Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

IŞİD ile nasıl mücadele edilebilir?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/299309543″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dün Türkiye’nin IŞİD sorunu diye bir yayın yaptım yine burada. Sosyal medya üzerinden yayın yaptığımız için anlık olarak gösterilen ilgiyi ya da ilgisizliği anında ölçmek mümkün olabiliyor. Her ne kadar El Bab’da IŞİD’le çatışmalarda 16 asker hayatını kaybetmiş olsa da, -bu kadar önemli bir olayın ardından yapmıştım- çok fazla ilgi gördüğünü açıkçası söyleyemem. Ama daha sonra akşam saatlerinde, gece geç saatlerde aslında, IŞİD’in propaganda amacıyla yayınladığı Türkiye aleyhtarı birtakım videolarla beraber, dehşet videolarıyla, infial yaratan videolarla beraber birdenbire o yayına da ilgi arttı. Demek ki Türkiye’de IŞİD’in bir şekilde gündemde olabilmesi için dehşetini, vahşetini doğrudan Türkiye’ye ve Türkiye’nin askerlerine veya kurumlarına yönelik göstermesi gerekiyor.
Acı bir olay; çünkü IŞİD öteden beri yanı başımızda, içimizde, Türkiye’nin içerisinde, Türkiye’nin hemen çevresinde. Bu vahşetini, dehşetini birçok kişiye yaptı. Eline geçirdiği değişik ülkelerden, özellikle Batılı, ama Batılı olmayan da, mesela ele geçirdikleri bir Ürdünlü pilota ya da gazetecilere ya da başkalarına yaptı. Ve bunları bir propaganda amacıyla da kullandı. Türkiye bu konuda açıkçası, Türkiye kamuoyu çok fazla hassas davranmadı. Hatta tam tersine, özellikle Paris’teki IŞİD saldırısının ardından maç sırasında yapılan anma esnasında gösterilen tepkilerden de gördüğümüz gibi, birazcık “Bana dokunmayan yılan” mantığı, biraz da sevmediklerine yönelik -değişik nedenlerle, neden sevmedikleri de ayrı tabii- birtakım hareketler yaptığı için, -mesela Batı’ya, ya da kimi durumda Suriye’de Kürt gruplarına vs.- IŞİD tolere edildi, anlayışla karşılandı, desteklenmese bile karşı çıkılmadı. Olması pek zararlı görülmedi. Bu yıllardır böyle. Türkiye’de yaptığı saldırılara rağmen de bu böyle sürdü. Ama şimdi bıçak kemiğe dayanmışa benziyor.
Türkiye kamuoyu ne kadar IŞİD’i muhatap almamak için ısrar ederse, IŞİD de tam tersine o kadar üstüne üstüne gidiyor. Ve bunun da giderek artacağını tahmin ediyorum. Dün akşamki propaganda yayınları, birkaç tane birden hayata geçirilen, bir El Bab operasyonuna yönelik, bir de ellerindeki askerlere, rehin tuttukları, esir tuttukları askerlere yönelik. Ve buralarda da tam bir, -üslup olarak vs.- hakaret edici, aşağılayıcı tutumlar takınabildiler. Türkiye kamuoyu ne kadar görmek istemezse istemezsin, IŞİD Türkiye’yi kendine bir savaş alanı olarak seçmiş durumda. Ve bu savaşı sürdürme niyetinde.
Türkiye’nin hâlâ bu savaşı tam olarak kabullenmek istemediğini görüyoruz. Şu ana kadar IŞİD’e karşı Türkiye’de yapılan polis operasyonlarının zayıflığı, kamuoyunun IŞİD saldırılarına, katliamlarına yönelik gösterdiği ilgisizlik, kayıtsızlık bütün bunları bize gösteriyordu. Bu saatten sonra, dünden itibaren bunun değişebileceği gibi bir durum var.
Zararın neresinden dönülse kârdır diyelim ve bu yayınımızın başlığına gelelim. IŞİD’le nasıl mücadele edilebilir? Bir kere çok geç kaldığımızın altını kalın bir şekilde çizmek lazım. Ve ben bunu yıllardır yapmaya çalışıyorum. Bir dönem gazetelerde yazarken, Medyascope’ta da yaptığım yorumlarda ısrarla bunu söylemeye çalışıyorum. Bu ısrarım karşısında birçokları tarafından bu ısrarımın dalga konusu yapıldığını da biliyorum. Hatta beni olayı anlamamakla, bu olayın aslında bir Batı projesi olduğu gibi komple teorileriyle falan, IŞİD’i önemsiz göstermeye, ben ve benim gibi bir avuç insanın IŞİD konusunda yaratmaya çalıştığı, uyandırmaya çalıştığı dikkat de bizim ukalalığımıza ya da işgüzarlığımıza falan veriliyordu. Umarım bu biraz değişmiştir.
Ama çok yol katedildi. IŞİD çok yol katetti. Türkiye bu konuda çok geri kaldı. Öncelikle bunu vurgulamak lazım. Zararın neresinden dönülse kârdır. Peki IŞİD’le nasıl mücadele edilir? Öncelikle IŞİD’in bir bağımsız varlık olarak var olduğunu, etkili olduğunu, güçlü olduğunu, her yerde bir şekilde olabildiğini –olduğunu demeyelim de olabildiğini- ve ayrım gözetmeksizin herkesle pekala savaşabileceğini görmemiz lazım. Yani IŞİD realitesini bir an önce görmemiz lazım. Bu realiteyi kabul ettikten sonra IŞİD’in kesinlikle ve kesinlikle iyi bir şey olmadığını da kabul etmemiz lazım. Yani bir şekilde idare edilebilir, bir şekilde kullanılabilir, esas düşmanlara karşı geçici olarak göz yumulabilecek bir güç olarak görmek gibi alışkanlıklardan vazgeçmek lazım.
Mesela şöyle yaklaşımlar oldu: Suriye’de PKK çizgisindeki PYD, YPG gibi güçler Suriye’de etkili bir şekilde yerleşirlerse onların oradan kazınması, o etkilerinin azaltılması mümkün olmayabilir. En azından zor olabilir. Ama IŞİD Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin yanı başında var olabilir. Ama nasıl olsa IŞİD uyduruk bir örgüt, uzun süre yaşayamaz. Ve bu Türkiye’ye doğrudan zaten tehdit de olmaz. Dolayısıyla orada PYD’nin kantonları olacağına buraları IŞİD kontrol etse hiç de fena olmayabilir düşüncesi bir dönem çok hakimdi. Hâlâ birileri bunu istiyor olabilir. Bu konuda çok açık bir şekilde Kobani’deki yerlerinin IŞİD’den yana olduğunu deklare etmiş olan ve hâlâ başına hiçbir şey gelmemiş olan, gayet sakin ve pişkinlikle hâlâ tırnak içinde kanaat önderi rolleri oynayabilen insanlar var Türkiye’de. Kobani’de tercihini ilk andan itibaren Kobani halkı ve onlara destek veren güçlerden yana değil de IŞİD’den yana yapmak, ya da sahte nötr pozisyonlar almak…, bunlardan bir kere vazgeçmek gerekiyor. Şu aşamadan sonra hele, bu kadar yumurta kapıya dayandıktan sonra. Yani bu olayı istisnasız bir şekilde ciddiye almak, önemsemek ve bir kere mücadele etmek istemek gerekiyor. Bunun öncelikle vurgulanması lazım.
İkincisi: IŞİD’i basit bir dini hareket olarak görmemek lazım. Tabii ki İslam’ı kullanan bir hareket. Tabii ki Selefi-cihatçı bir hareket. Tabii ki radikal İslam’ın günümüzdeki uzantısı. Yıllardır süren bir İslamcılık olayının güzergâhının bugün geldiği nokta. Bir önceki aşaması El Kaide’ydi. El Kaide hâlâ var. Ama IŞİD bunu çok daha ileriye götürdü. Ama bu konuda yapılan ciddi anlamda araştırmalar, tartışmalar gösteriyor ki olay sadece ve sadece bir İslam’ın radikalleşmesi, Müslümanların radikalleşmesi olayı değil. Özellikle Olivier Roy’nın Fransa’da geliştirdiği, sadece tek başına değil tabii, başkalarının da geliştirdiği İslam’ın radikalleşmesinden ziyade radikalizmin İslamileşmesi argümanını çok ciddiye almak gerekiyor. Tabii ki işin içerisinde bir dini boyut var. Ama bu olayı sadece bir din olayı olarak almak, sadece diyelim ki IŞİD’in potansiyel olarak örgütlenebileceği yerler olarak dini mekanları, mesela Batı’da diyelim ki camileri almak… çok inandırıcı olmuyor bu. Çok farklı yerlerden insanlar, gençler, her yaştan insan IŞİD’e pekala katılabiliyor. Katılmasa bile IŞİD çizgisinde bulunduğu yerlerde bir şeyler yapmaya gidebiliyor.
Burada sadece tek bir faktöre bakıp, sadece dine bakıp ve buna karşı da sadece dini argümanlarla IŞİD’le mücadele etmek yaklaşımı çok eksik bir yaklaşım. Ki Türkiye’de uzun bir süredir Diyanet İşleri Başkanlığı ve başka kurumlar IŞİD’le ilgili yapılara karşı dini mücadele konusunda çok tutuk, ürkek davrandılar. Çok yakın bir zamanda yeni yeni birtakım kıpırdanmalar var. Bunun yeterli olduğu söylenemez. IŞİD benzeri yapılara İslam içerisinden cevap vermek anlamında henüz Türkiye ve dünya çok geri.
Ama şunu da özellikle vurgulamak lazım: Tek başına dinsel argümanlarla IŞİD’le mücadele etmek hiçbir şekilde yeterli olmuyor, IŞİD ve benzerleriyle mücadele etmek yeterli olmuyor. Bu olayı sadece bir yoksullukla ya da gençler içerisindeki işsizlikle, lümpenleşmeyle açıklamak da tek başına çok yeterli olmuyor. Çünkü IŞİD vb. yapıların içerisinde –El Kaide de böyleydi– çok iyi eğitimli, orta sınıflardan hatta üst orta sınıflardan insanların da bulunduğunu, bunların pekala intihar eylemcisi bile olabildiğini görmek lazım. Çok karmaşık bir olayla karşı karşıyayız. Bütün bu olayların serinkanlı bir şekilde, birbirleriyle ilişkileriyle beraber özgürce tartışılabilmesi gerekiyor. Türkiye bu konuda çok geride. Çünkü Türkiye daha IŞİD’e IŞİD demeye bile yanaşmayan bir ülke. Arapçadan hareketle bazı, özellikle Fransa’da da kullanılan, DAİŞ ya da DAEŞ diye kullanılan bir kısaltma var, Arapça söylenişten hareketle. Bizimkiler bunu da DEAŞ diye, sanki bir anonim şirketmiş gibi kullanmaya başladılar. Çok gayri ciddi bir kullanım olarak başladı ama şimdi bakıyoruz ki bütün ana akım medya da aynı şekilde DEAŞ demeye başladı. Bu aslında IŞİD. Hatta IŞİD değil, İD. Yani kendileri baştaki Irak-Şam lafını da kaldırıp İslam Devleti olarak kullanıyorlar. Tabii ki oradaki İslam’ın böyle bir örgüt tarafından kullanılıyor olmasından insanlar rahatsız oluyorlar. Bu rahatsızlıklarını bir şekilde dile getirebilirler, ama bunun sadece üstünü örterek bununla baş edebileceklerini sanmaları hiç inandırıcı değil.
Üstünü örtmek demişken, Türkiye’de zaten hep bunu yaşıyoruz. Türkiye’de mesela bir terör saldırısı oluyor, çok ciddi katliamlar oluyor. Bunlar önlenemiyor, şu ya da bu nedenle, birçok nedenle önlenemiyor. Ama ne yapılıyor? Bir; hemen bunların konuşulması, tartışılmasına vs. sınırlamalar getiriliyor. Yargı tamamen gizli yürüyor. Yayın yasağı getiriliyor. Gerekirse dün akşam da olduğu gibi –ki sık sık gerekiyor– sosyal medyanın yavaşlatılması, engellenmesi gibi hususlar oluyor. Ve de hemen engellenemeyen saldırının kim tarafından yapıldığı konusunda hazır ve çoğu gerçek olmayan açıklamalar yapılıyor. Mesela Ankara katliamının ardında yapılan “kokteyl terör” tanımını hepimiz biraz hafızamızı zorlarsak hatırlarız. Ne denmişti? Ankara katliamını IŞİD ya da kendi deyimleriyle DEAŞ tek başına değil, PKK, YPG vs. hep beraber yaptılar dendi. Ama o günden bugüne olayın içerisindeki IŞİD bağlantısına ek olarak kokteylin diğer parçası olduğu iddia edilen yapılarla ilgili en ufak bir şey getirilmedi. Son olarak da biliyorsunuz Rus büyükelçisinin öldürülmesinde de engellenememiş –ve bu anlamda çok büyük skandal– bir suikast yaşanıyor. Ama engellenemeyen suikastın nasıl oluyorsa beş dakika sonra ya da bir saat sonra zanlısının FETÖ’cü vs. olduğu, “Zaten böyle, çok açık ve net bir şekilde böyle” edasıyla sunulabiliyor. Gerçekten üst örtmede, Türkiye, engellemekten ziyade üst örtmede çok gelişmiş durumda.
Bu 2016’nın kelimesi seçilen post-truth, hakikat-ötesini Türkiye gerçekten çok ciddi bir şekilde yaşıyor. Evet üstünü örtmemek lazım. Bununla bütün yönleriyle, olayın dini boyutlarıyla, sosyolojik boyutlarıyla, politik boyutlarıyla birlikte değerlendirebilmek lazım. Hemen yanı başımızdaki Irak’ta, Suriye’de neşet etmiş bir hareketten bahsediyoruz. Dolayısıyla buralarla olan ilişkilerine yakından bakmak lazım. Ve bu konularda da gerçekçi, akılcı politikalar geliştirebilmek lazım.
Özellikle Suriye konusunda Ankara’nın geliştirdiği ve yeni yeni çark etmeye başladığı politikaların IŞİD’in gelişmesine çok ciddi bir şekilde katkıda bulunmuş olduğunu söylemek lazım. Neydi bu? Her ne olursa olsun Esad rejimini bir an önce devirmek noktasında, yerli güçlerin yetmemesinin üzerine yabancı güçlerin dahil olmasına yeşil ışık yakılmış olması vs. Bu çok ciddi bir şekilde önümüzde duruyor.
Peki IŞİD’e katılan, katılmayı düşünen insanlara karşı ne yapılabilir? Bu da çok karmaşık bir olay. Ve tabii ki Türkiye’de son dönemde baskın olan terörle mücadele yöntemlerinde kim varsa anında cezalandırılması gibi şeyler var. Bugüne kadar bu konuda IŞİD’e çok ciddi darbeler indirilebildiği söylenemez Türkiye’de. Ama dün mesela İstanbul’da yeni bir operasyon yapıldığı söyleniyor. Belli ki dün yaşananların ardından yapılmış. Ama bunların hiçbirisi çok tatminkÂr değil. Daha önemli bir husus var: Burada, El Kaide, IŞİD gibi yapılarda önemli olan, buraya tek tek katılanların engellenmesinden ziyade, bu kişileri buraya kazandıran ve buralara yollayan kişilerin saptanabilip onların engellenebilmesi önemli. Bunlara recruiter diyor İngilizler, yani devşiren. Mesela Adıyaman’daki olayda, Adıyaman’da bir grup gencin IŞİD saflarında olduğunu nereden öğrendik? Diyarbakır bombacısı, Ankara bombacısı, Suruç bombacısı vs., buralardan öğrendik. Ve oradaki “Dokumacılar grubu” diye bir şeyden bahsedildi. Çay ocaklarında toplanıyorlarmış vs. Burada önemli olan, buraya katılan gençlerin ötesinde onları oraya toplayan, onları savaşmaya, Suriye ya da Irak’a gitmeye iten, akıllarını çelen kişileri bulmak, ki dünyada bu tür hareketlerde en kilit isimler bu kişiler oluyor.
Şöyle bir olay var: IŞİD, El Kaide gibi yerlerdeki istihbarat servislerinin çok zorlandığı hususlardan biri şu: Bu yapılarda herkes her an ölebilir, her an ölmeye hazır olmak durumunda. Yani üst düzey yönetici de, en altta daha yeni katılmış olan insan da pekala intihar eylemcisi olabiliyor. Böyle bir yapı söz konusu. O kadar çok gönüllü var ki artık bunların, intihar eylemcilerinin sırayla gittiği, hatta aralarında kura çekildiği yolunda şeyler de söyleniyor. İlk başta belki intihar saldırganı bulmak zordu, ama giderek sayıları arttı. Bu neden istihbarat servislerini zorluyor? Diyelim ki bu örgütlerin içerisine birilerini yerleştirmek istedikleri zaman o kişinin ömrü pekala kısa olabiliyor. Kimse de, bir istihbarat elemanı, böyle herkesin her an ölüme gidebileceği bir yere gizli görevli olarak girmek istemiyor, istemeyecektir.
Burada yalnız benim bildiklerim, okuduklarımdan edindiğim bir izlenim var. Özellikle bu devşiren kişiler, bu kilit olarak her ülkede birkaç tane böyle çok önemli insanların olduğu söyleniyor El Kaide için, IŞİD için. Bunlar çok değerli ve bunlar böyle işlere girmiyorlar. Bunlar genellikle bulundukları yerlerde iyi bir konumda yaşayan, örtülü birtakım işleri vs. olan insanlar. Ve bunlar sürekli olarak bu harekete insanlar kazandırıp bunları savaşa, cihat alanlarına yolluyorlar. Tabii belli bir aşamada, eğer deşifre olurlarsa onlar da gidiyor. Ve onlar da belki intihar eylemcisi olabiliyor. Şu anda Türkiye’de, Türkiye’nin birçok ilinde bu konuda çok faal olan, çok etkili bir şekilde çalışma yürüten insanlar olduğunu tahmin ediyorum. Bir istihbarat raporuna falan dayanarak söylüyor değilim. Ama Türkiye’de IŞİD varlığının görünmek istenmese de çok güçlü olduğunu, bütün Türkiye’nin önde gelen illerinde çok etkili IŞİD hücrelerinin olduğunu bir şekilde anlamak kolay. Ve buralarda bu tür insanlar bunun en önemli ilmeğini oluşturuyor. Ve bunların etkisizleştirilebilmesi, IŞİD’e katılımların önünü engellemek açısından devletler için çok önemli bir husus.
Tabii ki sınırı sıkı denetlemek vs. gibi hikayeler var. Ama bunlar bir yerden sonra çok fazla anlamlı değil. Önemli olan insanların, gençlerin, hatta yaşlıların da IŞİD’e katılabiliyor olması, bunu özellikle vurgulamak lazım. Çünkü IŞİD sadece insanlara ölmeyi, savaşçı olmayı telkin etmedi. Belki şu son aşamada iş o noktaya gelmiş olabilir. Ama hilafet ilanından sonra insanları hilafet devleti altında yaşamaya çağırdı. Ve Türkiye dahil dünyanın dört bir tarafından aileler Rakka’ya ya da Musul’a yaşamaya gittiler. Bunu akıldan çıkarmamak lazım. Yani sadece bir savaş örgütü, bir ordu söz konusu değil. Kendini devlet olarak ilan etmiş olan, kurumlarını kurmuş olan bir yapı söz konusu.
Bu yapıyla mücadele edebilmenin bir diğer yönü de bunun kendi başına bir hareket olduğunu görmek lazım. Geliştirilen komplo teorileri doğru da olsa bir yerden sonra hiçbir anlamı yok. Çünkü IŞİD bir örgüt, bir yapı olarak var. Irak’ta ve Suriye’de çok önemli yerler kontrol ediyor. Dünyanın dört bir tarafında pekala saldırılar düzenleyebiliyor. Örneğin son Berlin’de yaşanan, TIR’la bir Noel pazarına girilmesi ve 12 kişinin öldürülmesi olayındaki kişi bugün İtalya’da, Milano’da polis tarafından öldürülen kişinin IŞİD’çi olduğu, IŞİD’in onun fotoğraflarını, videolarını yayınladığı yolunda da haberler çıkıyor. Yani olay çok boyutlu bir olay. Dolayısıyla Berlin’de birtakım üyesini ya da kendisine yakın olan birisini TIR kamyonuyla kalabalığın üzerine sürme gücüne sahip olan bir yapının şu ya da bu ülkenin istihbarat servisleriyle ilişkili olup olmadığını kanıtlamanızın bir yerden sonra pek bir anlamı yok. Öncelikle böyle bir yapının olduğunu, bu yapıya çok sayıda insanın gönüllü olarak katıldığını, bu yapı için öldürmeyi ve ölmeyi arzuladıklarını ve her türlü dehşete ve vahşete hazır olabildiklerini, uygulayabildiklerini görmemiz gerekiyor; bunu kabullenmemiz gerekiyor.
Bir önemli nokta: Yıllar önce Vatan gazetesinde yazarken, IŞİD’in ilk ortaya çıktığı ve dehşet videolarını yayınladığı zamanda bir yazının sonuna not olarak bunu düşmüştüm: IŞİD’in propaganda amacıyla yaptığı, dün bir örneğini gördüğümüz yayınlara kesinlikle itibar etmemek, bunları yaygınlaştırmamak gerekiyor. Bunların tabii ki bir haber değeri vardır. Bir gazeteci olarak, bunları takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak bunları izleme zorunluluğunu kendim şahsen hissediyorum. Ama izledikten sonra da bir insan olarak kahroluyorum. “Keşke izlemeseydim, bakmasaydım, görmeseydim” diyorum. Ama bu konuda çalışan bir gazeteci olarak böyle bir yükümlülüğüm maalesef var. Keşke olmasaydı, var. Ama bu tür şeylerin dolaşıma girmesi tamamen IŞİD propagandasına alet olmaktır. Şöyle bir, o zaman da yazmıştım hâlâ aynı şeyi söylüyorum. Bütün bu kasetler, propaganda videolarının hepsi çok iyi çalışılmış, Hollywood filmlerinden araklama birtakım mizansenleri falan da barındıran, çok ince çalışılmış, çok profesyonelce hazırlanmış şeyler. Ve IŞİD kendisi bunları yayınlıyor. Siz bunları yaydığınız zaman IŞİD’i teşhir etmiyorsunuz. Bu zaten IŞİD’i zor durumda bırakacak bir şey olsaydı kendisi çekip kendisi dağıtmazdı. Çok basit bir akıl yürütmeyle bunu aslında çözebiliriz. Yani IŞİD bunları yapıyor ve bunların olabildiğince dağılmasını istiyor. Ve birileri de bunu yayarak IŞİD’i teşhir ettiğini, IŞİD’e karşı mücadele ettiğini sanıyor. Tam tersine IŞİD bu dehşet videolarıyla gücüne güç katıyor. Örneğin Musul düştükten sonra Erbil’e doğru yöneldikleri söylenmişti. Ve o sırada da Erbil’den çok sayıda insanın arabalarına atlayarak ülkenin daha kuzeyine doğru kaçtıklarını biliyoruz. O tarihlerde o bölgeye gitmiştim, o olaydan hemen sonra Irak Kürdistanı’na gitmiştim. Ve orada görüştüğüm hemen hemen herkes şunu söylüyordu: IŞİD’den önce dehşeti geldi. İnsanların bir an önce oradan uzaklaşmaya yönelten şey işte IŞİD’in nam salmış olan dehşeti, acımasızlığıydı. Bunlar da büyük ölçüde o videolar vs. üzerinden yapılıyordu. Normal bir yapının şehirlerine gelme, yaklaşma durumunda da kaçacaklardı, ama IŞİD’le bunun çok daha kat kat büyük bir dehşete ve korkuya yol açtığını söylüyorlardı.
IŞİD sosyal medyayı çok iyi kullanıyor, El Kaide bu konuda çok başarılı değildi. El Kaide sosyal medyayı genellikle kendi iç haberleşmesi, gizli haberleşmesi için kullanıyordu. IŞİD bunu da yapıyor, ama esas olarak sosyal medyayı kendi propagandası için kullanıyor. Ve IŞİD’in çok güçlü haber ajansları, gazeteleri, radyoları, dergileri vs. var. Ve bunların hepsi sosyal medya üzerinden, internet üzerinden gidiyor. Ve IŞİD’in gücüne güç katıyor. IŞİD’in yaptıklarının çok ciddi bir şekilde geniş kitlelere yayılmasına yol açıyor. Ve bu yayılmalar sonucunda insan sayısını, gönüllü, sempatizan ve militan sayısını artırıyor. Şöyle düşünelim: O dehşet videolarının çoğaltılmasına katkıda bulunduğumuzda, diyelim ki biz IŞİD’i böylece teşhir ediyoruz. IŞİD’in o videolarını görüp de “Bunlar ne kötü adamlarmış, katilmiş, vahşiymiş” diyen insanların zaten büyük bir kısmı IŞİD’e mesafeli, yabancı, ona düşman insanlar. Ama bir de şunu düşünün, şu ya da bu nedenle dehşetten etkilenen ve imrenenler de var. Sayıları az da olsa var. Ve bunlar sayıları az da olsa yeni dehşetlere imza atabiliyorlar. Dolayısıyla IŞİD bu dehşet yayınlarıyla dünyanın dört bir yanında böyle arayışlar içerisinde olan insanlar için cazip bir yer olabiliyor.
Şunu biliyoruz: IŞİD’e katılanların bir kısmı İslam hakkında çok az şey biliyor. Hatta Suriye’de, Irak’taki IŞİD bölgelerinde yeni katılanlar ve yurtdışından gelenler için özel Kur’an kurslarına benzer, İslam’ın temellerinin öğretildiği okulların, kursların açıldığı söyleniyor. Yani eskiden bir Afganistan’a hatta bir ölçüde Bosna’ya, Çeçenistan’a gönüllü olarak cihada gidenler zaten İslam’ı belli bir ölçüde bilen, belli bir aşamaya kadar hatmetmiş, kendilerince hakim olan İslamcı çizgideki insanlardı. Bu çizgilerinin bir uzantısı olarak başka ülkelerdeki cihatlara katılmayı tercih ediyorlardı. IŞİD’le beraber işin rengi büyük ölçüde değişti. İnsanların, katılanlar içinde tabii ki İslamcı çizgide olanlar var ama, çok sayıda kişinin İslamcı olmadığı, kendi halinde Müslüman olduğu, İslam bilgisinin çok sınırlı olduğu, hatta kimilerinin İslam’la beraber yani İslam’ı benimser benimsemez IŞİD’e katıldığı, ya da tersine, IŞİD’e katılmak için İslam’a girdiği. Ki bunların bazıları Müslüman kökenli olup dinden uzak yaşayan insanlar. Bazıları da gayri-Müslim olanlar insanlar. Özellikle Batı’da böyle çok örnek var. ABD’den, Fransa’dan, Belçika’dan, İngiltere’den birtakım insanların Müslüman olmayan bir aileden olmalarına rağmen bir şekilde IŞİD’e katıldığını biliyoruz. Bu kişiler belli bir aşamada İslam’ı seçip ondan sonra seçtikleri İslam’ın kendilerini götürdüğü yer olarak IŞİD’e gitmiyorlar. Büyük bir kısmı önce IŞİD tarafından etkileniyorlar. Onun ardından İslam’a IŞİD’le beraber giriyorlar. Burada IŞİD konusunu gündemimize aldığımız zaman bunun İslam diniyle olan karmaşık ilişkisini kesinlikle göz önüne almamız lazım.
Çok uzattığımın farkındayım, şöyle toparlamak istiyorum: IŞİD’le mücadele öncelikle toplumun görevi. Tabii ki devlete düşen çok şey var. Ama şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin IŞİD konusunda gereken hassasiyeti gösterdiği kesinlikle söylenemez. Öncelikle toplumun hem kendi içerisinden IŞİD’e karşı bir mücadele kararlılığı üretebilmesi, hem de devleti bu konuda daha aktif olmaya çağırabilmesi gerekiyor. Şunu hiç beklemiyorum; onu söyleyeyim: Devletin bu konuda büyük bir seferberlik başlatıp insanları bu konuda çok ciddi bir şekilde uyarması, IŞİD’in sızabileceği toplumun içerisindeki deliklerin kapatılması konusunda sivil toplumla bir işbirliği seferberliğine girmesi gibi ütopik şeyler maalesef bekleyemiyoruz Türkiye’de. Bunlara ütopik dememden de anlaşılıyor. Bu noktanın çok uzağındayız.
IŞİD’le mücadele noktasında gerçekten çok geç, çok geri kaldık. Ama biz Türkiye olarak geri kaldığımız müddetçe IŞİD ileriye doğru gitti. Şu anda IŞİD’e Suriye’de, Irak’ta operasyonlar yapılıyor olabilir. Ama bunlar tek başına bir anlam ifade etmiyor. Irak’tan, Suriye’den temizlense bile, hatta IŞİD ortadan kalksa bile bunun ortaya attığı tohumlar, -ki Türkiye’de çok ciddi tohumları var- yıllarca hepimizi meşgul edeceğe benziyor. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.