Ruşen Çakır’ın konuğu Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevtap Yokuş, çözüm sürecinin hukuki ve anayasal boyutlarını ele aldı. Yokuş, kalıcı bir çözüm için silahların bırakılmasının ötesinde, sorunun kökenindeki hukuksuzlukları giderecek kapsamlı demokratik ve anayasal dönüşümlerin gerekli olduğunu vurguladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarını sürdürüyor. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Dayanışma Komisyonu’nun 12. toplantısında düşünce ve araştırma merkezlerinin temsilcileri dinlendi.
Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevtap Yokuş, çatışma çözümü ve anayasa süreçleri üzerine uzun yıllardır çalışan bir hukukçu olarak Meclis komisyonuna uzman akademisyenlerden biri olarak davet edildi.
“Türkiye tarihi bir fırsatı kaçırdı”
Ruşen Çakır’a konuk olan Sevtap Yokuş, videoda çözüm sürecinin hukuki boyutlarını ve Kürt sorununun kalıcı çözümü için atılması gereken adımları değerlendirdi. Yokuş, “Türkiye çok daha önce, demokratik bir anayasa ile bu meseleyi çözebilirdi ama tarihi bir fırsat kaçırıldı” yorumunda bulundu. Yokuş, şöyle devam etti:
“Önceki dönemde yepyeni demokratik bir anayasa ile bu mesele çözülebilirdi. Türkiye çok tarihi bir fırsatı kaçırdı. Eğer o zaman başarabilseydik, bugün yaşadığımız birçok sorunu yaşamazdık. Şimdi demokratik bir anayasa yapmak, kutuplaşmış toplumda çok daha zor.”
“Sorunun kökeni 12 Eylül”
Yokuş, sorunun kökeninde 12 Eylül sonrası hukuksuzluk düzeninin bulunduğunu söyledi. Yokuş şunları ekledi:
“Olağanüstü hâl rejimi 1978’den 2000’lerin başına kadar sürdü. O dönemde doğan, büyüyen bir genç hiç olağan dönemi görmedi. İşkenceler, faili meçhuller, yasaklar… Bu birikimle buraya gelmemek mümkün değildi. Hukuk yokluğunda insanlar nefessiz kaldı.”
Yokuş, çözüm sürecinin sadece teknik düzenlemelerle başarılamayacağını belirtti:
“Türkiye’nin genel bir normalleşmeye ihtiyacı var. Bu da zihni dönüşümle olur; kimseyi ötekileştirmeden, toplumu kapsayarak. Dünya örneklerinde görüyoruz ki, eğer barış inşasıyla birlikte zihinlerde dönüşüm sağlanmazsa süreç başarıya ulaşmıyor. Kazançların topluma net bir şekilde anlatılması gerekir. Barış, savaşmaktan çok daha büyük getiriler sağlar.”
Sevtap Yokuş ile söyleşinin deşifresi:
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye bir sürecin içerisinde ve bu sürecin çok çetin
geçeceği muhakkak. Özellikle olayın hukuki boyutu çok önemli. İşte bu konuda, bu
konuları yıllarca çalışan bir isimle, Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
Profesör Sevtap Yokuş’la konuşacağız. Hocam, hoş geldiniz.Sevtap Yokuş: Hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Siz bu konuları yıllardır çalışıyorsunuz. Hatta sizinle yıllar önce çözüm
süreci dönemindeki bir toplantıda da tanışmıştık. Bir de kitabınız var: “Çözüm
Süreçlerinde Anayasa Süreçleri” diye. Bunları konuşacağız tabii ama ona gelmeden
önce, siz Meclis Komisyonu’na davet edilen uzmanlardansınız. Çok yoğun bir gün oldu
sizin gittiğiniz gün ve özellikle çatışma çözümü konusundaki uzman akademisyenler
geldiler ve sunumlar yaptılar. Siz de onlardan birisiydiniz. Nasıl bir ruh hâliyle gittiniz
ve çıktınız?Sevtap Yokuş: Şimdi tabii komisyon oluştuğundan itibaren — bir defa bu arada öncelikle
teşekkür ediyorum böyle bir program için — herkeste bir heyecan vardı. Bizler bu konuları
yıllardır çalıştığımız için bizdeki heyecan da çok yüksekti doğal olarak. Bir de bizden aslında
önden bir konu sınırlaması değil ama ne anlatacağımız teyit edilmişti. Bizler incelediğimiz
teorik düzeyde literatürden ya da işte bizim ayrıca karşılaştırmalı ziyaretlerimiz olduğu için
bu ülke örneklerinin ve o ülke örneklerinde izlenen tekniklerin anlatımıydı aslında, beklenti
buydu. Ama tabii Meclis atmosferi, o komisyon, işte 51 kişi, hepsi oradaydı. Böyle görkemli
bir salon görünümü, evet, bir heyecan yarattı hepimizde gerçekten. Ben de konuşmama
başlarken orada şey dedim: “Yıllarca konferanslar yaptık, dersler yaptık ama buradaki
heyecan elbette çok farklı” diye başlamıştım. Gerçekten öyleydi.Bu ülke deneyimleri tabii benim kendi açımdan, sizin katıldığınız Galatasaray Üniversitesi’ndeki o toplantıdan hatırlarsanız, orada başlayan bir süreç vardı bizim açımızdan, çalışmalar bakımından.
Uluslararası kuruluş Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün aslında çok iyi bir çalışması oldu.
Hâlâ çalışmaları sürüyor, aktif hâlde. Karşılaştırmalı ziyaretler çeşitli ülkelere. Yani ben o
çerçevede defalarca Kuzey İrlanda örneğini inceleme fırsatı buldum. Filipinler’e gittik.
Kolombiya’ya gittik. Güney Afrika’ya gittik ve yerinde günlerce ve o süreçlerin en önemli
aktörleriyle görüşerek birebir yüz yüze çok iyi çalışmalardı ve o çalışmalara aslında eski
bakanlar da dâhil oldu, siyasi partilerden milletvekilleri filan da katıldı. O çalışmaların bir iyi
yanı da şuydu: Yani burada çok bir araya gelemeyen insanlar orada bir arada yerinde o
çalışmaları inceleme fırsatı buldular. İşte biz aslında o çalışmalardan edindiklerimizi ve
literatürdeki teknik kısımları komisyona sunmuş olduk. Aldığımız izlenim, bizim
sunumlarımızın onlar açısından da çok önemli olduğu şeklinde. Hatta Numan Bey kendisi,
“Çok iyi oldu” dedi. “Üstelik siz kendi aranızda iyi de bir paylaşım yapmışsınız. Birbirini
izleyen sunumlar oldu” dedi. Ben de takılmıştım: “Bizler akademisyeniz, derslerimizi
çalışırız” demiştim. Bence iyi bir toplantı oldu.Ruşen Çakır: Şimdi siz bu olayı bilen birisisiniz. Şimdi olayın hukuk kısmını şey
yapalım. Olayın kökeninde Kürt meselesi var ve siz özellikle yüksek lisansınız ve ilk
hocalığınız Dicle Üniversitesi’nde Diyarbakır’da. Orada yıllarca yaşadınız, değil mi?Sevtap Yokuş: Evet.
Ruşen Çakır: Ve orada yaşayan birisi olarak ne kadar kendinizi kapatmak isteseniz de,
ki kapatmak istemediğinizi biliyorum, ama bir insan Diyarbakır’da diyelim ki 5 sene
yaşasa “Kürt meselesi nedir?” diye sormaz herhâlde. Bu olay ne kadar hayati Türkiye
için?Sevtap Yokuş: Bir defa sadece yaşamak değil, ben Diyarbakırlıyım.
Ruşen Çakır: Ha öyle mi?
Sevtap Yokuş: Evet, evet. Doğma, büyüme, üniversite yıllarımda da oradaydım.
Ruşen Çakır: Sonra geri döndünüz.
Sevtap Yokuş: Tabii, tabii. Sonra bu taraflara geçtim. İçine doğdum diyebilirim. Yıllarca bu
Kürt sol hareketleri çok etkiliydi tabii Kürt bölgelerinde, Kürtlerin yoğun yaşadığı
bölgelerde. Ama tabii 1980 ve sonrası başka bir evreye geçildi. Emin olun, şimdi bunu ben
komisyonda da söyledim, 1980 darbesi sonrasındaki mevzuat, daha anayasaya varmadan, ve
ortaya çıkan anayasa, deyim yerindeyse, bu süreci bu noktaya getirmenin zemini oldu. Net
söylüyorum bunu. Diyebilirsiniz ki “Ne alâkası var? İşte anayasada hâlâ özgürlükler listesi
var, devlet organları var. Bu meseleyi nasıl bu hâle getirmiş olabilir ki?” diyebilirsiniz. Bir
örnekle açıklayayım: Olağanüstü Hâl rejimi. Bakın, o bölgede 78’den başladığını düşünürsek
olağanüstü hâl döneminin, çünkü 80’e varmadan başladı sıkıyönetim ilanları vesaire, 2000’li
yılların başında kalktı. Şimdi o dönem doğan, büyüyen, askere giden, okulunu bitiren bir
genç hiç olağan dönemi görmemiş. Böyle düşünün.Ve en kötüsü, olağanüstü dönemdeki hukuksuzluğun, keyfîliğin, o cezaevleri süreçlerinin, cezaevlerindeki işkencelerin, işkenceden ölümlerin, faili meçhullerin bütün bunları biriktire biriktire buraya gelmemesi imkânsızdı. Yani bu aslında çok doğal bir sonuç oldu diyebilirim. O nedenle yani belki kök nedenler deyip duruyoruz. Süreci evet, cumhuriyetten başlatabilirsiniz. Yani işte Kürtçenin
yasaklanmasından, işte “Vatandaş Türkçe konuş!” sloganından ya da işte “Kürtçe konuşanı
gördüğünüzde yüzüne tükürebilirsiniz”den alıp, işte 2932 gibi bir yasa vardı. O yasa 12
Eylül’den sonra da yürürlükteydi. Çok yıllar sonra ortadan kalktı. Kürtçeyi açıkça yasaklayan
bir yasayla karşı karşıyaydı oradaki insanlar. Oysa ana dilleri. Bütün bunlar aslında Ruşen
Bey, bu programlarda böyle 20 dakikalara, bir saatlere asla sığdıramayacağımız konular. Hani
buzdağının arka yüzü diyoruz ya, geride öyle devasa bir sorun var ki: Ayrımcılık, yasaklar,
baskılar, ölümlerle sonuçlanan bir dizi çatışmalar vesaire, devletle vatandaşı karşı karşıya
getiren koşullar hepsi bir arada. Sonra onun üzerine işte bir de silahla çatışma eşlik edince
çok çetrefilli bir hâle geliyor.Ama çok haklısınız. Bunun temellerinde hukuksuzluk çok hâkim. Keyfî rejim, olağanüstü hâl dediğimiz şey, ben bir anayasa hukukçusu olarak söyleyeyim size: Anayasanın 15. maddesi ve olağanüstü hâli düzenleyen maddeler aslında anayasa dışına doğru bir rejime kapı açıyor ve diyor ki; “Olağanüstü hâlse ve olağanüstü önlemler gerekiyorsa anayasal ya da hukuksal bir rejime ihtiyacınız yok.” Bunu neden söylüyorum? Çünkü o düzenlemeler ve devamındaki Olağanüstü Hâl Kanunu ve yıllarca uygulanan Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnameleri yargıdan muaf, keyfî bir alan, keyfî bir rejim yarattı. Yani hukuksuzluk nasıl bir şeydir, biz lisans derslerimizde öğrencilerimize anlatırız. Hukuk ancak olmadığında anlaşılır, hava gibi, su gibi, nefes
alamazsınız. O bölgedeki insanlar yıllarca nefessiz yaşadılar.Ruşen Çakır: Peki bugüne gelecek olursak, şu anda başlayan bir şey var ama bu şeyin
ne olduğu konusu tam net değil. Şimdi Öcalan’la yapılan görüşmeler, onun 27 Şubat’ta
yaptığı açıklama, daha sonra örgütün aldığı fesih ve silahları bırakma kararı, sonra 11
Temmuz’daki silah yakma olayı, sanki devlet de zaten olayı bir “terörsüz Türkiye” diye
tanımlıyor, bir örgütle devlet arasında örgütün kendini lağvetmesi, anlaşması gibi
sunuluyor. Ama komisyonun başlığına da demokrasi lafı sokuldu. Şimdi buradaki
meseleyi nasıl anlamak lazım? Şimdi örgütün kendini lağvetmesinin çok ciddi bir
hukuki altyapısının olması gerektiğini biliyoruz ama o meşhur tartışma: Bu tek başına
demokrasi anlamına gelmiyor.Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Sevtap Yokuş: Doğru. Şimdi aslında dünya deneyimlerine baktığımızda, bizim izlediğimiz,
incelediğimiz örnekler tam da bu Doğu-Batı Bloku ayrımı ortadan kalktığında 90’lı yıllardan
itibaren çözüme giren süreçler olmuş. Kuzey İrlanda öyle, Güney Afrika öyle, Filipinler öyle,
Kolombiya da öyle. Yani 90’lı yılların sonlarına doğru bu süreçler devam etmiş. Ve bu
süreçlerde dikkatimizi çeken şuydu: Evet, beraberinde bir taraftan da demokratikleşme. Ama
biz bu alanda çalışan insanlar olarak biliyoruz ki çatışmalar sadece demokrasi yoluyla
çözülmüyor. Yani birçok yerde çatışma olur ve o çatışma dinamiklerinin ortadan
kaldırılmasıyla birtakım tekniklerle çözüme ulaşılabilir. Ama Türkiye koşullarında, bakın ben
bunu ısrarla söylüyorum, Türkiye koşullarında, biraz önce anlattım temellerini: İşte
hukuksuzluk, ayrımcılık, insan haklarına aykırılık.İnsan Hakları Dernekleri yıllarca Türkiye’de insan hakları ihlallerinin seviyelerini anlattılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giden dosyalarda birinci sıralara yerleştik. Türkiye’de evet, tamam, demokrasi olmadan bir yere kadar çözümü sağlarsınız ama bu kalıcı çözüm için yeterli olmayacaktır. Doğal değil mi bu? Bunu komisyonda da söyledim: Demokrasi talebini yükseltmek isteyenler çözüm için daha çok gayret etmelidirler. Çünkü Türkiye’de çözüm doğası gereği bizi
demokratik birtakım sonuçlara götürecektir zaten. Şimdi şöyle düşünün: Siz onu
çözüyorsunuz, tamam, olabilir. Çünkü bunun bir güvenlik boyutu var, istihbarat boyutu var.
İstihbarat boyutuyla, güvenlik boyutuyla bir şekilde çözdünüz. Şeyi saymıyorum, işte
Suriye’deki sorunlar, bize yansımaları, onlar başka tartışmalar. Hadi oralara varmayayım.
Ama sonuçta bir şekilde orada bunu çözdünüz ve şeyi de sağladınız, işte silahların tamamen
bırakılmasını, terhisi, entegrasyonu hepsi de oldu. İnfaz kanununa, af kanununa filan bakar
bütün bunlar.Tabii ki ondan sonra o mağduriyetlerin tartışılması, geçmişle yüzleşme o başka
bir boyut ama demokrasiden muaf bir şekilde bir çözüm seyrine girebilir, tamam. Ama kalıcı
yani o kök nedenleri ortadan kaldıracak bir çözüm olmayacaktır. Çünkü ana dil meselesi yine
bir sorun ya da anayasal vatandaşlık yine bir sorun. Şimdi anayasayı bir okuyun lütfen.
Anayasanın içeriğindeki “Türk” ifadesi yer yer evet, kapsayıcı vatandaşlık anlamına gelebilir
ama yer yer doğrudan etnisiteyi vurgulayan niteliktedir. Şimdi bütün bunları çözmeden ya da
anayasanın başlangıcına bakın; bireyi değil, devleti odağına alan bir başlangıç vardır. Şimdi
hem bu başlangıçta kalacaksınız hem çok otoriter olacaksınız hem de Kürtlere dönük
çözümle ilgili de “çözüldü” diyeceksiniz. Böyle bir şey olabilir mi?Doğası gereği demokratik adımları gerekli kılacak en azından bir başlangıcı değiştireceksiniz anayasada. Anayasal yurttaşlığı dönüştüreceksiniz. O formülasyon doğru bir formülasyon değil. Sonra ana dilde eğitim meselesini çözeceksiniz. Sonra yerel yönetimler. Bakın ben yerel yönetimleri ısrarla söylüyorum. Çünkü o özerklik meselesi, “özerk” dendiğinde alerjik bir reaksiyon oluyor. Onu
da kullanmıyorum. Oysa Türkiye aslında içinde “özerklik” sözcüğünün olduğu bir şarta da
dâhil: Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı. Türkiye bunu imzaladı, onayladı.
Bazı çekinceler var. Aslında söylemek istemiyorum. O çekinceler resmî unsur olarak kalksın
diye söylemek istemiyorum ama o çekinceler de aşılmış vaziyette. Daha sonra özellikle
Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde çıkarılan yasalarla o çekinceler de büyük oranda aşılmış
durumda. Dolayısıyla böyle bir sisteme de dâhiliz. Ama bir taraftan bu sisteme dâhil iken bir
taraftan yerel yönetimlerin hâli böyle kalamaz. Bütün bunlar aslında belki çözümle birlikte
yeniden gündeme gelecek konular. Kendiliğinden gündeme gelecek konular.Ruşen Çakır: Buna tekrar döneceğim ama önce güvenlik, istihbarat dediğiniz, yani
örgütün kendini feshetmesi kısmının hukuki boyutuna bir bakalım. Orada çok ciddi bir
tartışma potansiyeli var, kriz potansiyeli var. Çünkü binlerce kişinin topluma
entegrasyonu söz konusu. Yani silahlar bırakılacak, bu insanlar ne olacak? Şöyle bir
formül Öcalan ve örgüt tarafından pek benimsenmiyor, yani “Bunlar Türkiye’ye
gelmesin, üçüncü ülkelerde kalsınlar” falan ya da “başka ülkelerde…” Bu yok.
“Gelmeleri ve yasal siyasete, yasal hayata dönmeleri…” diyor. Şimdi orada nasıl olacak?
Yani şimdi özel yasa mı? Mesela af lafı bir şekilde telaffuz edilmeye başlandı ama
Anayasaya göre, sizin tam uzmanlık alanınız, eşitlik ilkesi var. Siz PKK mensuplarına
çıkarttığınız bir affı diyelim ki FETÖ’den mahkûm olanlara çıkartmadığınızda ya da
başka bir yerden mahkûm olanlara çıkartmadığınızda sorun çıkacak, ki geçmişte
bunun bir örneğini yaşadık, biliyorsunuz, çıkartılan bir af yasasının eşitlik şeyiyle
bozulması meselesi. Bunların formülleri nasıl olabilir? Yani gerçekten Türkiye böyle bir
infaz yasasındaki düzenlemelerle olacağına, genellikle böyle bir yaklaşım görüyorum,
sadece infaz yasasındaki birtakım düzenlemelerle olamayacakmış gibi görünüyor.
Bunlar şimdi teknik sorunlar gibi gelebilir ama çok ciddi bir siyasi sorun aynı zamanda.Sevtap Yokuş: Haklısınız, haklısınız. Şimdi benim de gözlemim o yönde. Elden geldiğince
kestirme yollarla birtakım formüller yoluyla sadece hedeflenen kısımda sınırlı kalma gibi bir
yaklaşım var. Ancak Türkiye’nin genel bir normalleşmeye de ihtiyacı var. Yani bu kadar
kutuplaşmış bir toplumu bir normalleşme sürecine soktuğunuzda bir tür zihnî dönüşümü de
yaşamak zorundasınız. Bu zihnî dönüşüm nedir? Kimseyi ötekileştirmeden geçmişin…
Madem bir çözüm sürecine girildi. ‘‘Çözüm süreci’’ demekte çok da beis görmüyorum, olan
bu. Keşke önceki dönem bu işi çözmüş olsaydık. Önceki dönem bu iş bu arada çok daha
kolaydı, biliyor musunuz? Çok daha kolaymış. Şimdi sınır ötesi birtakım tazyikler de dikkate
alındığında daha önce böyle bir sorunumuz da yoktu. Çok rahat, yepyeni demokratik bir
anayasayla bu işi çözebilirmişiz. Belki o dönem bunu başarabilseydik Türkiye yakın
döneminde yaşadığı o sorunları da yaşamayacaktı. Buralara gelmeyecekti.Ruşen Çakır: Çok büyük bir fırsat kaçırdık.
Sevtap Yokuş: Evet. Çok çok tarihî bir fırsatı kaçırdı Türkiye, maalesef, maalesef. Hatta şu
anda sınır ötesindeki sorunlar konusunda da daha kendimizden emin olacaktık. Daha doğru yerde duracaktık. Daha ne yapacağımızı bilecektik. Böyle bir panik yaşamayacaktık filan.
Her şey yerli yerinde olacaktı. Ama evet, o fırsatı kaçırdık. Şimdi demokratik bir anayasayla
çözüm de çok problemli. Neden? Kutuplaşmış bir toplumda anayasa yapımı da kolay değildir.
İşte Güney Afrika bunu nasıl yaptı? Aşamalı yaptı. Belki bundan sonra yapacağımız anayasa,
kutuplaşmış toplumlardaki anayasa yapım sürecine uygun bir anayasacılık dönemi olacak.
Bunu da bilmiyoruz. Ama şu kesin: Türkiye’de normalleşme yönünde zihnî bir dönüşüme
ihtiyaç var. A kişisi, B kişisi ayrımı yapmadan. Gerçekten herkes için, herkes için
normalleşmeye dönük, kazanmaya dönük, demokratikleşme de demeyeceğim buna,
normalleşme, hadi demokratikleşmeye kadar gidemesek bile normalleşme. İnsanların bir
şekilde toplumun dışına itilmesi yerine, onların da bir şekilde süreçlere dâhil edilmesi,
kazandırılması yönünde. Yani bir taraftan ‘‘bir kişiyi kazanalım, hadi gelsin, silah
kullanmasın, siyasetle sorunlarını anlatsın’’ derken, diğerine ‘‘yok, sen olmazsın’’ demek ne
kadar uygun düşer? Bu böyle bir sürecin mantığına uygun düşmez. Zihnî dönüşüm önemlidir.
Komisyonda vurguladım onu. Yani bu tür süreçlerde barış inşasının gerçekleştiği dünya
örneklerinde o net olarak görülüyor. Eğer o inşa süreciyle birlikte zihinlerde bir dönüşüm
yakalanamıyorsa süreç başarılamıyor. Genel bir zihnî dönüşüme ihtiyaç var.Ruşen Çakır: O zihniyet meselesi çok önemli. Şimdi Ekim ayında Devlet Bahçeli’nin
DEM Partililerin elini sıkmasıyla, daha sonra yine Ekim ayında ‘‘Öcalan gelsin,
Meclis’te konuşsun’’ demesiyle alenîleşmiş diyelim, yani startı verildi deniyor ama belli
ki önceden hazırlık yapılmış, ama alenîleşmiş bir süreçten bahsediyoruz. Ve bu sürecin
birtakım önemli anları oldu. Demin söylediğim gibi Öcalan’ın açıklaması, silah bırakma
kararı, silah yakma vesaire ve komisyonun kurulması. Ama bu arada ben çok yakından
takip etmeye çalışıyorum. İnsanlara sorulduğunda çözüm tabii ki istiyorlar, %60-70,
belki daha fazlası. Ama “Olur mu?” diye sorulduğunda güvenmiyorlar.Sevtap Yokuş: Güvensizlik, evet.
Ruşen Çakır: En iyimser rakam %40’lar civarında. Burada da şöyle bir şey var: Bir
taraf diğerine güvenmiyor, diğeri ötekisine güvenmiyor. Yani mesela diyelim ki Kürt
hareketi cephesi devlete güvenmiyor ya da Kürt olmayan kamuoyu da PKK’ya,
Öcalan’a vesaireye güvenmiyor gibi bir şey var. Burada işte bir rıza üretimi konusu var
ve orada bir sorun var. Bu da tabii böyle çok teknik şeylerle üretilebilecek bir zihniyet
değil. Ne eksik şu anda sizce?Sevtap Yokuş: Şimdi aslında önceki süreçte mesela toplumun desteği daha fazlaydı. Bu
dönem o görülemiyor dediğiniz gibi. Aslında toplumun, belki geçmiş sürecin de etkisiyle
“Ha, bu da işte geçen seferki gibi konuşulur, konuşulur, sonra bir şekilde akamete uğrar”
bakışı. Toplumsallaşma önemlidir ama onu da yine kapsayıcılıkla mümkün kılabilirsiniz.
Bakın, şöyle söyleyeyim: Hiçbir örnek diğerine benzemiyor dünya deneyimlerinden; ama
emin olun, hepsinin incelenmesi çok önemli. Parmak izi gibidir. Her biri kendi koşullarında
yeşermiştir ve kendi avantajlarıyla ilerlemiştir. Türkiye kendi avantajlarını iyi belirlemeli.
Türkiye eğer bunu toplumsallaştırmak istiyorsa herkesin kazancını göstermek zorunda.Ruşen Çakır: Yani, ‘‘sen şunu kazanacaksın, sen şunu kazanacaksın.’’
Sevtap Yokuş: Evet. İnsanlar görecek: ‘‘Bu çatışma bittiğinde sizin cebinize daha çok para
girecek.’’ Ki bu böyle. Ekonominin bu hâlde olmasının sebebi de bu. Ya da ‘‘Bu çatışma
bittiğinde bakın sizin demokrasi problemleriniz var, oraya ilişkin de adımlar atılacak.’’ Yani
bu ‘‘kazan-kazan’’ olmadıkça herkes için, ilerletilebilecek bir süreç olmayacaktır. Fırsatların
iyi gösterilmesi gerekir. Kazançların hem taraflara hem topluma çok iyi anlatılması gerekir.
Barışın, savaşmak yerine çok daha büyük bir getirisinin olduğu çok net anlatılmalıdır, ki bu
böyledir. Bakın, dünya yanıyor. Türkiye kendi içindeki bu problemleri çözemezse çok güçsüz
bir şekilde karşılayacak bütün bu süreci. 2001’de İkiz Kuleler bombalandığında Türkiye
devamında Avrupa Birliği süreci hevesiyle, Avrupa Birliği’ne üyelik hevesiyle o kadar güzel
anayasa değişiklikleri yaptı ki, bakın, oralar insan haklarına kapıyı kapatırken biz insan
hakları konusunda adımlar atmaya başladık. Neden olmasın? Yani evet, otoriter rejimler
hâkim bütün dünyada ama Türkiye tam da böyle bir dönemde kendisine korunaklı bir alan
yaratmak için neden normalleşme ve kutuplaşmanın ortadan kaldırılmasına dönük adımlar
atmasın? Kürt meselesi iyi bir başlangıçtır bu konuda. Çünkü tarih hep en kötü noktadan
ilerler. Burayı çözdükçe bütün sorunlar hallolacaktır. Emin olabilirsiniz. Türkiye’nin temel
problemi olmuştur. Yıllardır Türkiye’nin önündeki temel engeldir bu sorun.Ruşen Çakır: O zaman şöyle toparlayalım, sizin başta konuştuğunuz noktaya,
anayasaya tekrar girelim. Sonuçta bu örgütün silah bırakması vesaire bunlar tabii ki
önemli bir aşama ama Kürt sorununun çözümüne yönelik çok köklü değişiklikler
olmazsa bu bir yerden sonra çok da fazla etkili olmaz. Türkiye’ye tabii ki bir barışı
getirir ama…Sevtap Yokuş: Kalıcı olmaz.
Ruşen Çakır: Peki Türkiye yeni bir anayasayı yazabilir mi? Çünkü biliyorsunuz ki
daha bu süreç başlar başlamaz muhalefetin içerisinde şöyle bir şey vardı: “Erdoğan
Kürtleri yanına alıp kendisini ömür boyu başkan seçtirecek yeni bir anayasa yapmak
istiyor.” Ve yeni anayasa lafından, mesela CHP baştan itibaren “Bu komisyon anayasa
yapmayacak” gibi bir şey yaptı. Böyle yeni anayasaya muhalefetten bir reaksiyon var
mesela. Nasıl olacak?Sevtap Yokuş: Evet. Yani bizim Özgür Bey’le bir görüşmemiz olmuştu. O da şöyle demişti:
“Anayasa noktasında oradan gelecek hiçbir konuda ortaklaşmayacağız.” Böyle bir kesin
tavırları var. Ama şimdi anayasaya varmadan önce demokratik bir anayasanın aslında yolları,
taşları döşenebilir. Bu daha kolay bir yoldur. Benim o gün Meclis’teki önerim de bu oldu.
Belki anayasaya şu anda hiç dokunmadan, çünkü o çok daha kapsamlı bir tartışmaya neden
olabilir, uzun vadede anayasayı eninde sonunda tartışacağız, tamam, ama daha oraya
varmadan bir tür yol temizliği yapılabilir yasalar yoluyla. Şimdi bir defa bu istihbarat
güvenlik tedbirlerinin gerektirdiği bir yasal boyut olacak. Nitekim komisyon zaten bu
önerilerle gidecek Genel Kurula, mecburen. Bu arada bütün dünya deneyimlerinde de net
olarak şunu gördük: Eğer siz hukuki sigortalarını oluşturmazsanız bir yere varmıyor,
gerçekten varmıyor. Ama yasal düzlem de önemlidir, onu söyleyeyim.Hâlâ bu hâliyle bile anayasaya aykırı, yani anayasanın bu hâline bile aykırı o kadar çok yasa var ki yürürlükte. Siyasi Partiler Yasası örneğinde olduğu gibi. Bir defa bunlar temizlenebilir. Yani örneğin yerel yönetimlere ilişkin; şimdi bu kayyum uygulaması filan bir kararnameyle geldi, sonra
kanunlaştı. Bu kanunu değiştirmek zor değil ki mesela. Ne yapacak? Böyle böyle böyle böyle
bir normalleşme. Zaten bu atmosferde anayasayı tartışmak sadece daha fazla kutuplaşmaya
neden olacaktır. Ama bütün bu süreçten sonra anayasa tartışılabilir hâle gelebilir. Yani bunun
için biraz zamana ihtiyaç var. Meclis iyi çalışırsa, yani bütün o yasal düzenlemeler filan
tamamlanırsa, onun üzerine “Ha, tamam, biz bu yasaları yaptık ama anayasa hâlâ problemli,
bizim bunları da tartışmamız gerekir” diye gündeme gelebilir. O zaman bile benim önerim
şudur: İlkeler belirlensin. Belki bu ne olur? Bir geçiş süreci olur yeni anayasaya doğru. Önce
ilkeler konusunda bir deklarasyon, sonra da 2011’deki gibi bir uzlaşma komisyonu değil;
siyasetin gölgesinden büyük oranda çıkarılan bir süreç olmalı anayasa hazırlık süreci ve
kapsayıcı olmalı. Ancak öyle kutuplaşmayı da ortadan kaldırabiliriz. Türkiye gerçekten
kutuplaşmış bir toplum şu anda ve bu büyük bir problem, anayasalar bakımından da. Bakın
bir örnek: 1982 Anayasası nasıl hazırlandı? Süreci bilirsiniz. 12 Eylül’den sonra yasal
düzenlemeler başladı. Bir dizi mevzuat. Hatta daha sonra geçici 15. maddeyle o mevzuatı da
koruma altına aldılar biliyorsunuz, anayasaya aykırılığı da iddia edilemiyordu onların. Ama
bir tür ne oldu? Onlar böyle hazırlandı, hazırlandı, hazırlandı, sonra bir baktık o yasalara
uygun bir anayasa çıktı. Tersinden ilerleyebiliriz. Yasaları düzelte düzelte düzelte iyi bir
demokratik bir hukuk düzlemi yaratıp, onun olanağını yaratıp üzerine doğru bir anayasa
oturtmak.Ruşen Çakır: Çok güzel bir örnek. Evet, çok sağ olun, çok sağ olun hocam.
Sevtap Yokuş: Siz de sağ olun.
Ruşen Çakır: Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Sevtap Yokuş’la
çözüm sürecini, özellikle bunun hukuki boyutlarını ama tabii ki olayın bir şekilde Kürt
sorununa, Kürt sorununun çözümüne evrilmesi gerektiğini ve bunun da yasal ve
anayasal adımlarının neler olabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de
bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.