127 delegenin yer aldığı kurultayda, genel başkanlık seçimi için 917 delege oy kullandı. Özel, 835 geçerli oyun tamamını aldı

Bahçeli’nin Türkiye-Rusya-Çin çağrısı 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek ‘TRÇ’ ittifakının inşa ve ihya edilmesidir. TRÇ ittifakının da; Türkiye, Rusya ve Çin’den müteşekkil olması arzu ve önerimizdir. Çaresizlik, ümitsizlik ve çözümsüzlük kuraklıktır, durgunluktur, eylem ve düşünce boyutuyla içe kapanmaktır. Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti yeni yüzyılda çaresizliği reddetmiş, çözümsüzlüğü dışlamış, ümitsizliği elinin tersiyle itmiştir” dedi. 

Donald Trump: “Erdoğan’la yüksek miktarda Boeing satışını konuşacağız” 

ABD Başkanı Donald Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile 19 Eylül’de gerçekleştirdiği telefon görüşmesi sonrası sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Trump, Erdoğan’ı 25 Eylül’de Beyaz Saray’da ağırlayacağını belirtti. 

ABD Başkanı Trump, sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı açıklamada Türkiye ile birçok ticaret ve askeri anlaşma üzerinde çalıştıklarını vurguladı. Trump, “Boeing uçaklarının büyük ölçekli satın alımı, önemli bir F-16 anlaşması ve olumlu sonuçlanmasını beklediğimiz F-35 görüşmelerinin devamı” konularının ele alınacağını söyledi. 

Donald Trump, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile her zaman çok iyi bir ilişkim olmuştur. 25 Eylül’de kendisini görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum” dedi. 

Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Hafta Başı (48): CHP Kurultaya doymuyor | Erdoğan-Trump görüşmesinin gündemi Boeing | Devlet Bahçeli’nin Türkiye-Rusya-Çin önerisi
Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Hafta Başı (48): CHP Kurultaya doymuyor | Erdoğan-Trump görüşmesinin gündemi Boeing | Devlet Bahçeli’nin Türkiye-Rusya-Çin önerisi

Videonun deşifresi:

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. ‘‘Hafta Başı’’nda Kadri Gürsel’le birlikteyiz. Yine bu haftanın önemli olaylarını konuşacağız. Kadri, merhaba.

Kadri Gürsel: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan dün New York’a yola çıktı biliyorsun. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşacak. New York’ta çok sayıda teması olacak ama daha önemlisi New York temasları bittikten sonra 25’inde, yani perşembe günü, nihayet Beyaz Saray’da Trump tarafından kabul edilecek. Şimdi bunun ilginç bir öyküsü var biliyorsun. Tekrarlayalım izleyicilerimiz için. Önce dedi ki Özgür Özel, ‘‘Erdoğan İstanbul’da Dolmabahçe’de Trump’ın oğlu Donald Trump Junior’la baş başa görüştü’’ dedi. Resmî bir açıklama gelmedi, doğrulama ya da yalanlama şeklinde. Sonra galiba bir gün sonra Manisa Turgutlu’da bu sefer dedi ki, bu görüşmede Erdoğan, “Beni Beyaz Saray’a çıkartırsanız canlı yayında 300 Boeing alacağımı söylerim” demiş, Özgür Özel’in iddiasına göre. Ve bir gün sonra, hatta bir gün de değil, birkaç saat sonra Trump’ın o kendi Truth Social mı ne, kendi platformu var ya, orada Erdoğan’la ayın 25’inde buluşacağını, Beyaz Saray’da ağırlayacağını, çok miktarda Boeing satışını ve bu arada F-16’lar ve F-35’leri konuşacaklarını söyledi. Erdoğan’a havaalanında sorulduğunda da Erdoğan, Özgür Özel için, “Sağır duymaz uydurur,” dedi, “Sallıyor,” dedi, “Ben oğluyla ne konuşacağım, başkanın kendisiyle konuşacağım,” dedi. Ama Trump’ın oradaki açıklaması olmasa tamam ama Trump da 300 demedi ama ‘‘çok sayıda Boeing’’ dedi. Şimdi ben bu sabah bunu yaptım. Bir ara ben biliyorsun Washington’da da gazetecilik yaptım, Erdoğan başbakanken. Beyaz Saray’a çıkmak birçok ülke yöneticisi için ve özellikle de Erdoğan için çok önemli bir şey. Ben mesela oğul Bush’la bir buluşmasını Oval Ofis’te de izlemiş bir gazeteciyim. Çok önemli. Çünkü hem uluslararası camiaya ama esas olarak içeriye bir güç mesajı veriyor, yani ‘‘ABD’nin muhatap aldığı kişi’’ mesajı veriyor. Biliyorsun Biden kabul etmedi, daha doğrusu hiçbir zaman Beyaz Saray’a çağırmadı Erdoğan’ı. Trump da başından itibaren, çünkü “Arkadaşız,” diyor, “dostum,” diyor, başından itibaren beklendi ve belli ki Ankara sonunda daveti gerçekleştirdi. Hatta Özgür Özel’in konuşmasında şöyle bir şey var: “25’i olmaz,” “Yok işte Ekim’de tekrar gelin,” “O olmaz,” falan diye böyle bir tartışma olduğunu da söylüyor. Burada tabii bir de şöyle de bir husus var. Özgür Özel bunu nereden öğreniyor Kadri? Yani Erdoğan’ın yakın çevresinden öğrenme ihtimali ne kadar? Trump ya da Trump’ın oğlu üzerinden öğrenme ihtimali ne kadar? Her ikisi de başlı başına Erdoğan için can sıkıcı değil mi? Yani bir baş başa görüşme yapıyor, birkaç kişinin bildiği bir görüşme ve sonra Özgür Özel alıyor bunu. Sadece ‘‘görüştüler’’ kısmı bile önemli bence. Çünkü resmen duyurulmamış bir görüşme. İstanbul’da Dolmabahçe’de görüştü oğul Trump’la. Bu bile başlı başına önemli bir bilgi, ana muhalefet liderinin. Ardından detaylar üzerine bayağı bir detay veriyor. Bunu nereden öğrendi, ben açıkçası çok merak ettim. Tabii en çok merak eden de Erdoğan’dır. Muhtemelen de anlamıştır nereden sızdığını. Her hâlükârda, yani Trump çevresinden sızmışsa başka bir sorun, AK Parti çevresinden sızmışsa bambaşka bir sorun. Ne diyorsun bu Boeing üzerinden giden Oval Ofis olayına?

Kadri Gürsel: Nasıl sızdı, nereden sızdı sorusu cevapsız bir soru. Sadece tahmin yürütebiliriz. O tahmin yürütmek de sakıncalı bence. Yani bilen, bilgisi olan konuşsun bu konuda. Ben tahmin yürütmekten imtina ederim ama senin saydığın ihtimaller, olasılıklar var. Hiç aklımıza gelmeyen şeyler de olabilir tabii bu arada ve dolaylı şeyler de olabilir. Yani bilgi birkaç adres dolaşmış olabilir. Bunları bilmiyoruz henüz. Yani direkt olarak Özgür Özel’e gelmemiş de olabilir bu bilgi. Birkaç adres dolaştıktan sonra gelmiş olabilir. Şimdi asıl, yani Dolmabahçe’deki ofisinde Trump’ın oğlu Donald Junior’la ne konuşulduğundan öte, Özgür Özel’in yaptığı açıklamayı ihtiva olarak yani Türkiye’nin hatırı sayılır miktarda Boeing alacağı yönündeki duyumları destekler bir açıklama geldi Trump’tan. Burada aslında bağlayıcı bir açıklama yapmış oldu Trump, yani elini kolunu bağlamış oluyor. Bu bakımdan bu açıklamayı yaparak Beyaz Saray’daki görüşmenin mahiyetini de çizmiş oluyor. Yani doğruladı mı, doğrulamadı mı tartışması ayrı mesele ama artık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Beyaz Saray’daki görüşmede bir Boeing açıklaması yapmaya mahkûm etmiş durumda Trump, bu yazılı açıklamayı yaparak. Bu işin bir cephesi. İkinci cephesinde ise, vallahi nasıl iş gördükleriyle alakalı bu. Bu da son zamanlarda normalleştirildi iyice. Yani otokrat liderler kendi aralarındaki ilişkilerde kurumları devre dışı bırakıyorlar. Kurumların kayıt mekanizmalarını devre dışı bırakıp kendi aralarındaki al-ver ilişkisini, perakendeci ilişkiyi kolaylaştırmak için üçüncü gözlerden, kulaklardan uzak konuşuyorlar ya da konuştuklarını zannediyorlar. İşte son örneğinde görüldüğü gibi. Erdoğan bunu Putin’le başarıyla yürüttü. Erdoğan’ın Putin’le yıllardır sürmekte olan görüşmelerinden pek bir şey sızmadı bugüne kadar. Baş başa görüştüler. Hatta bir keresinde, 2009 olması lazım o zamanlar, emin değilim, tam şu an tarih aklımda değil ama Soçi’de çok uzun saatler boyu baş başa görüşmüşlerdi ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından sadece Erdoğan vardı, Putin’in tercümanı vardı ve Putin’in kendisi, üçü. Şimdi bu tür ilişkiler, bu tür görüşmelerde ne alınıp verilmesi hususunda liderlerin nasıl anlaştıklarını devletler, kurumlar bilemiyorlar. Bu daha sonra kayda geçiriliyor, politikalara dönüşüyor, kurumsallaştırılıyor. Burada da bunun bir örneğini görüyoruz. Daha önce malum Jared Kushner vasıtasıyla böyle bir ilişki sürdürülüyordu. Hatta Doğan Bey’in, Aydın Doğan’ın damadı neydi? Mehmet Ali, soyadı neydi? 

Ruşen Çakır: Neyse gelecek birazdan.

Kadri Gürsel: Evet. İkimiz de yaşlandık artık. Ondan sonra, onun kanalıyla da böyle bu tür ilişkiler yürütüldü. Demek ki şimdi oğlunu da kullanıyor. Bu Erdoğan’ın hiç yabancısı olmadığı ilişki tarzı.

Ruşen Çakır: Mehmet Ali Yalçındağ.

Kadri Gürsel: Mehmet Ali Yalçındağ. Evet, tamam. Şimdi işte Yalçındağ da malum daha önce birinci Trump döneminde de böyle bir ulak vazifesi görmüştü. Bunu da kimse inkâr etmiyor. Kendileri de inkâr etmiyor. Şimdi işin diğer tarafına gelecek olursak, Türk Hava Yolları’nın biraz durumundan bahsetmek lazım. Türk Hava Yolları bugün dünyada en çok havaalanına uçan hava yolu. Bir numara dünyada Türk Hava Yolları. Yani şu an rakibi falan yok bu konuda Türk Hava Yolları’nın. Uçak sayısında ise 2033’e kadar uçak sayısını bugünkü işte 400’ler seviyesinden 800’e arttırmak gibi bir hedefi olduğunu biliyoruz. Bunun için de 2023 Aralık’ında Airbus’la bir anlaşma yaptı Türk Hava Yolları, 220 uçaklık bir anlaşma. Orta ve dar gövdeli uçaklar sanıyorum bunlar. Şimdi bir benzer anlaşmayı da pekâlâ Boeing’le yapması şaşırtıcı değil. Çünkü uçak alımları aslında siyasi ve jeopolitik dengeleri gözeten kararlardır; nereden, ne kadar, kaç sayıda uçak alacağınız. Son yıllarda Airbus Boeing’i geride bıraktı. Boeing’in özellikle 737 MAX modelinde ciddi güvenlik problemleri ortaya çıktı. Boeing’in buradan ciddi para kaybettiği biliniyor. Batmaz tabii Boeing, çok büyük, batmak için çok büyük. Ama 250 ilâ 300 uçak alması, alacak olması veya alırsa – ki artık galiba alacak bu gidişle, artık öyle, bunu Trump mecbur bıraktı bir yerde – böyle bir şey olursa işte 2033’e kadar 220 oradan, 250 oradan, 250-300 bir Boeing-Airbus dengesini yani Atlantik dengesini Türk Hava Yolları sağlamış olacak. Bu da çok makul ve anlaşılır bir şey. Yani burada bir problem yok ama bunun karşılığında ne olabilir? Yani bu uçak siparişi Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorunları çözer mi? Çözmez, ama ne denir ona? Makineyi yağlayabilir. Yağlayıcı, kayganlaştırıcı işlevi görebilir burada. Mesela bir F-35/S-400 sorununu çözmez kesinlikle. Orada S-400’lerin bir şekilde halledilmesi gerekiyor. F-16 modernizasyonu ve Block 70 F-16 alımı konusunda zaten kongre engeli kalkmıştı bildiğim kadarıyla. O konuda işler yürüyor. Suriye konusu var. Suriye konusu bambaşka bir jeopolitik denklem oluşturuyor. İsrail meselesi var ama her şeyden önce yani Türkiye’nin Amerikan endüstrisine, Amerikan havacılık endüstrisine bu büyük uçak siparişiyle yapacağı katkı önemli bir katkı olacak elbette ve bu uçak sayısında eğer 800 hedefine varılırsa 2033’te Türkiye dünyanın dev hava yolu şirketlerinden biri hâline gelecek. Yani sadece uçtuğu destinasyon itibarıyla değil, yani yanıltmak istemiyorum ama 120 ilâ 140 yer arasında bir şey, şimdi bakılabilir, teyit edilebilir. 142 destinasyon olabilir yanılmıyorsam ya da 124, rakamları karıştırıyor olabilirim. Bakılabilir ona. Ama yok yani, dünyada bir numara onu biliyorum. Şimdi orada da ilk beşe girme ihtimali var. Bu gerçekten çok büyük bir hamle. Bu normal bir şey yani. Buna normal derken normalleşti artık bu ilişki tarzı. Aslında daha ilginç ve aslında biraz da tebessüm ettirici manada, herhalde onu sorarsın sen de değil mi, Bahçeli’nin bu TRÇ önerisi…

Ruşen Çakır: Ona geleceğiz. Ona geleceğiz ama öncesinde şeyi bir konuşalım. Yine Trump’ın açıklamasında söylediği F-16’lar ve F-35’leri de konuşacağız meselesi. Şimdi sen güvenlik konularını çok yakından, yıllardır takip eden birisisin. Anladığım kadarıyla F-16’lar konusunda Ankara Eurofighter’a yönelerek onu bir nevi geri plana itmiş gibiydi ama F-35’i hâlâ çok ciddi bir şekilde istiyor. Ama F-35’in önünde de çok ciddi Amerika’daki birtakım engeller var, bu özellikle S-400’lerle alakalı. Şimdi F-35 meselesi Türkiye’nin yıllardır süren bir sorunu ve Rusya’dan aldığı S-400’leri bir şekilde muhafaza ettiği sürece de aşabileceği bir sorun değilmiş gibi gözüküyor. Şimdi bunlar hakikaten Oval Ofis’te gündem olur ve bu konuda Türkiye’nin lehine birtakım iyileşmeler olabilir mi?

Kadri Gürsel: Açıkçası zannetmiyorum ama F-16’lar konusunu zikretmiş Trump. Demek ki bu konuda da bir şeyler konuşulacak. Ama bu demek değil ki Türkiye F-16’dan caydı ve ondan sonra Eurofighter Typhoon’a meyletti ve ileride Eurofighter’dan da pekâlâ cayabilir. Çünkü şu an aslında yeşil ışık F-16 için yakılmış durumda. Aslında gördüğüm kadarıyla, Avrupa ve Amerika arasında bir denge siyaseti izliyor. Bu da çok doğal, anlaşılabilir bir şey. Asıl mesele güven oluşturmak. Güven oluşturmak dediğin zaman, ilişkilerde güveni tesis etmek dediğin zaman, Türkiye’nin şu an tek sahibi, yani Türkiye dosyasını sahiplenen tek merci — esasen Türkiye değil de kişisel olarak yürüdüğü için onu da Türkiye değil de belki işte yani Erdoğan demek lazım — o da Trump. Trump’tan başka kimse yok. Yani şu an Trump’ın gücü ve etkisi nispetinde hâllolabilecek bir şey. F-35’ler konusunun ben S-400 meselesi hâllolmadan hâllolabileceğini zannetmiyorum. Kaldı ki F-35 konusu İsrail ve Yunan engeline de takılabilir Kongre’de, ki muhtemelen takılır. S-400’ler halledilse bile F-35’ler Türkiye’nin izlediği politikaların güvenilmezliği ve Türkiye’nin işte Rusya’yla, Çin’le şununla bununla ilişkiler içinde olduğu falan iddiaları veya buna benzer şeyler ve İsrail’e tehdit oluşturduğu iddiası bile tek başına F-35’lerin alımında ciddi bir engel oluşturabilir. Bu bakımdan izlemek gerekecek. Ben S-400 meselesinin hâllinin F-35’i çözebileceği kanaatinde değilim tek başına. Burada Türkiye’nin yeniden hizalanması gerekiyor. Bu Gazze’deki soykırım böyle devam ettiği müddetçe, ağırlaştırılmış, yani ağır çekim bir soykırım, zamana yayılmış bir soykırım devam ettiği müddetçe de Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesi mümkün değil. Ayrıca hem İsrail hem de Türkiye’de iktidar odakları Türkiye-İsrail meselelerinin bugün geldiği patlayıcı noktayı kendi iç siyasetlerindeki çıkarları için kullanmaktan da son derece memnun görünüyorlar. Yani İsrail için bir Türk tehdidi pekâlâ iç politikada faydalı ve kullanışlı bir konu. Tersi de öyle. Onu da görüyoruz. Ama burada baktığın zaman iş giderek biraz çatallaşıyor. Çünkü artık Mısır’ı biz o ittifaktan çıkardık zamanında. Mısır’la da bir yakınlaşma vardı enerji bağlamında. Şu an Mısır’la ilişkileri düzeldi Türkiye’nin fakat İsrail, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ittifakı giderek bir askerî ittifaka da meylediyor. Bir zamanlar 90’larda İsrailli pilotlar Konya Ovası’nda eğitim yaparlardı hatırlarsın. Şimdi Yunanistan’da yapıyorlar. İşte Barak hava savunma sistemleri Kıbrıs Rum kesimine yerleştirildi İsrail’in. Bunlar işte S-400’lerin muadili gibi bir şey. Öyle bakalım. Yani uzun menzilli, yüksek irtifalı savunma sistemleri, hava savunma sistemleri. Kolay değil bu işler. Yani böyle basit denklemler değil. S-400’leri halledince Kongre’den F-35’ler için yeşil ışık yakılabileceğini düşünmemiz mümkün görünmüyor şu aşamada, İsrail’le olan ilişkilerdeki sorunlar böyle devam ettiğinde.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Şimdi tabii burada şöyle bir şey var. İktidar çevrelerinden Erdoğan’ın ABD gezisi, Erdoğan’ın İsrail’e hesap soracağı gezi olarak lanse ediliyor. Büyük bir ihtimalle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda çok sert bir konuşma yapacak.

Kadri Gürsel: Öyle olacak, evet.

Ruşen Çakır: Ama aynı sertliği herhalde Oval Ofis’te Trump’la yapabilir mi? Çünkü İsrail’in arkasında Trump olmadan İsrail bütün bunları yapamaz. Orada bayağı ciddi bir şey olacak. Yani New York başka, Washington başka olacak herhalde.

Kadri Gürsel: Şimdi dediğin çok doğru. Şimdi yani Erdoğan gibi bir siyasi liderden Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmadaki ton ve doğrultusunun bir benzerini, aynı güç ve şiddette olmasa bile, Oval Ofis’te de tekrar etmesi, yeniden gündeme getirmesi beklenir. Bunu yapmaz ise Türkiye’de muhalefete koz vermiş olur. Muhalefet bunu kullanır. Nasıl kullanacağını da az çok biliyoruz, işte kullanır bunu. Diğer taraftan bunu yaptığı takdirde, ki yeni format şöyle oluyor: İki lider oturuyor birer sandalyeye ve her liderin, konuk liderin sağında, ev sahibinin solunda da yardımcıları oturuyor karşılıklı kanepelerde. Bu tür bir görüşme tarzı. Yani bu Trump’ın getirdiği bir format, şekil diyelim ve burada önceden belirlenmiş bir senaryo aslında uygulanıyor ve normalde eskiden Oval Ofis’te görüşmeler medyaya işte görüntü alması için falan bir fırsat olarak önceden bir 3-5 dakika ayrılırdı. Ondan sonra işte birkaç protokol sorusundan sonra dışarı çıkarılırdı. Şimdi mesela Zelenski görüşmesi, açıkçası Trump’la çözülmesi kolay olmayan sorunları olan liderlerin Oval Ofis’te kabul edilmelerini riskli hâle getirdi. Bu açıdan baktığın zaman, yani Trump’la Erdoğan’ın ilişkisi her ne kadar iyi olsa bile, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nin ilişkisi hiç de iyi değil. Ve Trump’ın iktidara, Oval Ofis’e gelmesinden bu yana da bu ilişkilerde, sorunların ana başlıklarında bir düzelme kaydedilmedi açıkçası. Suriye’de de işler öyle sanıldığı gibi iyi gitmiyor. Yani herhangi bir ilerleme yok, tam tersine kötüye doğru gidiyor. Bu aslında bir mayın tarlası. Burada Trump eğer gerçekten Erdoğan’la dostluğuna, ilişkisine izin veriyorsa onu üzmek istemeyecektir. Ama zaten Erdoğan da öyle altta kalacak bir politikacı değil. Yani Zelenski değil, elinde kartları olan bir politikacı. O da cevabını verecektir. Tabii Trump bilemiyorum hatırlar mı şu Davos hadisesini, 2009’daki Davos hadisesini hatırlar mı, bilir mi? Belki birileri hatırlatır. Yani çok da üstüne gitmemesi gerekir. Bu tür senaryosu önceden belli olmayan durumlarda Erdoğan’ın fevrî çıkışları olduğunu biliyoruz. Bir keresinde bunu adli yılın açılışında da yapmıştı, hatırlayacaksın. Dolayısıyla ben Trump’la görüşmenin formatı konusunda eğer anlaşmaya varılmışsa, bunun senaryosu konusunda da anlaşmaya varıldığını varsayıyorum eğer Türk tarafı yeterince uyanıksa. Bu konuda şansa bırakılmayacak kadar ciddi bir konu bu diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Burada istersen biraz da TRÇ’den bahsedelim: Türkiye, Rusya, Çin. Şimdi, tam Erdoğan gitmek üzereyken Devlet Bahçeli, Türkiye, Rusya, Çin ittifakının şart olduğunu söyledi. Başka kimseyi katmadan hem de ve başka güçler de değil, sadece üçünün olacağı. Ve Erdoğan ABD’ye giderken, şimdi Erdoğan’a New York’ta sormuşlar. Hatta soranlar da Anadolu Ajansı ve TRT, yani bir şey değil, korsan değil. Bunu soruyorlar.

Kadri Gürsel: O ilginç, bir araya gireyim, yani Erdoğan’a bu sorunun geleceğini önceden söylememişler mi? Demek ki bazı şeyler spontane gelişiyor. Demek ki böyle şeyler olabiliyor.

Ruşen Çakır: Bilmiyorum vallahi, çok emin olamadım. Orada söylediğini takip edemedim, “Hayırlı olsun,” diyor. Yani şimdi ortağının yaptığı böyle bir açıklamayı Erdoğan’ın duymaması ihtimali bence yok. Duymaması ihtimali bambaşka bir şey olur tabii, yani böyle garip bir durum. Ve ‘‘evet’’ dese bir dert, ‘‘hayır’’ dese bir dert. “Hayırlı olsun,” demiş ama hayırlı olan ne? Şimdi bir de tabii Bahçeli’nin söylediği şey olabilecek bir şey değil. O ayrı ama bir perspektif, önemli bir perspektif. Yani sen NATO üyesi bir ülkesin, yıllardır şu bu ve ondan sonra Rusya ve Çin diyorsun. ABD olmasa bile NATO’nun diğer ülkelerinin neredeyse hepsi, yani yönetimleri Rusya karşıtı. Yani son Ukrayna meselesi nedeniyle Avrupa’dakiler özellikle. Ve ABD’nin kendisi de Çin karşıtı. Yani Trump’ın en önemli meselesi hatta Biden’ın da böyleydi, Çin’le rekabet. Şimdi Türkiye Rusya ve Çin’le ittifak yapacak. Yani bu şimdi hakikaten çok önemli bir çıkış ama bir yerden sonra olma ihtimali… Yani şimdi Erdoğan da kalkıp “Olur mu böyle şey canım,” dememiş tabii, “Hayırlı olsun,” demiş ama Erdoğan’a tam Amerika’ya giderken ve Trump’la buluşacakken ortağının böyle bir hediyesi, tam bir el bombası yani. Öyle değil mi?

Kadri Gürsel: Şimdi şöyle, yani bir kere yazılı açıklamayı tabii sen de okudun, herkes okudu konuyla ilgili olan. Yani yazılı açıklama kendi içinde bir kere ciddi tarihsel tutarsızlıklar ve bariz bilgi eksiklikleri, yanlışları olan bir açıklama. En önemlisi ise bağlamdan tamamen kopuk olması, alakasız bir bağlam. Eğer Türkiye, Rusya, Çin (TRÇ) ittifakı kurulacaksa bu, İsrail ve Amerika arasındaki jeostratejik, kültürel ve vesaire, tarihsel, neyse adı, ilişkinin karşıtı olarak kurulamaz zaten. Böyle bir şey mümkün değil. Kaldı ki İsrail’in bugün savaştığı örgüt Hamas, siyasal İslamcı bir örgüt. Rusya’nın en çok tehdit algıladığı, Çin’in en çok tehdit algıladığı akımların başında, hareketlerin başında İslamcılık geliyor. İslamcı Uygurlar ve aynı zamanda Rusya Federasyonu’ndaki İslamcı hareketler ve Rusya’nın çevresindeki siyasal İslamcıların Rusya’ya yönelik oluşturduğu tehditler vesaire. Dolayısıyla İsrail karşıtlığı üzerinden bir TRÇ, Türk, Rus, Çin ittifakı kurgulamak mümkün değildir. Bunu Batı karşıtlığı üzerinden yapabilirsiniz. Batı denildiği zaman ise İsrail’e karşı tutumlarda Batı yekpâre değil, tek vücut değil. Dolayısıyla Amerikan karşıtlığı üzerinden yapabilirsiniz. Amerikan karşıtlığı üzerinden yapmaya kalktığınız zaman da Türkiye’nin yürütmekte olduğu, yani AKP-Erdoğan Türkiyesi’nin yürütmekte olduğu dış politikayla taban tabana zıt bir tablo çıkar ortaya. Şimdi bazıları bu söyleyeceklerimden irite olabilirler, alerjik gelebilir onlara ama benim açımdan nesnel bir saptamadır. Türkiye modern tarihinin hiçbir döneminde bu kadar bağımsız olmamıştı. Yani Türkiye bugün bağımsız bir ülke, hatta dış politikasında tam bağımsız bir ülke oldu. Bu sürdürülebilir mi? Vallahi çok zor. Çünkü stratejik otonomi diye bir kavram var. Bu stratejik otonomi kavramı, otonomi deyince işte bağımsız dış politika izlemek falan geliyor ama aynı zamanda jeostratejik açıdan sürdürülebilir olmasını sağlayan temel unsurlar var. Başında da savunma… Savunmada dışa bağımlılığın minimuma indirilmesi gerekiyor. Ama sadece o da değil. Yani işte teknolojide dışa bağımlılığın azaltılması lazım. Farmakolojide dışa bağımlılığın azaltılması lazım. Kendi kendini besleme, yani tarımda dışa bağımlılığın azaltılması lazım. Bütün bunlar Türkiye’nin savunma dışında diğer alanlardaki otonomisini de geliştirmek gibi bir mecburiyet koyuyor ülkenin önüne. Bu kolay bir şey değil. Neyse, geçelim buraları. Türkiye’nin bir Rus-Çin ittifakı olacaksa bunun bu coğrafyada ben mümkün olamayacağını söylüyorum. Ama şunu yapıyor Türkiye, bağımsız noktaya getirmesi kendisini, başından “Bağımsız bir politika izleyelim, bağımsız olalım,” falan diye yürümedi bu. Çünkü öyle bağımsızlık tek başına getirisi yoksa, bir külfetse, çok da tahammül edilebilir bir şey olmayabilir; çok da halkın mutluluk ve refahını arttırmayan, bilakis azaltan bir şey olabilir. Maksat halkın mutluluk ve refahını arttırmaksa, anlatabiliyor muyum, dış politika bunun için yapılmalıdır. Burada başka bir tartışmaya giriyoruz. Şimdi Batı’dan kopmayacak, Batı’dan uzaklaşmayacak kadar Doğu’yla ilişkilerin geliştirilmesi, Doğu’yu tamamen karşına almayacak kadar da Batı’yla yakın olunması dengesinde Türkiye bir tık Batı’dan yana. Çünkü NATO üyesi. Şimdi mesela Rusya’ya karşı yaptırımlara katılmıyor Türkiye ama Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine karşıü, evet, ama bu konuda Batı’yla, birebir Avrupa’yla özellikle aynı hizada durmuyor. Fakat mesela ne yapıyor? İşte mesela Montrö’yü uyguluyor, boğazları kapatıyor Rus savaş gemilerine. Bir de mesela bakıyorsunuz son iki yılda falan, üç yılda Türkiye’nin Romanya’ya silah ihracatı, özellikle cephane ihracatı acayip artmış. Türkiye’nin cephane ihracatının beşte birini Romanya alıyor. 2023-2024 özellikle artmış. Yani küçücük Romanya, niçin alıyor bu silahları Türkiye’den? Özellikle de ateşli silahlar da alıyor, çok miktarda alıyor. Bunları re-export yapıyor tabii. Türkiye bilmiyor mu bunu? Ukrayna’ya re-export yapıyor. Türkiye bilmiyor mu? Biliyor. Türkiye dolaylı yoldan Ukrayna’ya silah satıyor, gibi şeyler. Şimdi bütün bunlar iyi güzel de asıl biz Bahçeli’ye gelelim. Yani Bahçeli niye bunları söyledi? Senin dediğin gibi, tam Erdoğan giderken. Erdoğan’ın cevabı niye böyle oldu? Bahçeli burada aslında baktığın zaman işte biraz muziplik yaptı. Siyasî muziplik yaptı. Taciz etti Erdoğan’ı. Sırf bu amaçla yaptı bunu. Son zamanlarda özellikle, yani çok saygıdeğer medya kuruluşlarının da büyük katkılarıyla, Bahçeli bazı politikaların hamisi, banisi olarak hatta görüldüğü için, özellikle bu çözüm sürecinin banisi olarak görüldüğü için kendisine büyük bir güç atfedilir oldu, Bahçeli’ye. Yani devleti olmayan, devlette doğrudan sorumluluğu ve yönetim erkine sahip olmadığı hâlde devleti yöneten kişi olarak görülmeye başlandı neredeyse. Giderken Erdoğan’ın eline TRÇ diye böyle pimi çekilmiş bir bombayı koydu. Bu, ben son zamanlardaki işte Medyascope’ta da çok çok ele alınan AKP-MHP, Bahçeli-Erdoğan zıtlaşması yahut aralarındaki çelişkiler, aralarındaki ilişkinin çatırdaması hususundaki olup bitenler vesaire, işte emniyette yapılan, son aziller, tasfiyeler falanla alakalı olduğu kanaatindeyim. Yoksa açıklamanın iler tutar bir tarafı yok. Yani “Kudüs düşerse İstanbul kavrulur,” diyor mesela. Ya Kudüs düşeli 100 yıldan fazla olmuş, 108 yıl olmuş. Ayrıca Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu Amerika da tanımış. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak Trump tanımış, ilk dönemde tanıdı. Dolayısıyla yani açıklamanın içindeki fahiş bilgi ve tarihî yanlışlar, tarih hataları falan — tarihin tevili bir yerde, yaptığı tevil ediyor tarihi bir şekilde — dışında tamamen Erdoğan’ı taciz etmek, Erdoğan’ı biraz da burada sıkıştırmak için yaptığı bir şey olduğunu düşünüyorum. Erdoğan’ın cevabı da “Ya ilgilenmiyorum, görmedim senin yaptığını. Umurumda da değilsin,” demek oluyor. Yani “Sen ne yaparsan yap,” demek oluyor o. Yoksa yani böyle bir açıklama yapacak Bahçeli, Erdoğan bunu ciddiye alacak mı? Almamış gibi görünüyor. Bitti. “Haberim yok benim,” diyor. “Hayırlı olsun,” diye de dalga geçiyor, aslında yaptığı o. Yani bir adım geriye gidelim, Anadolu Ajansı’na; Anadolu Ajansı bu soruyu tek başına soramaz. Gazetecilik mi yapıyormuş orada Anadolu Ajansı? Anadolu Ajansı ne zaman gazetecilik yapıyor? Yani Anadolu Ajansı’na da ‘‘Bu soruyu da Sayın Cumhurbaşkanımıza sor,” demişler. Cumhurbaşkanı da bu sorunun geleceğini muhtemelen biliyordu. Bak burada tahmin yapıyorum ben. Yani bu rejimin medyayla ilişkileri, kendi medyasıyla ilişkilerinin nasıl yürüdüğünü sen benden hatta daha iyi biliyorsundur.

Ruşen Çakır: Biliyorum, biliyorum. İstersen biraz da CHP konuşalım. Hadi yeter.

Kadri Gürsel: Peki, oldu.

Ruşen Çakır: Şimdi dün yine bir kurultay yaptı. Özgür Özel üçüncü kez seçildi, tek aday aldı. Çarşamba günü İstanbul’da kongre yapılacak biliyorsun. Orada da Özgür Çelik herhalde yeniden seçilecek. Bir de dün ilginç bir şekilde Bayrampaşa’da, tam ne deniyor, ilâhî adalet tecelli etti. Yani o kadar şeye rağmen, istifa eden CHP’liler, şunlar bunlar, içeri atılan belediye başkanı, en sonda kuradan CHP çıktı. Böyle bir ilginç bir durum. CHP sürekli kurultay yapıyor. Bir de Ekim sonu, Kasım başı gibi olağan kurultayını yapacak. Bir de o var. Tam şeyden sonra olacak o da, hani bir ertelenen dava var ya, kurultay davası ama artık onun bir anlamı kalmadı gibi. Artık burada CHP’ye ve İstanbul’a kayyum atanma ihtimali şu bu yok. Çünkü itirazlar oldu biliyorsun olağanüstü kurultaya da defalarca. Bunlar da nasıl şeyse, bir o itiraz ediyor, bir bu itiraz ediyor. Hepsi teker teker reddedildi ve kurultay onaylandı yani. Ve bir de ne yaptılar kurultayda? Önce güvensizlik oyu verdiler Özgür Özel’e, ki kurultay olabilsin diye. Sonra aynı oyu verenler kazandı. Kapandı mı defter? Ne diyorsun? Yine açacaklar mı?

Kadri Gürsel: Yani tek kanaldan yürümüyor iktidar. En azından bu kanalın, ki aylardır meşgul ediyordu, mutlak butlan konusunun akamete uğradığını görüyoruz. Hukukçuların da görüşü bu yönde. Hukuku bilen gazetecilerin yazdıklarını da okuyoruz. Onlar da bu yönde görüş belirtiyorlar. Demek oluyor ki, iktidar Cumhuriyet Halk Partisi’ni ezme, dağıtma, küçültme, parçalama hamlelerinin yargı cephesinin bu kanadında, yani bu dava kanadında sonuç alamamış gözüküyor şimdilik. Ama iktidarın niyetinden vazgeçtiği kanaatinde değilim. Herhalde sen de değilsin. Yani iktidar Cumhuriyet Halk Partisi’ni seçimlere kadar, 2027’nin sonu ya da 2028’deki seçime kadar çalışamaz, siyaset yapamaz hâle getirme, getiremezse işte bölme gibi bir amaçtan feragat etmeyecektir. Bu amacı güdecektir, gütmeye devam edecektir. Elinde devlet var çünkü. Devletin gücüne güvenerek bir siyaset, kurgu, bir yol, strateji kurguluyor. Bunun adı siyaset değil tabii ki, yanlış oldu. Şimdi burada gözden kaçan husus şu ister istemez, o da İmamoğlu. Yani Özgür Özel için söylenenler, yapılan övgüler vesaire, diğer taraftan işte İstanbul İl Başkanı, işte “İki Özgür” falan denirken… Performansları gerçekten yüksek. Partinin performansı yüksek bir de üstelik. İktidar da bunu görüyor ve not ediyor. Belki böyle yaparak partiyi diri tuttuklarını, partinin rejenerasyonunda istemeden rol oynadıklarını da fark etmişlerdir. Yani partinin içinden çıkan çürük unsurlar, hainler, işbirlikçiler de arkalarında partide derin bir iz bırakmadan sahneden çekiliyorlar. Tamam, belediye başkanı oluyor bir tanesi, ötekisi gidiyor işte saf değiştiriyor falan. Ama İmamoğlu’nun adaylığı konusuna gelince ben bu konuda iktidarın ve iktidarın ortağı Bahçeli’nin kararlılıklarından çok bir şey kaybettikleri kanaatinde değilim. Buna devam edeceklerdir. Ayrıca da şu an herhalde bugünkü davranışlarına, bugüne kadar yıllardır izlediğimiz iktidarın davranışlarına bakarak şunu söyleyebiliriz: Herkes bir geri adım atmak zorunda kaldıklarını düşünürken onlar muhalefetin bundan cesaret ve özgüven kazanmasını önlemek için yeni planlar kurguluyor olabilirler. Hep bunu yapmışlardır çünkü. Yani bir iki adım ileri attıktan sonra bir adım geri attıklarında bir süre geçer, ondan sonra bir adım daha atarlar. İşte mesela, İstanbul İl Başkanlığı’na Gürsel Tekin polis zoruyla girerken, girdikten sonra orada gösterilen direnişin ardından Bayrampaşa hamlesi geldi, hatırlayacaksın. Ama orada da bir hesap hatası yapmışlar, işlerin bu noktaya gelmesinde, onu da görüyoruz. Yani 8 belediye meclisi üyesini mi gözaltına almışlardı? Tam öyle bir hesap yapmışlardı orada değil mi? ‘‘8 tanesini alırsak bize geçiyor’’ gibi falan yaptılar o hesabı ama olmadı. Şimdi şöyle baktığımız zaman işte 19 Mart 2025’ten bugüne yaşananlar Cumhuriyet Halk Partisi’ne zarar verdi mi? Evet, verdi. Cumhuriyet Halk Partisi’ni zorladı mı? Evet, zorladı. Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin legal ve meşru bir direniş çizgisinde duran, durmaya da devam etme kararlılığı sergileyen eylemci bir örgüte dönüşmesinin de bir yerde yolunu açtı, kapılarını açtı ve Cumhuriyet Halk Partisi örgütüyle ve üyeleriyle bence bir bütün olarak, yani verdiği fireler de öyle çok hani tedirgin edici, “Parti un ufak oluyor gidiyor,” denmesine neden olacak kadar vahim boyutlarda olmadığından bir bütün olarak bu parti bu sınavın şu anki aşamasından bence başarıyla çıktı. Özgür Özel liderliğini perçinledi bence. Ve bu arada da istinafta 2022’nin 14 Aralık’ından bu yana bekleyen, yani 2,5 yıldan fazladır bekleyen bir dosyada istinaf karar verdi. İstinaf da İmamoğlu’nun ‘‘ahmak davası.’’ İstinafta bu dosyanın bu kadar beklemesi tamamen siyasiydi. Şimdi Yargıtay’a konu geldi. İmamoğlu’nun adaylığının önlenmesi konusunda bir ‘‘ahmak davası’’ var, bir diploma konusu var, başka şeyler de var siyaset yasağı istenen İmamoğlu’nda. Gördüğüm kadarıyla benim, İmamoğlu’nun adaylığı konusunda geriye dönüşü olmayacak bir nokta bence çoktan geçildi. Eğer önümüzdeki seçimlere Erdoğan iktidarı ve bu rejim altında giderse Türkiye, İmamoğlu’nun bu seçimlerde aday olamayacağı siyaseten artık neredeyse kesin gibi bir şey. Dolayısıyla bu açıdan da biraz bakmak lazım olan bitene. Yani bardağın yarısı dolu, yarısı boş gibi gözüküyor. İktidarın diğer taraftan yolsuzluk operasyonları yoluyla işte Cumhuriyet Halk Partisi’nin elinden belediyeleri birer birer almak — yolsuzluk operasyonları tabii tırnak içinde kullanıyorum — konusundaki duruşundan, eğiliminden vazgeçeceği kanaatinde değilim. Ne kadar yol kaldı, ne kadar daha ileriye gidebilirler bu konuda onu bilemiyoruz ama mutlaka belli hazırlıklar var, soruşturmalar var. Bu konuda da iktidarın HDP’ye karşı yürütmüş olduğu, yıllardır yürütülen operasyonlardaki uygulanan yöntemler bir şablon olarak zaten duruyor elinde. Bakalım, ben asıl bundan sonra CHP’nin genel merkezinin İmamoğlu konusunu ne kadar gündemde tutup tutmayacağına, bunu ne kadar İmamoğlu’nun bir sonraki seçimde aday olmasına dönük yapıp yapmayacağına, buna ne kadar inanıp inanmayacağına bakarak yorum ve değerlendirme yaparım diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Noktayı koyalım Kadri. Bayağı bir şey konuştuk. Çok teşekkürler.

Kadri Gürsel: Rica ederim. 

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.