Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Abdullah Gül’ün şansı

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Geçen perşembe günü, yani 2017’nin son yayınlarından birisinde, “Abdullah Gül ne yapmak istiyor? Ne yapabilir?” başlığıyla yayın yapmıştım. Ve açıkçası tahminimin çok ötesinde bir ilgi gördüğüne tanık oldum. Bir ilgi göreceğini tahmin ediyordum ama o kadarını tahmin etmiyordum. İzlenme anlamında –biz öyle çok izlenme rakamlarını dert edinen bir kurum değiliz, ama rakamların da tabii bir anlamı var– çok geniş, diğerlerine kıyasla çok fazla izlendiğini gördüm. Ve çok sayıda yorumun geldiğini gördüm. Bu da aslında Abdullah Gül’ün o iki tweet’inin ne kadar önemli olduğunu bize bir kere daha gösterdi. Önemi neden dolayı? Türkiye’deki siyasî gidişata yeniden bir şekilde Abdullah Gül faktörü eklenmiş oluyor. Uzun bir süredir hep bu gündemde, biliyorsunuz; ama Abdullah Gül pasif kalmayı, kenarda kalmayı tercih ettiği için, adı var kendi yok haldeydi. Şimdi bir Kanun Hükmünde Kararname’nin bir maddesine yönelik itirazlarını Twitter’dan yapması üzerine, birdenbire kendisi de var oldu. Ve peş peşe iktidar partisinden –tabii başta iktidar partisinin genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ve de partinin değişik sözcülerinden– Abdullah Gül’e yönelik birtakım eleştiriler, suçlamalar görüyoruz. Bunların da kırık dökük olduğunu söyleyebiliriz, çok istikrarlı değil. Ne tam bir saldırı hali var –ki zamanında, değişik dönemlerde değişik kişilere bunlar yapıldı–, ne de tam bir anlayışla karşılama hali var.
Şunu söylemek çok mümkün: Büyük bir rahatsızlık var; Abdullah Gül’ün ortaya çıkacak olma ihtimalinden duyulan çok büyük bir rahatsızlık var. Bunun en önemli nedeni 2019’a doğru Tayyip Erdoğan’ın çok sıkıntılı bir şekilde gidiyor olması. İşi zor. Bir kriz var. Bu kriz giderek derinleşiyor. Ama en büyük şansı da muhalefetin Tayyip Erdoğan’ı zorlayamaması, gerçek anlamda meydan okuyamaması. İYİ Parti ve Meral Akşener olayını da genellikle Erdoğan çok fazla dillendirmek istemiyor. Ama onlar da –daha önceki yayınlarda söyledim– Erdoğan’ı tehdit edebilme noktasından çok uzaklar şu aşamada; parti olarak AK Parti’yi, Meral Akşener de kişi olarak Erdoğan’ı. Dolayısıyla kendi krizine rağmen, aslında kaybetmeye mahkûm bir hareket ve bir siyasetçi, kazanacak kimse olmadığı için kazanmaya mahkûm bir görüntü izliyordu; bu benim değerlendirmem.

Gül Erdoğan’a kayıtsız şartsız bir bağlılık göstermez, göstermedi, göstereceği de yok

Ve Abdullah Gül bunu değiştirebilir mi? Değiştirebilir. Değiştirebilir olduğunu verilen tepkilerden görüyoruz. Örneğin en son Mahir Ünal’ın dün CNN Türk’te Şirin Payzın’ın karşısında söyledikleri aslında gerçekten bir çaresizlik göstergesi. İki tane tweet’e karşı söylediğine baktığımız zaman, Abdullah Gül’ü steril ortamlarda kalıp risk almamakla eleştiriyor. Orada risk almaktan kastı tabii ki Tayyip Erdoğan’a kayıtsız şartsız, kendilerinin yaptığı gibi bağlı olmaması. Ama Abdullah Gül bunu hiçbir zaman yapmayacağını baştan itibaren bize göstermişti. Çünkü çok net de bir şey var. Kayıtsız şartsız bağlı olanların da istikbali garanti değil. Birçok örnek var. En son örnekler, biliyorsunuz, Yalçın Akdoğan, Efkan Ala gibi örnekler de bunları gösterdi. En yakın bilinen isimler de, Nabi Avcı da böyle; bakan bile değiller artık. Abdullah Gül Tayyip Erdoğan’a kayıtsız şartsız bir bağlılık göstermez, göstermedi, göstereceği de yok. Ama buradan ona karşı çıkacağı anlamını çıkartmak mümkün değil. Ama şu anda yaşananlar, birkaç gündür, yani 2017’nin son günleri ve bugüne kadar geldiği kadarıyla baktığımız zaman, işin giderek ciddileştiğini gösteriyor. Her ne kadar Abdullah Gül’ün daha sonra yaptığı açıklamalar çok sınırlı olsa da, yani siyasî olmayıp, içerikle ilgili değil biçimsel olsa da, kendisine yönelik tepkilerin hâlâ sürüyor olması bile, işin ciddi olduğunu gösteriyor. Abdullah Gül’ün aday olacağını açıkçası düşünmüyorum. Aday olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünmüyorum, ama böyle bir ihtimal kesinlikle var. Ama Abdullah Gül’ün şu haliyle Erdoğan’la mesafesini koruyup, hatta daha da açması durumunda, Erdoğan’ın işinin daha da zorlaşacağı muhakkak.

Gül’ün aldığı riskler

Şimdi Mahir Ünal’ın söylediği risk almama meselesi, Abdullah Gül’e yönelik olarak söylediği –ki kamuoyunda genellikle böyle bir izlenim var; AK Parti’ye sempati duyan ya da AK Parti’ye karşı duran kesimler neredeyse Abdullah Gül konusunda böyle bir mutabakata varmış durumdalar büyük bir çoğunluğu– Gül’ün risk almadığı, sağlamcı olduğu yolunda. Ama onun biyografisini birazcık bilenler bunun tam birebir gerçeği yansıtmadığını da bilirler. Örneğin 1991 seçimlerinde ilk aktif siyasete girdi Refah Partisi’nde. O sırada İslam Kalkınma Bankası’nda bayağı iyi bir işi vardı. İşini bırakıp Kayseri’den milletvekili olarak –ki Refah Partisi o ara baraj sorunu olan bir partiydi– Milliyetçi Çalışma Partisi, bugünün MHP’siyle ittifak yaparak, Erbakan ve Türkeş ittifak yaparak ancak girebilmişti Meclis’e. Abdullah Gül orada siyasete girmiş birisi. Daha sonraki dönemde Erbakan’ın bir nevi parlak çocuğuydu parti içerisinde, hızla yükselttiği bir isimdi. Partinin MKYK’sına aldığı, Refah-Yol’da bakan yaptığı vs. Buna rağmen Abdullah Gül Erbakan’a karşı yenilikçi hareketin önde gelen isimlerinden birisi oldu. Çok ciddi bir risk aldı o zaman hepsi. Ve Fazilet Partisi’nde Recai Kutan’ın yani Erbakan’ın adayının karşısına da aday olarak çıktı.

Doğan Grubu üzerinden Erdoğan’ın Gül’e baskı uygulaması

2007’de de cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ın olması gereken cumhurbaşkanı adaylığını Tayyip Erdoğan istemeyince üstlendi ve o malum kriz yaşandı. Krizden sonra –burası bence daha önemli, yani askere rağmen cumhurbaşkanı adayı olması, Meclis’te ve daha sonra yaşanan seçimden sonra, cumhurbaşkanlığı aşamasına gelindikten sonra– açık arayla AKP birinci parti çıkmıştı ve artık Abdullah Gül’ün ya da AKP’nin adayının kim olursa olsun tekrar cumhurbaşkanı seçileceği kesinken Erdoğan Abdullah Gül’ün adaylıktan vazgeçmesini istedi. Sistemle daha barışık, yani eşinin başı örtülü olmayan vs. bir ismin onun yerine, daha düşük profilli bir ismin cumhurbaşkanı olmasını istedi. Ve Abdullah Gül’ü bu kararından caydırmak için çok etkili bir lobi yürüttü. Özellikle medyayı kullandı ve ilginç bir şekilde düşman olduğu medyayı da bu uğurda seferber etmeye kalktı. Doğan Grubu’nu o tarihte çok iyi hatırlıyorum, çünkü ben de Doğan Grubu’nda çalışıyordum. Abdullah Gül’ün vazgeçmesi için, 2007 seçimlerinden sonra adaylıktan çekilmeye ikna etmek için Doğan Grubu, Tayyip Erdoğan’ın –nasıl söyleyeyim?– teşvikiyle bayağı etkili olmuştu. O günlerde çok iyi hatırlıyorum Abdullah Gül her şeye rağmen, Tayyip Erdoğan’a rağmen –en önemlisi o–, Tayyip Erdoğan’ın istememesine rağmen –ki herkes biliyordu istemediğini– cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçmedi ve seçildi. Dolayısıyla burada bu örnekler başlı başına Gül’e atfedilen “Siyasette sağlamcıdır” yaklaşımının çok da gerçekçi olmadığını bence kanıtlıyor. Ve bu anlamda bunları bilen bir gazeteci olarak Abdullah Gül’ün pekâlâ Tayyip Erdoğan’a karşı çıkabileceğini düşünüyorum. Çıkacağı iddiasında değilim. Yani bu kadar net bir şekilde — ki bazı kişiler bunu söylüyor biliyorsunuz, “Kesin aday olacak, kesin karşısına çıkacak” diye. Ancak şunu söylemek istiyorum: “Yapamaz, edemez” şeklindeki yaklaşımlar bana doğru gelmiyor. Yapabilir, daha önce yaptı. Ve gidişat, yapacağı yolunda. Çünkü Erdoğan başta olmak üzere iktidardan gelen tepkilerin Abdullah Gül’ü daha da bileyeceğini tahmin ediyorum. Onu az buçuk bilen bir gazeteci olarak –ki kendisinin siyasete ilk katıldığı 1991 seçimleri öncesinde Kayseri’deki kampanyasını izlemiştim– o tarihten beri bildiğim bir siyasetçidir, yakından bildiğim bir siyasetçidir. Dolayısıyla yapabileceğini düşünüyorum.

Erdoğan her şeye kadir mi?

Tabii burada birçok soru, birçok sorun var. Örneğin Abdullah Gül Tayyip Erdoğan’ın karşısında bir pozisyon alırsa yanında kimleri görecek? Bu çok önemli bir soru. Burada ilk akla gelen tabii ki AK Parti tabanından ve AK Parti kadrolarından kimler gelir? Bugün Erdem Gül Cumhuriyet’te bir haber, kulis haberi yazdı. Bugün saat 17.00’da da zaten İrfan Bozan’la burada bir yayın yapacaklar. Onun söylediğine göre Abdullah Gül’ün İstanbul Maslak’taki çalışma ofisini ziyaret eden AK Partili milletvekili ve bakanların sayısı çok ciddi bir şekilde azalmış. Bu anlaşılır bir şey, yani şaşırtıcı bir şey değil. Ancak o ziyaretlerin azalıyor olması, bu işten, Abdullah Gül bir şey yapacaksa yapmasından vazgeçirecek bir şey değildir.
Şunu düşünüyorum: Eğer bu işin ciddi olduğunu görürlerse AK Parti içerisinde değişik dönemlerde sorumluluklar üstlenmiş birçok ismin pekâlâ Gül’ün yanında yer alma ihtimali olduğu kanısındayım. Ancak burada öncelikle iki şeye bakmaları gerekecek: 1) Gül’ün kararlılığına, 2) Erdoğan’dan gelebilecek tepkinin kendisine. Şimdi ilk akla gelen nedir? Gül bu tweet’leri attıktan sonra hemen ne dendi? “Yakında Gül’ü FETÖ’cü ilan ederler”. Buna benzer birtakım suçlamalar olacaktır, oldu. Abdullah Gül’ü yıpratmaya yönelik, onu itibarsızlaştırmaya yönelik şeyler öteden beri var aslında, çok uzun zamandan beri var. Ama bu bir kampanya şeklinde yürümüyordu. Bir kampanya açılabilir. Ama daha önceki yayında da söylediğim gibi, bu tür kampanyalar tam tersi sonuçlar doğurabilir.
Şunu biliyoruz: Tayyip Erdoğan çok güçlü, siyaseten çok güçlü. Devletin tüm kurumlarını, yargı, askeriye, hepsi dahil tüm kurumlarını denetliyor, kontrolü altında tutuyor. Ve onun istemediği bir şeyin devlet içerisinden çıkma şansı hemen hemen hiç yok. Buna tabii ki Yüksek Seçim Kurulu gibi en bağımsız olması gereken kurumlar da dahil. Bunları biliyoruz, bunlar Türkiye’nin realitesi. Ama Türkiye’nin bir başka realitesi de var ki, Erdoğan’ın yönetim tarzı artık Türkiye’yi çok da fazla ilerletemiyor. Tam tersine, krizi derinleştiriyor. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın gücü, istediğini engelleyebileceği varsayımı tek başına olayları anlamamıza yeterli olmayacaktır. Şundan söylemek istiyorum, Refah Partisi’nde, Milli Görüş hareketinde yenilikçi hareket ilk ortaya çıktığı zaman –tabii ki bugünkü Erdoğan’ın gücüyle onu karşılaştırmak birebir aynı değil ama– o tarihte de Erbakan’a karşı birilerinin çıkabilmesi kesinlikle ve kesinlikle olabilecek bir şey olarak görülmüyordu. Hele bunların, karşı çıkanların belli bir başarı elde edebileceği ise hiç tahmin edilemiyordu. Ama oldu. Burada da aynı şekilde kimsenin Erdoğan’a karşı çıkamayacağı söyleniyor. Erdoğan’ın tabii ki gücüne atfen bu yapılıyor.
Ama belli bir yerde nasıl yenilikçi hareket bir dalga yakalamıştı ve bu dalganın sonucunda Erbakan’a rağmen yoluna devam etti, bugün de birebir aynı olmasa bile benzer bir durum var. Yalnız buradaki durum şu, tabii ki, buradaki işi değiştiren husus şu, geçen yayında bunu söylemiştim: Buradaki dalga Abdullah Gül’ü taşıyan bir dalga değil. Burada ters bir dalga var, Tayyip Erdoğan’ı gerileten bir dalga var. Yani geçmişte Refah Partisi’ndeki olay şuydu: Refah Partisi’nin çok büyük bir potansiyeli vardı, önü çok açıktı; ama Erbakan’ın siyaset yapma tarzı, üslûbu, kadroları, önünü tıkıyordu. Ve yenilikçiler bu barajın kapılarını kırdılar, kendi partilerini kurarak, AK Parti’yi kurarak aldılar başlarını gittiler. O rüzgârla beraber ve neredeyse o günden beri Türkiye’yi tek başlarına yönetiyorlar. Ama buradaki olay böyle değil. Buradaki olay başka bir olay. Burada, bu hareketin kendisi tıkandı. Hareketin kendisinin tıkanmasında birinci derecede sorumluluğu bence Erdoğan’ın her şeyi, iktidarı tekeline almasıdır.

Erdoğan’ın yerine Gül’ün gelmesi gibi bir seçenek söz konusu değil

Dolayısıyla artık buradaki mesele: Yükselen bir hareket yok; gerileyen bir hareket var. Ve bu hareketin daha az zararlı bir şekilde bir yerlere götürülebilmesi imkânı söz konusu olduğu zaman, Abdullah Gül’ün adı, ya da başkalarının adı bir şekilde gündeme geliyor. Tabii burada bir başka husus var. Olay artık bir AK Parti meselesi değil, olay Türkiye meselesi. Çünkü AK Parti ve Erdoğan kendi kaderlerini Türkiye’nin kaderiyle özdeşleştirdiler. Dolayısıyla Abdullah Gül’ün sadece AK Parti’yi değil, Türkiye’yi ikna edebilmesi gerekiyor — ya da Erdoğan’a karşı çıkabilecek bir başkasının. Yani hem AK Parti tabanından hem de AK Parti’ye karşı olan kesimlerden destek alabilmesi gerekiyor. Bu anlamda baktığımız zaman Abdullah Gül’ün bir şansının olduğunu söyleyebilirim, ama yüksek bir şans olduğunu açıkçası sanmıyorum. Çünkü Türkiye’nin AK Parti’yle beraber on beşi aşkın yıl içerisinde yaşadığı değişim, dönüşüm o kadar büyük ki –olumlu ve olumsuz anlamda ve olumsuzluğu özellikle son yıllarda daha fazla öne çıkıyor– artık Türkiye’yi geleceğe taşıyacak olan kadroların bu hareketin içerisinden çıkma ihtimali bence pek yok.
Dolayısıyla Abdullah Gül’ün bu çıkışının, Tayyip Erdoğan’ın yerine Abdullah Gül’ün gelmesi gibi bir seçeneğin çok gerçekçi olacağını sanmıyorum. Olabilir, Tayyip Erdoğan’ın yerine diyelim ki cumhurbaşkanlığı seçiminde Abdullah Gül kazanır. Ama bu Türkiye’nin yaralarına merhem olmaz. Burada mesele Abdullah Gül veya AK Parti geleneğinden gelen benzer bazı insanların başka yerlerden gelen başka insanlarla yepyeni bir anlatıda, yepyeni bir perspektifte, vizyonda buluşabilmeleri. Yani sadece ve sadece AKP içerisinde, AKP tabanında, AKP’de zamanında etkili yerlerde görev yapmış birtakım insanları bir araya getirerek ve yanlarına da birkaç tane vitrin anlamında AKP dışından insan katarak gidilebilecek çok fazla yer yok. Bunun örneği –şu anda yaşıyoruz– İYİ Parti örneği. İYİ Parti de esas olarak MHP’den kopan insanlarla oluştu. Birkaç tane MHP dışından insanlar da katıldı. Ama daha baştan sınırlı bir hareket olarak kaldı. Bu olay, Abdullah Gül ya da başkaları için, AKP’den kopacak ya da AKP içerisinde kalıp Tayyip Erdoğan’a bir şekilde meydan okuma iddiasıyla ortaya çıkacak olan insanlar için de geçerli. Şu haliyle Abdullah Gül kendi partisinin tabanında bile, onlara ulaşabilmekte bile zorlanıyor. Dışındaki insanların ona atfettiği şu tabii ki: “Erdoğan’a ve AKP’ye ne kadar zarar verirse o kadar iyidir”, yani çok kaba deyimiyle “Yesinler birbirlerini” yaklaşımı dışarıdan bakıldığı zaman daha çok öne çıkıyor. Tabii bu arada Abdullah Gül gibi AKP tabanından gelen birisinin Türkiye için Erdoğan’a göre daha iyi olabileceğini düşünenler de var, onları da yabana atmamak lazım. Ama bu tek başına yeterli bir olay değil.

AKP dışına da seslenebilmek

Şöyle toparlayabilirim: Eğer Gül ya da başkaları, AK Parti içerisinden gelip, Erdoğan’ın yönetme tarzından ve şu andaki Türkiye’nin gidişatından rahatsız olan kesimler bir şeyleri değiştirmek istiyorlarsa, AK Parti tabanına seslenmenin ötesinde, bunu tabii ki yaparak ama esas olarak AK Parti’den rahatsız olan kesimlerle de birtakım yakınlaşmalar içerisine girmeleri ve birtakım ortak vizyonlar, ortak perspektifler aramaları gerekiyor. Yoksa aritmetik birtakım ittifaklarla, koalisyonlarla, mesela Abdullah Gül + İYİ Parti + CHP + HDP’nin bir kısmı vs. gibi hesaplarla yapılan birtakım projeksiyonların Türkiye’yi olumlu anlamda bir yere götürebileceğini sanmıyorum.
Evet, son olarak tekrar toparlayayım: Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan’ı ciddi bir şekilde rahatsız ettiği, Erdoğan’a destek verenleri rahatsız ettiği kesin. Ve bu çizgisini sürdürme ihtimali yüksek. Bu da sıkıntıları artıracaktır. Ve sıkıntıların artmasına paralel olarak da ona karşı birtakım tepkiler gündeme gelecektir. Ama Abdullah Gül eğer siyasete tekrardan etkili bir şekilde dönmek istiyorsa, kendi alanını sadece AK Parti içerisinde sınırlarsa, yapabileceğinin çok geniş, şansının çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. Ama AK Parti defterini bir yerden sonra kapatıp da yepyeni bir arayışın, yeni bir vizyonun, yeni bir siyasî perspektifin izini sürmeye kalkarsa o zaman belki bir şeyler gerçekten değişebilir.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.