Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

FETÖ basın davaları: İçerdekiler ve dışardakiler

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/328989116″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler! Dün başladı, bugün devam ediyor. 15 Temmuz sonrası açılan davaların medyayla ilgililerinden birisi görülüyor. Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Nazlı Ilıcak tutuklu yargılanıyorlar ve başka davalar da var, bazıları açıldı, bazıları henüz açılmadı. Parçalar halinde, gazeteciler, yazarlar FETÖ soruşturması kapsamında ve darbe soruşturması kapsamında yargılanıyorlar. Daha önce bu konuda birkaç tane yayın yaptım, izleyenler bilir, birçok şeyi tekrar söyleyeceğim; ancak bunların tekrar tekrar söylenmesinde hiçbir mahsur yok. Bugünkü yayının başlığına çıkarttığımız “içeridekiler-dışarıdakiler” hususu, daha önce dile getirmiştim ama bunu tekrar vurgulamak istiyorum öncelikle.
Bu davayla ilgili yapılan bir grafikte 8 tane sanığın fotoğrafını gördüm, yanlış hatırlamıyorsam bianet’in hazırladığı bir şeydi, 8 sanık var ve burada Ahmet Atan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak var, bunların üçü de tutuklu, geri kalan beş kişi Ekrem Dumanlı, Bülent Keneş, Kerim Balcı, Tuncay Opçin ve Emrullah Uslu. Bunların hiçbirisi tutuklu değil, bunlar kaçak, yurtdışında yaşıyorlar, Amerika Birleşik Devletleri’nde çoğu, ama İngiltere’de ya da Almanya’da yaşayanlar da olabilir. Şimdi kaçak olanların hepsi, biliyoruz ki Cemaat’in çekirdekten yetişme unsurları, doğrudan Fethullah Gülen’le ilişkilerinin olduğunu tahmin ettiğimiz –ki Ekrem Dumanlı’nın kendisiyle yaptığı yayınlar, röportajlar falan da var– ama başından itibaren Cemaat medyasında çok önemli roller üstlenmiş isimler bunlar, değişik kademelerde roller üstlenmiş isimler bunlar ve bunların büyük bir kısmı da değişik meselelerle geçmişte AKP iktidarıyla çok yakın ilişkiler içerisindeydiler. O dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağına sık sık binerlerdi –özellikle Ekrem Dumanlı için söylüyorum–; bu kişilerin hepsi bir şekilde buhar oldu; gittiler, kimi darbe öncesi kimisi belki darbe sonrası, artık bir yerden sonra çok fazla bir önemi yok, büyük ölçüde darbe öncesi gitmişler anladığımız kadarıyla; ama diğerleri yaptıklarının hiçbir şekilde suç olmadığını düşünen kişiler, mesela Altan Kardeşler ya da Nazlı Ilıcak, kendilerini cezaevinde buldular ve aylardır tutuklular, şu anda yargılanıyorlar, ne olacakları da belli değil.

Cemaat’in Bermuda Şeytan Üçgeni’nin medya ayağı

Şimdi burada bir kere başlı başına çok büyük bir adaletsizlik var. Aslında kimsenin tutuklu yargılanması, hele gazeteci-yazar konumundaki kimsenin tutuklu yargılanması hiçbir şekilde bence doğru değil; herkes yargılanabilir, ama tutukluluğun bir cezaya dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla hepsi en aşağı 50 yaşında olan bu saydığım isimler –tabii gençler de var ama– bu kişilerin yeri yurdu belli, nerede oldukları belli olan bu kişileri tutuklanmanın başlı başına çok büyük bir eziyet olduğunu, cezalandırma olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bir önemli husus şu: Şimdi, zamanında Gülen Cemaati’nin yapılanması içerisinde, devlet içerisindeki örgütlenmesinde, o paralel örgütlenme denen örgütlenmenin içerisinde çok ciddi ayakları vardı. Askeriye bir yanda, polis bir yanda, yargı bir yanda, onun dışında Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı gibi aklınıza gelebilecek her bakanlıkta örgütlenmeleri olduğunu ve bu örgütlenmelerin çok hiyerarşik olduğunu, doğrudan Fethullah Gülen’e bağlı olduğunu biliyoruz. Ve bu örgütlenme üzerinden de birtakım komploları hayata geçirdiklerini, en sonuncusunun da 15 Temmuz Darbe Girişimi olduğunu biliyoruz.
Burada medya neredeydi? Bu soru çok önemli. Burada medya, Gülen Cemaati’nin medyası, başından itibaren çok stratejik bir yer işgal ediyordu ve stratejik yer, belli bir aşamada medya bu operasyonların, bu komploların önemli bir ayağını oluşturuyordu. Şöyle bir basit, geçmiş dönemi hatırlayalım: Cemaat’in Hükümet’le işbirliği yaptığı Ergenekon süreçlerinde, şöyle bir sistem işliyordu: Polis şefleri medyaya bir şeyler sızdırıyordu, medya bunları haber yapıyordu, savcılar bunları ilk defa görmüş gibi ihbar olarak kabul edip, tekrar soruşturma açıp, tekrar aynı polis şeflerine bu kişileri yakalama, gözaltına alma vs. gibi şeyler yapıyorlardı, harekete geçiyorlardı ve yine Cemaat’le ilişkili olduğunu bildiğimiz yargıçlar da bu kişilerin çoğunu tutuklayıp hemen davalar açıyorlardı. Ben buna “Bermuda Şeytan Üçgeni” diyordum, başkaları da diyor olabilir, bir üçgendi. Bir ayağında polis, bir ayağında da medya vardı ve medya burada gerçekten bu olayın bir parçasıydı; yani bilmeden yapılan bir şey olduğunu düşünmemiz mümkün değil, çünkü gazetecilik her şeyden önce sorgulama işidir, haberin kaynağını da sorgulama işidir. Yani şöyle bir şey olamaz: Haber geldi, çok güzel bir haber elinize geçti, haber yapmaktan ibaret değildir işiniz. Bu haberin kim tarafından size nasıl verildiğini, iletildiğini de bilmek ve gerekirse o kişinin niyetini de ciddi bir şekilde sorgulamanız gerekir. Ama genellikle şöyle bir yöntem izlendi o tarihte ve hâlâ maalesef aynı çizgi sürüyor; “habere bak gerisini karıştırma” gibi bir şey oldu.
Burada Gülen Cemaati medyası, birçok haberi doğrudan kendisi işleme soktu, ama bazılarını da kendisi yapmayıp birtakım aracıları kullandı. Taraf gazetesi bunların en önde gelenidir, sadece Taraf gazetesi değil, ama başka gazeteler de kullanıldı, başka televizyonlar da kullanıldı. Gazete ve televizyonlara yerleştirilmiş birtakım elemanlar, unsurlar üzerinden oralara da bunların yayılması sağlandı ve hatta öyle bir şey oldu ki belli bir yerden sonra Cemaat’in gazetesi olarak bilinen Zaman gazetesi, hiçbir zaman ilk haberi veren olmadı; ama başkalarının yaptığı haberi takip eden oldu. Yani “Taraf gazetesinin haberine göre, Nokta dergisinin haberine göre, şu haber kanalının haberine göre…” ki o dönemde mesela Akit gazetesini de çok ciddi bir şekilde –o zamanki adı neydi hatırlamıyorum, sürekli değişiyordu biliyorsunuz, Vakit olabilir, Akit olabilir– onları da kullanıyorlardı. Ana akım medya olarak kabul edilen televizyon kanallarını, haber kanallarını da ciddi bir şekilde kullanıyorlardı, bazı gazeteleri de kullanıyorlardı. Mesela MİT Krizi’ni başlatan haber ilk olarak Hürriyet gazetesinde –yanlış hatırlamıyorsam– çıkmıştı gibi, böyle bir şey kullanıyorlardı.

Ahmet Altan’ın trajedisi

Burada kullanılanların bir kısmı gerçekten ne yaptıklarının bilincinde değillerdi, bir nevi habere bakıp gerisini, arkasını pek fazla merak etmiyorlardı; haberin şehvetine kapılmışlardı diyelim ve bu haberlerle Türkiye’de bir şeyleri değiştirmekte olduklarını düşündüler. Gerçekten değiştiriyorlardı ama bu değişimin Türkiye’nin lehine olup olmadığı çok kısa süre içerisinde ortaya çıktı ve hatta kendilerinin de lehine olmadığı çok net bir şekilde ortaya çıktı. Bu anlamda Ahmet Altan’ın Taraf gazetesi yöneticiliği başlı başına bir trajedidir, dramdan da öte trajedidir. Örneğin Ahmet Altan’ın o dönemde Taraf gazetesinde köşe verdiği ve büyük bir kısmı tetikçilik yapanlar… ama Ahmet Altan’ın bunları gerçekten Türkiye’yi askeri vesayetten kurtarmak isteyen, Türkiye’nin sivilleşmesi ve demokratikleşmesi için uğraş veren gazeteciler olarak görüyordu. Bu kişilerin önemli bir kısmı daha sonra, Ahmet Altan yolunu hükümetten ayırdıktan sonra, doğrudan kendisine namlularını pekâlâ doğrultabildiler. Ahmet Altan, sonraki dönemde en çok saldırısına uğradığı kişilerin büyük bir kısmını medyaya kendisi sokmuştur, ya da onların önünü kendisi açmıştır; böyle bir trajedi yaşadı.
Bazıları da bu işi bilerek yaptılar.
Şimdi burada şu süren soruşturmada baktığımız kadarıyla, gördüğümüz kadarıyla çok ciddi adaletsizlik var. Burada kimlerin organik bir şekilde Cemaat’in komplolarına bilinçli bir şekilde dahil olup olmadıklarını çok fazla kurcalamıyorlar, hatta hiç kurcalamıyorlar. 17-25 Aralık’tan sonra Cemaat yayınlarında kalmayı tercih etmiş kişilerin hepsini –istisnalar belki bir iki tane vardır– olduğu gibi cemaatçi ve darbeci olarak niteliyorlar. Ama öte yandan çok ciddi bir mesele var: Bu kişiler yargılanırken, esas bunların yazıp çizdiği yayın kuruluşlarını vs. yöneten kişiler nerede? Bunların hepsi firari. Peki niye firari oldular? Niye bunların firari olmasının önü kesilemedi? Burada ilk gelen cevap şudur; bu kişiler ülkeyi terk etmeden önce yargıda, poliste vs. çok ciddi bir şekilde Cemaat ağırlığı vardı, bunların sayesinde kendilerini kurtardılar deniyor; ama bu bana hiçbir şekilde tatmin edici bir cevap olarak gelmiyor.

Suç başka, yanlış başka

Şimdi, şu anda görüyorsunuz, Zaman gazetesine zamanında yapılan operasyonda öne çıkan isimlerin büyük bir kısmı şu anda yurtdışındalar. Çok azı çekirdekten cemaatçi olup da şu anda tutuklu olan gazeteci sayısı gerçekten çok azdır. Cemaat’in organik insanı olmayıp içeride olanların sayısı gerçekten çok fazla. Bugün yargılamaları süren Altan Kardeşler, Nazlı Ilıcak’ın dışında, biliyoruz Şahin Alpay var, Ahmet Turan Alkan var, Mümtaz’er Türköne var, Murat Aksoy var, bir yığın isim var, şu anda aklıma gelmeyen. Bunlar bir nevi kendi –nasıl söyleyeyim– iyi niyetleri ve saflıkları ve inatlarının belki kurbanı oldular; ama bu yapılanın bir suç olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Bu kişilerin yaptıkları suç değil, yaptıklarını en fazla yanlış olarak tanımlayabilirsiniz, en fazla gazeteciler içerisinde bir tartışma olabilir, bu kişiler gazetecilik mesleğinden dışlanabilir, tartışılabilir, eleştirilebilir; ancak esas failleri yakalayamayan ya da yakalamayan –o artık nasıl yorumladığınıza bağlı– yargının bu kişileri müebbet vs. gibi çok ağır suçlamalarla yargılıyor olması, başlı başına çok büyük bir adaletsizlik, bunun altını tekrar tekrar çizmek istiyorum. “Onlar da kanmasaydı; koca insanlar, entelektüeller, çok iddialıydılar, nasıl bu oyuna geldiler?” vs. bunları söyleyebilirsiniz, onları eleştirebilirsiniz, ben şahsen çok eleştirdim, bazılarını bizzat yakından tanıdığım için zamanında kendilerine söyledim, yaptıklarının doğru olmadığını; ama bu bir eleştiridir. En fazla konuşmazsınız, küsersiniz, görüşmezsiniz vs. ama bu kişileri aylardır içeride tutmak ve haklarında müebbetten başlayan, kimi durumda müebbete kadar giden cezalar istemek, kesinlikle hakkaniyet ölçüsüne sığmıyor ve bu kişileri yargılamakla da hiçbir şeyi aydınlatma imkânı olacağını da sanmıyorum.
Bu yargılamalar sürerken, öte yandan ne oluyor? Yurtdışında kaçak, firari durumunda olan gazeteciler, bir yandan yavaş yavaş tekrar faaliyet içerisine girmeye başladılar. Uzun süredir sesleri çıkmıyordu çoğunun; ama şimdi özellikle sosyal medya üzerinden bayağı bir yayın yapmaya başladılar; Youtube’dan, Periscope’tan, Facebook’tan vs. Bir bakıyoruz, şu anda kendilerinin yazdırdıkları insanlar içerideyken onlar dışarıda. Kimbilir hangi imkânlarla, hiç de kötü bir durumda yaşadıkları izlenimi edinemiyoruz görüntülerinden vs. bir hayat sürdürüyorlar ve varlıklarını sürdürüyorlar, sürdürmeye çalışıyorlar. Bunun çok büyük bir haksızlık ve adaletsizlik olduğunu söylemek istiyorum; bunu onlara söylemiyorum, onların zaten umurunda değil. Yani şu anda Ali Bulaç’ın, Ahmet Turan Alkan’ın, Şahin Alpay’ın, Altan Kardeşler’in içeride olmasının onları çok rahatsız ettiğini düşünmüyorum; tam tersine, onların içeride olma durumlarını uluslararası platformlarda siyasi iktidara karşı en önemli muhalefet argümanı olarak kullanıyorlar, onların içeride olmalarından ciddi bir şekilde istifade ediyorlar.

Cemaatçi subaylar kandırılmış!

Son olarak bir hususu belirtmek istiyorum: Geçen bir video gördüm, Fethullah Gülen’in videosu, tarihini bilmiyorum eski de olabilir, ben geç görmüş olabilirim, orada şunu söylüyor: “Darbeyi kesinlikle biz yapmadık, darbenin içerisinde bana, bize sempati duyan birtakım subaylar yer almış olabilir, bunlar kandırılmıştır” diye, bizi kandırmaya çalışıyor. Yani bu klasik; bu süreçte biliyorsunuz en çok kullanılan laf “kandırılma” lafıydı, bunu siyasi iktidarın temsilcileri, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, değişik seferlerde dile getirmişlerdi, Cemaat tarafından kandırıldıklarını söylemişlerdi, şimdi de Fethullah Gülen’in kendisine yakın birtakım insanların kandırıldığını ya da o bağlamda insanların kendisini kandırdığını, ikisini birden söylemeye kalkıyor. İnanan olduğunu sanmıyorum, ama belli ki darbe girişiminden dolayı yargılanan subayları bazılarının kendisiyle ve cemaatiyle ilişkisinin çok net olarak ortada olduğunun farkında; onun için böyle bir açıklama yoluna gidiyor. Bir diğer benzeri, Cemaat’in yurtdışına kaçmış ve orada yaşayan birtakım gazetecileri günlerdir internet üzerinde dizi dizi yazılarla, uzun uzun, ordu içerisindeki cemaatçilerin ve bazı unsurların nasıl kandırıldığı, darbe içerisine sevk edildikleri üzerinde birtakım analizler vs. yazılıyor.
Şimdi bu da çok abes; zaten bunu söylediğiniz zaman, ordu içerisinde birtakım cemaatçi subayların, üst düzey subayların varlığını zaten kabul ettiğiniz zaman, zaten komployu kabul ediyorsunuz demektir, bunu Fethullah Gülen de söylüyor şimdi, diğer gazeteciler de söylüyor. Yani diyorlar ki, “Evet, doğrudur, bizim ordu içerisinde subaylarımız vardı”. Bunu söylediğin zaman zaten bir suçu itiraf etmiş oluyorsun; ama diyorlar ki bizim bu subaylarımız darbeye kandırılarak götürülürdüler vs. Buradan kendilerini suçsuz çıkartmaya çalışıyorlar, bu çok son derece abes bir şey.
Bir kere gizlice ordu içerisinde ve devletin diğer kurumlarında örgütlenmiş olduklarını bu yolla en azından itiraf etmiş oluyorlar; bu başlı başına bir suçun itirafıdır, ama suçun bir diğer aşaması olan “darbeyle bizim alâkamız yok” şeklinde bir açıklama yoluna gidiyorlar. Bu da aslında durumlarının ne kadar zor olduğunu bizlere gösteriyor. Bu açıklamaların kimseyi ikna etme gibi bir durumu kesinlikle olacağını sanmıyorum; yıllarca siz Gülen Cemaati adına orduda gizli bir şekilde örgütleneceksiniz, general olacaksınız vs. olacaksınız, sonra birileri sizi kandırıp, istemediğiniz halde darbe girişimine dahil edecekler. Bunun hiçbir inandırıcılığı yok; ama bu bize şunu gösteriyor: Cemaat yurtdışında da olsa, hâlâ kendini anlatma imkânına sahip ve bunu da genellikle medya üzerinden yapıyor, yurtdışında belli bir toparlanma içerisinde olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz; ama öte yandan şu ya da bu nedenle Cemaat’in yayın organlarında yazıp çizmiş ya da program yapmış birtakım insanlar, Cemaat’le organik ilişkisinin olmadığını herkesin bildiği birtakım insanlar, devletin intikam duygularıyla kesinlikle aylardır hapislerde — ki bunların önemli bir kısmı yaşını başını almış isimler ve çok ağır cezalarla suçlanıyorlar. Bu adaletsizliğe dur demenin, her tür adalet ve vicdan duygusuna sahip olan herkesin görevi olduğunu düşünüyorum ve ben de bu yayında bu görevi kendi adıma yerine getirmek istedim.
Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.