Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’de ayrımcılık ve ırkçılık neden yükseliyor?

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/331327871″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi haftalar, iyi günler! Bugün Türkiye’de yükselen ayrımcılık ve ırkçılık konusunda görüşlerimi aktarmak istiyorum. Aslında bunu tetikleyen olay, böyle bir yayını yapmama neden olan olay, son dönemde özellikle Suriyelilere yönelik, Suriyeli mültecilere, göçmenlere yönelik birtakım saldırılar ya da onlara atfedilen birtakım olaylar, bunların etrafında oluşturulmak istenen birtakım kampanyalar. Dün mesela “Suriyeliler ülkelerine dönsün” şeklinde sosyal medyada yapılan kampanya vardı ve bayağı bir destekçi bulduğunu gördük. Son dönemde üst üste Suriyelilerin yaptığı ileri sürülen birtakım taciz olaylarının çok ciddi bir şekilde haberleştirildiklerini gördük. Bunlar ürkütücü ve aslında çok tehlikeli bir gidişatı gösteriyor.

“Bizde ırkçılık yoktur” klişesi

Şunu öncelikle vurgulamak lazım: Türkiye’de çok sık kullanılan bir laf vardır: “Bizde ırkçılık yoktur” diye, “Türklerde ırkçılık yoktur” ya da “Türkiye’de ırkçılık yoktur” diye. Irkçılık meselesini sadece bir ten rengi olarak görüp, hani Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi siyah ve beyazlar arasında bir mesele olarak ona indirgediğiniz zaman, tabii ki Türkiye farklı tende insanların çok yoğun bir şekilde yaşadığı bir ülke olmadığı için, siyahların en azından ya da Asyalıların yaşadığı bir ülke olmadığı için böyle bir ırkçılık yok. Ancak öteden beri kimi zaman ayrımcılık olarak tanımlayabileceğimiz, ama sık sık ayrımcılığa doğru giden yaklaşımlar var. Dolayısıyla “Bizde ırkçılık, bizden ırkçı çıkmaz” yaklaşımı ve bunu insanların büyük ölçüde Osmanlı’yla açıklamaya çalışmaları, inandırıcı değil. Burada kastım Osmanlıyı kötüleme anlamında değil, o o dönemin meselesi; zaten ırkçılık son dönemde, 20. ve 21. yüzyılda daha net bir şekilde ortaya çıkan kavramsallaştırılmış bir mesele. Türkiye’de var ve bu yokmuş gibi ele alınıyor olması işi daha da ciddi kılıyor.
Şimdi, şöyle düşünelim: Suriyelilerle ilgili son dönemde medyada yer bulan ya da kamuoyunda ilgi uyandıran haberlerin büyük bir kısmı Suriyelilerin “kötü” özne oldukları olaylar; yani sarkıntılık, taciz gibi olaylar. Ama öte yandan Suriyelilerin mağdur olduğu ve Suriyeli olmayanların kötü olduğu olaylara çok fazla yer verilmediğini görüyoruz, çok fazla didiklenmediğini görüyoruz. Yani Türkiye’de gerçekten yüz binlerce, belki milyonlarca Suriyeli yaşıyor; bunlar farklı farklı kesimlerden, farklı farklı kökenlerden ve farklı farklı ekonomik ve kültürel düzeylerden insanlar. Kimisi dilencilik yapıyor, kimisi kamplarda yaşıyor, kimisi hali vakti fena olmayan bir şekilde normal ev tutuyor, ev satın alıyor, araç alıyor, dükkân açıyor vs.
Türkiye’de Suriye olayıyla beraber bunun adım adım yükseldiğini gördük; kimi zamanlarda bazı çatışmalar yaşandı, yani göçmenlere yönelik birtakım saldırılar olduğu zaman biraz alarmlar verilir gibi oldu, hemen üstüne yatıldı ve Suriye’deki krizin, iç savaşın bitmek bilmemesiyle beraber bu iyice Türkiye’de kök saldı ve şimdi çok kötü bir şekilde uç vermeye başladığını görüyoruz. Bu özellikle son dönemde taciz iddiaları ve bunların Suriyeliler tarafından yapıldığının öne çıkarılıyor olması –ki sayıları bir değil iki değil belki üçtür ama Türkiye’de taciz, artık çok sıradanlaşmış bir olay maalesef ve genellikle kimin yaptığı üzerinde çok fazla durulmazken–, Suriyelilerin özne olması durumunda, iddia edildiği durumlarda hemen başlık olarak Suriyelilerin konulduğunu görüyoruz. Ve bunu özellikle Türkiye’de Türk milliyetçiliği adına hareket ettiği iddiasındaki birtakım kişi ve çevreler daha fazla yapmaya başladılar, bazı gazeteler peş peşe bu tür haberler yapıyorlar, bazı siyasetçiler peş peşe bu konularda açıklamalar yapıyorlar. Bu çok tehlikeli bir gidişat.

Irkçıların haklılık ısrarı

Şimdi bu meseleye dikkat çekmeye kalktığınız zaman –ki şahsen bu konuda köşe yazdığım zamanlar da yazdım, çok ele aldım bunları ya da yorum yaptığım zaman da– çok ters tepkiler geldi, eleştiriler geldi, suçlamalar geldi, abarttığımı söylediler. Haklı olduklarını; argümanların doğru olduğunu, insanların işsiz kaldığını, Suriyeliler yüzünden ev kiralarının ya da fiyatlarının, araba fiyatlarının yükseldiği, işyeri hava paralarının yükseldiği; Suriyelilere birtakım ayrımcılıklar tanındığı, devlet imkânlarının tanındığı gibi argümanlarla benim ve benim gibi düşünen insanlar naif olmakla, saf olmakla suçlandılar. Böyle olduğunu düşünmüyorum.
Şunu çok iyi biliyorum; özellikle Avrupa’da Türkler dahil olmak üzere göçmenlere yönelik yapılan yabancı karşıtlığına, ırkçılığa baktığımız zaman, ilk 70’li yılların sonu, 80’li yıllar ve 90’lı yıllara baktığımız zaman hemen hemen aynı argümanlar var; yani “Bunlar yüzünden işsiz kalıyoruz, bunlar yüzünden şöyle oluyor, bunlar yüzünden şu oluyor, bunlar toplumda suç oranını yükseltiyor” şeklinde, zamanında Almanya’da –ki hâlâ sürüyor–, Fransa’da Türklere yöneltilen suçlamarın şimdi Türkler tarafından benzer argümanlarla ve benzer haklılık iddiasıyla özel olarak Suriyelilere, ama başka göçmenlere de yönelik olarak bunların, suçlamaların yöneltildiğini görüyoruz. Yani şu anda bizim bir tek Fransa’daki Ulusal Cephe ya da diğer ülkelerdeki faşist partiler gibi yabancı düşmanlığını her şeyin temeline almış olan partilerimiz eksik — ki onlar da yakında peydahlanırsa hiç şaşırmamak lazım.

Kabahat Suriyeli göçmenlerde değil

Bir kere şunu kabul etmek lazım: Suriye’deki milyonlarca insanın hiçbiri ülkelerini kendi rızalarıyla terk etmediler. Oradan canlarını kurtarmak için, can havliyle çıktılar, gittiler. Türkiye’ye, Ürdün’e başka yerlere gittiler; gidebilen Avrupa’ya, Amerika’ya kadar gitti; gidemeyen burada kaldı. Bu insanların kendi özgür seçimleri değil, hatta bu insanların bu duruma gelmesinde bizim ülkemizin de, bizim ülkemizi yönetenlerin de çok ciddi bir şekilde sorumluluğu var. Bunları yok sayarak, bu kişilerin içlerinde bulundukları durumun, kaderlerinin sorumluları kendileriymiş gibi kabul ederek yapılan değerlendirmelerin hepsi bir kere ayrımcı ve hatta ırkçıdır. Suriye sorunu çözülmeden bu kişilerin ülkelerine dönmesini talep etmek bir şekilde cinayete davetiye çıkarmaktır. Suriye’de hâlâ her gün insanlar ölüyor. Hâlâ kimyasal silah kullanıldığı iddiaları var. Çatışmalar bitmek bilmiyor. Bu insanları –şu anda görüyorsunuz–, çocukları oraya yollamak demek bir cinayet anlamına gelecektir. Bu çok net. Siz Suriye sorununun çözümünde aktif bir rol oynamak yerine, etkili bir şekilde, pozitif bir şekilde rol oynamak yerine sorunun daha da derinleşmesine vesile olursanız, ondan sonra Suriyelilerin Türkiye’deki varlığından şikâyet etmenizin hiçbir anlamı yok. Dolayısıyla Türkiye’deki Suriyeli varlığından yakınanların, öncelikle Suriye meselesinin çözümü konusunda ciddi bir şekilde çaba içerisine girmeleri gerekiyor. Artık Türkiye vatandaşlarının “Bize ne? Ne halleri varsa görsünler” deme gibi bir durumları yok, olmayacak. Böyle bir şey yok.

TSK neden Suriye’de?

Bir diğer husus: “Bizim askerimiz Suriye’ye gidiyor, şehit oluyor. Niye bunlar, askerlik çağındaki insanlar buralarda sürtüyorlar, kahvelerde nargile içiyorlar?” vs. gibi çok klasik bildik ayrımcı, ırkçı söylemler var. Bir kere şunu vurgulamak lazım: Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye gittiyse ve şu anda oradaysa, Fırat Kalkanı Operasyonu’nu yapıyorsa, Suriye’den çok Türkiye’yle ilgili bir meseleyle ilgili gidiyor. Özellikle Türkiye’nin kırmızı çizgisi olarak görülen Kürtlerin nüfuz alanının genişlemesini engellemek için orada TSK. Esas olarak bunun için orada. Yoksa Suriyelilerin tekrar barışa ve huzura kavuşmaları gibi bir önceliği yok. Zaten böyle bir güç bunu gerçekleştirebilmenin çok uzağında. Dolayısıyla böyle bir argümanın hiçbir inandırıcılığı yok.
Şunu vurgulamak lazım: Ekonomik anlamda yöneltilen şikâyetlerin, eleştirilerin de hiçbir iler tutar tarafı yok. Çünkü Türkiye’de işsizlik Suriyeliler olmadan önce de vardı. Suriyelilerin hepsi dönse de yine var olacak. Türkiye’nin çok yapısal ekonomik sorunları var. Bunu göçmenlerin sayısıyla, göçmenlerin varlığıyla açıklamaya kalkışmak en hafif deyimiyle ayrımcılıktır. Böyle bir açıklaması yok. Yani insanlar işsiz kalıyorsa, dükkânlarını kapatmak durumunda kalıyorsa bu Suriyeliler geldi diye değil. Türkiye’de çok daha köklü bir ekonomi eleştirisiyle açıklanabilecek bir husus bu. Bunu Suriyelilerin sırtına yıkıp, Türkiye’de yaşanan her türlü sorunu, insanların yaşadığı mağduriyetleri Suriyelilerin ya da başka göçmenlerin sırtına yıkıp durumu izah etmeye çalışmak çok büyük bir kolaycılık ve aslında ayıp bir şey, onu özellikle vurgulamak lazım. Olay sadece göçmenlerle ilgili değil. Türkiye’de, farklı etnik kökende kişilerin yaşadığı bir mozaikten bahsediyoruz ve burada azınlıkta olan, sayıca daha az olanlara karşı hep bir ayrımcılık olagelmiştir. Özellikle çözüm süreci döneminde bu konuda olumlu anlamda çok ciddi adımlar atılmıştı. Ve Türkiye’deki kardeşlik duygusunun çok ciddi bir şekilde pekişmesine, güçlenmesine yönelik çok olumlu etkisi olmuştu çözüm sürecinin. Ama maalesef bir süreden beri bu tamamen askıya alınmış durumda ve Türkiye’deki ayrımcı duygular, şiddetin de tırmanmasıyla beraber, özellikle Haziran seçimlerinin ardından tırmanmasıyla beraber tekrar yerleşmiş durumda.
Şu anda Türkiye’nin ayrımcılık anlamında tek meselesi sadece göçmenler konusu değil, Türkiye’nin kendi içerisinde de sayıca az olan etnik gruplara yönelik olarak, tabii ki öncelikle Kürtlere yönelik olarak çok ciddi bir ayrımcılık sorunu var. Bunun olmadığını söyleyenler yalancıdır. Bunu “Türk-Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir” gibi basit sloganlarla geçiştirmeye çalışmanın hiçbir geçerliliği yoktur. “Hepimiz kardeşiz” basitliğiyle bu olayları açıklamanın, bu sorunu yokmuş gibi göstermenin hiçbir şekilde bir anlamı yoktur. Ve Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde yüzleşmesi gereken bir ayrımcılık ve giderek, özellikle Suriyeliler bağlamında ve genel olarak da bakarsak aslında Araplara yönelik genelleştirilebilecek olan, ırkçılığa doğru giden bir tırmanış var. Türkiye’nin sorunlarının ağırlaşması halinde bunun daha da tırmanacağını kesinlikle öngörebiliriz. Ama Türkiye’nin sorunlarının yumuşaması halinde, özellikle siyasi sorunlarının yumuşaması halinde bunun azalmasını umabiliriz.
Ama çok ciddi bir potansiyel var. Bu potansiyele dikkat çekmek hepimizin boynunun borcu. Ve bu potansiyele karşı mücadele etmek, bu ırkçılığa varan ayrımcılığın, saldırganlaşabilme ihtimalini hep akılda tutarak buna dikkat çekmek hepimizin boynunun borcu olsun. Ve buna karşı mücadele etmek de hepimizin üzerinde bir ödev olarak dursun.
Bugün Adalet Yürüyüşü’nü konuşmayı düşünüyordum ancak ayrımcılık ve ırkçılığa değindim. Yarın saat 15:00’te Levent Gültekin’le Adalet Yürüyüşü’nü konuşacağız. Levent Gültekin bugün Adalet Yürüyüşü’ne gitti. Oradan izlenimlerini de yarın 15:00’teki yayında anlatma fırsatı bulacak. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.