Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Selahattin Demirtaş’ın kararı

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün, Selahattin Demirtaş’ın 11 Şubat’ta yapılacak olan HDP Kongre’sinde eş genel başkanlık için aday olmayacağını açıklamasını ele almak istiyorum. Dün bir mektupla bunu duyurdu. Mektup Diyarbakır’da eş genel başkan Serpil Kemalbay tarafından okundu ve ilginç bir şekilde çok büyük bir yankı uyandırmadı. Bir zamanlar –ki bir zamanlar derken çok da eski zamanları kast etmiyorum, iki yıl üç yıl öncesinde– Selahattin Demirtaş Türkiye’de siyasette başlı başına bir fenomendi. Partisi, ama özellikle kendisi fenomendi; onun sözleri konuşmaları yasaklı değilken, ambargolu değilken, medyada katıldığı programlardaki sorulara verdiği cevaplar, hatta çaldığı sazlara kadar, Türkiye’nin en popüler siyasetçilerinden birisiydi. Hatta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın karşısında –ki bunun bir bölümünde Erdoğan henüz cumhurbaşkanı değildi, başbakandı– ona karşı, ona alternatif olabilecek tek lider olarak çıktığı bile söylenebilir. Tabii alternatiften kasıt, sandıkta onu yenebilmesi mümkün değil, çünkü HDP’nin oyu, oy potansiyeli belli, AKP’nin belli; ancak, şunu söyleyebiliriz: Türkiye’nin yakın tarihinde, son beş-on yılında, Tayyip Erdoğan dışında Türkiye’de siyasette gündem belirleyebilmiş nadir isimlerden birisidir Selahattin Demirtaş. Ve özellikle de onun HDP’nin başına geçmesi, daha doğrusu BDP’nin başındayken, BDP’nin kapatılma ihtimaline karşı kurulmuş olan HDP’ye katıldı ve HDP’de de Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ’la birlikte eş genel başkan oldu 2014 yılında. Ama onun BDP Genel Başkanlığı’nın 1 Şubat 2010 olduğunu düşünürsek, sekiz yıldır fiilen bu partilerin, yani BDP’nin ve HDP’nin genel başkanlığını yapıyor. Bunun bir bölümünde Figen Yüksekdağ’la beraber, bir bölümünde de Serpil Kemalbay’la beraber; ama en son bölümde zaten cezaevindeydi, fiilen partiyi yönetebilme imkânı olamadı. Zaten yeniden aday olmamasında, cezaevinde olmasının önemi, etkisi herhalde çok büyüktür.

Ondan sonra kim gelirse gelsin…

Demirtaş’ın neden tekrar aday olmadığı meselesi, tabii ki öncelikle cezaevi. Bir süredir HDP çevrelerinde onun yeniden aday olup olmayacağı meselesi konuşuluyordu ve genel eğilim olması yönündeydi. Bu birazcık sübjektif bir açıdan, yani moral anlamında ve bir anlamda da AKP iktidarına direnme anlamında, cezaevinde olsa bile eş genel başkanlığı koruması… Ama bir diğer pratik yönüne baktığımız zaman da onun cezaevinde olmasının partideki birtakım işleri herhalde aksattığı görüşü hâkim çıktı ki –ya da kendisi öyle düşündü ki– tekrar aday olmayacağını söyledi. Şubat’taki kongrede kimlerin aday olacağı konusu HDP kulislerinde konuşuluyor, ama açıkçası çok da ilgi uyandırmıyor. Selahattin Demirtaş’tan sonra kim gelirse gelsin onun bir zamanlar yakalamış olduğu etkiyi yakalaması mümkün değil.
Peki neden böyle? Burada tabii Selahattin Demirtaş’ın kendisinin birtakım özellikleri vardı, ama konjonktürün de çok önemli bir yeri vardı. Onun, önce BDP, ardından da HDP’nin başına geçtiği tarihlerde Türkiye’ye büyük ölçüde, değişik adlarla çözüm süreçleri damgasını vuruyordu. Çatışmasızlık ortamı vardı ve çatışmasızlık ortamına paralel olarak da Kürt hareketinde yasal siyaset çok daha fazla öne çıkıyordu. Dolayısıyla önü açık bir hareketti. Buna bağlı olarak da devletin bu harekete yönelik baskı, sindirme politikaları nispeten azdı. Bir dönem AKP’yle Cemaat’in işbirliği yaptığı, Fethullahçıların işbirliği yaptığı dönemde, Fethullahçıların bu süreçleri sabote etmek için özellikle KCK operasyonlarıyla gündeme geldiğini biliyoruz. Onlara rağmen, o dönemdeki Fethullahçı polislerin ya da yargı mensuplarının çabalarına rağmen, az dokunulan bir yasal hareketti, önü açıktı, devletle konuşabilecek bir hareketti ve bir taraftan müzakereler yürüten bir hareketti. Müzakerenin ve diyaloğun hâkim olduğu bir dönemde Selahattin Demirtaş, sadece kendi tabanına değil, tüm Türkiye’ye hitap edebilen bir siyasetçi görünüşüyle, görünümüyle, imajıyla gerçekten öne çıktı.

İnsan hakları savunucusu bir avukat

Kendisi bir avukat; ama çok genç yaştan itibaren, insan hakları, partiden önce İnsan Hakları derneklerinde, AF Örgütü gibi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı gibi kuruluşlarda daha çok çalıştığını biliyoruz; parti siyasetine daha sonra girmiş bir isim. Çok genç, Türkiye’deki şu anda hâkim olan siyasetçilere bakarsak, onlara kıyasla, 1973 doğumlu, 45 yaşında, çok genç ve bu anlamda da önü çok açık birisi. Özellikle Haziran seçimleri öncesinde sergilediği performans gerçekten çok çarpıcıydı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdiği performans da aynı şekilde çok çarpıcıydı ve Erdoğan’ı ciddi bir şekilde tedirgin ettiğini biliyoruz; diğerlerinin hepsi, hatırlayın, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir tarafta “Ekmek için Ekmeleddin” diye, hani –dilimin ucuna geleni söylemeyeyim– bir gariban aday, çatı adayı, ama çatıdan düşmüş olduğunu gördük. Onun karşısında esas onunla uğraşacağı düşünülürken Erdoğan’ın, esas rakibi o seçimde Selahattin Demirtaş’tı, onu hepimiz biliyoruz. Oradaki performansının ardından zaten genel seçimlerde bunu yükseltti; ama burada tekrar söyleyelim: Demirtaş’ın kendisinden çok hareketin ve hareketliliğin ve Türkiye’deki atmosferin çok önemi var. Ve Haziran seçimlerinde HDP, sadece kendi tabanından, ya da kabaca söylersek Kürtlerden değil, Türkiye’de artık Türkiye’nin Erdoğan’la yürümemesi gerektiğini düşünen belli kesimlerin de oyunu alabilmişti.
Ancak Haziran seçimini Erdoğan’ın fiilen geçersiz kılıp, Kasım’da tekrar ülkeyi seçime götürdüğü süreçte, o aradaki süreçte ipler HDP’nin ve Selahattin Demirtaş’ın elinden bir kere daha kaçtı ve ipler Kürt hareketinde esas olarak Kandil’in eline tekrar geçti ve o arada Selahattin Demirtaş’ın ve partisinin gerçekten çok ciddi bir şekilde ezildiğini, harcandığını gördük. Burada olayı sadece ve sadece devletin baskısıyla açıklamak –ki belirleyici olan tabii ki budur– yeterli olmaz, o süreçte Kandil’den izlenen çizginin HDP’nin bir anlamda ve Demirtaş’ın da tabii ki bir anlamda feda edilmesi çizgisi olduğunu –özetle tabii, çok hızlı bir özetle– söylemek mümkün. Ve ondan sonra da, bir yerden sonra geri dönüş pek olamadı.

Dönüm noktası: Kobani olayları

Şunu hatırlıyorum: Kobani olayı — ki 6-8 Ekim 2014’teki Kobani olaylarında, HDP bir parti kararıyla Türkiye çapında protestolarla Ankara’nın, AKP hükümetinin IŞİD kuşatmasına karşı Kobani’deki direnişe destek vermemesini protesto için sokaklara dökülmüştü ve ortalık gerçekten çok ciddi bir şekilde karışmıştı. Şu anda da zaten Selahattin Demirtaş’a yönelik suçlamalarda ciddi bir şekilde bu Kobani protestoları yer tutuyor. Onun hemen öncesinde, 27 Eylül 2014’te Washington’da bir Kürt konferansı vardı, Selahattin Demirtaş orada konuşmacıydı, ben de gazeteci olarak o konferansı izledim. Orada Kobani gerçekten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği gibi düştü düşecek havasındaydı ve zaten Washington’daki toplantıda da genel olarak Kürt sorunu konuşulacakken sadece ve sadece Kobani ve Suriye konuşulmuştu. Çok tedirginlik yaşanıyordu, Kürt hareketinin siyasî hareketi cephesinde; zaten hemen ardından, bir hafta sonra o malum Kobani olayları oldu. Burada da şunu gördük: Çok riskli bir karardı HDP için ve o riskli karar Türkiye’ye birçok şey gösterdi ve şimdi o riskli kararın faturası başta Selahattin Demirtaş olmak üzere birçok HDP’liye devlet tarafından ödettiriliyor. Çok sayıda milletvekili içeride, alınanlar, bırakılanlar, tekrar alınanlar, mahkûm edilenler, yurtdışına gidenler, milletvekillikleri düşenler, belediye başkanları kalmadı, artık hepsine kayyum atandı vs.
Devlet, HDP ve HDP’nin kardeş partisi olan Demokratik Bölgeler Partisi’ne yönelik tam bir tasfiye operasyonuna girişti; ama tasfiye edemiyor, tasfiye etmesi de mümkün değil. Lakin, şunu da çok net söyleyebiliriz ki; bu hareket tasfiye olmuyor, ama bu hareket 2015 Haziran’ı öncesinde yakaladığı ya da Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde yakaladığı dinamizmi, rüzgârı yakalamanın da çok uzağında seyrediyor.

Kandil için Suriye’nin önceliği

Böyle bir durum var ve burada da Suriye’nin belirleyici olduğu kanısındayım, bunu birçok yayında dile getirdim. Kandil, Suriye’deki kazanımlar uğruna Türkiye’deki birçok şeyi gözden çıkardı ve bunların başında da HDP ve DBP’nin belediyeleri, milletvekilleri geldi; yani fatura, Suriye’deki kazancın ödemesi Türkiye’de yapıldı. Şu anda İran’da bir hareketlilik var, durmuş gibi gözüküyor ama yine de belli olmaz, çünkü bir yerde cin şişeden çıkış durumda. İran’da yarın öbür gün Kürtler Suriye’de olduğu gibi güçlerini göstermeye başlarlarsa, belli yerleri kontrol etme yoluna giderlerse, burada Kandil’in yine devrede olacağını ve Suriye’den sonra İran’da birtakım kazanımlar elde etmek için harekete geçeceklerini tahmin etmek mümkün. O zaman da tekrar Türkiye’nin, Türkiye’deki hareketin ve partilerin geri plana itileceğini söylemek mümkün.
Şimdi tekrar Selahattin Demirtaş’a dönecek olursak: Selahattin Demirtaş sadece Kürt siyaseti için değil, tüm Türkiye siyaseti için çok önemli bir isim — “-di” demiyorum, hâlâ isim, şu anda cezaevinde. Aday olmayacağını söyledi, ama şu anda var olan isimler içerisinde hiçbirisi onun itibarını yakalamış, popülaritesini yakalamış durumda değil, popülaritesini yakalamanın çok uzağında; ancak Selahattin Demirtaş, 45 yaşında bir siyasetçi olarak önümüzdeki dönemde Türkiye’de gerçekten etkili bir isim olabilir — ki bu Türkiye’deki siyasetin iyice devre dışı kaldığı ve profesyonel anlamda siyasetçi olarak ortada dolaşanların çok etkili olmadığı, çok kısır performanslar sergilediği bu ülkede –ki bunun içerisine, Kürt hareketi içerisinde siyaset yapanların bir kısmı da dahil– Selahattin Demirtaş gerçekten bu ülkede lazım olan bir isim, lazım olan bir siyasetçi.

Kürt siyasetini aşabilmek

Şunu tahmin ediyorum; cezaevi serüveni bir şekilde sonuçlandıktan sonra –ki bu serüven tamamen onun elinde değil ve Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının bu konuda yapabileceği çok fazla bir şey yok, çünkü Türkiye’de yargı tamamen siyasallaşmış durumda, dolayısıyla onlar da zaten bunun farkında olarak ona öyle bir tavır sergiliyorlar mahkemelerde–; ama bu devir bir şekilde kapanacak, er ya da geç kapanacak. O zaman cezaevinden çıktıktan sonra, tekrar özgürlüğe kavuştuktan sonra Selahattin Demirtaş’ın tekrar siyasette etkili olacağını düşünüyorum. Ancak burada, siyasette dedim, özel olarak Kürt siyasetinde demedim; çünkü artık önümüzdeki dönemde Selahattin Demirtaş gibi isimlerin –ki sayıları çok fazla değil– kendilerini belli alanlarda sınırlama lüksleri olmayacak ve dolayısıyla Selahattin Demirtaş’ın bu dönemde –ki bir yılı bayağı aştı cezaevinde olduğu dönem– kendini edebiyata ve resme vermiş gözüküyor, en azından dışarıya ürünlerinin çıkmasından anlıyoruz; ama yeni dönemde, tekrar siyasete aktif olarak katılabileceği andan itibaren, kendini ve beraber hareket edeceği insanların vizyonlarını da yenilemesini beklemek lazım. Türkiye’ye böyle bir sorumlulukları olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla şu anda yaşananı bir geçiş dönemi olarak görmek lazım, Türkiye’deki tüm siyasî hareketlerin –ki ilk başta AKP var, Abdullah Gül’ün son yaptığı çıkış bunu bize gösterdi, CHP’nin ve diğer partilerin, diğer hareketlerin ve HDP’nin ve HDP’yle beraber aynı dalga boyunda hareket edenlerin– yeniden yapılanması, yeni perspektifler, yeni vizyonlar geliştirebilmesi gerekiyor. Şu anda baktığımız zaman vaat eden isim çok fazla yok, sağda solda, ortadaki isimler çok fazla yok. 2019 ya da belki daha önce yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için adı geçen insanların sayısı bile çok sınırlı, bu anlamda Selahattin Demirtaş gibi isimlere Türkiye’de siyasetin çok ciddi bir şekilde ihtiyacı var ve bu anlamda temennim –şahsî temennim–, bu mağduriyetin, cezaevi günlerinin daha fazla uzun sürmemesi, tekrar bir an önce özgürlüğüne kavuşup Türkiye’de yeniden aktif bir şekilde, etkili bir şekilde siyaset yapmaya dönmesidir. Bundan tüm Türkiye’nin kazanacağını düşünüyorum çünkü şu haliyle Selahattin Demirtaş çekildikten sonraki süreçte, yani aktif olarak siyaset sahnesinden çekildikten sonraki süreçteki kısırlığa baktığımız zaman, onun gerçekten bir eksiklik olduğunu herkesin kabul ettiğini düşünüyorum. Bunu en iyi bilenlerden birisi de AKP’yi ve ülkeyi yönetenlerdir. Zaten onun için, kendisini ve arkadaşlarını içeri attılar, bu kadar basit bu. Etkili oldukları için, gündem belirleyebildikleri için bunun bedelini özgürlüklerinden olarak ödüyorlar. Umarım en kısa zamanda bu mağduriyet sona erer.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.