Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Reina katliamı: Terörde yeni safha

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi yıllar. 2017 hiç umut vaat etmiyordu ama açıkçası daha ilk saatlerinde bu kadar büyük bir dehşet yaşayacağımızı beklemiyorduk. Bizi şaşırtmaya devam ediyor. İstanbul Ortaköy’de Reina gece kulübüne yılbaşı eğlencesi sırasında yapılan saldırıda 40 kişi hayatını kaybetti. Çok dehşet verici bir saldırı. Bugün, biraz önce IŞİD’in bunu üstlendiği bilgisi çıktı. IŞİD bunu bir açıklamayla üstlendi. İlk defa IŞİD’in Türkiye’de kendisine atfedilen ya da kendisinin yaptığı tahmin edilen bir saldırıyı üstlendiğini görüyoruz. Daha önce Diyarbakır’da yapılan bir saldırıyı da üstlenmişti. Ama bu saldırı PKK’nın yan kolu olarak tabir edebileceğimiz TAK tarafından üstlenildiği için üstlenmesi çok inandırıcı olmamıştı. Daha önce de dünyada farklı yerlerde yapılan, sahipsiz gibi görünen, tek başına kişilerin yaptığı varsayılan saldırıları da IŞİD’in üstlendiğini biliyoruz. Bu da yapmadığı halde üstlendiği bir saldırı olabilir mi düşüncesini akla getirmiyor değil.
Ama bu çok profesyonel bir saldırı. Tek başına yapılabilecek bir saldırı değil. Her ne kadar saldırı tek kişi gözükse de çok ciddi bir örgütlenme gerektiren bir saldırı. Bir örgüt işi olduğu çok net. Dolayısıyla bunun IŞİD tarafından üstlenilmesi, IŞİD’in yaptığı yönündeki düşünceleri kuvvetlendiriyor.
Bu yayında Reina katliamı için “terörde yeni bir safha” dedim. Bunun yeni bir safha olmasının ilk nedeni, IŞİD’in daha önce Türkiye dışındaki ülkelerde yaptığı gibi ilk andan itibaren bunu üstlenmiş olması. Bu yeni bir şey Türkiye için. Ama çok daha farklı bir anlamı var bu saldırının. Çok anlamı var tabii, ama benim için en önemli yönlerinden biri: Bu olay bir intikam eylemi, bir misilleme. Türkiye’nin Suriye’de IŞİD’e yönelik son dönemde artırdığı saldırılara misilleme, bütün bunların boyutu var. IŞİD’in daha önce yaptığı eylemlere benziyor. Ama bence en önemli farkı ve yeni safha dememe yol açan en önemli nedeni şu: Bu bir propaganda eylemi. IŞİD burada bir yaşam tarzına yönelik bir saldırı gerçekleştiriyor. Daha önceki yaptığı eylemlerde, saldırılarda, katliamlarda başka başka motifler vardı. Ama burada bir yılbaşı eğlencesine, akla ilk gelebilecek, yani yılbaşı nerede geçirilir, zenginler, yüksek sosyete yılbaşını nerede kutlar diye sıradan insana sorduğunuzda size vereceği ilk cevaplardan birisi olan Reina’ya yapılan bir saldırı. Ve bu saldırının öncesinde de Türkiye’de yine yılbaşı kutlamalarıyla ilgili, klasik Noel-yılbaşı karıştırarak bunlara yönelik çok yoğun, etkili, nefret söylemi boyutlarına ulaşan hatta aşan bir kampanyanın üzerine denk geldi.
Tabii ki bu kampanyayı yapanların bu olaydan sorumlu olduğunu söylemek çok kestirmeci bir bakış olur. Ancak bunun zeminini bu tür kampanyalar –ki yıllardır yapılır ama bu sene gerçekten aşırı düzeyde yaşandığına tanık olduk– zeminini sağlamış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradaki propaganda boyutu bence işte bu anlamda önemli. Burada yılbaşı kutlayan birtakım, varlıklı olduğu tahmin edilebilecek –ki çok da varlıklı olmaları gerekmiyor ama– sonuç olarak sıradan ortalama Türk insanından farklı olan, –ki çoğu da zaten yabancı, çoğu da Arap, Iraklı, Suriyeli, Lübnanlı– kişinin hayatını kaybettiğini görüyoruz. Bunlara yönelik bir saldırıyla IŞİD bir propaganda yapıyor. Ve bu propagandanın Türkiye’de bir karşılığı var. Bunu hiç kimse reddedemez, inkâr edemez.
Şunu söylemek istemiyorum: “Türkiye’de yılbaşı kutlamalarına karşı olan insanlar bunu tasvip etmiştir”, böyle bir şey söylemiyorum. Ama Türkiye’de yılbaşı kutlamanın iyi bir şey olmadığını, yanlış olduğunu, günah olduğunu hatta cezalandırılması, engellenmesi gerektiğini düşünen kesim içerisinde bazılarını etkilemeye yönelik bir saldırı bu. Dolayısıyla propaganda yönü her şeyin önüne geçiyor bence. Ve bunda da maalesef başarılı olduğunu söyleyebilirim. İlk gözlemlerimize göre çok büyük bir tepki, toplumun belli kesimlerinde çok büyük bir tepki, öfke, infial görmedik. Normal bir şeymiş gibi oldu. Normalliğin bir nedeni Türkiye’de artık terörün normalleşmesi belki, ama bir diğeri de klasik “onlar da gitmeseymiş, onlar da orada olmasaymış” –ki daha önce birçok saldırıda da olmuştu bu– benzeri yaklaşımlar olduğunu maalesef görüyoruz.
IŞİD’in burada propaganda yönü öne çıkan bir saldırı yapmış olmasının doğurabileceği çok önemli bir sonuç var: Türkiye artık IŞİD’in ciddi bir şekilde bir eylem alanı haline dönmüş durumda. Ve IŞİD burada sadece bir grup uyuyan hücre ya da şu, bu, birtakım militanlar, kimi zaman dışarıdan gelen kimi zaman Türkiye içerisinden kişilerle sadece ve sadece Suriye’nin veya Irak’ın savaşını Türkiye’ye taşıma yoluna gitmiyor. Türkiye’yi başlı başına bir savaş alanına dönüştürmeye niyetleniyor. Bu anlamda da, bir savaş alanına dönüştürme projesi kapsamında da bir propaganda faaliyeti yürütüyor.
Aslında HDP mitingine yönelik Diyarbakır’daki, daha sonra Suruç, daha sonra Ankara Garı gibi katliamların hepsinde propaganda yönü belli ölçüde vardı. Çünkü Türkiye’de Kürt siyasi hareketini sevmeyenlerin gözünde bu saldırılar çok da karşı çıkılacak saldırılar olarak görülmedi. En azından müsamahayla karşılandı. Hatta o dönemde biliyorsunuz IŞİD’in yaptığı saldırıların hiç de fena fikir olmadığını düşünenler, savunanlar çıkmıştı. Kobani olayı yaşandığı zaman, Kobani’de IŞİD’den yana saf tuttuğunu açık açık söyleyenler olmuştu. Zaten Suruç, Ankara katliamı gibi katliamlar bir anlamda Kobani’nin cevabıydı. Ama bir taraftan da Türkiye’de Kürt hareketinden nefret eden, onu düşman olarak görenlere yönelik bir propaganda faaliyetiydi.
Şimdi de bir yaşam tarzından hoşlanmayan, nefret eden, hatta bunun yasaklanmasını, engellenmesini düşünen kesimlere yönelik propaganda faaliyeti. Bu propagandanın etkili olup olmayacağı birçok faktöre bağlı. Öncelikle devletin bu konuda ne yaptığına, nasıl bir duruş sergilediğine bağlı ki şu anda devletin bu saldırı karşısında olağanüstü, değişik, farklı bir tutum aldığını görmedik. Daha önceki saldırılarda ne olduysa aynısı oldu. Cumhurbaşkanı Vali’yi, Emniyet Müdürü’nü, İçişleri Bakanı’nı arıyor. Dolmabahçe’de güvenlik zirvesi yapılıyor vs. Ama onun dışında ek olarak bir siyasi mesaj, tüm toplumu kucaklayacak bir dayanışma çağrısı pek olmuyor. Olacağa da benzemiyor.
Topluma baktığımız zaman da, toplumun içerisinde o kamplaşmanın bütün bu olaylarda birebir yaşandığını görüyoruz. Burada çok sert bir şekilde saldırıya karşı tavır alanlar, ama öte yandan tutuk davrananlar, görmezden gelenler vs. Ve Türkiye bu saldırıda da bir araya gelmedi, geleceğe benzemiyor.
IŞİD’in stratejik olarak yaptığı, toplumdaki fay hatlarını harekete geçirmeye yönelik, mesela Türk-Kürt fay hattında eylemler, saldırılar gerçekleştirdi. Şimdi yaşam tarzı fay hattında bir saldırıya imza attı. Çok önemli, ilk defa oluyor. Ve bundan sonra da olabileceğini tahmin edebiliriz. Ummuyoruz, temenni etmiyoruz, ama bunu görmemek mümkün değil. Şimdi bir diğer en hassas, bölgedeki konjonktürle de doğrudan ilişkili bir olay var. Bir diğer fay hattı da mezhep fay hattı. IŞİD’in yapmak isteyebileceği –ki bu konuda da birtakım istihbaratlar daha önce gelmişti– Türkiye’de Alevi-Sünni fay hattı üzerinden birtakım saldırılara girişmek isteyebilir. Bu da Türkiye’de ayrı bir karşılığı, belli anlamlarda karşılık bulabilecek bir hareket, davranış olur.
Dolayısıyla IŞİD’in Türkiye’yi kendisine bir savaş alanı olarak seçtiği, bunu bir boyutunun tabii ki Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki müdahalelerinin önüne geçmek, onlara misilleme yapmak boyutu olmakla beraber, ama esas önemli boyutu Türkiye’yi Irak ve Suriye’den sonra –ki Arap dünyasının birçok bölgesi ve Afrika’da bunu yaptılar– Türkiye’yi de bir savaş alanına dönüştürmek, kendi örgütlenme alanına dönüştürmek istiyor. Bunu artık kabul etmek lazım. IŞİD için Türkiye öteden beri öyleydi. Ve şimdi bu konuda bir hamleye giriştiğini görmek lazım. Ben böyle düşünüyorum. Bu anlamda bir yeni safha, IŞİD için Türkiye gerçekten şimdi gerçek anlamıyla üzerinde her türlü operasyonu yapmak isteyebileceği bir yere dönüşmüş durumda.
Daha önce IŞİD’in Beyoğlu’nda, Sultanahmet’te yaptığı saldırılar ya da Atatürk Havalimanı’na yaptığı saldırılarda IŞİD’in tüm Türkiye’ye yönelik bir saldırı yaptığını görmüştük. Reina saldırısının da turizme yönelik olma boyutu çok ciddi şekilde var. Ama dediğim gibi buradaki yaşam tarzı meselesi IŞİD’in Türkiye’deki hassas kırılganlıklar üzerinden kendine yeni alanlar açma arayışını bize ciddi bir şekilde gösteriyor. Bu anlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın saldırının ardından ilk yaptığı açıklamada, “terörü yuvasında yok edeceğiz” açıklamasına da değinmek lazım. Burada yuvadan kastettiği Suriye tabii esas olarak. Ve Suriye’de şu anda yürütülen Fırat Kalkanı harekâtı ve bu kapsamda belki de devam edebilecek yerlerde IŞİD’le olabilecek çatışmalar, IŞİD’e yönelik tasfiye operasyonları. Bu bir yere kadar anlaşılır bir şey. Ancak şunun altını ısrarla çizmek lazım. Artık IŞİD’in yuvası olarak sadece Suriye’yi, sadece Irak’ı görmek gerçekçi değil. Türkiye’de IŞİD yıllardan beri yuvalandı, yerleşti. Küçük çaplı darbeler yedi. Ama Türkiye’ye indirdiği darbelerle kıyasladığımız zaman, yani bir Suruç katliamı, Diyarbakır miting katliamı, Ankara katliamı, Yeşilköy Havalimanı katliamı ve daha başkalarını düşündüğümüz zaman, Antep’teki sokak düğününe yönelik katliam, çok insanlık dışı başka bir katliamdı, hemen unutuldu dikkat ederseniz; bütün bunlarla kıyasladığımız zaman IŞİD’e Türkiye’de ve Suriye’de indirilmiş olan darbeler hiçbir şekilde orantılı değil.
IŞİD şu anda Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşta açık ara önde. Bu aranın kapanması için Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde mücadele etmesi gerekiyor. Ama buradaki mücadeleyi sadece bir devlet mücadelesi değil, aynı zamanda toplumsal bir mücadele olarak görebilmek lazım. Ama Türkiye’nin en önemli sorunu aslında 2003’teki İstanbul’daki ilk El Kaide saldırılarından beri yaşanan bir şey bu. Türkiye’de bu tür cihatçı örgütlerin terör eylemlerine karşı toplumsal bir duyarlılık, hareketlilik, ortak duygu, ortak üzüntü, ortak yas duygusu oluşmuş değil. Bunun gerçekleşmesi maalesef imkânsız gözüküyor. Dolayısıyla IŞİD, El Kaide vb. örgütler daha baştan çok avantajlı başlıyorlar. Çünkü yaptıkları bir ölçüde yanlarına kâr kalıyor.
Bu saldırının bir diğer önemli özelliği, önemli yönü, belki de ilk defa, aslında Atatürk Havalimanı saldırısı da bir ölçüde böyleydi ancak orada saldırganların büyük bir kısmı –hâlâ çok emin değiliz hepsi mi?– öldürüldü ya da kendilerini patlattılar. Burada çok profesyonel birisi geliyor, çok kısa bir süre içerisinde 40 kişiyi öldürüp onlarca kişiyi yaralıyor. Ve elini kolunu sallayarak gidiyor. Bu anlamda da Reina katliamı bir ilk. Eski tür terör eylemlerine bir örnek. Normalde IŞİD’in son dönemde yaptığı saldırılar intihar eylemleri, yani saldırganın kaçmayacağı, zaten ölüme gittiği, öldürerek öldüğü saldırılardı. Atatürk Havalimanı belki bu IŞİD’dekine benzer bir yönü vardı. Ama orada bir şekilde, aynı zamanda silahlarla geldiler, sadece bombayla gitmediler. Burada da sadece silahlar –bomba olduğunu duymadım– sadece silahla bir kişi, görünen bir kişi aynı anda birçok kişiyi katledebiliyor. Burada bu kişinin kaçabilmiş olması, kaçmış olması, orada ölümü beklememesi bambaşka bir şey. Bunun bilmiyorum, şu son günde, saldırının ardından Türkiye’de televizyonlarda bol miktarda terör uzmanı vs. çıktı konuştu. Hiçbirisini izlemedim itiraf edeyim. Buna değindiler mi bilmiyorum. Ama bence çok önemli bir husus. IŞİD’in bu tür bir saldırıda, böylesine büyük bir katliamda bunu gerçekleştiren kişinin kaçabilmiş olması, kaçmış olması, kaçmayı düşünmesi ve bunu gerçekleştirmesi başlı başına yeni bir olay. Belli ki çok profesyonel bir olay söz konusu. Bu tür profesyonellikleri dünyada yapabilecek çok fazla yapı yok. Ve IŞİD bunlardan bir tanesi.
Kadrolarını Türkiye’de bu tür saldırılar için kullanmaya başlıyor olması da IŞİD’in –ki üstlenmesini doğru kabul ederek hareket ediyoruz ki bana doğruymuş gibi geliyor, tabi ki belli olmaz ama bana doğruymuş gibi geliyor– bu tür profesyonel isimlerini, bir iddiaya göre Orta Asyalı olma ihtimali var, belli ki uzun süredir bu tür alanlarda savaşmış ve yetkinleşmiş birisi söz konusu, bu da işin ayrı bir vahim noktası. Toparlayacak olursak, yepyeni bir safhaya girmiş durumdayız.
IŞİD’in Türkiye’ye yönelik yeni bir stratejisi olduğunu düşünmemiz için çok neden var. Bunu sadece Suriye’deki olayla sınırlamak yanlış olur. Tabii ki Suriye’de TSK’nın IŞİD’e yönelik yürüttüğü harekâtla ilgili boyutu çok ciddi bir şekilde var. Ama olay sadece bu değil. Çünkü ilk daha IŞİD hilafet ilan ettiği zaman yazdığım bir yazıda şu argümanı dile getirmiştim: Birisinin eğer hilafet iddiası varsa, kesin İstanbul’a gözünü dikmiş olmalı. Birilerinin hilafeti tekrardan getirmek gibi bir iddiası varsa, ne derece gerçekçi ya da değil bunun bir yerden sonra pek bir anlamı yok. IŞİD’in hilafet ilanına kadar da birisi hilafet ilan edecek dense inandırıcı gelmezdi. Ama daha sonra ettiler. Bunun uyduruk bir hilafet olup olmadığı da ayrı mesele. Ama dünyanın dört bir yanından birçok insan bu hilafete inanıyor ve orada yaşamak için ailece, çok geniş aileler, çoluk çocuk, dede torun hepsinin birlikte olduğu olaylar yaşandığını biliyoruz. Musul’a ya da Rakka’ya gittiklerini biliyoruz. Dolayısıyla hilafet gibi bir derdi olan bir hareketin Türkiye’yi gözüne kestirmemesi diye bir şey söz konusu olamaz. Bu birincisi. Özellikle de İstanbul’u. En son nitekim İstanbul Üniversitesi’yle ilgili olarak yapılan tehditler gündemde, biliyoruz. İstanbul’u gözüne kestirmemiş olması, Türkiye’yi gözüne kestirmemiş olması imkânsız. Türkiye gibi birçok kırılganlığı olan, deminden beri söylemeye çalıştığım etnisite temelli, mezhep temelli ve yaşam tarzı temelli kırılganlıkları olan bir ülkede IŞİD gibi kırılganlıklar üzerine oynayan, bunları kışkırtan yapıların varlık göstermemesi söz konusu olamaz.
Bir diğer husus, Türkiye’de çok adım adım gelişen, IŞİD’in bir kitle tabanı var. Bunu artık kabul etmek lâzım. Uzun bir süredir bunu dile getirmeye çalışıyorum ve birçok kişi bana bunun abartılı olduğunu, Türkiye’de bu işin tutmayacağını söylüyor, Anadolu İslamı gibi argümanlarla, tezlerle karşı çıkmaya çalışıyorlar. Ben bunun çok ciddi bir olgu olduğunu düşünüyorum. Oran vs. söyleyebilecek durumda değilim. Anket yapmış değilim. Anketleri çok da fazla önemsemiyorum zaten. Ama şunu söyleyebilirim: Otuz yılı aşkın süredir Türkiye’de İslami hareketleri anlamaya çalışan dışarıdan bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim: Türkiye’de İslamcılığın her zaman belli bir tabanı vardı. Az olabilir, marjinal olabilir. Ama Türkiye çok büyük bir ülke olduğu için Türkiye’nin marjinali, diyelim ki binde bir olsa, bu belli bir sayıya tekabül ediyor; dolayısıyla Türkiye’de bir hareketin marjinal olması o hareketin etkili olmasını mümkün kılabiliyor. Ki çok da fazla marjinal olduğunu sanmıyorum.
Bir diğer önemli husus, Türkiye’de İslami camiayı kontrol eden yapıların, örneğin Adalet ve Kalkınma Partisi, örneğin tarikatlar ya da cemaatlerin, bu tür yapılara karşı bir ürkeklikleri var. Yani bu tür yapılara karşı mücadele etmeyi, özellikle yüksek sesle mücadele etmeyi karşı tarafa, kendilerinden olmayan kesimlere prim vermek gibi görme yanlışına saplanmış durumdalar. Ve genellikle varsa da eleştirileri, çok kendi aralarında, kapalı-devrede yapmaya çalışıyorlar. Halbuki genel bir seferberliğe ihtiyaç var. Bir örnek en son Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı açıklama. Katliamın ardından çok sert bir açıklama yaptı, tamam. Ama kısa bir süre önce de yılbaşı kutlamalarının gayrı meşru olduğu yönünde bir açıklamayı Diyanet yapmıştı. Dinen yılbaşı kutlamalarının caiz olmadığını, sanki üstüne vazifeymiş gibi bunu dile getirmişti. Şimdi sonuçta insanlar, yani Diyanet gibi en sıradan Müslümanın itibar ettiği bir kurumun, yılbaşı kutlamalarının caizliğini tartışma konusu yapması ve gayrı meşru olarak tanımlamasının ardından yılbaşı kutlanan bir yerde yapılan katliama bakışı da bir ölçüde farklı olabiliyor. Dolayısıyla bu konularda herkesin, özellikle sorumluluk sahibi insanların dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Ama gelinen bu noktadan sonra, kat edilen bunca yoldan sonra, yaşanan bunca katliama karşı gösterilen kayıtsızlıktan sonra, bu saatten sonra işlerin düzelebileceği konusunda çok umutlu olduğumu söyleyemem. Zaten IŞİD de Türkiye’deki bu kamplaşmadan çok ciddi şekilde istifade ediyor. Ve yaptığı her katliam, her saldırı onun biraz daha ilerlemesine ve bizlerin Türkiye’deki kardeşlik duygusunun biraz daha gerilemesine yol açıyor.
Bu gidiş kesinlikle kötü bir gidiş. Yeni bir safhaya girdiğimizi tekrar vurguluyorum. Ve bu safhanın sonunda çok karanlık bir yer var. Kimse “Bize bir şey olmaz” demesin. Birçok ülke de kendilerine bir şey olmayacağını düşünerek çok kötü yerlere savruldular. Bize bir şey oluyor. Daha kötüsü de olabilir. Bunun için de olabildiğince hep birlikte, tüm toplum kesimlerinin birlikte bir arayışa girmesi gerekiyor. ama bunun için de çoğulcu bir düzen olması lazım.
Maalesef Türkiye uzun bir süredir çoğulcu bir düzenden çoğunlukçu bir düzene kaymış durumda. Sayıca çoğunluk olduğunu düşünenler azınlıkta olanların kendilerine riayet etmelerini dayatıyorlar. Böyle bir perspektiften de Türkiye’nin bu tür IŞİD gibi belalarla mücadele etmek imkânı maalesef yok. Evet, bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.