Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Atilla Yeşilada ile Türkiye-Hollanda geriliminin ekonomiye olası etkileri

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/312361593″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

Merhaba, hoş geldiniz. Bugünkü konuğumuz Atilla Yeşilada. Kendisiyle, önce Türkiye ve Hollanda arasında, daha sonra Avrupa’nın diğer ülkelerine yayılan diplomatik krizi ve bunun ekonomiye etkisini konuşacağız. Ondan sonra da referandum, FED, Merkez Bankasının Perşembe günkü Para Politikası Kurulu toplantısı ile ilgili ekonomik gelişmeleri konuşacağız. Atilla Bey hoş geldiniz.
Hoşbulduk. Öncelikle, Skype yapamadığım için özür dilerim, ufak bir arıza söz konusu oldu. Telefonla bağlanıyorum sizlere.

Estağfurullah. Çok teşekkür ediyoruz katıldığınız için. Atilla Bey, biliyorsunuz geçen hafta sonu, Hollanda’da yapılacak referandum mitingleri bağlamında Türkiye ve Hollanda arasında başlayan bir tartışma, gerginlik var. Konu kısa sürede ekonomik yaptırımlara da geldi. Bu diplomatik krizle ilgili söylemek istediklerinizi alalım. Bu krizin ekonomiye, Türkiye ve Hollanda ekonomisine nasıl etki edebileceğini düşünebiliyorsunuz?
Öncelikle bunun nedenlerini iyi irdelemek lazım. İki olasılık var. Birincisi, görebildiğimiz kadarıyla referandum cephesinde ‘Evet’ oyları, AKP’nin arzu ettiği kıvama gelmiyor. Bunu anketlerden de görüyoruz, köşe yazarlarının açıklamalarından da. Krizi AKP’nin bu yüzden çıkarttığını sanmıyorum ama Avrupa salakça davrandığı zaman bundan yararlanmamak da siyasi akla uymazdı. Maksat bu olabilir. Halkımız çabuk unuttuğu için, 16 Nisan’a kadar bu kriz tırmandırılır ve ‘Evet’ oylarının perçinlenmesi sağlanır. Daha sonra AKP ilişkileri düzeltme yoluna gider. Bu, birinci tez.
İkincisi, hakikaten AKP’nin artık ‘üst akıl’ olarak nitelendirdiği Hıristiyan Haçlı ittifakı ile sabrı tükenmiştir. İpleri atmak niyetindedir. Ve AB ile maceramız sona erer. Tabii bu iki tezin ekonomik yansımaları da çok farklı olacaktır.
Birincisinden başlarsak; biz bu tip söylenen hakaretleri vs. çabuk unutan bir toplumuz. Hissiyatlı bir toplumuz. AB o kadar çabuk unutmaz. AB’nin tepkisi, Hollanda ve Fransa seçimlerine göre şekillenebilir. Eğer burada aşırı sağ partiler ciddi bir oy kazancı gösterecekse, bir şekilde Ankara’dan bunun bedeli ödetilecek tabii ki.
Bu, insan hakları boyutunda daha fazla sıkıştırılmamız anlamına gelebilir. Mali yardımlar donduruldu. Avrupa Parlamentosunun tavsiye mahiyetinde aldığı müzakereleri dondurma kararını Avrupa Komisyonu veya Bakanlar Komitesi de kabul edebilir. Şu anda bu tezde bir ekonomik bir yaptırım göremiyorum. Ama Avrupa ile krizin bu şekilde tırmanmasının piyasalar üzerinde bir etkisi olacaktır. Bunu Merkez Bankası faslında konuşuruz. Olumsuz olacaktır, ondan eminim. Bir de tabii Turist akını üzerinde olacaktır. Bugün zaten Hürriyet gazetesinde bir haber çıktı. Antalya’ya satılan paket turlarda -rakamını hatırlamıyorum ama- çok önemli miktarda gerileme var. Gerileme, Avrupalı turistlerden geliyor. Benim takip edebildiğim kadarıyla, Avrupa basını da bu konuya kafaya takmış. Böyle bir ortamda insanlar rezervasyon yapmazlar Türkiye’ye.
Şimdi, ikinci teze gelelim, o çok korkutucu. Hakikaten, AKP’nin Avrupa ile sabrı tükenmiştir. Eğer durum buysa, bunu göstermenin en güzel yolu, Mülteci Geri Kabul anlaşmasını iptal etmek ve Suriyelilere “ne yaparsanız yapın, isterseniz Avrupa’ya gidin” demektir. İkinci yolu da, Kıbrıs müzakerelerini tamamen durdurmaktır. Her ikisi de Avrupa’ya savaş ilanı anlamına gelir. Bunun sonuçları çok korkutucu olur. Yani Rusya’ya yapılan, Türkiye’ye yapılabilir. Ticari ambargolar olabilir. Ticari ambargo bizi pek kasmaz da açıkçası, bundan daha kötüsü finansal ambargo olabilir. Türk banka ve şirketlerinin, Avrupa bankalarından borçlanmalarına bir takım kısıtlanmalar gelebilir. Türkiye’nin döviz borcu malum. Her sene, cari açık finansmanı dahil 300milyar dolar’a yakın borç bulmak zorundayız. Bunun çoğunda da Avrupalı bankalar başı çekiyor, bu borcu sağlamamızda. Sonuçları çok korkutucu olur. Tabii Avrupa açısından da çok kolay olur demiyorum, yanlış anlamayın. Onlar da müşteri kaybeder. Ama en büyük zararı kim görür diye sorarsanız, Türkiye görür cevabını veriyorum.

Atilla Bey tam da bu noktada sorayım. Türkiye bu son dönemde ekonomik ve siyasi mücadele gerilimlerini çok yaşıyor yabancı ülkelerle. Kısa bir süre önce de, Rusya ile de yaklaşık bir sene devam eden bir gerginlik yaşadı. Bugün Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cemil Ertem de, Hollanda’nın kendi ayağına sıktığını söyledi. Sadece bu olay özelinde değil, genel olarak soruyorum. Burada, yatırım yapılan ülke mi daha çok zarar görür, yoksa yatırım yapan ülke mi? ‘Biz mi zararlı çıkacağız, onlar mı zararlı çıkacak’ diye hep bir kıyaslama yapılıyor. Burada genel kural nedir acaba?
Rus uçağının düşürülmesinin ardından, Rusya’nın koyduğu ambargolarda, AKP’ye yakın duran basının manşetlerini çok iyi hatırlıyorum; “Domatessiz kalacaklar, limonsuz kalacaklar, çok dayanamazlar, turistleri bu yaz hiçbir yere gidemeyecek, D vitamini alamayacaklar” gibi garip argümanlar ortaya sürdüler. Sonunda ekonomimiz çöktü ve çatır çatır gittik Putin’den özür diledik. Hollanda ile de aynı şey olacak. Hollanda çok büyük bir zarara girmez. Gider malını başka yerden alır, ihracatını başka ülkeye yapar. Bu adamlar, 16’ncı yy.dan beri dünyaya hükmeden bir ticaret imparatorluğu kurmuşlar. Zaten ihracatımız 3.6 milyar dolar onları hiç kasmaz. Şaka yapıyoruz açıkçası. Kendimizi kandırıyoruz. Hollanda’ya yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Avrupa’da herhangi bir ülkeye yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Avrupa ülkeleri ile ticaretimiz bize büyük gözüküyor ama onların kendi ticaret portföylerinde payımız %1-%2’yi geçmez. Dolayısıyla, yarın, öbür gün ambargo koysak hiçbir şey fark etmez. Doğrudan yatırımlar da bizim yararımıza, onların yararına değil. Türkiye’de arayıp da bulamadıkları, başka ülkelerde bulabilecekleri… Hani, bir Çin yahut da Hindistan olsak anlarım da, Türkiye öyle bulunmaz, matah bir ülke değil. Dolayısıyla bunlar, Türk’ün Türk’e propagandası.

Atilla Bey, bu Hollanda krizi neticesinde doğrudan yabancı yatırımcılar konuşulmaya başlandı. Biliyorsunuz bir dönem çok popülerdi Türkiye, son dönemde ivme kaybediyor bu kalemde. AKP dönemine baktığımızda, Hollanda, Türkiye’ye en çok doğrudan yabancı yatırımcı getiren ülke olmuş. Birçok insan da şaşırdı buna. Hep söyleniyor ya, Konya kadar yüzölçümü var diye. Gerçekten de Hollanda Türkiye’ye doğrudan bu kadar yatırımı nasıl getirebiliyor?
Çok zengin bir ülke. Tabii burada ING Bank ve bir de sigorta şirketleri var. Bu tip büyük işlemleri de hatırlamak lazım. Yapıyorlar işte. Bir ülkenin zenginliği, metrekaresi, kilometrekaresi ile ölçülmez ki. İsviçre dünyanın en zengin ülkelerinden biri, ufacık bir yer. Bunlar hakikaten çok yanlış söylemler, bir şey ifade etmiyor. Mühim olan yarattığınız katma değer. Biz hiçbir katma değer üretemiyoruz. Zannederim, Antalya Ticaret Odası yapmıştı araştırmayı, ihracatımızın kilo başına değeri 2 dolardı galiba. Çok komik bir şey. Açıkçası, resmen hurda satıyoruz.
Hakikaten, Türkiye’deki bütün bu tartışmalarda, çok ciddi bir hamaset ve gerçeklikten uzaklaşma Türk insanının gerçekleri görmesine engel oluyor. Diplomasi, savaş olmasın, kavga olmasın diye icat edilmiş bir sanat dalıdır. Bütün bu meseleler suhuletle, yani soğukkanlılıkla çözülebilirdi. Ama dedim ya, Türkiye’yi de suçlamıyorum. Avrupa’da da politikacıların işine geliyor bu tip şeyleri büyütmek. Ortadan kaybolan yalnız siyasi ilişki değil, bunun ekonomiye de yansımaları olacaktır. Ben tarihte, siyasette havanın bozulup, ekonomik ilişkilerin geliştiği bir örnek hatırlamakta zorlanıyorum. Bu hava seçimden sonra yatıştı diyelim. Gümrük birliğini tarım ve hizmetlere genişletebilecek miyiz hakikaten? Avusturya, Hollanda, Danimarka bakanları bizi bu konuda destekleyecekler mi? Ben bunu görmekte zorlanıyorum açıkçası.

Siz biraz önce iki tezden bahsettiniz. İkinci tezin, Avrupa’dan daha ciddi ve uzun vadeli bir kopuş olduğundan bahsettiniz. Bu, aslında sadece bu olayla ilgili değil, değil mi? Birkaç sene öncesine kadar, Türkiye’nin Şanghay Beşlisine geçebileceği konusu dile getirilmişti. Sizce bu, bir zamanlar konuşulan ‘eksen kayması’ tartışmasının devamı mı? Yoksa dediğiniz gibi, hem Hollanda’da, hem Türkiye’de seçim ve referandum öncesi geçici bir siyasi gerilim mi? Hangi ihtimali daha yüksek görüyorsunuz?
Şu anda Türkiye’de diplomasi bürokrasisinde parlamentoda, kabinede biriken siyasi akıl, tamamen Sayın Erdoğan ve danışmanlarına transfer oldu. Onların da ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrim yok. Onun için sadece tez olarak ortaya koyuyorum. Ben size bunun göstergesini veriyorum. Biz eğer Mülteci Geri Kabul anlaşmasını iptal edersek ve hakikaten çok sayıda Suriyeli, Ege vasıtasıyla veya karayolu vasıtasıyla Avrupa sınırlarına yığılırsa, Avrupa’da seçimlerin dengesini bozarız. Le Pen’in kazanması, Merkel’in kaybetmesi ihtimali yükselir. Ve Avrupa bunu karşılıksız bırakmaz. O zaman da, dediğim gibi, yaptırımlar gündeme gelir. Türkiye’nin insan hakları karnesi uluslararası platformlara taşınır. Zaten Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliğinin Hendek Savaşları raporunu herkes gördü Türkiye’de. Çok acı zulümler yapıldığı iddia ediliyor. Bütün bunlar Türkiye’nin izole olmasına sebebiyet verir.
Ben bir ekonomist olarak siyasi görüşümü yansıtayım. Avrupa’dan kopalım, gayet güzel. Avrupa’nın bize getirdiği ticari ve finansal avantajları sağlayacak başka bir blok bulalım, benim hiçbir itirazım olmaz. Ama Şanghay Beşlisi bunu yapmaz. Bir kere, coğrafya olarak arada mesafeler var. Siz buradan Çin’e ticaret yapamazsınız. Zaten, Çin’le, Avrupa Birliği gibi entegre olmaya kalksak, Türkiye’de -affedersiniz- don lastiği bile ürettirmezler size. Çin ekonomisi bizi yalayıp yutar. Her konuda bizden daha rekabetçiler. Rusya ile zaten çok ortak bir noktamız yok. Rusya’yla biz 10 senedir, hatta Rahmetli Özal döneminden beri, ticareti 100 milyar dolara çıkartıyoruz. Sonuçta, biraz beyaz eşyayla, domates satmışız, karşılığında da bol miktarda gaz almışız. Gelişen bir şey yok. Ayrıca, Rusya gelişen bir ülke değil. Rusya batık. Petrolü çıkartın, ekonomisi büyümüyor, daralıyor. Batık bir ülke. Bunlarla nasıl işbirliği yapacaksınız? Başka kim var? Hindistan var galiba. Hindistan’la nasıl ticaret yapabileceksiniz? Süveyş Kanalından mı geçeceksiniz, Afganistan üzerinden mi indireceksiniz malı. Bu tür hayaller beni bazen güldürüyor, bazen ağlatıyor. Ya da Varlık Fonu senede 25 milyar dolar Körfez ülkelerinden getirecekmiş. Körfez’de para kalmadı ki. Suudi Arabistan, babasının mirası Aramco’yu halka açıyor halkına ekmek dağıtabilmek için. Bize 25 milyar dolar yatıracak. Türkiye’de kimse eline kâğıt kalem alıp matematik hesabı yapamıyor mu acaba?

Peki, Atilla Bey, biraz da bu Çarşamba ve Perşembe gününe gelelim. Önce FED toplanacak ve Mart ayındaki faiz kararını açıklayacak. Arkasından da, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın toplantısı var. Bu iki toplantıdan ne bekliyorsunuz? Büyük olasılıkla, FED’in 25 baz puan faiz artışı yapacağı tahmin ediliyor. Biraz önce baktım, bankaların çok farklı tahminleri var. Siz bu iki toplantının sonuçlarını nasıl öngörüyorsunuz?
FED yarın faiz artırmazsa, piyasaların oyuncağı seks kölesi olur. Çok açık söylüyorum, bundan sonra hiçbir şey yapamaz. Burnundan tutup –affedersiniz- eski sokak ayısı gibi gezdirirler. Dolayısıyla, faiz artırımı yapmak zorunda. O, dediğiniz gibi iskonto edildi. Ama diğerlerinin basın toplantısı çok önemli. Piyasalara nasıl yol gösterecek, onu dinlemek zorundayız. Çünkü hâlâ tam anlamıyla FED’in niyetleri bilinmiyor. Biz toplum olarak, bu faiz artırımını düşünen bir kafa yapısına sahibiz. Ama FED’in 2017’nin kalanı ve 2018 için planları nedir? Bilançosunu kırpmayı düşünüyor mu? Faiz artırım temposunu hızlandırabilir mi? Bütün bunlar çok önemli olacak. Eğer FED, Amerikan ekonomisi hakkında daha iyimser düşünüyorsa, dünya ekonomisinin daha hızlı bir faiz artırımı temposunu kaldırabileceğini düşünüyorsa, ortalık biraz karışır.
Bize gelince; FED’in ne yaptığı pek mühim değil. Ben daha önce de söyledim, bir kez daha altını çiziyorum. Merkez Bankası artık bir memuriyet haline gelmiştir. Kendi başına hiçbir karar almaya yetkisi yoktur.
Cumhurbaşkanlığı makamından gelen emir üzerinden hareket edecektir. Sayın Cumhurbaşkanımız da yüksek faizlere karşı duyduğu antipatiyi defalarca ifade etti. Dolayısıyla, kalıcı bir faiz artırımına, yani, haftalık veya gecelik borç verme oranının artırılmasına imkân yok Türkiye’nin şu anki şartlarında. Türk Lirası, bir atak gelse, koruma kalkanını biraz daha yükseltmek için ‘geç likidite penceresi’ faizi 50 puan artırdı, belki 100 puan artırdı. Bence, Avrupa ile kriz, tahmin ettiğim gibi referandum oylarını pompalamak için 15 Nisan gecesine kadar sürdürülecekse, 50 puan yetmez. 100 puan, hatta 150 puan ‘geç likidite penceresi’ faizini artırmak lazım ki yedekte bulunsun. Ne olur, ne olmaz. Çünkü bizim dikkat etmediğimiz bir nokta var. Dikkat ederseniz, Türk Lirası artık değer kazanmıyor. Zor tutuyorlar Türk Lirasını. Merkez Bankası, fonlama faizini 10.80’e kadar yükseltti. Buna rağmen, Türk Lirası yarış atı gibi her an fırlayıp, 3.90’lara gidecek. Üstelik Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bol miktarda para akarken. Bunun ne kadar devam edeceği belli olmaz. Yarın bir şey olur, Trump bir şey söyler, İngiltere Brexit’te bir şey yapar, Le Pen ikinci tur anketlerinde öne geçer veya emtia fiyatları 40 dolara düşer. Dolayısıyla tedbirli olmakta fayda var. 150 baz puan, geç likidite penceresini artırsınlar en azından. Pek tahmin etmiyorum. Eğer Merkez Bankası bu cılız kararı dahi almakta tereddüt ederse ve tahmin ettiğim gibi Türkiye ve Avrupa bu kayıkçı kavgasını tırmandırmaya devam ederse, biz Cuma günü piyasalarda bir şenlik görebiliriz. Perşembe bir şey olmaz. Merkez Bankası’nın 14.00’den sonraki kararından sonra piyasalar biraz karışabilir.

Atilla Bey, Merkez Bankası geç likidite penceresini kullanıyor, malumunuz. Geç likidite penceresinde 100 baz puan veya 150 baz puan artırım yapıldığında, yatırımcı bunu faiz artışı olarak mı algılar? Yoksa dediğiniz gibi, zor durumda kaldığında mı yapacak faiz artışı olarak? Burada bir karışıklık var. 100 puan artırdığında, ertesi gün bankalar oradan mı borç vermeye başlar?
Yok, hayır. Yatırımcı bunu faiz artırma olarak algılamıyor. Bunu bankaların davranışından görüyoruz. Bu faiz artırımını kredi faizlerine yansıtmıyorlar. Bir kısmı korkudan yansıtamıyor, bir kısmı da kalıcı olacağını düşünüyor. Ama literatürü de okuduğunuzda, kimse Merkez Bankası’nın faizi artıracağını düşünmüyor. Benim de kanaatim zaten, bu halk oylamasını atlatsınlar, Merkez Bankası’na yine faizleri indir diyecekler.
Geç likidite penceresinden, politika faizi civarında bir yere döneceğiz. Ekonomiye bol miktarda para aktarılacak. ‘Nereye gidersen git, batan şirketleri biz kurtarırız merak etme’ denecek. Zannederim Metropol araştırması, Etyen Mahçupyan yazmıştı, ben orijinalini görmedim. Seçmene sormuşlar, ‘yüksek kurdan mı rahatsızsınız, faizden mi’ diye? Seçmenin ‘%50’si, yüksek kur istemiyoruz, %13’ü yüksek faiz istemiyoruz’ demiş. Bilmiyorum hükümet bu araştırmadan etkilendi mi? Şu anda geçici yüksek faize müsaade ediyorlar ama Türk Lirasının değer kaybetmesini istemiyorlar. Seçimden sonra bu sınırlama da ortadan kalkacak. Merkez Bankası’na ‘faizi indir, kuru bırak’ diyecekler.

Peki, iktidarın vereceği karar, referandumun sonucuna göre değişir mi?
Tabii değişir. Bana sorarsanız, eğer ‘Hayır’ çıkarsa, erken seçim şart. AKP meşruiyetini sandıktan alan bir parti. Eğer bu oylamayı kaybederse ciddi bir özgüven krizi içine girer ve halkla nikâh tazelemek ihtiyacını hisseder. Dolayısıyla, milletvekillerinin emeklilik haklarını kazanması için zannederim belli bir süre geçmesi lazım, o ne zaman biter tam hatırlamıyorum ama..

Kasım’da bitiyor.
O zaman, 2017 sonu, 2018 başı gibi bir erken seçim gündeme gelecektir. Belki Sayın Cumhurbaşkanı, gücün asıl biriktiği yer olan Başbakanlığa dönecek, çift seçim göreceğiz. Dolayısıyla, bütün politikalar seçmeni tatmin etmek üzerine kurgulanacak. Faraziyeler üzerine faraziye kurmak çok doğru olmuyor.

Evet, Aynen öyle.
Ama ‘Evet’ ve ‘Hayır’ sonuçları arasında, bizim deyimimizle makroekonomik duruşta, çok büyük farklar olacaktır.

Peki, Atilla Bey, son olarak şunu sorayım. 2016 Aralık sonundan itibaren referandum olacağı belli olduktan sonra, iktidar, ekonomi alanında birçok teşvik ve paket açıkladı. TUİK, Ocak ve Şubat ayına dair ekonomik istatistiği açıklamaya başladı. Hafif bir hareketlenme görünüyor ekonomik verilerde, sanayi üretimi ve Tüketici güven endekslerinde. Siz bu rakamları nasıl görüyorsunuz? Referanduma giderken hükümetin aldığı tedbirler işe yarıyor mu sizce?
Evet, var. Ölçümlediğimiz, dostlarla konuştuğumuz kadar, %2-2.5’luk bir büyüme temposu yakalamış durumda. Daha çok üretim tarafında görüyoruz, çünkü orası ihracattan da destek alıyor. Açıkçası, asıl, seçmen memnuniyetinin göstergesi olan iç talepte öyle bir patlama yok. Mesela kredilere baktığınızda, Kurumsal kredilerde yıllık büyüme %20-21, tüketici kredilerinde hala %11. Yine aynı şekilde, Tüketici Güven endeksinin, Reel Sektör Güven Endeksinin çok altında seyrettiğini, hatta bazı anketler göre daraldığını görüyoruz. Zaten perakende sektöründen gelen haberlere bakıyorsunuz, o kadar iç açıcı değil. Tam olarak yayılmıyor seçmene bu şeyler, -ulufe dağıtmak diyebiliriz, halk dalkavukluğu diyebiliriz- şu ana kadar istedikleri randımanı alamadılar.
Bence üreticiyi tatmin edebildiler, orayı rahatlattılar. Bugün sanayi ciro endeksini de gördük, üretici bayağı iyi para kazanmış. Üretici rahatlatıldı, bir iflas dalgası önlendi. Ama asıl sandığa gidecek olan tüketici kendini çok iyi hissediyor mu, ondan emin değilim. Bir püf nokta var onu söyleyeyim. Bütün bu tespitler vs. hepsini sıralayabiliriz. Ama ana mekanizma bütçe. Bütçe vasıtasıyla halka dağıtıyorsunuz parayı. Orada Şubat rakamları çok korkutucu, nakit bütçeyi gördük. Temel denge 20 milyar TL açık. Faiz dışı denge 15milyar TL. açık. Bunu sürdüremezsiniz. Mart’ta bu açık daha da büyüyecek. Nisan’da patlayacak, ondan sonra çok sıkı bir fren gelecek. Dolayısıyla, bu Mart rakamlarında daha da belirgin hale gelir. Nisan’da şahikasına erişir. Ama hemen arkasından çok sıkı bir kemer sıkma dönemi gelecek. Eğer yarın FED samimiyse faiz artırmakta, o zaman Merkez Bankası da mecburen ona ayak uydurmak zorunda kalacak. Çünkü biz FED’le aramızda çok faiz farkı oluşmasına müsaade edemeyiz, tasarruf açığından dolayı. Özür dilerim, biraz amiyane tabirle olacak ama halk oylamasından sonra, ‘’eşekten düşmüş’’ gibi olacağız. Çünkü zaruri olarak hem bütçe, hem para politikası sıkılaşacak ve 3,5 aydır şakır şakır akan muslukların kapandığını göreceğiz.

Biz biraz öne çekiyoruz büyümeyi ve harcamaların hepsini, değil mi?
E, tabii. Çok güzel söylediniz, o daha doğru bir terim. Sanayi üretimine bakıyorsunuz, mobilya üretimi %50-60. Herkes şimdi alıyor, yazın kimse almayacak ki ÖTV/KDV bitince.

Son olarak; istihdam kampanyası nasıl gidiyor sizce?
Çok iyi gidiyor. Bugün hükümetle geçinmek isteyen, iş yapmak, ihale almak isteyen herkes, birkaç kişiyi işe alıp, oturtacak bir kenarda. Şu anda, çok ciddi bir talep darlığı var ülkede. Kapasite kullanımı da değişmedi. Ne yapacaksınız ki bu işçileri? Hani şöyle bir ortam olsa; Türkiye’de ekonomi dört silindir üzerinden gidiyordur, ülkede gerçekten herkes işçi arıyordur, hükümet de böyle bir kampanya başlatmıştır, herkes teşekkür eder. Ama şu anda, tamamen siyasetçilerle iyi geçinmek için alıyorlar. Al gülüm-ver gülüm. “Ben 550 bin KOBİ’ye bedava kredi dağıttım, hepsi birer kişi işe alacak. Garanti fonu devreye girdi, herkese teminat veriyoruz. Sen bankadan kredi mi alıyorsun, gel bakalım beş işçi de sen al.” Allah razı olsun, o gençler bir şeyler öğrenirler, ama bu Türkiye’nin gelirini biraz artırır. İşsizlik Fonundaki parayı bitirir. Ama “Türkiye’nin işgücü verimliliğini artırır mı? Kalıcı olarak üretim artışı sağlar mı” derseniz, sağlamaz. Zaten reel sektör güven endeksine baktığınızda, adama ‘niye üretemiyorsun’ diye sorduğunda, ‘benim finansal sorunum’ var ya da ‘benim işçim eksik, üretemiyorum’ demiyor ki. ‘Kimse benden mal istemiyor, ondan üretemiyorum” diyor. E şimdi bu durumdayken bir de adamın yanına işçi koyuyorsunuz, ne yapacak ki o işçiyi?

Çok teşekkür ediyoruz Atilla Bey güzel sohbetiniz için.
Ben teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum.

Çok sağolun zaman ayırdığınız için. İyi akşamlar. Bugünkü yayınımızda, Atilla Yeşilada ile Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik krizin ekonomik yansımalarını konuştuk. Oradan da, referandum, FED, Merkez Bankası ve yaklaşan referandumu konuştuk. Teşekkür ederiz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.