Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ortadaki adamlar: Selahattin Demirtaş ve Ayma Odeh

ABD’nin en prestijli yayınlarından Foreign Policy‘de 29 Aralık 2015’de yayınlanan “Ortadaki Adamlar” (The Men In The Middle) başlıklı makale, bugünlerde tekrar yakınlaşmaya başlayan Türkiye ile İsrail’in yerel siyaset sahnelerindeki bir benzerliğe işaret ediyor. Foreign Policy’nin Ortadoğu editörü David Kenner’in imzasını taşıyan makalenin orijinalini bu linkten okuyabilirsiniz. Yazıyı Türkçe’ye Deniz Baran çevirdi.

Ortadaki adamlar: Selahattin Demirtaş ve Ayma Odeh

Ortadoğu’da bütün dikkatleri hep silâhlı adamlar üzerlerine çekmiştir. “Eğer bir yerde kan akıyorsa orada haber vardır” sözü nesiller boyu gazeteciler için kendi kendini ispat eden bir gerçek olmuştur. Bugün de örneğin, IŞİD’in en son şiddet eylemlerini, İsrail’de devam eden bıçaklı saldırıları, Suriye ile Irak’taki çıkmazdan kendi uluslarını biçimlendirmeye çalışan Kürtlerin sarf ettiği çabaları ele alırken aynı söz geçerli.

Fakat Ortadoğu’da çok farklı iki ülkede yer alan iki genç, sivil siyasetçi, silâha başvurmadan kendi ülkelerinin politik doğasını yeniden kurgulamaya çalışmak gibi derin bir vazifeyi yerine getirmeye çalışıyorlar. İkisi de azınlıkların temsilcisi ve kendi halklarının gerçek lideri olma şevkine sahip. İkisi de yabancı unsurları sevmeyen sağcı devletlerle yüzleşen sıkı birer solcu ve ikisi de seçmenleri onlara karşı kutuplaştıran kendilerinden daha radikal sesler sebebiyle batma tehdidi ile karşı karşıya.

Ayma Odeh, İsrail parlamentosu Knesset’teki üçüncü büyük grup olan Arap çoğunluklu partilerin ittifakının lideri. Selahattin Demirtaş ise, Türkiye’deki Kürtlerin ağırlıkta olduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanı. İkisinin çok fazla ortak noktası var. Odeh’in Arap-İsrailli tabanı da Demitaş’ın Kürt tabanı da nüfusun yaklaşık yüzde 20’sine tekabül ediyor ve iki lider de daha geniş bir ölçekteki seçmenlere de ulaşmak için tasarlanmış olan mesajları topluma veriyorlar.

Odeh (40 yaşında) politik mesajı için tek bir ilhamdan bahsediyor: Martin Luther King Jr. İsrailli lider geçen Aralık ayında King’in memleketindeki cemaati olan Atlanta’daki Ebenezer Baptist Kilisesi’ni ziyaret etti. Irk eşitliğini savunmak için beyaz Amerikalılar ile yan yana yürüyen King gibi Odeh de sağcı politik düzeni alt üst edecek bir Arap-Yahudi ortak cephesi tasavvur ediyor.

Odeh, Foreign Policy’ye “Bizler ırkçılık ve ayrımcılığa karşı çıkan Araplar ve demokratik Yahudiler olduğumuzu söylemek istiyoruz” diye konuştu. “Bizim mücadelemiz nihayetinde İsrail’in tüm vatandaşları için, çünkü bu bir demokrasi mücadelesi.”

Odeh kendilerine erişmek için, Etiyopyalı Yahudiler’den Soykırım’dan  kurtulmuş olanlar ve genç işsizlere kadar, haklarından mahrum kalmış diğer gruplardan bir liste oluşturmuş. Amacı gelecek seçimlerde Knesset’te 17 koltuk almak (mevcut koalisyona ait olan 13’ün üzerinde) ve İsrail politikasını kökten olumsuz etkileyen toplumun yoksul kesimleri arasında bir ittifak kurmak. “Tek başımıza İsrail’i böyle bir çizgiye sokamayız” diyor ve ekliyor: “Fakat biz olmadan da bu imkânsız.”

Odeh ilk Knesset konuşmasında King’in “I Have a Dream” (Bir Hayalim Var) konuşmasının kendine uyarladığı versiyonunu okudu ve kendi vizyonu uygulamaya geçerse 2025’te nasıl bir İsrail’in şekillenebileceğini tarif etti. “Yüzlerce ve binlerce Arap çalışan özel sektöre entegre olmuş olacak” diyor ve bunun sosyal gerilimi düşüreceğine ve ekonomik kalkınmaya katkıda bulunacağına inanıyor. Çünkü ona göre eğer nüfus içerisindeki ayrımlar bir kenara bırakılacak olursa yoksulluk söküp atılacak.

Odeh’in bloğundaki herkes  böyle iyimser bir tona sahip değil. Knesset’in Arap İsrailli üyesi Hanin Zoabi, İsrail’in kendi Arap vatandaşlarına doğru Kristal Gece’yi (Nazi Almanyası’ndaki Soykırım’ın habercisi olan 1938’de Yahudilere karşı yapılan kıyım) gerçekleştirmeye doğru gittiğini söylediği için medyada yaylım ateşine tutuldu. Camilerin tahrip edilmesine ve Yahudi yerleşimciler tarafından yakılan Filistinli çocuğa atıfta bulunarak modern İsrail’in “bize 1930’lu yıllardaki Almanya’yı hatırlatan kademe kademe bir ahlâki düşüşe” maruz kaldığını söyledi.

Odeh, Washington’da verdiği bir röportajda, kendisinin parlak geleceğe sahip İsrail tasavvuru ile Zoabi’nin çok daha zalimce bir gelecek beklentisi arasında bir zıtlık olduğunu ustaca reddetti: “İki söylemin de önemli olduğunu düşünüyorum. İsrail ya benim önerdiğim ümitli gelecek doğrultusunda yol alacak ya da bizler Hanin’in uyardığı gibi 2. Dünya Savaşı öncesi Avrupa’daki gibi ırkçılığa doğru yol alacağız… Yani bir yol ayrımındayız.”

Odeh siyasi yelpazenin diğer tarafında aşırılıkçı olarak gördüğü liderler hususunda daha endişeli. Nitekim Başbakan Benjamin Netanyahu bu yıl yapılan seçimler sırasında kaygı verici bir şekilde, seçmenleri, kendisinin sol kanattaki rakiplerini desteklemek için Arapların “sürüler hâlinde” toplandığı hususunda uyararak Arap-İsrail çizgisinin siyasi etkisine dair korkuları alenen pekiştirmişti.

Kudüs ve Batı Şeria’daki katliam dalgası, Odeh’in mesajının kapsayıcılığına karşı en acil tehditler olarak karşımıza çıkıyor. Eylül ortasından itibaren 20 İsrailli ve 1 Amerikalı öğrenci Filistinliler tarafından bıçaklı saldırı ve arabayla sıkıştırma yoluyla öldürüldü. En azından 120 Filistinli de İsrail kuvvetleri tarafından öldürüldü. İsrail’in iddiasına göre bunların 82’si sivillere saldırı hazırlığındaydı.

Odeh, El Aksa’daki statükonun değişimi olarak adlandırdığı durumdan şikayetçi. Netanyahu hükümetini “oldukça spesifik mesiyanik (Mesihçi) ideolojiye sahip yerleşimcilere” müsaade etmek ve Araplar ile Yahudiler arasındaki ekonomik ve toplumsal aralığı şiddet amacıyla daha da açmakla itham ediyor.

Bununla birlikte Yahudi sivillere bıçakla saldıran Filistinlileri de alenen kınıyor. “Bir Yahudi’ye sırf Yahudi olduğu için saldırırsanız bu Filistinlilerin haklılığına zarar verir. Sadece ahlâki değil, politik manada da” diyor.

Böylesi bir şiddetin İsraillileri, Arap-İsrail büyük çatı koalisyonunu bozacak şekilde kutuplaştırma umutsuzluğuna sevk etme ihtimaline Odeh izin vermeyeceğe benziyor. Zira o, bugünün adaletsizliklerine odaklanarak fakat daha iyi bir yarın beklentisiyle Martin Luther King Jr.’ın umutlu ve iyimser tonuna sıkı sıkıya sarılmış durumda. Bu yılın başında Times of Israel’e verdiği demeçte söylediği kadarıyla her zaman böyle değilmiş: 1998’de ilk seçildiğinde, Malcolm X’in söylemine daha yakın bir kimliğe sahipmiş. “Asabiliği seviyordum” demiş. Sohbetimizde Malcolm X’in biyografisini iki kez okuduğunu ve iki kez altını çizdiğini mutlu bir şekilde belirtti ve geçtiğimiz yıl New York’a yaptığı gezide, suikast sonucu hayatını kaybetmiş bu mücadele insanının mezarına gül bıraktığını söyledi.

Odeh’in asıl hedefi bu iki vizyonu (Malcolm X’in asabiyeti ve King’in iyimserliği) bir araya getirebilecek bir mesaj geliştirebilmek.

Bununla birlikte Odeh’in bugünkü söylemine baktığımızda öykündüğü mesajın King’in mesajı olduğuna şüphe yok. “Size mahkûmların özgürlüğü hayâl ettiğini ancak hapisin asıl gardiyanın özgürlüğünü elinden aldığını söylemek istiyorum” diyor İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’deki işgali neden bitirmesi gerektiğini tarif ederek: “Tam da bu yüzden iki taraftaki halkı da bu dehşetli işgalden kurtarmalıyız.”

Kudüs’ten yüzlerce kilometre kuzeyde bir başka siyasi lider yalnızca ulusunu yeniden inşa etmeye değil aynı zamanda onlara ait sınırları da belirlemeye çalışıyor. Selahattin Demirtaş (42 yaşında) eğitimli bir avukat ve daha önce bir kez Türk devletine karşı isyan eden gerillalara katılmak isteyip başarısız olmuş. Şimdilerde Meclis’te Kürtlerin en güçlü sesi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı muhalif sese öncülük ediyor.

Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde kan akmaya daha da kötü bir şekilde devam ediyor. Demirtaş kahredici sayıda yol arkadaşını gömdü. 28 Kasım’da insan hakları avukatı Tahir Elçi, Güneydoğu’daki şehirlerden olan Diyarbakır’da gündüz vakti vuruldu. Demirtaş onun ölümüne dair suçlamalarını yöneltmekte tereddüt etmedi, kurşunun bir polisin tabancasından ateşlenmiş olduğuna “emindi.”

Demirtaş’ın maktul avukatın cenazesinde onun öldürülmesine dair ortaya koyduğu sebepler kontrol dışına çıkmış güvenlik kuvvetlerinden daha derine gidiyordu. “Tahir Elçi’yi öldüren devlet değil devletsizliktir” dedi Demirtaş.

Bu açıklama iki şekilde ele alınabilir: Acaba Demirtaş, Türk devletinin Elçi’nin katillerini cezasız bırakarak hesap verebilirlik hususunda çöktüğünü mü kastetti yoksa Kürtlerin böyle adaletsizliklere karşı garanti altında olacağı bir devletin eksikliğinden mi?

Geçen Aralık’ta Washington’daki bir otelde kendisine yöneltilen soruya “Kürtler en büyük devletsiz ulustur, bir devletleri yok” diye cevap vermişti. “Geçmişten bugüne birçok Kürt lider suikasta uğradı ve öldürüldü, hiçbirinin katili bulunmadı. Kürtlere suikast düzenleyip onları öldürmek bu ülkeler için neredeyse normal. Bu yüzden bizi koruyan bir devletin eksikliğini derinden hissediyoruz. Söylediğim de kastettiğim de bu çünkü bunu yürekten hissediyorum.”

Demirtaş bu çizgide ustaca yürüyor. Eş başkanlığını yürüttüğü HDP, çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı bölge olan Güneydoğu’nun “demokratik özerkliğini” savunarak -eşcinsel haklarını, çevreci hakları da savunduğu gibi- Erdoğan’a karşı kuvvetli bir muhalefet oluşturdu ve liberallerle seküler seçmenleri kendine çekti.

Türk devleti ve Kürt militanlar arasında yükselen şiddet –Elçi’nin en bilinen kurbanı olduğu ama hiç de zayi olan tek sivil olmadığı şiddet- Demirtaş’ın politik geleceği açısından bir aksaklığın işareti. O iki tarafı da “parmaklarını tetikten çekmeye” ve şiddet sarmalını sona erdirmeye çağırırken, henüz başlamakta olan kaos seçmenleri ona karşı kutuplaştırıyor gibi gözüküyor.

Demirtaş’ın partisi ile on yıllardır devlete karşı ayaklanmayı sürdüren illegal gerilla örgütü Kürdistan İşçi Partisi (PKK) tartışmanın göbeğinde yer alıyor. Savcıların kendisine bu yaz devlete hakaret ve terörist propagandayı yayma suçundan soruşturma açtığı bir sırada Başbakan Ahmet Davutoğlu, Demirtaş’a katili görmek istiyorsa “aynaya bakması gerektiğini” söylemişti. Demirtaş, partisinin PKK ile bağlantılı olduğunu reddetti ve bunun yerine HDP’yi şiddete karşı bir panzehir olarak tanımladı.

Öte yandan Kürt asiler ise partiyle bağlantılı olduklarının altını çizmeyi seviyorlar. PKK’nın önde gelen liderlerinden Cemil Bayık henüz yakınlarda “Bakın herkes ve tüm dünya biliyor ki HDP, Abdullah Öcalan ve PKK tarafından geliştirilmiş bir projedir” dedi.

Bu günlerde Demirtaş sadece içerideki müttefiklerin peşinde değil, ayrıca PKK bağlantılı öncü fraksiyonun hâkim olduğu Suriyeli Kürtlerin uluslararası bağlarını da destekliyor. Halk Savunma Birlikleri (YPG) olarak bilinen Suriyeli Kürt kuvvetler hâkim oldukları alanı geçtiğimiz yıla göre neredeyse üç katına çıkardılar ve Demirtaş IŞİD’e karşı mücadelede hak edilen desteği sağlamak için hem Washington’ı hem de Moskova’yı ziyaret etti.

Kürtlerin, süper güçlerin kendi Ortadoğu ajandalarını uygulamak için kullanılıp ıskartaya çıkarılmaya dair uzun bir tarihleri var. Bu yüzden Demirtaş uluslararası ittifaklar geliştirirken bile, Kürtlerin dostu olduğunu iddia eden her bir tarafın entrikalarını alaycı bir şekilde dile getiriyor.

“Kimse Suriye halkını düşünmüyor çünkü herkes savaşı kazanmak istiyor” diyor.  Eleştirilerini yöneltirken herkese eşit muamelede bulunuyor: “Türkiye’den Rusya’ya, ABD’den Körfez monarşilerine kadar herkes şiddetin artışına katkıda bulundu ve bu yüzden IŞİD’in doğuşunu teşvik etti” diyor. “DAEŞ, büyük oyunun bir neticesi” diye ekliyor, IŞİD’in Arapça kısaltmasını zikrederek.

Demirtaş, “kendi insanlarına karşı savaş suçu işlediğini” söylediği Suriye Başkanı Beşar Esad’ın taraftarı değil. Fakat muhalefetin Esad’ın yönetimden ayrılmasına dair talebini IŞİD’e karşı ihtiyaç duyulan birliğe zarar veren bir akıl çelme olarak görüyor.

“Esad bu kadar da önemli bir figür değil” diyor, “Eğer Esad’ı tartışmanın merkezine koyarsanız, çözüme ulaşamazsınız.”

Fakat Odeh gibi Demirtaş’ın da Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme doğrultusundaki büyük hedeflerine ulaşmakta kullanabileceği birkaç kıymetli aracı var. İkisi de kendi ülküleri hususunda uluslararası toplumun ve kendi ülkelerindeki seçmenin desteğini almayı umuyorlar fakat bu iki sivil politikacının başarısı da kendi kontrol iradelerinde olmayan silâhla donanmış insanların kararlarına bağlı durumda.

Belki bu yüzden Odeh ve Demirtaş’ın paylaştıkları bir ortak nokta daha var: İkisi de sağ kanat hükümetleri tahtından etmek üzere bir muhalefete öncülük ettiler ve ikisi de seçimlerde rakiplerinin daha da kemikleşmiş bir güce sahip olmasının acısını çektiler. Mart’ta seçmenler  Netanyahu’yu İsrail tarihinde en çok destek almış sağ kanat hükümet olarak iktidara taşıdı. Ve 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimlerde ise yazın yapılmış olan seçimlerde sancılı bir güç düşüşü yaşamış olan Erdoğan’ın partisi gelişme kaydederek Meclis’te mutlak çoğunluğu tekrar kazandı.

Erdoğan’ın zaferi Türk devleti ve Kürt militanlar arasında artan şiddet içerisinde geçen aylardan sonra geldi. Yazın yapılan seçimlerde sandıkta oylarını Demirtaş için kullanan mütedeyyin, muhafazakâr Kürtler; güvenlik ve istikrar sözü sebebiyle tekrar iktidar partisine dönüş yaptılar. Demirtaş, Türk seçmenlerin tepkisini ABD’de 11 Eylül’den sonra olanlara benzer bir durum olarak tanımladı -bayrak efekti etrafında dönen bir toplanışın güvenlik sözü veren liderlere fayda sağlaması. Aynı zamanda şu itirafta da bulundu: “Dünya üzerinde yönetmesi en zor partilerin birinin başındayım.”

Bu tuzaktan kurtulmanın kolay bir yolu yok. Odeh ve Demirtaş karizmatik, yaratıcı politikacılar olabilirler fakat oy sandığına gitme ihtiyacı duymayan güçler tarafından her an aşağı çekilebilirler. Ne de olsa, silâhlı adamların daha fazla dikkat çekmesinin bir sebebi olsa gerek.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.