Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kim kimi nasıl kandırdı?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir süredir benzer fiiller kullanıyor. Bu, kandırıldık, aldatıldık ya da yanıltıldık şeklinde, değişik konularda, ama sonuçta hep aynı kapıya çıkıyor. Bunun ilk çarpıcı örneği FETÖ olayıydı. Fethullah Gülen ve cemaatinin kendilerini kandırdığını söylemişti ve “Allah bizi affetsin” demişti. Ama bu arada kandırılıp kandırılmadıkları tartışmalı. Birçok insanı devlet affetmiyor ve 15 Temmuz’dan itibaren çok ciddi bir şekilde cezalandırılıyorlar. İşlerinden, özgürlüklerinden oluyorlar. Bu ayrı bir konu.
En son olarak tabii bunu Mesut Barzani olayında gördük. Burada “yanıltıldık” diye söyledi. Nasıl bir yanıltma olabilir? Çünkü biliyoruz ki Mesut Barzani’yle çok yakın bir zamana kadar çok sıcak bir ilişkisi vardı. Barzani özellikle Türkiye’de seçim öncelerinde Tayyip Erdoğan’a, AK Parti’ye destek veriyordu. Özellikle Kürt oylarını alma konusunda referandumlar, cumhurbaşkanlığı seçimleri, genel seçimler, bir yığın vesileyle Barzani ve onun destekçilerinin AK Parti’yi ve Erdoğan’ı desteklediğini biliyoruz. Bunun en çarpıcı görüntülerinden bazıları AKP kongrelerinde yaşanmıştı. Ama bunun zirvesi, Şivan Perwer’le beraber Barzani’nin, İbrahim Tatlıses’in de olduğu bir organizasyonla Diyarbakır’da Erdoğan ve eşiyle birlikte bulunmuş olmasıydı. O çok büyük bir gösteri olmuştu. Ve şimdi yanıltıldığını söylüyor Erdoğan. Bu ne derece inandırıcı, ikna edici? Sanmıyorum. Çünkü babasından itibaren Barzani adı öteden beri tüm dünya için bilinen bir şey. Kürtler için, Irak’ta Kürtlerin liderlerinden birisi, en önde gelen lideri. Ve Barzani’nin hayalinin bağımsız bir Kürt devleti olduğu ve bunu gerçekleştirmek için elinden geleni yapacağı, kendisini buna adamış olduğunu herkes bilir. Barzani adını bilen bunu muhakkak bilir. Erdoğan da herhalde bunu biliyordu.
Ve Erdoğan’la kurdukları ilişkilerde Barzani’nin kendisine bağımsız Kürt devleti fikrinden vazgeçtiğini söylediğini açıkçası sanmıyorum. Tabii kendi aralarındaki konuşmaları bilmemizin imkânı yok; ancak böyle bir şeyi söylemiş olabileceğini kesinlikle düşünmüyorum. Çünkü Barzani’nin profilinde böyle bir şey mümkün değil. O kadar ki, bu Erdoğan ve Barzani ilişkisi ve dolayısıyla Ankara-Erbil ilişkisinin giderek bir stratejik işbirliği havası vermesiyle beraber şu tür yorumlar yapılır olmuştu — ki ben de zamanında, köşe yazısı yazdığım zamanlarda böyle şeyler yazdığımı hatırlıyorum: Irak’ta bir bağımsız Kürt devleti artık Ankara’nın kırmızı çizgisi olmaktan çıkıyor yorumu yapılmıştı.

Irak Kürdistanı Türkiye’ye bağlanacaktı

Ve Ankara’da Kürtlerin Irak’tan kopup Türkiye’ye bir şekilde bağlanması senaryolarının da dillendirildiğini biliyoruz — ki bu senaryoların aslı Turgut Özal’a kadar gider. Ama Erdoğan’la beraber de bunun ciddi bir şekilde bir niyet olduğu zannedilmişti; hatta bazı danışmanları bu konuda çok iddialı laflar etmiş ve Irak’ta Kürtlerin referandumla Türkiye’ye bağlanmak için “Evet” diyeceklerini iddia etmişlerdi. Ama referandumla beraber Irak’tan ayrılmak istediklerini beyan ettiler.
Burada bir kandırılma, yanıltılma olduğunu düşünmüyorum. Burada sorun, AK Parti’nin, ülkeyi yönetenlerin –ki ülkenin yönetimi artık Erdoğan’la eşit düzeyde– bir siyasî vizyonunun olmaması ya da var olan vizyonun, geçmişteki vizyonun iptali ve şu anda Türkiye’nin, Ankara’nın dış politikada, bölgede tam anlamıyla sürükleniyor olması.
Çok çarpıcı. Yakın zamana kadar Bağdat’a rağmen ve Bağdat’a meydan okuyarak Erbil’le ilişki kuran bir Ankara vardı. Şimdi Erbil’e karşı Bağdat’ın her kararına destek verme sözü veren bir Ankara var. Tabii ki şunu da söylemek lazım: Yarın öbür gün bu pozisyon da değişebilir. Yarın öbür gün başka pozisyonlar da alınabilir. Burada sorun, Erdoğan’ın artık sadece dış politikada değil aslında içeride de uzun vadeli stratejilerle, vizyonlarla yürümeyi bırakıp tamamen kısa vadeli, konjonktürel ve durumu idare etmeye yönelik politikalar geliştirmeye çalıştığını görüyoruz. Bunun nedeni, kendi içinde var olduğu, özellikle Gezi’yle beraber başlayan, 17-25 Aralık’la devam eden, 15 Temmuz’la daha da tırmanan bir tek-adam yönetiminin iyice inşa edilmesi ve Erdoğan’ın reflekslerini büyük ölçüde var kalma üzerine kurması ve bu kriz. Bu krizi, yaşadığı krizi aşmak için çoğulculuğa, demokrasiye, ülkenin demokratikleştirilmesine değil, ülkenin demokratik kazanımlarından mahrum edilmesine, hukuk devletinden uzaklaşılmasına doğru yöneliyor Erdoğan. Ve bunun sonucunda bu kriz her geçen gün derinleşiyor. Ve buna bağlı olarak da dış politikada ve iç politikada istikrarlı tutumlar görmemiz mümkün değil.

Gülen mi, Erdoğan mı kandırıldı?

Şimdi Barzani meselesine tekrar döneceğim, geçmişe bakalım. Mesela, “Fethullah Gülen bizi kandırdı”. Böyle bir şey yok. Fethullah Gülen’in devlet içerisinde örgütlendiğini, yargıda, poliste örgütlendiğini en iyi Erdoğan biliyordu. Ve bu örgütlenme sayesinde derin devlete karşı bir savaş açtılar. El ele, kol kola savaş açtılar. Fethullahçı polislerin, savcıların ve medya yöneticilerinin kurduğu tezgâhların, kumpasların birçoğunda hükümetin ve Erdoğan’ın bilgisi, onayı, desteği ve teşviki vardı. Bazılarında yoktu. O bazılarında sorunlar çıktı. Bütün bu ittifak süreci içerisinde Fethullahçılar kendi çıkarlarını da gözeterek birtakım özel işlerini de halletmeye kalktıklarında birtakım arızalar yaşandı. Ama Fethullahçıların devlet içerisinde ayrı bir yapılanmaya gitmiş olduklarını görmek için 17-25 Aralık’ı beklemek gerekmiyordu. Bunu hepimiz biliyorduk, söylüyorduk. Söyleyenler vardı en azından, bunlardan birisi bendim. Ve bunları ülkeyi yöneten kişilere de söylüyorduk, bizzat görüşmelerimizde de söylüyorduk değişik vesilelerle. Birçok olay hatırlıyorum. Fethullahçıların nasıl Türkiye için ciddi bir tehdit olduğunu söylediğim değişik kademelerden AK Parti yöneticilerinin, ülkeyi yöneten isimlerin o dönemlerde bunları nasıl geçiştirdiklerini çok iyi hatırlıyorum.
Bunlar birdenbire ortaya çıkmış bir şey değil, ama ortaklık bozulunca ortaya çıktı. Burada da bir “kandırıldık” olayı var. Buradaki husus –bunu çoğaltabiliriz–; bir dönem, liberallerle girilen ittifakta bu oldu; bir dönem, Avrupa Birliği’yle girilen işbirliğinde bu oldu; bir dönem, İsrail’le girilen, sonra bozulan, şimdi tekrar düzelir gibi ama her an bozulabilir olan ilişkilerde böyle oldu. Erdoğan’ın her zaman haklı çıkma iddiasında; her zaman kendisinin doğru çizgide olduğunu ama karşı tarafın politika değiştirdiğini, kendisini kandırdığını, aldattığını söylüyor. Ama biliyoruz ki Fethullah Gülen aynı Fethullah Gülen, Fethullahçılar aynı Fethullahçılar, Avrupa Birliği aynı Avrupa Birliği, Beşar Esad aynı Beşar Esad.

Esad’la bozulan dostluk

Beşar Esad da biliyorsunuz, çok yakın bir zamana kadar, iç savaş patlak verene kadar Ankara’nın ve Erdoğan’ın çok yakın ilişki içerisinde olduğu bir siyasetçiydi, devlet başkanıydı. Ve bunu Ankara, Erdoğan, ABD başta olmak üzere, İsrail tabii, birçok müttefikinin itirazına rağmen yaptı. Israrla yaptı. Bunu sürdürdü. Ama sonra birdenbire, sanki Esad birdenbire zalim olmuş gibi, daha önce demokrat birisiymiş de sonradan zalim olmuş gibi birdenbire adı bile değişti. Esad’dan Esed’e dönüştü. Ve katil ilan edildi. Yıkılması gereken kişi ilan edildi.
Ama şunu görüyoruz: Yakın bir zamanda –ki bunun işaretleri çok– Esed tekrar Esad olabilir. Çünkü şu anda AK Parti için Suriye denince ilk akla gelen husus Kürtler. Kürtlerin önünü kiminle kesebilirse onunla kesmeye talip olan, soyunan bir AK Parti ve Erdoğan var. Dolayısıyla yarın öbür gün tekrar ilişkiler normale dönebilir.
Bütün bunlardan neyi görüyoruz? İktidarını korumak için sürekli politika değiştirebilen bir yönetim var. Geçmişteki ilişkilerde Erdoğan’ın perspektifi, açıkçası, hükümetken devlet olamama sorunu vardı. Çünkü ülke seçilenler tarafından yüzde yüz kontrol edilemiyordu. Derin devlet diye adlandırdığımız bir yapının tahakkümü sürüyordu. Ve bu yapı Erdoğan’ın ve AK Parti’nin ülkeyi yönetmesine tam olarak izin vermek istemiyordu. Bu yapıyı tasfiye etmek için Erdoğan içeride liberallerle, dışarıda İsrail’le, AB’yle, ABD’yle ve daha sonra iş ciddiye bindikten sonra özellikle Fethullahçılarla ittifaklar yaptı. Ve belli bir süre sonra artık devleti tam anlamıyla kontrol ettiği düşüncesiyle –ki bence böyle, artık Erdoğan devlettir– en son Meclis’in açılışıyla ilgili Meclis Başkanı’nın makamında yapılan yirmi beş dakikalık toplantıda gördüğümüz yüksek yargı başkanları, Genelkurmay Başkanı –ana muhalefet lideri yok tabii ki– ve tabii ki MHP lideri var. Yeni devlet yapısını orada görüyoruz. MHP’nin de bir şekilde eklemlendiği yeni bir yapıya dönüştü ve burada yargının tam anlamıyla yürütme tarafından –yürütme derken tabii ki Erdoğan’ı kastediyorum– kontrolü, aynı şekilde Genelkurmay üzerinde mutlak bir tahakkümünün geldiği bir noktada. Geçmişte kurulmuş olan ilişkilerin hepsinden vazgeçti. Bunları büyük ölçüde tasfiye etti. Hem yollarını ayırdı, hem de tasfiye etti.

Altan kardeşler örneği

Hemen şu anda aklıma gelen, mesela Mehmet ve Ahmet Altan kardeşlerin cezaevinde olmalarının hiçbir akılcı açıklaması yok. Geçmişte AK Parti iktidarına çok ciddi bir şekilde katkıda bulunmuş isimler bunlar. Ama bir yerden sonra ortaklık bitince, Erdoğan’ın kendilerine ihtiyacı kalmayınca dışlandıktan sonra çok sert muhalefete başladıkları için, şu anda tamamen siyasî gerekçelerle, hiç hukukla alakası olmayan bir şekilde aylardır tutuklu bulunuyorlar. Buna benzer isimlerin sayısını artırabiliriz. Böyle bir olay var.
Dolayısıyla şu anda baktığımız zaman görünen şu: Esas aldatılan, zamanında Erdoğan’la ilişki kurmuş olanlar, eğer bir aldatma varsa. Bazılarında aldatma yok. Çünkü Esad’la kurulan ilişkide böyle bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Çünkü burada tamamen çıkarlar üzerine kurulu bir ilişkiydi. Çıkarlar farklılaşınca yollar ayrıldı. Fethulah Gülen’le kurulan ilişkide de bir aldatma… Yani Fethullahçılar da, şu anda bakıyorsunuz yurtdışından yayın yapan Fethullahçı gazeteciler –daha önce bir yayında buna değinmiştim– uzun uzun bize masal anlatıyorlar. Aslında AK Parti’nin kendilerini kandırdığını anlatıyorlar. AK Parti’nin ve birtakım isimlerin… Bu da inandırıcı değil. Burada, tamamen her iki tarafın birbirine güvenmediği ama birbirine muhtaç olduğu bir süreçti, sonra yollar ayrıldı. Kuvvetli olan daha az kuvvetli olanı çok ciddi bir şekilde tasfiye ediyor.
Ama birçok isimde baktığımız zaman, eğer bir aldanma, aldatılma, kandırılma, yanıltılma olayı varsa bu kesinlikle bana göre Erdoğan’la ittifak yapmış olanların sonudur. Bu son yaşadığımız olayda Barzani için aynı şeyi söyleyebiliriz. Yapılan bütün yorumlarda bölgeyi bilen kişiler –ki çoğunu biz Medyascope’ta değişik vesilelerle konuk ettik, biliyorsunuz–, hemen hemen herkes şunu söylüyor: Erbil, Barzani, Tahran’dan çok sert şeyler bekliyordu, ama Ankara’dan bu kadar sert çıkış beklemiyordu. Gerçekten de böyle. Çünkü çok yoğun, çok stratejik ve ekonomik ilişkiler vardı. Ankara’nın bu ilişkileri, bu yoğun ilişkileri feda ederek böyle bir sert pozisyon alması gerçekten Erbil’dekileri şaşırtmışa benziyor. Dolayısıyla yanıltılmış birileri varsa Barzani ve çevresidir.
Ama burada da tabii ki kimseyi suçlamak söz konusu olamaz. Yanılmamaları gerekirdi, hesaplarını ona göre yapmaları gerekirdi. Özellikle değişik dönemlerde Erdoğan’la birlikte hareket etmiş, onunla ittifak yapmış olan yerli ve yabancı kişilerin akıbetlerine bakıp kendi tedbirlerini ona göre almaları gerekirdi, yapmadılar. Sonuçta onların da –ki bazı sözcüleri biliyorsunuz bu konularda birtakım yazılar da yazdılar–, Erdoğan’a yönelik olarak “bizi kandırdın” yazıları da yazdılar. Bunların hiçbir anlamı yok.

Akil adamların kaderi

Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Türkiye belli bir süredir Erdoğan tarafından tek başına yönetiliyor ve Erdoğan’ın politikaları döneme göre sürekli bir değişiklik arz ediyor. Bir gün söylediğine ertesi gün karşı olabiliyor. Daha sonra tekrar ilk başladığı noktaya da pekâlâ dönebiliyor. Geçen hafta bir vesileyle Türkiye’deki âkil adamlar ya da âkil insanlar –pardon, önce adam denmişti sonra insana dönmüştü–, âkil insanlar listesine baktım. Gerçekten çok nostaljik. Şunun şurasında kaç sene oldu. Erdoğan’ın bizzat saptadığı bir listeydi biliyoruz, onayladığı bir listeydi. O listeden bazıları hapiste, bazıları tasfiye oldu, gazeteciler işlerinden tasfiye oldu vs. O dönemde olmayan bazıları da terfi etti. Mesela şu anda Erdoğan’ın başdanışmanlığına, o tarihte olmayıp sonradan başdanışmanlığa terfi etmiş birkaç isim de var. O listeye baktığımızda zaten, o listedeki kimdir, o gün neredeydiler, bugün neredeler diye baktığınız zaman görüyorsunuz, o kadar kısa süre içerisinde bir şekilde Erdoğan’ın çözüm süreci projesinde ona destek vermiş olan bu insanların –40’ı aşkındı, tam sayıdan emin olamadım şimdi– neredeyse yarıdan fazlasının şu anda Erdoğan-karşıtı ve Erdoğan’ın da onlara karşı olduğunu gördüğümüz zaman bu büyük dönüşümü anlıyoruz.
Bir yerden sonra kim kimi kandırdı, aldattı, bunun çok bir önemi yok. Âkil insanlar dedik. Orada Cemal Uşşak var, rahmetli oldu. Cemaat soruşturması kapsamında yurtdışına kaçtı, öyle diyelim, hasta hasta ve orada vefat etti. Onu hatırlıyorum, o tarihte Cemaat’le ilişkisi olup âkil insanlar listesine giren iki kişiden birisiydi. Bir diğeri Mustafa Armağan’dı. O da Zaman gazetesi yazarıydı. Şimdi biliyorsunuz Atatürk düşmanlığıyla kendisinin Fethullahçı olmadığını bize defalarca kanıtlamaya çalışan pozisyonda, belli bir etkisi kalmamış bir isim oldu.
Ama o listeye baktığınız zaman, o listeye bir bakın, Google’a girin, çıkartın bakın, şimdi kim nerede diye baktığınız zaman, Türkiye’nin yakın tarihinin, son dört-beş yıl içerisinde Türkiye’de nasıl ilişkilerin, ittifakların, pozisyonların alt üst olduğunu ve bu alt üst oluşların hemen hemen hiçbirisinde böyle bir ilke, uzun vadeli vizyon vs.’nin olmadığını görüyorsunuz. Bu da bize şunu gösteriyor: Türkiye gerçekten günübirlik yaşayan bir ülke. Özellikle Kürdistan referandumundan sonra gösterilen tepkiler ve oluşan bir acayip cephe Türkiye’deki bu günübirlik yaşantının hiç de sağlıklı olmadığını bize çok net bir şekilde gösteriyor.
Bunu demişken son olarak şunu söyleyeyim: Yarın Levent Gültekin’le burada saat 15:00’te yükselen milliyetçiliği konuşacağız. Orada da bu meseleleri Levent’le beraber daha derinlikli tartışma imkânımız olacak diye umuyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.