Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Açık Oturum (141): Yüksel Taşkın, Cihangir İslam, Ömer Faruk Gergerlioğlu ve İsmail Tatlıoğlu ile Türkiye’nin seçimi

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Sedat Pişirici: İyi akşamlar. Medyascope.tv’nin 141. Açık Oturum’uyla karşınızdayız. Bu akşam, mâlûm, Türkiye’nin seçimini konuşacağız yine. Dört konuğumuz var; ikisi stüdyoda, ikisi bize skype üzerinden katılacak. Stüdyodaki konuklarımız; benim sol tarafımda Prof. Yüksel Taşkın, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis üyesi ve İstanbul 1. Bölge 18. sıra milletvekili adayı. Yine benim sağımda, Prof. Cihangir İslam, Saadet Partisi kontenjanından Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul 3. Bölge 9. sıra adayı. Hoşgeldiniz efendim.

Cihangir İslam-Yüksel Taşkın: Hoşbulduk.

Skype üzerinden Kocaeli’nden Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu katılıyor. Halkların Demokratik Partisi’nin Kocaeli 1. sıra adayı, hoşgeldiniz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hoşbulduk.

Ve yine skype üzerinden, İYİ Parti Bursa 1. Bölge 1. sıra adayı Prof. İsmail Tatlıoğlu katılıyor, hoşgeldiniz siz de hocam.

İsmail Tatlıoğlu: Hoşbulduk. Stüdyodaki bütün konuklara da merhaba.

Bu akşam enteresan bir konuk profilimiz var. Üç profesörümüz var, üç öğretim üyesi, aynı zamanda üç KHK mağduru var. İki hekimimiz var, iki Hak ve Adalet Platformu sözcümüz var. Bir AK Parti kurucumuz var, bir de AK Parti’nin kitabını yazan konuğumuz var.
Efendim, hatırlarsanız, kısa künye meselesi vardı, her Açık Oturum’un başında dolardan, eurodan, faizden, OHAL’den, seçimlerden bahsediyordum. Onu atlayayım, çünkü zamanımız çok değil. Ama konuklarım hakkında şu bilgileri vermek isterim tekrar: Yüksel Taşkın aslen Rizeli. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunu, bu işin profesörü. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesiyken, Siyaset Tarihi Ana Bilim Başkanı iken, Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildirisine imza attığı için KHK ile ihraç edildi. Daha sonra son CHP Kurultayı’nda Bilim Yönetim Kültür Platformu listesinden CHP Parti Meclisi üyeliğine seçildi. “AKP Devri: Türkiye Siyaseti, İslâmcılık, Arap Baharı” kitabının yazarı.

Cihangir Bey’e gelince, gerçi onu da “Açık Oturum”lardan tanıyorsunuz. Cihangir Bey de, Yüksel Hoca’nın imza attığı bildiri nedeniyle ihraç edilen öğretim üyelerinin ihraç edilmesini kınayan bildiriye imza attığı için, Kars Kafkas Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edildi. Kendisi tıp doktoru, ortopedi ve travmatoloji profesörü, aynı zamanda omurga uzmanı. Herhalde bize bu gece siyasî omurga hususunda da bir şeyler anlatacaktır.

Cihangir İslam: İslamî İlimler ve Felsefe mezuniyetim de var.

İslamî İlimler ve Felsefe mezuniyeti olduğunu da kendisi ekledi, ben unuttum. Şunu da ekleyeyim: Kendisi aynı zamanda Adalet yürüyüşçüsü. 25 gün boyunca Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte yürüdü. Ve biraz önce de söylediğim gibi, Hak ve Adalet Platformu’nun kurucu ve sözcüsü olan iki konuktan biri. Diğeri Sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu.

Ömer Bey de tıp doktoru. Göğüs hastalıkları ve tüberküloz uzmanı. MAZLUMDER’in eski başkanlarından. Hak ve Adalet Platformu’nun kurucularından ve sözcülerinden. O da KHK ile devlet memurluğundan ihraç edildi.

Ve İYİ Parti’nin Bursa adayı Prof. İsmail Tatlıoğlu. İsmail Bey maliye profesörü. Kendisi siyasete yabancı bir insan değil. 1999 yerel seçimlerinde Doğru Yol Partisi’nin Bursa Büyükşehir belediye başkan adayıydı. Sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucusu ve KYK üyesi oldu. Ama başka bir ülkede yapacağı bilimsel çalışmalar nedeniyle 2002’de ayrıldı. 2007 genel seçimlerinde MHP’den Bursa 4. sıra adayıydı. Parti üç milletvekili çıkarınca İsmail Hoca Meclis’e giremedi. Ve şimdi de, İYİ Parti’nin Bursa 1. Bölge 1. sıra adayı.

Konuklarım izin verirse önce İsmail Tatlıoğlu’yla başlamak istiyorum. Kendisi bir siyasî programa katılmak için iftar saatinden biraz önce ayrılacak bizden. Şimdi şöyle de enteresan bir durum var: 2001 yılında, ortada henüz Adalet ve Kalkınma Partisi yokken ama kurulacağı konuşuluyorken, İsmail Bey’in oğlu Emir’in Bursa’daki sünnet düğününe Tayyip Erdoğan da eşiyle birlikte katılmıştı. Aynı düğünde Meral Akşener de vardı. Bu düğünün ardından AK Parti kuruldu, Türkiye’de siyasî iktidar değişti. Aradan 16 yıl geçti. Geçen yıl 14 Ekim’de, bu sefer İsmail Bey’in büyük oğlu Bursa’da dünya evine girdi. Nikâh şahitlerinden biri Meral Akşener’di. Bu düğünden bir süre sonra, 25 Ekim’de de İYİ Parti kuruldu. İsmail Bey de şu an İYİ Parti’nin adayı. Hocam, bu bir tesadüf müdür? Yoksa siz siyaseti kokluyor musunuz?

İsmail Tatlıoğlu: Efendim, iyi akşamlar. Tabii bunlar tesadüf değil. İşin doğrusu şu: Ben Sayın Akşener’le 1998 yılından beri tanışıyorum ve genel olarak da siyaseti istişareler olarak yapıyoruz. Dünya görüşlerimizde de aşağı yukarı bir uyum var. Ben 1999’da DYP’nin Bursa Belediye başkan adayıydım. Ve aşağı yukarı partinin 2,5 misli kadar oy aldım. İyi bir süreç yaşadık. Abdullah Öcalan’ın –o zamanki adıyla “Apo rüzgârı” diyelim, o şekilde tarif ettikleri için- yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi hükümetin bir başarısıydı. Siyasette böyle bir rüzgâr esti.

İşin doğrusu, o gün de Türkiye’nin sıkıntıları vardı. Neydi bunlar? Ciddi yasaklar vardı. Yolsuzluk ve yoksulluk vardı. Türkiye yeni bir siyaset, yeni bir siyasî kadro, yeni bir değişim arıyordu. Demokratik alanların genişletilmesi alanında toplumsal beklenti vardı ve bir yenileme aranıyordu. Biz o zaman bu yenileme hareketine davet edildik. Sayın Ertuğrul Yalçınbayır, Sayın Meral Akşener, Sayın Hüseyin Çelik, yani Refah Partisi dışındaki siyasî partilerden temsilciler bir araya geldik ve milletin merkeziyle siyasetin merkezini buluşturma sürecini Sayın Abdüllatif Şener’le başlattık. Biz o gün gerçekten bütün Türkiye’yi kucaklayan ve Türkiye’de demokrasiyi kuvvetlendirici ve çıtayı ciddi yükseltici, bireysel hak ve özgürlükleri genişletici ve çok geniş tabanlı bir siyasal hareket başlattık. İşin başlangıcı böyle.

Kısa bir süre sonra özel nedenlerim dolayısıyla ayrıldım, ama Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de bizim yazdığımız programdan ve temel felsefeden hızla ayrıldığını müşâhede ettik. Mesela bunlardan bir tanesi –programa yazmıştık ve bunu çok arzu ediyorduk, bunu önemli bir sıkıntı olarak görüyorduk– milletin vekilini kendisinin seçmesi konusu ve seçim bölgelerinin en az %50’sinde üyeyle ön seçimi yapılması gerektiğini belirtmiştik. Daha seçim olmadan, bir değişiklikle bu kaldırıldı. Ve maalesef 1980’den sonra başlayan, siyasette demokrasi eksikliği AK Parti süreciyle beraber biraz daha kurumsal hale geldi.

Bugün de 2002 şartlarından daha derin sorunlar yaşanıyor. Gerçekten yolsuzluk konusunda –o gün de sıkıntılar vardı ama– bugün artık yaygın bir yolsuzluk var. Bakanların bir önceki bakanları basın yoluyla şikâyet ettiği, ancak adlî yargının hiçbir şekilde kıpırdamadığı bir yapı var. Türkiye’de ve dünyadaki gelişmeye rağmen yoksulluk artık bir kültür, bir siyasi rant alanı haline geldi. Yasaklar çok daha büyük bir problem. Hatta şunu söyleyebilirim: Türk siyasî tarihinin İttihat ve Terakki’den beri –aslında, İttihat ve Terakki’nin kuruluşu olan 1800’lerin son çeyreğinden itibaren– ve bilhassa çokpartili hayatımızdan itibaren, askerî darbelerin bile çok daha ötesinde bir siyasî alan daralması var artık. Bireysel hak ve özgürlüklerin daralması var. Siyasî partilerin bu anlamda adeta bir medya mahkûmiyeti söz konusu. Ve toplumda çok ciddi bir korku söz konusu. Alana indiğinizde bunu çok ciddi hissediyorsunuz. Türkiye’nin demokratik anlamda ciddi bir yenilenme sürecine ihtiyacı var. AK Parti’nin kuruluş programı ve bildirgelerinde yer alan –bu program ve bildirgelerine tekrar baktım– ‘3Y’ (yolsuzluk, yoksulluk,yasaklar) ile mücadele bugün çok daha derin bir ihtiyaç haline gelmiş. Ve ilaveten, adalet ve eğitim gerçekten çökmüş. Bugün Türkiye’de demokratik siyasetin yeniden yaşama geçirilmesi ve Türkiye’ye hizmet etmesi gerekiyor.

Peki hocam. Konuklarım izin verirse yine skype üzerinden devam edeceğim. Ömer Faruk Bey’le devam edelim istiyorum. Ömer Faruk Bey, önce şunu sormak istiyorum: Siz devlet memuriyetinden KHK ile neden ihraç edilmiştiniz?

Ömer Faruk Gergerlioğlu
: Mâlûm, uzun yıllardır insan hakları savunucusuyum. MAZLUM-DER Kocaeli Şube Başkanlığı ve Genel Başkanlığı görevlerinden sonra sivil toplumu bırakmamıştık. İnsan hakları alanında çalışmalarımızı devam ettirmiştik. Çözüm süreci başladığında da süreci desteklemiştim. Sürekli barış yönünde paylaşımlar yapmaktaydım. Ayrıca Kocaeli’de her kesimden insanlarla beraber –Alevi’si Sünni’si, Türk’ü Kürt’ü, dindarı dinsizi– her kesimden insanların katıldığı Kocaeli Barış Platformu’nu kurmuştuk. Böyle bir platformla meselenin sadece iki yapının barışması, anlaşması değil, tüm halkın barışması, anlaşması ve çözümü sivil toplumun sağlaması anlamında bir girişimde bulunmuştuk. Tabii mâlûm, sonrasında çözüm süreci bozuldu. Çatışmalar başladı. Biz sürecin bozulmasına üzüldük ve ülkenin tekrar barış ortamına evrilmesi için önemli bir gayret sarf ettik. Her alanda açıklamalar yaptık. O dönem Kocaeli Barış Platformu’nun sözcüsüydüm. Sosyal medyada standart bir şekilde sürekli barış yönünde paylaşımlarda bulunduk. Ve bunlar gayet normal paylaşımlardı; yani savaşın kazananının olmayacağı, barışın kaybedeninin olmayacağına dair paylaşımlardı. Her vesile ile bu paylaşımları yapıyorduk. Bir keresinde, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla yapılan bir etkinlikte bir mizansen oluşturmuşlar. İki tabut, birinde Türk askeri, öbüründe PKK’lı iki kişi ve arkasında anneler. Anneler “Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın, bunlar sonuçta bizim çocuklarımız” diyerek bir barış mesajı vermeye çalışıyorlar. Ben de bu mesaja bakarak “İşte gördüğünüz bu tablo Türkiye’yi bitirip tüketmekten başka işe yaramaz, analar aynı, bayraklar farklı. Bu çocukların cesetleri yan yana duracağına, yan yana, kardeşçe, eşitçe, omuz omuza dursalar daha iyi değil miydi?” diye bir cümle yazdım. Tabii böyle bir cümleden sonra barış yanlılarından çok takdir aldım, ama birtakım yerel medyanın gayretiyle hakkımda bir kampanya başlatıldı. Güya terör örgütü propagandası yaptığım iddia edildi. Aslında bu sürekli yaptığım, çözüm süreci öncesi ve sonrasında yaptığım standart faaliyetti. Yani barış ve çözüm istemiştim. Kanın, gözyaşının durmasını istemiştim. Bundan dolayı hakkımda Kocaeli Valiliği kararıyla derhal bir idarî ve adlî soruşturma başlatıldı. Yerel medyada, sosyal medyada sivil bir linç hareketi başlatıldı. Gözlerime kulaklarıma inanamadım, çünkü benim yaptığım iş tamamen barış isteğiydi. Uyarsınız uymazsınız ayrı bir konu, ama çatışmanın olmadığı, barışın zorlanması gerektiğine dair bir paylaşımdı bu. Sonuçta, uzman doktor olarak çalıştığım Kocaeli SSK Devlet Hastanesi’ndeki görevimden açığa alındım ve 6 Ocak 2017 KHK’sıyla görevimden ihraç edildim. Hikâyesi bu.

Peki, işin siyasî faaliyet kısmına geleceğiz. Siz her ne kadar Isparta doğumlu olsanız da hayatınızın önemli bir kısmı Bursa’da geçmiş. İlk, orta ve liseyi Bursa’da okumuşsunuz. İşsiz bırakıldıktan sonra Batman’da bir özel hastanede çalıştınız, onu biliyorum. Size bir sonraki sorum: “HDP’den bir adaylık teklifi almayı bekliyor muydunuz? Siyasete girmeyi istiyor muydunuz?” olacak.

Ama oraya gelmeden önce stüdyoya dönmek istiyorum. Cihangir İslam’la devam edelim istiyorum. Hocam, siz Açık Oturum’ların çok konuğu oldunuz. Burada sizinle siyaseti, siyasetçileri çok değerlendirdik. Ve nihayetinde siz de doğrudan siyaset yapmak üzere –elbette daha önceki HAS Parti deneyiminizi de unutmadan– herhalde milletvekilliğine doğrudan ilk defa bu kadar yaklaşıyorsunuz, doğru mudur? Siyasetin kapısına doğrudan bu kadar yaklaşmış durumdasınız. Buraya da zannediyorum Avcılar’daki seçim çalışmalarından geldiniz. Hissiyatınız nedir, sahada ne görüyorsunuz?

Cihangir İslam:
Evet. Teşekkür ediyorum. Tabii KHK ile atıldıktan sonra Türkiye’de küçük de olsa gündemin bir parçası olduk. İşte Yüksel Hoca da burada.

Yüksel Taşkın: Yolumuz çakışıyor sonuçta.

İslam: “Türkiye bizi keşfetti diyelim.” Lâtife yapıyorum tabii. Türkiye’de milletvekili olmak çok zor bir şey değildir. Önemli olan, kendi prensipleriniz doğrultusunda siyaset yapabilmek ve orada bir yerlere gelebilmek. İşin açıkçası, hırsları olan bir insan olmadım bugüne kadar. Ben daha çok ilim ehli olmaya çalışıyordum, gayretim o yöndeydi. Size not olarak söylemiştim; mesela, 40 yaşımda Amerika’da klinik araştırma konusunda master dersleri aldım, sırf klinik araştırmaya yönelik dersler. Burada iki senelik İslamî İlimler eğitimini bitirdim. Açık Öğretim’den felsefeyi bitirdim. Ve son olarak, şu anda Mimar Sinan Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans öğrencisiyim. Eğer aktif siyasete devam edeceksem herhalde öğrenciliğimi donduracağım. Çünkü tez yazmam, master derslerini tamamlamam lazım. Benim kafamda bu vardı. Aslında Yüksel Hoca da gülecek şimdi, ben emeklilik dilekçemi vermiştim, “Geleyim İstanbul’a, muayenehane açayım, bir yandan da ilim işleriyle, entelektüel faaliyetlerle uğraşalım’’ diye niyetliydim. Aralık’ta dilekçemi verdim, Şubat’ta beni işten attılar.

İmzaladığım bildiri şuydu: Birçok arkadaş 1128 imzalı Barış Akademisyenleri bildirisinden atılmaya, hukuksuzluğa maruz kalmaya başladı. Yani gözaltına alınmalar, ifadeye çağrılmalar, soruşturması alınmadan kapının önüne konmalar… Daha sonra 611 imzalı ikinci bir bildiri geldi hatırlarsanız. Zannedersem Boğaziçi kaynaklıydı. İlk bildirinin büyük bir bölümüne katılmakla beraber, dilini biraz kendime uzak bulmuştum. İkincisi iyi oldu, günün konjonktürüne de oturdu. Çünkü bir haksızlığa da karşı çıkıyordu. Ondan sonra üniversite hakkımda hemen soruşturma açtı. Soruşturma aşağı yukarı bir sene sürdü. Bunun yanında birtakım yıldırma politikaları falan… Bir sene sonunda da kendimizi kapı dışında bulduk.

Evet, şimdi de aktif siyasetin içindeyim. İnsan Hakları çalışmasında Gergerlioğlu’yla birlikte MAZLUM-DER geleneğinden gelen insanlarız, Sayın Gergerlioğlu eski arkadaşımdır, yani birbirimizi tanırız. Yeniden bir sivil toplum hareketi başladı. Sağolsun Gergerlioğlu bayağı öncülük etti. Aşağı yukarı bütün siyasî gruplardan üyesi olan 23 imzalı Hak ve Adalet Platformu kuruldu. İnsan Hakları, yapılan bu haksızlıklar konusunda, artı, o dönemde gündemimizde olan referandum konusunda da birtakım çalışmalar yaptık. Sivil toplum çalışmasıyla kendimizi siyasetin içinde bulduk. Sonra Adalet Yürüyüşü’ne katıldık. Ben de KHK’lılar adına bütün parkuru boydan boya yürüdüm. Yürüyüş boyunca Sayın Kılıçdaroğlu’nun da sağlığını takip ettik. Şimdi de işte kendimizi böyle aktif siyasetin içinde bulduk.

Öncesinde siyaseti değerlendirirken, konuşurken, şimdi siyaset yapmak farklı bir durum mu?

İslam: Yani beklenmedik bir durum değil. Ama şartlar bizi –zannediyorum Yüksel Hoca için de öyledir– bir anlamda aktif siyasetin içine itti. “Kendimizi burada bulduk” dediğim, sürprizle karşılaşmadım. Tabii ki siyaset küçük yaştan beri ilgilendiğim bir alan ama…

Babanız da eski bir milletvekili.

İslam: E tabii. Biz 10 yaşındayken o günkü bakanlar kurulunu ezbere sayardık. Yani yakından takip ederdik. Ama şartlar bizi bu noktaya getirdi. Çok da memnunum. Elimden geleni de yapmaya çalışıyorum.

Peki. Sahayı konuşacağız tekrar. Yüksel Hocam, sizinle de Açık Oturum’larda siyaseti, siyasetçiyi, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni çok konuştuk, çok değerlendirdik. Nihayetinde, Cumhuriyet Halk Partisi sizi Parti Meclisi’ne üye yaptı. Şimdi de –gerçi 18. sıra biraz aşağılarda bir sıra ama– milletvekili adayı gösterdi. Aynı soruyu size de sorayım: Bu işin öğretmenliğini yapmakla, şimdi doğrudan siyaset yapmak arasında nasıl bir fark var? Ne hissediyorsunuz?

Yüksel Taşkın: Ben pratik siyasetçilerin bilim insanını küçümsemesini ve bilim insanlarının da pratik siyasetçiyi küçümsemesini hiç sevmediğim için zaten çok orta alanda mevzilenmeye çalışıyordum. Saha araştırmalarına hevesim vardır. 2012’den beri de CHP İl AR-GE’de başlayarak CHP ile zaten bir bağım vardı. Elbette KHK ile atıldıktan sonra daha yoğunlaştı, ama bana inanılmaz öğretici geliyor. İleride bu kampanya süreçlerini, bu yaşadıklarımı, kafamdaki bazı kavramsal meselelerin sahada gördüğüm şeylerle kazandığım yeni boyutları yazacağım herhalde.

Sıram 18 dediniz ya, seçimin çok kritik olduğunu bildiğimiz için –hakikaten politika yapmıyorum şu anda– bırakın 18.sırayı, 35.sıradaki arkadaşlar da çalışıyor. Her gün bir ilçedeyiz, bütün İstanbul’u dolaşıyoruz bu şekilde. Milletvekilliği listesine konulmayan eski milletvekilleri de cidden çalışıyorlar. Seçimlerin kritik olduğunu biliyoruz. Ben de bu saha çalışmalarında, siyaset sosyolojisine meraklı birisi olarak bol bol gözlem yapıyorum. Bunlardan bir tanesini hemen aktarayım: Çok rahat kampanya yürütüyoruz. AK Parti’nin ileri gelenlerinin yaftalama siyaseti devam ediyor, onlar hâlâ kutuplaştırmaya çalışıyorlar. Fakat toplumumuzun hakikaten bu kutuplaştırmaya karşı bir sağduyusu var. Umarım, AK Parti’liler bundan ders alırlar, umarım.

Farklı siyasî aktörlerin yan yana gelmesi bir değer olarak kabul görülmüş, bunun bir ihtiyaç olduğunu AK Parti’liler de kabul ediyorlar. Benim en çok hoşuma giden, CHP’liler olarak, daha önceki seçimlerde hiç olmadığı kadar rahat bir kampanya yürütüyoruz her yerde. Bunu “Her yerde bize oy verecekler” anlamında söylemiyorum. İnsanlar dinliyorlar. Son derece medenî ölçülerde bir kampanya yürütülüyor. Araya çok güzel mizah unsurları giriyor. En çok söylenileni de: “Sadece seçim zamanı değil, her zaman gelin.” O konuya ayrıca gireriz. Ben bu turda seçim değerlendirmesi kısmına çok girmedim ki konuklar da oraya girsinler, ben de o zaman söylerim.

Peki. Tekrar başa dönelim. İsmail Hocam, önce şunu sorayım; sizin kardeşiniz halen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Bursa Orhaneli Belediye Başkanı, değil mi?

Tatlıoğlu: Doğrudur, evet.

Bu konuda aile arasında veya çevrede herhangi bir sıkıntı oldu mu? Kardeşiniz ne dedi adaylığınıza?

Tatlıoğlu: Hayır, olmadı tabii. Siyasî düşünce farkıyla, anne baba birliği farklı şeyler.

Peki. Ben bir Bursa yerel gazetesinde şöyle bir haber gördüm: Hangisi olduğunu gerçekten hatırlamıyorum o yüzden adını söyleyemiyorum. “İsmail Hoca siyasete gençlerle başladı” diye yazmıştı. Gençlerin olduğu bir yerde konuşma yapmışsınız diye okudum. Siz bir öğretim üyesisiniz, bundan daha doğal bir şey de olmaz diye düşündüm. Ama buradan hareketle şunu sormuş olayım, 2. turun sorusu o olsun: Seçmenle karşı karşıya gelmeye başladınız. Bursa’da ne görüyorsunuz? AK Parti’nin uzun yıllar yerel iktidarda olduğu, çok sayıda milletvekili çıkardığı bir ilde adaysınız. Ne olabilir?

Tatlıoğlu: Ben 1. Bölge’deyim, 10 tane milletvekili var. Bursa iki bölge. Her iki bölgeden de on tane milletvekili çıkarıyor. 1. Bölge, büyük merkez ilçeleri içine alıyor. Sahaya çıktığımızda benim ilk gözüme çarpan veya dikkatimi çeken şey, toplum, halk İYİ Parti’yi satın alıyor. Toplumda ciddi bir tedirginlik var, ama bir satın alma söz konusu. Ben yaklaşık 40 yıldır siyasî hayatı gözlemlerim. Türkiye’de şu an kararsızların en düşük olduğu bir siyasî ortam yaşanıyor diye düşünüyorum. Siyasî tarihte ya da en azından 80’den bu tarafa, kararsız seçmenin en az olduğu bir seçim yaşanıyor diye düşünüyorum. Seçime yüksek bir katılım olacağını düşünüyorum. Büyük çoğunluğun kararını verdiğini ama ifade özgürlüğünün maalesef çok ciddi olarak daraltıldığını ve ciddi bir korku hâkimiyeti olduğunu görüyorum. İnsanlar sizinle WhatsApp dışında görüşmüyorlar. İş adamları, tüccarlar ve bürokratlar artık WhatsApp’la görüşüyor. Siyaset temel olarak dönmüyor. Türkiye’nin daha önceki seçimlerde alıştığı o müzakereli, münazaralı, serbest ifadeli bir seçim ortamı yok. Muhatabınız ve rakibiniz devlet. Bursa 6. Olağanüstü Kadınlar Kongresi’ne…

Hocamızın sesi kesildi. Sesi siyasî iktidar kesmedi, biz kestik herhalde teknik olarak. Hocam, beni duyabiliyor musunuz?

Tatlıoğlu: Ben duyuyorum, siz?

Devam edin lütfen. “Bursa 6. Olağanüstü Kadınlar Kongresi” dediniz, orada kaldık.

Tatlıoğlu: Evet. 6. Olağanüstü Kadınlar Kongresi’ne cumhurbaşkanı adayı olarak Cumhurbaşkanı geliyor, düşünün. Devlet bütün gücü ve ihtişamıyla sahada siyaset yapıyor. Bu, esasında 16 Nisan 2017 referandumunun Türkiye’de açtığı pencerenin ne olduğunu gösteriyor. O şehirdeki bütün adaylar da artık sadece siyasî bir partiyle mücadele etmiyorsunuz. Rakibiniz sadece o değil. Rakibiniz aynı zamanda bütün gücüyle beraber Devlet. Bu farklı bir şey. Türkiye bunu belki 1950’den önce yaşadı ama bu dozda da yaşadığını zannetmiyorum. Yeni bir atmosfer var ve demokratik siyasetin tükendiği bir atmosfer bu. Buna rağmen toplumda çok ciddi bir alıcı var, fakat ifade yok. Üzücü olan bu. Özellikle gençlerde bu çok daha belirgin. Düşünün, bütün araştırmalarda, “Türkiye’de toplumun %82’si maziyi özlüyor” diye çıkıyor. Maziyi kim özler? Yaşlılar özler, bir de umudu olmayanlar özler. O nedenle bunu gençlerde çok daha fazla görüyoruz ve gençlerin çok fazla ilgisi var. Bu seçimi, Türkiye’de özellikle demokratik, rekabetçi siyasal bir sisteme dönüşe imkân tanıması açısından bir fırsat olarak görüyorum.

Bizim, Bursa’da muhtemelen 2. parti olma iddiamız var. İyi bir seçmen kitlemiz, iyi bir teşkilat çalışmamız var ve ilgi görüyor. Ben şahsen başarılı bir sonuç alacağımızı düşünüyorum. Ama toplumun seçim süreci ve seçim güvenliğiyle ilgili ciddi endişeleri var. İşin doğrusu bunu önlemede zorluk yaşıyoruz. Siyasal yapıda bir değişimin olacağını düşünüyorum, sahada böyle bir izlenimim var. 24 Haziran’da inşallah iyi bir Türkiye’ye uyanacağız.

Peki Hocam. Sizi uğurlamadan önce son bir soru sorayım, istediğiniz uzunlukta cevap verin. Bir AK Parti kurucusu ve AK Parti programını yazmış birisi olarak, bu seçimde AK Parti’ye neden oy vermeyecekleri konusunda bize üç şey söyleyebilir misiniz? İkinci soru da, seçimin yeni partisi İYİ Parti ve Meral Akşener’e neden oy verileceği konusunda üç şey söyleyebilir misiniz?

Tatlıoğlu: Evet. Birincisi şu: 2007’den itibaren Türkiye’de bir yönetim boşluğu var ve bu yönetim boşluğu eğitimden adalete, dış politikaya ve ekonomiye sirayet etmiş durumda. AK Parti’nin hükümetleri bile 2007’nin gerisine düşmüş durumda. Toplumun gerisine düşmüş bir devlet var ve artık yönetilemiyor. Buna ekonomi de dahil yönetilemiyor ve güven ortamı tükenmiş durumda. Türkiye’de esasen siyasal iklimin değişme mecburiyeti var. Bütün alanlar için var. Sadece ekonomi için değil. Bunun için AK Parti’ye oy vermemek lazım ve bunun için İYİ Parti’ye oy vermek lazım. Bunun için yarınlara umut vaat eden siyasal hareketlere oy vermek lazım. Esas temel nokta, Türkiye’deki siyasal iklimi mutlaka değiştirmek lazım. Bu zamana kadar Türkiye’yi birçok kadrolar yönetti. İlk beş yılın aksine, bu kadro son 10 yıldır Türkiye’yi başarıyla yönetemiyor. Biz yeni kadrolarla yeni siyasal iklim olmasını arzu ediyoruz. Bu nedenle İYİ Parti toplum tarafından ilgi görüyor.

Hocam, çok teşekkür ederim. Sizi iftara uğurlayacağız zannediyorum.

Tatlıoğlu: Evet. Ben de teşekkür ederim. Peki, iyi iftarlar olsun.

Sağolun, başarılar dilerim. Turu deminki gibi stüdyodaki konukların izniyle tekrar Ömer Faruk Bey’le sürdürelim. Ömer Faruk Bey demin size sormuştum: HDP’den bir adaylık beklentiniz var mıydı, bu sizi şaşırttı mı şaşırtmadı mı? Bunu bir öğrenelim. Ve buna ilave olarak da, ben sizi izliyorum, Kocaeli’nde neredeyse ayak basmadık yer bırakmadınız, galiba bütün Kocaeli’yi dolaştınız. Nasıl gidiyor çalışmalarınız, izlenimleriniz nedir?

Gergerlioğlu: Evet. Şimdi işin doğrusu, aklımda çok fazla siyaset yapmak yoktu. Halkların Demokratik Partisi’nden teklif gelince düşündüm, gündemime aldım. Yoksa seçimden bir ay öncesine kadar aklımda böyle bir düşünce yoktu. Bunun yanı sıra şöyle bir durum da oldu Sedat Bey: Toplumun çok farklı kesimlerinden özel mesajlarla “Hocam mutlaka siyasete girmelisin” baskısı geldi. Bir partinin teklifinden önce, bu dikkatimi çekti. Bireyler, bazı platformlar, KHK’lılar, farklı yerlerden insanlar “İllâ siyasetin içinde olmalısınız” diye bir baskı oluşturdu. Ve işin doğrusu o zaman düşünmeye başladım. Böyle bir teklif gelince de değerlendirdim, adaylık başvurusu yaptım.

Zaten ben de siyasetle iç içe olan bir ailede doğup büyümüş bir insanım. Babam, rahmetli, Milli Görüş geleneğinden gelmiş bir insandı. Ben 6-7 yaşımdan beri genel seçimleri yoğun bir şekilde takip eden bir aile geleneği içinde büyümüş bir insanım. Sonra okul yıllarımda, lise, üniversite yıllarımda kendimi yetiştirmeye çalışan, siyaseti sürekli takip eden bir insan oldum. Ardından önemli bir sivil toplum geçmişim oldu. MAZLUM-DER’de hem şube başkanlığı, hem genel başkanlığı anlamında uzun bir dönem sivil toplum içinde yer aldım. Onu bıraktıktan sonra da yine sivil toplum içindeydim. Zaten siyaseti sürekli dışarıdan takip eden ama sivil toplum açısından takip eden bir yapıdaydım. Ve işin doğrusu, sivil toplumda sizin yaklaşımlarınız, teklifleriniz, önerileriniz bir yere kadar oluyor. Aktif siyaset içinde çok daha fazla bir şey yapabilme imkânınız var. Bunu iyi bir şekilde, tüm toplum kesimlerine iyi hizmet verebilecek bir şekilde değerlendirebilme imkânı çıktı önümüze. Zaten Türkiye’nin birçok farklı sorunuyla sürekli iç içeydik. Bir insan hakları örgütünün başında olursanız tabii ki Kürt sorunu, din ve vicdan özgürlüğü en önemli maddelerinizden birisi olur. Bunlarla zaten çok yoğun şekilde ilgilenmiştik. Sonrasında da, mâlûm, 1,5-2 yıla yakındır Cihangir Hoca’nın, Yüksel Hoca’nın da mağdur olduğu gibi, KHK’lar sorunuyla çok yoğun, aktif bir şekilde uğraştık. Hak ve Adalet Platformu bu konuda Türkiye’nin son 1,5 yıldaki en önemli araştırmalarından birisini yaptı. Çok yoğun şekilde, birebir takip ettiğim vakalar oldu. Çok dramatik, çok trajik vakalarla uğraştık. Mâlûm, iki ayrı sitede de yazıyorum, birebir takip ettiğim çok dramatik hikâyeler, inanılmaz hak ihlâlleri yazdım.

Tabii bunlar toplumda ister istemez, “Hocam, madem bu kadar yakından takip ediyorsun, bu kadar eleştiriyorsun, siyasetin içinde yer alarak bu konularda bir şeyler yap” baskısı oluşturdu ve kendimizi böyle bir süreç içinde bulduk. Kocaeli’nde yoğun bir şekilde çalışıyorum. Şu anda mesela Gebze’deyim. Gebze’de gün boyu çalıştık. Esnaflar, dernekler her yerde konuşuyoruz. Günde belki 5-6 kez konuşma yapıyorum. Yüzlerce esnafla buluşuyoruz. Sağ olsunlar önemli bir teveccüh de var. Kocaeli’nde beni hem ulusal anlamda tanıyan çok kişi var hem de yerel anlamda tanıyan çok kişi var. Burada 17 yıl boyunca uzman doktor olarak hizmet ettim. 100 binlerce kişiye verdiğimiz bir hizmet var. Burada 2003’ten beri, İnsan Hakları alanında yoğun şekilde çok etkin bir dönem geçirdim. Medyada çok iyi karşılandı. Kocaeli’nde yerel basın mensupları A’dan Z’ye beni çok iyi tanır, hepsi çok ilgiyle, çok dikkatle karşıladı. Her kesimden insanın takdiri geldi, sağolsunlar. Farklı kesimlerden de destek alıyoruz. Çok ilginçtir; mesela bana gelen iletilerde, “Hocam, ben aile boyu MHP’liyim, ama seni tanıyorum, hayatta HDP’ye oy vermeyi hiç düşünmezdim ama bu sefer oyum HDP’ye” diyen de var. “Ben önceden HDP il binalarına saldırmış bir ülkücü idim, bu süreç içinde uğradığım mağduriyetler bana işin gerçeğini gösterdi. Gözüm açıldı, sizi takip ettim, madem oradasınız artık bundan sonra oyum HDP’yedir” şeklinde böyle yüzlerce mesaj geldi. Bunlar beni sevindiriyor Sedat Bey. Çünkü şahsımla veya partimle ilgili değil, bu toplum için bir umuttur. Çünkü insanlar sonunda hak ve adalet paydasında bir değerlendirme yaptıklarında, o kimliklerden soyunup, özeleştiri yapıp hakkaniyetli seçimler yapabilir. Bu noktada bizler, ben, Cihangir Hoca, Yüksel Hoca gibi isimleri çok önemli ve değerli buluyorum. Çünkü bu toplumda, işte bu kimlik çatışmalarını önleyen, herkesi ortak paydalarda bir araya getirebilecek bir gücümüz olduğunu düşünüyorum. Ve inşallah hepimiz Meclis’te oluruz ve bu düşüncelerimizi orada gerçekleştiririz diye temenni ediyorum.

Peki Hocam. Cihangir Hoca ile devam edelim. Demin söylemiştim ya, siz Numan Kurtulmuş’la birlikte HAS Parti’yi kurmuştunuz. Siz İstanbul 3. Bölge 9. sıra adayısınız. Numan Kurtulmuş da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 3. Bölge 1. sıra adayı. Seçim çalışmaları sırasında hiç karşılaştınız mı? Bir onu sorayım. İkincisi, asıl soru: Şu âna kadar seçim bölgenizdeki çalışmalarda ne gördünüz, izleniminiz nedir?

İslam: Seçim çalışmalarında karşılaşmak mümkün olabilir, ama herhalde zor olacaktır. Çünkü çok sayıda ilçe ve bu ilçeler içerisinde de çok sayıda bölgeler var. Ama karşılaşırsak da her neyse, biz çalışmalarımıza aynen devam ederiz. Önemli olan, bu karşılaşmaların yumuşak ve bir nezaket çerçevesi içerisinde geçmesi. Gerek İYİ Parti, gerek Saadet Parti’sinin, gerek CHP’nin bugüne kadar uğradığı saldırılar ortada. Bu iyi bir şey değil, centilmence bir şey değil. Ama her neyse. Son olarak CHP Sayın İl Başkanı bir açıklama yaptı: “Eğer tedbir alınmazsa biz kendi önlemlerimizle mukabelede bulunacağız” dedi. Bu işin sertleşmemesi lazım. Yüksel Hoca’nın dediği gibi taban çok aklı başında. Belki birkaç “asabî” vatandaşla karşılaşılıyor, ama onun söyledikleri de sözde kalıyor neticede, kişisel deşarj olmaktan öteye gitmiyor. İnsanlar dinliyor.

Sayın Tatlıoğlu’nun söylediklerine de katılıyorum. Yani insanlar sanki kararlarını vermiş, ama bir kısmı konuşmaktan kaçınıyor

Korkuyorlar mı?

İslam: Korkuyorlar. Baştan beri benim inandığım budur. Yüksel Hoca’nın da bu konudaki kanaatini merak ederim doğrusu. Anket sonuçları yanıltıcı olacaktır zannediyorum. Ben birçok insanın tavrını belli edemediğini düşünüyorum. Ama onun dışında çalışmalarımız sıcak karşılanıyor. Aslında Millet İttifakı yumuşatmış ortayı. Özellikle “Millet İttifakı” içinde buluşan birbirinden son derece farklı üç şey –CHP geleneği, Milli Görüş geleneği ve Milliyetçi gelenek– aslında Türkiye siyasetinin belkemiğidir bir anlamda. Bu üçü, Türkiye’nin siyasî açıdan ana damarlarıdır. Bunların demokrasi, İnsan Hakları, karşılıklı saygı çerçevesinde yan yana duruşları, vatandaşta gerçekten çok iyi karşılık bulmuş. Ben bu siyasî hareketin çok iyi puan topladığını zannediyorum. Söylediklerimden başka eksik kaldı mı?

Tayyip Erdoğan bugünkü Mersin konuşmasında Saadet Partisi seçmenine seslendi. “Siz Cumhuriyet Halk Partisi’nin yanında ne arıyorsunuz?” demeye getirdi biraz. Sizin gözleminiz nedir? Saadet Partisi seçmeni özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’yle bir ittifak içinde olmaya nasıl bakıyor?

İslam: Geçmişten bugüne gelen “Milli Görüş” diye adlandırılan geleneğin herhangi bir düşmanı yoktur. Bakın, siyasette edebi dostluklar olmadığı gibi mutlak düşmanlıklar da yoktur. Bu, rahmetli İzzetbegoviç’in bir sözüdür. Burada çerçeveye ilkeler prensibinde bakarsınız ve bütün insanlarla bir arada yaşamak ilkesini –ki bu Saadet Partisi için kalıcı bir ilkedir– öyle zannediyorum ki –ortaya koydukları tavırdan açıkça görüyorum– CHP için de, İYİ Parti için de, Demokrat Parti için de kendi siyasî görüşleri içerisinde olmazsa olmaz durumda olan ilkeler, bunu hissediyoruz.

Ben Sayın Erdoğan’ın yerinde olsam önce kendi durumuma bir bakardım. AK Parti’yi ideolojik olarak MHP’ye teslim etmişsiniz. Sonra, son derece dostâne, karşılıklı sevgi saygı, bir arada yaşama, insan hakları çerçevesinde yakınlaşan iki lideri –burada Sayın Kılıçdaroğlu’nu ve Sayın Karamollaoğlu’nu kastediyorum ki aslında Türkiye siyasî tarihinde ender görülen vakalardan bir tanesidir– kınayacaksınız. Bu eleştiri, altı boş bir eleştiridir. CHP-Saadet Partisi yakınlaşmasının bir ortak geçmişi de vardır. Zaten 1974’e dönüp bakarsanız, rahmetli Ecevit’le rahmetli Erbakan’ın, geçmişte hükümeti son derece değişik bir perspektifle ele almaları. Daha güzel günler yaşanacak Türkiye siyasetinde. Ben böyle görüyorum.

Peki. Yüksel Hocam, sizden alalım saha izlenimlerini. Biriktirdiğiniz her şeyi burada anlatın lütfen.

Taşkın: Bizler, 1. Bölge’deki bütün adaylar her gün bir ilçede görevliyiz. Bize özel program olmuyor, ne varsa onu yapıyoruz. Ben şunu görüyorum: Türkiye’de gerçek anlamda, olumlu anlamda siyaset hamlelerini muhalefet yapıyor. AK Parti ise hâlâ hayat tarzı istismarıyla, yaftalama siyasetiyle uğraşıyor. Bizler –bu Saadet Partisi için de geçerlidir– şiddetten uzak bir partiyiz. Bugüne kadar bu kampanyada CHP’lilerin herhangi bir yere saldırdığı görülmedi, barışçıl insanlarız biz. Aramızda kurduğumuz medeni ilişkileri toplumun en azından makul çoğunluğu fark ediyor. Biz ileride iktidara gelirsek uzlaşma siyasetini ileriye taşıyacağımızı da görüyor. Dolayısıyla biz gerçek anlamda siyaseti temsil ediyoruz.

Karşı taraf ise konuşmaların bir kısmını atarak konuşuyor; bugün Muharrem İnce gösteriyordu: “İnce Demirtaş’ı ziyaret etmiş, bir tek onu kutlamış” deniyor. Hâlbuki Muharrem İnce bütün adayları ziyaret etti. AKP’nin bu siyasî yaftalama alışkanlığını sahada hemen görüyoruz. Bize “Nasıl olur da Muharrem İnce bir teröristle görüşür?” diyorlar. Ondan sonra Saadet’lilere de yoğun bir psikolojik baskı uyguluyorlar. Bunu sahada da görüyoruz. “Nasıl olur da dinsiz partiyle bir arada olursunuz?” deniyor. Biz siyaset yapıyoruz, ben şimdi CHP’lilerin dindarlığını savunacak değilim. Bu gerçekten yaftalama siyasetidir. Bu toplum, geçmişte yapılan bazı yanlışların, samimi olmayan bir şekilde istismarının farkına varacaktır. 7 Haziran öncesi AKP bu istismarı özellikle mütedeyyin Kürt seçmene yönelik olarak çok tırmandırdı ve bu ters tepti. Biz aynı havayı görüyoruz.

AKP bocalıyor. Üç defa ajans değiştirdiler. Şöyle bir ikilemleri var. Kendilerini MHP’ye teslim ettiler. MHP’nin de, maşallah daha sahaya falan indiği yok. Ekim’de mi Kasım’da mı, ne zaman inecek sahaya bilmiyorum. Tabii bireysel olarak çıkıyorlar ama MHP sahada yok. Devlet Bahçeli bekliyor. Birkaç miting yapacak. Yani siyasette de performans kriterleri ve değerlendirmeleri olmalı, onu MHP’lilere bırakıyorum. Dolayısıyla şöyle bir şey var: MHP sahada yok ama ideolojik ajandayı belirliyor. Oy toplama derdi yok, insanların dertlerini gördükleri yok. AK Parti’yi kilitlediler. Sahada gördüğümüz AK Parti ikilemini söyleyeyim: AK Parti şu an nispeten çok sert gitmiyor. Bence kendi içinde sert ama önceki seçimlerle karşılaştırdığınızda, doğrultu belirleyemiyorlar, çok yalpalıyorlar. Böyle zamanlarda, hep yaptıkları gibi, “Bay Muharrem,” “Bay Kemal” şeklindeki ifade tarzının değerlendirmesini topluma bırakıyorum. Çok yakışıksız. Mesela biz Erdoğan’a “Molla Erdoğan” diye hitap etsek… Yapar mıyız, bu nedir? İnsanlar bu karikatürize edilmiş durumu değerlendirsinler.

Bence AKP şuna karar veremiyor: “Acaba bu sertliği biraz daha tırmandırayım mı?” diye düşünüyorlar. 7 Haziran’daki gibi olur. Muhalefet zaten moral üstünlüğe sahip ve insanlar istismar siyasetini hissediyorlar. Dolayısıyla bunu abartırlarsa ne olacak? Bence yine oy kaybedecekler.

Şimdi bir Kandil operasyonu ısıtılıyor. Her şeyin içi o kadar boşaldı, her şey o kadar suiistimal ve istismar ediliyor ki. Birkaç köşe yazarı –ki onlar köşe yazarı mı, parti sözcüsü mü belli değil– hemen “Kandil’le beraber öyle bir şey olacak ki 99’daki rüzgârı yakalayacağız” diye yazıyor. Temenni analizin önüne geçiyor. Demek ki oradaki olası şehitlerimiz, seçim başarısı için olacak. Bunu şimdiden koymalıyız. Hatta ben Muharrem İnce başta olmak üzere bütün muhalefete, şimdiden bu konudaki söylemlerini hazırlamalarını tavsiye ediyorum. Zaten bunları elimden geldiği kadar önerdim. Bunun da niçin yapılacağı belli: “Milliyetçi hamaseti yükselteceğiz” vs.. Ama baktığımda AKP ve MHP arasında oy geçişkenliği dışında bir işe yaramayacak. Bu, Kürtleri daha da yabancılaştıracak bir tez olabilir. Kürtlerin çoğu Kandil’le aralarına mesafe koymuştur, yanlış anlaşılmasın. Bu kadar Kürt karşıtlığı üzerinden yapılacak bir kampanya insanları rahatsız ediyor. Karşınıza iki aktör belirliyorsunuz ve sürekli onlara çakıyorsunuz. Peki bizim ülkemizin birlik ve bütünlüğü nasıl sağlanacak?

Orada burada HDP’ye saldırılar oluyor. Bu saldırıları derhal, başta AKP olmak üzere hepimizin kınaması gerekiyor. Orada maalesef bu ülkenin insanlarının kanına işlemiş bir refleks var: “Suçu işleyen bizdense ve bizim ‘düşman’ımıza karşı işliyorsa hoş görülebilir”. Bu, adaletin evrenselliğinden nasibini almayan bir tavırdır ve ülkemize zarar verir. Her Kürt’ün kendini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hissetmesi için elimizden geleni yapmamız lazım. Aksi tavırlar –ben o kelimeyi çok kullanmam ama kullanayım– bölücülüktür.

Sahada şöyle bir şey görüyoruz. Demin İsmail Tatlıoğlu Bey söyledi: Korku. Ben seçmenle tek tek rahatça konuştuğumda ciddi bir Muharrem İnce dalgası görüyorum. Anketlerde –“Anketler değersizdir” diye bir şey de söylemek istemiyorum, öyle demiyorum ama– bizim sahada gördüğümüz şeyler anketlere yansımıyor gibi geliyor bana. Sahada, CHP kendi seçmenini konsolide etmiş, üstüne bir de İnce’nin getirdiği bir dalga var. Bizim örgütümüz çok çalışkan. Kendini motive etmiş bir örgüt var. Seçmenimiz, biz zaten bildiri dağıtırken, “Bana vermene gerek yok, ben tamamım” diyor. Kendi seçmenimiz olmayan makul insanlardan da bize yönelik bir ilgi var. Açıkçası, biz bunu hissediyoruz ve bu seçimde 1. tur ve 2. turu belirleyecek olan da budur. Biz eğer Millet Meclisi’nde bir çoğunluk yakalayacaksak bu dinamikler sayesinde yakalayacağız. Yalnız, kararsız dediğimiz insanların bir kısmı şu hesabı yapıyor: Millet İttifakı’nda bir güç birikmesi görüyorlar. Diyorlar ki “Denge değişecekse ben de o tarafta olmalıyım, zaten bu taraftan bıktım.” Ama bir kararsızlık var: “Acaba değişmeyecek mi? Değişecekse öbürü daha iyi olabilir” diye. İşte bu insanların ne yapacağını bilemiyoruz. Bu insanlar belirleyici olacak. Bunların bir kısmı bıkkınlıktan sandığa gitmeyebilir. “Karar veremiyorum, gitmeyeceğim” diyebilir.

İkincisi, sahada Saadet-AK Parti arasında gidip gelen seçmenin durumu var. Burada da çirkin bir propaganda yapılıyor. Saadet’liler gerçek anlamıyla siyaset yapıyorlar, rakipleri de “Dinsiz CHP ile nasıl yan yana gelirsiniz?” söyleminde. Kardeşim, biz bu %10’luk haksız, adaletsiz, milli iradeyi hor gören bir baraja, bir de Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasına karşı minimum bir yan yana geliş sergiliyoruz. Bunun ideolojik bir ittifak olmadığını herkes biliyor. Dolayısıyla biz de, Saadet’liler de bunu makul olan, iyi niyetli insanlara çok rahatlıkla anlatıyoruz.

Ben İYİ Parti’nin performansını tam olarak ölçemiyorum. Eğer orada AK Parti’den belli bir merkez sağ kalmışsa –ben sosyolojik olarak bu merkez sağın ne olduğunu da tam anlayabilmiş değilim– AK Parti’de geleneksel muhafazakâr denilen kitleden biraz bir şey koparırsa, belki.

HDP’nin %11,5, 12,5 oranlarına vurduğunu hissediyorum. Yalnız bence şöyle bir hata yapıyorlar: Siyaseten kendi mahalleleri dışına çıkmakla ilgili bir ürkeklik sergiliyorlar. Ömer Faruk Gergerlioğlu bunu yapmıyor, ama genelde HDP’liler hep “kendi mahallelerinde” siyaset yapıyorlar. Onları da anlamak lazım, çünkü çok saldırıya uğruyorlar. Ama yine de siyasette pragmatik olup, “diğer mahallelere” de ısrarla ve sakince gitmeyi zorlamak gerekiyor. Belki bu seçimde bunu yapacak refleksleri yok, çünkü çok saldırı aldılar. Ama diğer seçimlerde bunu yapabilirler.

Ben bir de CHP’ye dair bir şey hissediyorum: Demin söyledim, en rahat kampanyamızı yürütüyoruz. Tabii bunu “Oyları aldık, götürüyoruz” anlamında söylemiyorum. Günde bir ya da iki tatsızlık yaşıyoruz, onun dışında gayet makul. Ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun, son dönemde CHP’yi oyun kurucu parti ve Türkiye’nin sigortası olarak konumlandırma, farklı aktör çeşitlemesine katkı sunma, herkesle medeni ilişkiler kurma tavrının, seçmen tarafından “Bu bize lazım galiba, bu iyi bir şey” şeklinde kesinlikle desteklendiğini hissediyorum. O yüzden muhafazakâr seçmende, oy vermeyecek olsalar bile “Bu insanlar Türkiye’ye lazım, bunlara da kulak vermeli” duygusunu taşıdıklarını %100 müşahede ediyorum. Çok uzatmayayım, diğer konuklar da bir şeyler eklemek isteyeceklerdir.

Peki. Son turu atalım. Şu soru üzerinden gidelim. Ömer Faruk Bey’le başlayalım. Demin, İsmail Tatlıoğlu’na da aynısını sormuştum. Size de benzer bir soru sorayım: Seçmen Kocaeli’nde ve Türkiye’de neden Halkların Demokratik Partisi’ne oy versin sizce?

Gergerlioğlu: Evet. AK Parti yönetimi, 16 yılın sonunda artık iyice geriledi, bozuldu, çürüdü ve kokuştu. Türkiye’nin sorunlarını çözemez bir hale geldi. En başta, siyaseti bitirdi. Siyaset bence en başta AK Parti için lazım. Çünkü “tek adam” rejimi başka partilere değil en başta kendi partisine büyük zarar verdi ve siyaset kendi partisinde de bitti. Şu anda Türkiye, kendi sorunlarını çözemeyen, zorlamayla götürülmeye çalışılan, duvara toslamış külüstür bir arabayı temsil eden bir AK Parti hâkimiyeti görüntüsünde maalesef. Hükümet, hâkimiyetini devam ettirebilmek için dindar muhafazakâr camiaya yönelik bir oyun içinde. Şeklen, dini argümanları kullanarak, kendisinin bir saldırı altında olduğunu, küresel güçlerin, dış mihrakların kendisini istemediğini anlatıyor. Bunlar eski hikâyeler. Bu hikâyeler geçti artık. Yeni Türkiye’de başka şeyler konuşulması gerekiyor. Evet eskiden bu tür durumlar vardı, ama şu anda artık Türkiye’nin siyaset zemini değişti. Artık insanlar dinsel anlamda, ırksal anlamda bir siyasetten ziyade, önemli değerler üzerinden siyaset yapmaya başladılar. Farklı partilerde yer alsalar da, birbirlerine saygı duyan ve ortak paydalarda birleşen çok insan olmaya başladı. Bunlar da Türkiye siyaseti açısından son derece değerli.

Halkların Demokratik Partisi niye kuruldu? Türkiye’nin en önemli meselesi olan Kürt meselesi konusunda çözüm bulmak için kuruldu. Halkların Demokratik Partisi “Demokratik cumhuriyeti ortak vatanda, eşit vatandaşlık ilkesi üzerine kuralım” diyor. Bunu da son seçim bildirgesinde net bir şekilde söyledi: “Kürt meselesine, ortak vatanda, siyasetle çözüm bulalım” diye bunun altını gayet kalın bir şekilde çizdi. Halkların Demokratik Partisi’nin seçim bildirgesine bakıldığı zaman, hakikaten son derece yoğun bir demokrasi vurgusu olduğunu görüyoruz. Bunu gerçekleştirmek için de lafta kalmadığını, önemli bedeller ödendiğini de görüyoruz. 10 bine yakın parti yöneticisi şu anda tutuklu. Birçok milletvekilinin milletvekilliği düşürüldü biliyorsunuz. Cezaevinde olan milletvekilleri var. Uzun bir süredir partinin kolunu kanadını kırma girişimi yapılıyor. Siyasetten öteye itilmeye çalışılıyor. Ama Halkların Demokratik Partisi ısrarla sivil siyasetin içinde kalmaya ve sorunları burada çözmeye çalışıyor. Bu, çok önemli ve çok değerli. Şiddetten uzaklaşılması gerektiğini, sorunların Meclis’te çözülmesi gerektiğini söylüyor. Parti programı açısından, kadın milletvekillerine verilen adaylık oranı %37. Realitede gayet net bir şekilde kadını ön plana koyan çok önemli bir girişim. Diğer partilere fark atmış durumda.

Toparlarsak?

Gergerlioğlu: Hemen toparlayayım. Sonuçta, Kürt sorunu çözülmeden Türkiye bir yere gitmez. Halkların Demokratik Partisi’nin Meclis’te olması gerekiyor. Şu anda, baraj altına itilmeye çalışılan bir Halkların Demokratik Partisi var. O yüzden biz diğer siyasî partilere de bunu söylüyoruz. Baraj sorunumuz var. Eğer HDP baraj altında kalırsa, Türkiye siyaseti çok büyük bir deprem yaşar. Az çok katettiğimiz mesafeler maalesef yok olur diye düşünüyorum. Teşekkürler.

Peki Hocam. Biz çok teşekkür ederiz. Arzu ederseniz yayından ayrılabilirsiniz. Katıldığınız için çok teşekkürler. Stüdyodaki konuklarımızla devam edelim hemen. İkiniz de CHP’nin adayı olduğunuz için aynı soruyu soruyorum: Sizce seçmen neden “Millet İttifakı”na oy versin? Neden AK Parti’ye oy vermesin?

İslam: Önce şunu açıklayayım: Sayın Erdoğan’ın “Dinsizlerle ittifak yapıyorsunuz” gibi son derece incelikten uzak, siyasetin dilini bozan sözlerine bir cevap vermek isterim. Saadet Partisi, AK Parti’ye karşı şu tutumu ortaya koymuştur: Bir: Kimseye dinini sormak bizim haddimiz değildir. İki: CHP’li yurttaşlarımızın dinle ilişkisinin ne olduğunu tanımlamak kendi bilecekleri iştir. Ama bunun yanında, toplumumuzda genelde bir hakaret olarak algılanan bu “dinsiz” tanımından, CHP’yi ve CHP’lileri tenzih ederim. Hiçbir zaman o üslûba katılmam. Bırakın katılmamayı, o üslûbu kınarım. Birisi bana “Dinsizlerle ittifak yapmak uygun mudur?” diye benzer bir soru sormuştu. Ben de ona “Hırsızlarla ittifak yapmamak uygundur” şeklinde cevap verdim. Bu, hayata kimlikler ve ilkeler üzerinden bakışın farkıdır. Saadet Partisi hayata ilkeler üzerinden bakar ve şunu söyler: “Bir insanın kimliğinin Müslüman, Hıristiyan, Ateist olması önemli değil. Siyaset arenası burası. Siyasette ittifaklar önemlidir. İttifaklar da kimlikler arasında değil, ilkelerin altında ve ilkelerin ışığında yapılır.”

Evet, biz insan hakları, karşılıklı sevgi saygı, ama bunun da üzerinde ve benim en çok önemsediğim “bir arada yaşama” iradesini vurguluyoruz. Barış Bildirisi’nden beri, 1-1,5 senedir bunu söylüyoruz: “Bir arada yaşama” iradesinin vurgulanması. Çoğulcu demokrasi, insan hakları ve demokrasinin tüm unsurları. Yani, şeffaflık, hesap sorulabilirlik. Bunlar da dâhil. Biz bu ilkeler etrafında son derece uyumlu bir ittifakız.

Bakın, siyaset Türkiye’de yeniden tanımlanıyor. Bunu referandumdan sonra konuştuk. Şu anda, Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan, eski siyasettir.

Taşkın: “Eski Türkiye”.

İslam: Eski Türkiye, eski siyaset, eski her şey. Burada insanların yaşına vs. bakmayınız. Siyasî tutumlarına bakınız. Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Karamollaoğlu, Sayın Akşener ve Demokrat Parti’nin bu çıkışı yeni siyasete bir adımdır. HDP’yi de bunun dışında tutmam.

Biz şunu söylüyoruz: “Biz, tıpkı 1. Meclis’in yaptığı gibi, bu ülkeyi temsil edebilecek insanlarla, o çeşitliliği ve o liyâkati sağlayan insanlarla yeni bir Türkiye kurabiliriz. Ve bu Türkiye’de herkes mutlu bir şekilde yerini alabilir.’’

Peki. Yüksel Hocam?

Taşkın: AK Parti’ye niye oy vermememiz gerektiğiyle ilgili çok basit bir test var. Ben özellikle AK Parti’lilere, pazarda, orada, burada söylüyorum: “Programınıza bakın. Programınızda vaat edilen demokrasiyle ilgili maddeler –ki o oldukça ileri bir programdır– ışığında bugünkü AK Parti’ye sınav yapın ve not verin. Ondan sonra niçin AK Parti’ye oy vermememiz gerektiğini anlarsınız.” Orada parti içi demokrasiden, önseçimden bahsedilir. Bayağı iyi bir programdır. Hatta az önce Cihangir Bey’in de “dinsiz” nitelendirmesini yapan kesimlerle ilgili söylediği, son derece demokratik, uzlaşmacı vurgu, o programda birebir vardır. AK Parti’nin iflasını oradan görebilirsiniz. O tarihsel bir belgedir. Onu değiştirmek de akıllarına gelmiyor. Çünkü metinlere, belgelere artık inançları da kalmadı.

Sahada şunu görüyoruz. Şöyle bir grup oluşmuş. Bunu küçümsemek için değil, tespit anlamında söylüyorum. Dinî nedenlerle değil ama belli avantajlarını yitireceğini düşündüğü için AK Parti’ye tekrar oy vermeyi düşünen enteresan bir grup var. Cihangir Bey de bunu fark etmiştir.

Bir otoriter rejimden çıkışın çok basit bir anahtarı vardır. Bu konuda onlarca vaka incelenmiştir. Muhalif partilerin yan yana gelmesi yetmez. Muhalif partilerin demokratik bir şekilde yan yana gelmeleri gerekir. Bunun yarattığı ahlakî üstünlükle, iktidar blokundan parça koparırlar ve böyle dönüşür. Şimdi biz bu yoldayız aslında. Referandumdan itibaren, aynen Cihangir Bey’in de söylediği gibi, doğru bir yerde gidiyoruz.

Şu anda Türkiye’de siyaset ekonominin takozu olmuş durumda. Siyaset ekonomiyi felç etti. Bu ülkenin inanılmaz bir iktisadi dinamizmi ve aktörleri var. Buna rağmen siyaset ekonomide takoz haline geldi. Ekonomi aktörlerinin bunu gayet iyi gördüğünü ve seçimde bunun da çok belirleyeceği olacağını düşünüyorum.

CHP ile ilgili olarak, Türkiye’nin sigortası olduğunu ve bunu her şekilde gösterdiğini söylemiştim. Bizim cumhurbaşkanı adayımız son derece başarılı ve çıtayı gayet yüksek tutuyor. Ona destek vermek ve ilk turda onun güçlü bir şekilde çıkmasını sağlamak gerekiyor diye düşünüyorum. Artı, onun güçlü bir meclis grubuna ihtiyacı olduğu için bize teveccüh gösterilmesinin yararlı olduğunu düşünüyorum. Bunları da eklemiş olayım.

Peki, çok teşekkür ederim. Efendim, bu akşam Medyascope.tv 141. Açık Oturum’unda, Türkiye’nin seçimini bu sefer milletvekili adaylarıyla konuşmaya çalıştık. Umarım, açıklamalar, değerlendirmeler herkes için zihin açıcı olmuştur. İyi akşamlar.

 

 

 

 

Tania Taşçıoğlu Baykal

23 Eylül 2018

Süre: 69,27

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.