Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: ABD’de başkan değişimi & Türkiye’de başkanlık sistemi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/302570015″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

 

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

 

Merhaba, iyi günler. Yine bir Transatlantik’le karşınızdayız. Washington’da yine bu hafta Ömer Taşpınar tek olacak. Ama haftaya umuyoruz ve bekliyoruz ki Gönül Tol da olacak ve tekrar üç kişi olarak sürdüreceğiz. Öyle değil mi Ömer?

Evet, evet. Nihayet aramıza katılacak Gönül de. Şu an artık takip edemiyor olayları.

 

Tabii o olmayınca bizim yayınımız da bayağı eksik oluyor. Onun için bildiğimiz konuları konuşalım seninle.

Suriye’den uzak duruyoruz farkındaysan.

 

Suriye’den uzak duralım. Zaten Suriye’de de fazla bir şey olmuyor. Bugün Musul’da bir şeyler olmuş. Suriye biraz daha normal. Ömer Türkiye’yle başlayalım, başkanlık meselesiyle başlayalım. Sen takip ediyorsundur Meclis’ten. Tabii bu ilk tur. İkinci bir tur daha olacak. Ama kavga gürültüyle de olsa maddeler geçiyor gibi bir intiba var. Yine belli olmaz diyelim ama. Nasıl değerlendiriyorsun paketin kendisini ve bu süreci?

Bu anayasal değişiklik süreci temelde her ne kadar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kızıyor olsa da bir nevi güçler ayrılığını ve yargının bağımsızlığını özellikle bitiren ve anayasal düzeni de 82 Anayasası’ndan daha da geriye götüren bir anayasa. Dolayısıyla Türkiye’deki gidişat açısından, iktidarın tekelleşmesi ve Tayyip Erdoğan’ın bir şekilde önümüzdeki 10 yıla tek adam olarak damgasını vurması açısından gidişat belli. Burada önemli olan mesele şu: Diğer siyasi partiler nasıl tepki veriyor? Buna dur diyebilecek bir güç var mı Türkiye’de? Ve burada MHP çok önemli. Dışarıdan da baktığında Türkiye’deki gidişat bir İslamcı gidişat mı, yoksa milliyetçi, neo-faşizan bir gidişat mı konusunda git gide artık milliyetçi bir gidişat olduğu ortaya çıkıyor. O nedenle MHP’nin geldiği yer yavaş yavaş dış basında da ilgi çekmeye başlıyor. Yani MHP şu anda bu sisteme eklemlenerek bir bakıma Türkiye’de bir milliyetçi blokun oluşmasını sağlıyor. Artık İslamcı bir hükümetten çok muhafazakâr ve milliyetçi bir hükümete doğru gidiyoruz. Ve muhafazakâr ve milliyetçi bir tek adama doğru gidiyoruz. Bu mesele ne anlama geliyor? Bence en önemli mesele şu: Kürt meselesinde artık içinden çıkılmaz bir sorun ortaya çıkıyor. Yani Kürt meselesinde geleceğimiz nokta, başkanlık sistemi sonrasında bana göre Tayyip Erdoğan’ın geçmişte yaptığı koalisyonlardan farklı bir yerde olacak.

 

Peki burada sözünü keseyim. Şöyle bir nokta hatırlatayım: Bazıları da, şöyle bir şey var, özellikle MHP tabanında da olduğu söyleniyor ve MHP’nin “Hayır” diyen ekibi bunu çok işliyor. Sen de farkındasındır. Bu tek adam sistemine geçilirse, cumhurbaşkanına bu kadar geniş yetkiler verilirse Erdoğan bir gün ülkede üniter yapıyı da pekâlâ bozabilir. Hatta CHP de kampanyasını bunun üzerinden inşa edeceğe benziyor. Yani bu gidişat federasyona ya da özerkliğe doğru bir gidişattır diyorlar. Mümkün olabilir mi böyle bir şey?

Geçmişteki Tayyip Erdoğan’dan yola çıkarak, sen de yayınlarında bundan bahsettin, Erdoğan hep pragmatik, o anki konjonktüre uygun koalisyonlarla götürdü işi. Yani bir ara mesela liberallerle gayet iyiydi arası. Liberaller Batı’ya tanıtıyordu AK Parti’yi. İlk dönemlerde öyle bir koalisyon vardı. 2007 muhtırasından sonra Cemaat’le olan koalisyonu çok güçlendi. Ondan sonra Kürtlerle bir ara beraber “Başkanlık sistemine gidebilir mi?” diye soruldu; Kürt barış süreci içinde bir koalisyon vardı. Bugün MHP’yle geldiğimiz yer, bence Devlet Bahçeli’nin bu kadar destek vermesi, aynı zamanda 15 Temmuz sonrası askerî dinamiklerin de değişmesiyle Türkiye’de Kürt meselesine karşı, Fethullah Gülen Hareketi’ne, FETÖ’ye karşı bir ulusalcı, milliyetçi, faşizan bir blok oluşuyor. Yani iç düşman ve dış düşman algılaması son derece güçlü bir dönemdeyiz. Bir Kurtuluş Savaşı adı veriliyor buna ve bu Kurtuluş Savaşı’nı mümkün kılan aslında çok önemli bir konjonktür var. Bir kere içeride çok ciddi bir düşman var. Bitmeyen bir mücadele var. Kim bu içerideki düşman? Tam olarak bitirilmeyecek bir FETÖ savaşı var. Bu FETÖ savaşının çok ciddi bir boyutu da dış mihraklar. Yani Fethullah Gülen Amerika’da, Amerika tarafından destekleniyor. Dolayısıyla buna karşı çok sert durmak gerekiyor. İkinci iç düşman ne? Her zamanki düşman: Kürt meselesi, Kürt milliyetçiliği. Onun arkasında kim var? O konjonktür de çok önemli. Onun arkasında da Amerika var. Amerika’ya karşı o nedenle, Batı’ya karşı yine bir Kurtuluş Savaşı söylemi var. Bu söylem içinden kolay kolay federalizm çıkmaz, üniter yapıdan uzaklaşma, adem-i merkeziyetçilik, demokrasi çıkmaz. Maalesef geldiğimiz noktada her ne kadar komplo teorileri olsa da bir gerçek var ki Türkiye’de bir darbe yaşandı. Bu darbe cemaatçi askerî unsurların beyni, omurgası tarafından yapıldı ve bu Cemaat’in iflasıydı. Fakat bitmeyen bir şekilde Türkiye’de bir iç kavgaya neden oluyor. Ve bitmeyecek. İçeride “Her an FETÖ tekrar çıkabilir” korkusu yaşanacak. Dışarı da bir konjonktür var: “Amerika PKK’ya destek veriyor.” Bu da bir gerçek haline geldi. Çünkü Suriye’de Amerika PKK’ya destek vermek durumunda; çünkü IŞİD’le savaşıyor. Bu durumda Tayyip Erdoğan MHP’yi arkasına aldı. Milliyetçilik rüzgârını arkasına aldı. Geride İslamcılıktan pek bir şey kalmadı. O yüzden sana katılıyorum. Siyasal İslam’ın iflası; Türkiye’de artık bir koalisyon kuramayacak, sisteme bir alternatif, özgürlükçü bir şey kalmadı. Artık gümbür gümbür gelen bana göre Türkiye’de bir neo-faşist yapı var. Ve dünyada da yükselen bir neo-faşist ve popülist bir yapı var. O açıdan küresel konjonktüre de eklemleniyor Erdoğan. Bir de Trump’la anlaşırsa Kürtler meselesinde, vay halimize diyorum yani.

 

Peki Trump’a gelmeden önce, tam bu düşman algısında, biliyorsun, Türkiye’de ekonomi, özellikle kur meselesinde işler iyi gitmiyor. Ve burada da yine bunun düşmanlar tarafından bilerek yapıldığı spekülasyonları, yani Türkiye’nin kendi ekonomik sorunlarından değil, Türkiye’nin iyiliğini istemeyen içerideki ve dışarıdaki düşmanların bunu iradî bir şekilde yaptığı tespiti, ki Cumhurbaşkanı bunu dile getirdi. Hatta elinde dolar tutanlarla elinde silah tutanları, teröristleri eşlemeye kadar vardırdı. Bunun oralarda bir anlamı olabilir mi, bu tür çıkışların?

Tabii ki var. Dış piyasalarda baktığında ülkenin bu kadar tekelleşmiş siyasî yapısının başındaki adamın kurlara bir Kurtuluş Savaşı açısından bakması ve “Dolar alanla elinde silahla terörizm yapan arasında bir fark yoktur, dolarla yapılan hareket de sonuçta ülkeyi bölmek içindir” dediği anda rasyonalizmin bittiği bir yerde oluyoruz. İnsanlar artık dışarıdan baktığında ülkeye Merkez Bankası faiz artırır mı artırmaz mı meselesinde Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir ruh hali içinde olduğunu görüyorlar. Burada şu mesele çok önemli: Dış mihraklar üzerinden gidiyor Tayyip Erdoğan. Bütün söylemini dış mihraklar ve Kurtuluş Savaşı üzerinden götürüyor. Ve bir bakıma kamuoyunu kontrol edebiliyor. Kamuoyu Türkiye’de maalesef eğitim sisteminin buna yatkın olması nedeniyle, dış mihrak aramaya çok yatkın bir kamuoyu. Biz ilkokuldan beri “Bizim güçlenmemizi istemezler, güçlendiğimiz anda da bizi aşağı çeker Batı” diye yetişiyoruz. Dolayısıyla buna solcusu da, sağcısı da, ulusalcısı da, hepsi inanıyor. Dolayısıyla buna çok kolay inanan bir kamuoyu var. Bunu Tayyip Erdoğan ekonomiye de yansıtarak… Şu anda kontrol edemediği bir şey varsa o da ekonomi. Çünkü küresel şartlarla bütünleşmiş bir ülke, en büyük şansı da bu. Türkiye’de iyi kötü işleyen bir kapitalizm var. Türkiye’nin petrolü yok, doğal kaynakları yok; ihracat yapmak zorunda. Belirli bir üretkenlik içinde gitmek zorunda. Dolayısıyla bu kur meselesi Tayyip Erdoğan’ın tam olarak kontrol edemediği tek mesele belki de Türkiye’de. Doları kontrol edemeyince de bana göre bu tür bir yarı cinnet hali geçiriyor. “Bu terörizmdir” diyor, “bunu yapanlar dışarıdaki güçlerdir” diyor. Normalde çok ters gelecek bir şey söylüyor. İnsanlara aylardan beri “Dolarlarınızı satın Türk parası alın” diyor. Aylardan beri de Türkiye’de dolar artmaya devam ediyor. Bunu kontrol edemiyor olmak, bana göre Tayyip Erdoğan açısından psikolojik bir sorun yaratıyor ve bu tür inanılmaz açıklamalara gidiyor. Terörizmle dolar alımını bir araya koyduğu anda sen gel bunu Standard & Poor’s, Moody’s gibi yerlere anlat. Yani Türkiye’ye yatırım yapılabilir mi bu aşamada? Böyle bir liderlik varken, böyle bir gidişat varken, böyle bir siyasî yapı varken Türkiye’deki gidişatı da etkileyecek, ekonomiyi de duvara toslatacak bir açıklama yapıyor.

 

Peki sizin oralara gelelim. Geçen, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçilmiş başkan Trump’a ilk basın toplantısındaki çıkışı nedeniyle destek verdi. O da malum, CNN muhabirinin soru sormasına izin vermedi Trump. ABD’de ilk madde –first amendment– düşünce özgürlüğü. Bunun da en önemli ayağı basın özgürlüğü. Günlerdir –zaten öncesinde vardı ama basın toplantısında net bir şekilde ortaya çıktı– basın özgürlüğü konusunda ABD’de çok büyük bir şok yaşanıyor herhalde, yanılıyor muyum?

Yanılmıyorsun, doğru fakat yeni değil. Trump’ın basınla olan ilişkisi ve basına karşı son derece sert oluşu, Amerika’nın alışık olmadığı bir tarzda basını suçlayıcı oluşu aylardan beri giden bir şey.

 

Daha o zaman seçilmemişti. Seçime kadar böyle yapıyor, eğer başkan olursa bunu değiştirir gibi beklentiler vardı. Ve ilk basın toplantısında hiç de değişmediğini, aynı sertlikte gideceğini gösterdi. O anlamda söylüyorum.

Haklısın, safça bir Trump değişebilir beklentisi vardı. Fakat değişmeyeceği aslında Trump’ın seçimlerden sonraki açıklamalarıyla da belli oldu. Yani Trump aslında şu anda Tayyip Erdoğan’a çok benzer bir taktikle gidiyor. Yani düşman arayışı. Sürekli düşmanlar yaratmak; sürekli, bitmeyen bir mağduriyet. Sevilmediğini düşünüyor. Elitler tarafından, entelektüeller tarafından sevilmediğini düşünüyor, prestijli New York Times gazetesi tarafından sevilmediğini düşünüyor.

 

Haksız da değil. Sevilmiyor. Doğru aslında.

Doğru, fakat aynı zamanda kendisinin neden sevilmediğini düşünmüyor. Sevilmiyor çünkü faşizan bir şekilde gidiyor. Doğru dürüst bir şekilde demokratik kurallara, etik kurallara uygun hareket etmiyor. Mesela bir Trump şirketi var. Herkes bekliyordu ki Trump başkan olunca şirketiyle arasına mesafe koyacak. Trump “Şirketimi oğullarıma devredeceğim, oğulları yönetecek” diyor. Böyle bir başkan olunca, yani ekonomik bir mesele var Amerika’da şu an. Bir başkan çok ciddi bir şirkete sahip. Ve bu şirket şu anda hâlâ başkanın üzerinde. Şimdi bu adam nasıl hem şirketin başında olacak, hem ülkeyi yönetecek? Herhalde ABD gibi bir sistemde beklemezdik. Ama bunu devam ettirmeye çalışıyor. “Oğullarıma bırakacağım” dedi basın toplantısında. Şimdi buna karşı basın tepki gösterdiğinde de basını “Siz Nazi Almanyası’ndaki gibi davranıyorsunuz” diye suçluyor. Veya başka bir meseleden bahsedeyim. Şu anda Amerika’da bir çalkantı var. Nedir o? Rusya’nın elinde acaba Trump’la ilgili nasıl bilgiler var? Rus KGB’si, Rus istihbaratı Trump’la ilgili acaba gizli bilgilere sahip mi? Gerek finansal bilgilere, gerek daha önce Rusya’yla yaptığı bazı pazarlıklar üzerine, neredeyse seks skandallarına sebep olacak bir seks kasedi var mı? CNN’de, Washington Post’ta yazıldığında, o gazetelerdeki haberlere “Bunlar Nazi Almanyası’ndaki korkutma taktikleridir” diye saldırıyor. O yüzden ben bunu Türkiye’deki gidişata benzetiyorum. Habercilik yaptığında seni bir şekilde kendisine karşı bir savaş başlatmakla suçluyor.

 

Burada tabii şöyle bir şey var. Türkiye meselesini bir şekilde bağlayacak olursak: Hatırlayacaksın, Başkan Yardımcısı Biden, Türkiye’ye sondan bir önceki gelişinde yanılmıyorsam, Ankara’ya gitmedi, İstanbul’daydı. İstanbul’da da siyasî iktidarın hoşlanmadığı belli olan –Kadri de onlardan birisiydi, Kadri Gürsel– gazetecilerle bir araya geldi. Hatta o selfie’ler falan yayınlandı biliyorsun. Bir nevi ABD –genel olarak batı ama özel olarak ABD- bir nevi basın özgürlüğünün ve genel temel hak ve özgürlüklerin sponsoru, hâmisi gibi görünüyordu. Trump döneminde böyle bir beklenti herhalde olamayacak değil mi? Sadece Türkiye’yi kastetmiyorum. Dünyanın dört bir tarafında, hani ülke yönetimleri Amerika’dan çekinerek temel hak ve özgürlükler konusunda daha dikkatli olurlar yolundaki şey, herhalde Trump’la beraber bayağı bir aşınacak. Ne dersin?

Kesinlikle aşınacak. Çünkü Trump döneminde herhalde Dışişleri Bakanı, Beyaz Saray, Sistem, dünyadaki basın özgürlüğünün, demokrasinin, insan haklarının gelişmesi için çok fazla çaba sarf etmeyecek. Trump yönetimi Amerika’nın bu konulardaki geleneksel politikalarından geri adım atacak. Son derece pragmatik, realist bir dış politika izleyecek, izlemeye çalışacak en azından. Rusya’yla belirli bir realist dengeyle ilişkileri götürecek. Çin’le kavga etmemeye çalışacak. Geleneksel düşmanlara, İran gibi ülkelere karşı belki biraz sertleşebilir. Fakat şu var Ruşen: Amerika sadece Trump demek değil. Amerika’ya baktığımızda, Amerika’yı diğer ülkelerden farklı kılan özgür basın devam edecek. O açıdan New York Times, Washington Post, CNN önemli. Niye devam edecek? Çünkü bu ülkede, Amerika’da New York Times veya Washington Post’un Trump iktidarından ihale almak, onunla ekonomik işbirliği yapmak gibi bir derdi olmayacak. Bunlar bağımsız gazeteler. Bağımsız yayın kuruluşları var. Ekonomik ilişkilerde Trump’a bağlı olmayacak. Trump New York Times’a vergi meselesi nedeniyle büyük bir ceza getiremeyecek. Hukuk, yargı, bağımsız bir şekilde devam edecek. Ülkede aslında oturmuş bir sistem var. Ve Trump bu sisteme rağmen belirli şeyler yapmaya çalışacak. Ama bence sistem Trump’ı frenleyecek. Yani basın özgür olmaya devam edecek. Amerika’da özgürlükler bitmeyecek. Amerika bir faşizme girmeyecek. O açıdan farklı bir dönemde olacak.

 

Fren demişken, Trump’ın yeni kabinesindeki isimler kongrede kendilerini tanıtıyorlar. Bir nevi sınava giriyorlar yani. Orada yapılan ilk açıklamalara baktığımız zaman şu âna kadar Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı vs., bunların sözlerine baktığımda, genellikle Trump’ın seçim öncesi söylediklerinden birtakım –özellikle Rusya’yla ilgili söylediklerinden– bayağı bir farklılıklar gözleniyor. Bu sahici şeyler mi yoksa aldatıcı mı?

Bence sahici. Çünkü bu kişiler, gerek Dışişleri Bakanı Rex Tillerson olsun, gerek Savunma Bakanı James Mattis olsun, gerek Adalet Bakanı olacak olan Jeff Sessions olsun, konfirmasyon almak için konuştuklarında aslında Trump’tan çok daha merkezde olduklarını, Trump’tan çok daha sofistike argümanlara sahip olduklarını hemen görüyorsun. Yani Trump bambaşka bir yerde duruyor. Bambaşka bir yerde durduğu için de zaten Amerikan sisteminin dışında bir adammış gibi gözüküyor. Onun kazanması gerçekten Amerika’da halkın önemli bir kesiminin sisteme duyduğu öfkeydi. Ama Trump’ın seçtiği adamlar yine sistemin içinden insanlar. Kendisine benzer insanlar bulamadı etrafında. Çünkü Trump biricik özelliklere sahip bir adam.

 

Nev’i şahsına münhasır.

Nev’i şahsına münhasır bir adam. Ve seçtiği insanlar aslında sistemin içinden gelmiş, establishment’tan, Senato’dan, ekonomik establishment’tan, askerî establishment’tan gelmiş isimler. Dolayısıyla bu insanlar Rusya konusunda mesela son derece mantıklı şeyler söylediler. Dışişleri Bakanı olmuş Rex Tillerson, ExxonMobil’in CEO’su idi. Rusya ile iyi ilişkileri vardı. Ama Rex Tillerson kendisine soru sorulduğunda “Kırım’ın işgali son derece tehlikeli bir işgaldi, Ukrayna konusunda bir kırmızı çizgi çekilmeliydi, Obama Rusya konusunda yeterince sert olamadı” dedi ve herkes şaşırdı. Yani Obama’yı suçladı yeterince sert olamamakla. Patronu Trump bambaşka şeyler söylüyor. Dışişleri Bakanı “NATO’yu güçlendirmeliyiz” diyor.

 

Peki burada Polonya’yla ilgili yaşanan yeni bir sorun var biliyorsun NATO konusunda. Orada NATO’nun Polonya’ya asker yollamasıyla beraber Rusya’nın tepkisi vs. Peki şunu soracağım: Bu duruşları sahici diyorsun. Öte yandan Trump’ın duruşu da sahici. Belki erken olabilir, ama kritik konularda, önemli konularda kim baskın çıkacak? Amerikan politikası Trump’ın bu kendi şahsına özgü yaklaşımlarıyla bu sistemin içerisinden gelmiş yeni beyin takımının yaklaşımlarının bir sentezi mi olur sence? Yoksa bazı konularda Trump’ın, bazı konularda diyelim ki Dışişleri Bakanı’nın ya da Savunma Bakanı’nın dediği mi olur?

Bana göre arada bir yerde buluşacaklar, yani frenleyecekler Trump’ı. Trump elinden geldiğince daha radikal politikalar izlemek isteyecektir. Mesela Meksika’yla duvarı kurmak isteyecektir ve Meksika konusunda sert politikalar izlemek isteyecektir. Fakat Amerikan Anayasası’nın getirdiği bazı frenlemeler nedeniyle belirli sınırlar içerisinde hareket edecektir. Sistem ve kabinedeki isimler, bahsettiğimiz daha mantıklı isimler, Adalet Bakanı olsun, Savunma Bakanı olsun, Dışişleri Bakanı olsun Trump’ı belli konularda frenleyecekler. Ama kaotik bir yapıya doğru gidecek Amerika. Çünkü Trump frenlendiği zaman da “Aslında ben değişmedim” diye tweet atacak. Tweet atmaya devam edecek mesela ve halkla tweet üzerinden “Ben aslında bunu istiyorum, ama sistem beni dengeliyor” deyip birazcık o mağduriyetine devam edecek. Yani “Ben aslında halkım, size verdiğim sözleri tutmak istiyorum, ama bir ara yol buluyoruz”a doğru getirecek.

 

Şöyle mi diyecek Ömer: “Ben iyiyim, çevrem kötü” mü diyecek?

Evet. Hatırlıyorsun bir ara AK Parti çevrelerinde Barack Obama için öyle şeyler söylenirdi. “Barack Obama iyi de, hatta o bizden Müslüman da, etrafında Yahudiler var hep. O nedenle İsrail konusunda böyle yapıyor.” Aynı şeyi Trump yapacak. “Ben aslında değiştirmek istiyorum, sistem beni dengelemek istiyor. Ama bana bir dört yıl daha verin” diyecek mesela. Seçimlere öyle girecek.

 

Konuşacak çok şey var ama, biraz toparlayalım. En son gördüğüm, İsrail de başkenti Kudüs’e taşıma konusunda bayağı bir kararlı gözüküyor. Bu neye yol açar?

Netahyahu hükümeti bu arada kendisi ciddi bir girdap içinde. Netanyahu’nun başına gelen hukukî meseleler nedeniyle orada ciddi bir kriz olacak. Fakat bu hükümet, Amerikan hükümeti, İsrail’e özellikle yerleşim alanları konusunda destek verecek. Kudüs’ün başkent olması konusunda da destek verecek. Ve bu Hamas’la İsrail arasında daha ciddi bir kutuplaşmaya doğru götürecek. Kaçınılmaz olarak İsrail’de daha zor bir döneme girilecek. O açıdan baktığımızda Savunma Bakanlığı’nın veya Dışişleri Bakanlığı’nın frenlemesi gerekecek. “Ortadoğu’da zaten bir sürü sorun varken bir de İsrail-Filistin meselesinde tekrar yangın çıkmasını engellemeliyiz”e doğru götürecek. Kudüs bence başkent olabilir, fakat bunun arkasından Amerika belirli dengeleyici unsurlarla barış sürecini tekrar canlandırabilir miyiz diye deneyecektir. Bana göre son derece başarısız bir döneme doğru gidiyor Amerika’nın İsrail politikası. İsrail de oldukça sağa kaymış durumda.

 

Evet Ömer, çok teşekkürler. Bu hafta böyle noktalayalım. Haftaya üç kişilik bir program için şimdiden söz verelim. Evet Ömer Taşpınar’la Türkiye’deki başkanlık sistemini, ekonomideki gidişi ve ABD’de yeni Trump döneminin hazırlıklarını ve Trump’ı konuştuk. Ömer’e çok teşekkürler. Sizlere de bizleri izlediğiniz için teşekkürler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.