Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Abdullah Gül krizi, İdlib’te yaşananlar & Oprah Winfrey Trump’a rakip olacak mı?

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Transatlantik’le karşınızdayız. İki hafta ekibi tam kuramamıştık. Yılı Ömer’le bitirdik, yeni yıla Gönül’le başladık. Ama bugün ikisi birlikte, hatta yan yana. Arkadaşlar merhaba. Hemen uzatmadan soracağım. Ömer, seninle başlayalım: Türkiye’de en çok konuşulan konu, biliyorsun, Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül arasında dün Erdoğan’ın bir nevi resmen başlattığı bir savaş söz konusu. Ve cumhurbaşkanlığı seçiminde Abdullah Gül’ün bir şekilde aday olup olmayacağı meselesi konuşuluyor, ya da aday olmasa bile yollarının ayrıldığı söyleniyor. Bunlar oralarda herhangi bir ilgi yaratıyor mu?
Ömer Taşpınar
: Abdullah Gül’ün çıkış yapması daha yeni; iki tweet’le aradaki gerginliğin su yüzüne çıkması, dün de Erdoğan’ın parti kongresinde yaptığı konuşma tabii henüz daha New York Times, Washington Post, Amerikan medyası seviyesinde dikkat çekmedi. Fakat Türkiye uzmanları arasında uzun süredir konuşulan bir konu Abdullah Gül’ün topa girip girmeyeceği, siyasete tekrar aktif bir şekilde dönüş yapıp yapmayacağı. Bu konuda Türkiye’dekilerden çok farklı değerlendirmeler yapılmıyor Washington’daki uzmanlar arasında. Abdullah Gül’ün aşırı derecede tedbirli ve risk almayı istemeyen pozisyonda olduğu, önüne ancak kırmızı halıyla “Gel başkan ol” denirse AKP’ye dönebileceği… Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan’la arasının iyi olmadığı da bir süredir belliydi. Fakat şu anda henüz ne söylesek spekülasyon seviyesinde. Bana göre asıl önemli konu Abdullah Gül’ün karar verip vermeyeceği. Yani bir iki tweet’le başladı bu, senin de söylediğin üzere. Fakat şurası kesin: Erdoğan bir şekilde karşısına çıkacak bir rakip arıyor. Bu rakip Abdullah Gül olduğu takdirde sert bir şekilde saldırabilir. Bunu dün gördük. Fakat şu anda Batı medyasında asıl ilgi gören Meral Akşener. Geçen hafta New York Times’ta Meral Akşener’le ilgili bir profil yazısı çıktı. Oldukça detaylı, uzunca bir yazıydı. Ve benim ilgimi çeken tarafı –çünkü genelde bildiğimiz konulardı: Meral Akşener’in kim olduğu, nereden çıktığı, neden bu yarışa girdiği, MHP’den neden koptuğu–; asıl ilgimi çeken tarafı: “Ben başkanlık sistemini istemiyorum, kazanırsam parlamenter rejime geri döneriz” demesiydi. Yani parlamenter rejimi tekrar geri getireceğini söylüyordu.

Gönül, sen ne diyorsun Abdullah Gül konusunda? Uzun yıllar AKP içerisinde dışişleri bakanlığı da yaptı, kısa bir dönem başbakanlığı var ve cumhurbaşkanlığı var. Ve çok defa da ABD’ye resmî ziyarette bulunmuş bir siyasetçi. Her ne kadar yönetimler değişse de orada Türkiye ile ilgili insanların bir şekilde bildiği, tanıdığı da bir isim. Ne olur? Türkiye’de Erdoğan-Gül arasındaki bu mesele bir tırmanırsa, orada antenler çalışmaya başlar mı?
Gönül Tol
: Tabii, burada zaten Abdullah Gül Batı’nın ve uluslararası finansal kurumların da desteklediği bir isim. Belki de en büyük problemi bu olacak Abdullah Gül’ün yerel siyasette. Zaten hükümete yakın gazeteler FETÖ’cü suçlamalarının dışında oradan vurmaya çalışıyorlar Abdullah Gül’ü. İşte, Batı’ya yakın, Batı’nın maşası olmakla suçluyorlar. Batı dünyası, evet, her zaman Abdullah Gül’ü Erdoğan’dan daha ılımlı bir insan olarak gördü. Ve burada da “Türk demokrasisi nasıl kurtulur?” başlıklı toplantılar yapılıyor; konuşmalar, tartışmalar oluyor. Ve orada hep Abdullah Gül’ün de –eğer bu yarışa girmeye karar verirse– gerçekten Erdoğan’ı zorlayabilecek bir aday olduğu konuşuluyor. Fakat benim şahsî fikrim, gerçekten –Ömer de biraz evvel paylaştı– hem buradaki Türkiye uzmanları, hem Amerikalı Türkiye uzmanlarının genel olarak düşündüğü şey risk almaktan sakınan bir isim olduğu Abdullah Gül’ün. Yani bu nedenle de Erdoğan’ın karşısına çıkmasını zayıf bir ihtimal olarak görüyorlar. Özellikle ilk turda tabii, ilk turda Erdoğan’ın kazanmaması durumunda, ikinci tura kalırsa gerçekten ciddi bir alternatif olacaktır. Çünkü Kürtler de dahil, liberaller, CHP tabanından insanlar, milliyetçiler Abdullah Gül’ün arkasında birleşebilirler. Fakat birinci turda tabii ki başarılı olabilmesi için… belki de Abdullah Gül şu anda bunu hesap etmeye çalışıyor, muhalefetin, mesela Kemal Kılıçdaroğlu aday olmaya karar verirse eğer –Amberin Zaman da bunu yazmıştı ve ben buna yüzde yüz katılıyorum– öyle bir ortamda muhalefet çok bölünmüş olacak. Ve Abdullah Gül gerçekten Ömer’in dediği gibi topa girmeye karar vermeyebilir bu durumda. Bir de şunu eklemek istiyorum: Buradaki Batı medyasını anlattı Ömer, Abdullah Gül’le ilgili çok büyük tartışma olmadığını. Ama Arap medyasında ben ilginç birkaç şey gördüm. Mesela Muhammed El Baradey’e benzetenler oldu Abdullah Gül’ü. Muhammed El Baradey kimdi hatırlayalım. Mısır’da öncelikle Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun başkanlığını yapmıştı. Mısırlı bir diplomat. Ve Mısır’da da Mübarek devrildikten sonra 2013 yılında başkan yardımcılığı görevini yapmıştı. Fakat ondan evvel Mübarek döneminde dahi aslında hep farklı toplum kesimlerinin Mısır demokrasisini kurtaracak adam olarak gördüğü bir isimdi. Ve ayaklanmalar 2011’de başladıktan sonra yine muhalefet Muhammed El Baradey ismini çok sık zikretmeye başladı. Muhammed El Baradey temkinli olmasıyla bilinen, çok siyasî risk almayan, aslında çok potansiyeli olabileceği düşünülen fakat hiçbir zaman elini tam olarak taşın altına koymak istemeyen bir siyasetçi olarak biliniyor Mısır siyasetinde. Ve bu yönüyle de Abdullah Gül’e benzetiliyor. Dolayısıyla da Arap medyasında da söylenen şey: Abdullah Gül Muhammed El Baradey gibi; yani ne kadar çok insan ona ümitlerini bağlarsa bağlasın, o bütünüyle sonuçtan emin olmadığı sürece risk almayacaktır ve bir hayal kırıklığı olacaktır tartışması yapılıyor.

Ömer, ABD’de kalalım. Bir kitap gündemi bayağı salladı. Beyaz Saray’ın içerisinde yaşananları, Trump’ın Beyaz Saray’ını anlatan kitap ortalığı bayağı bir karıştırdı. Şu olayı bize özetlesene. Hatta Trump kitabın basılmasını engellemek istedi. Kitap sosyal medyada PDF formatında tüm dünyayı dolaştı vs.. Ve birdenbire best-seller oldu. Nedir bu kitabın öyküsü?
Taşpınar
: Evet, bu kitabın başlığı “Ateş ve Öfke”, yazarı Michael Wolff. Hollywood Reporter diye bir derginin yorumcularından bir tanesi. Trump’ın danışmanı ve bu seçim kampanyası süresince stratejisti Steve Bannon’ın bir dostu olarak, yakın bir arkadaşı olarak biliniyor. Steve Bannon seçimler kazanıldıktan sonra Beyaz Saray’da kendisine bir şekilde bir yer ayarlıyor ve orada her gün gidip ne olup ne bittiğini izleyen bir gazeteci. Yani diyor ki: “Yedi ay boyunca Beyaz Saray’da Trump’ın etrafında ne oluyor, ne bitiyor; birinci elden görme fırsatım oldu”. Steve Bannon bu kişiyi korumuş ve onunla görüşmesini sağlamış. Herkese “Bu kişi Trump tarafından da onaylandı” diyor. Trump’la da üç saat konuştuğunu, bir interview yaptığını iddia ediyor Michael Wolff. Amerika’daki daha kıdemli ve itibarlı gazeteciler arasında çok inandırıcılığı olan bir isim değil Michael Wolff. Birazcık sanki magazin gazeteciliği yapıyormuş gibi. O nedenlerle bazı rezervlerle okunuyor kitap, New York Times veya Washington Post gibi kaliteli gazeteler tarafından. Fakat kitap çok sansasyonel bir kitap oldu. Başta, bir kere Steve Bannon’ın Trump konusunda, Trump’ın ailesi konusunda yaptığı yorumları açık bir şekilde yazması nedeniyle. Bir de Trump etrafında ve bir süre sonra Trump tarafından kovulmuş bazı isimlerin Trump hakkında ne düşündüğünü açık açık, sansasyonel bir şekilde, bu isimlerin ne düşündüklerini yazması nedeniyle. Ve ortaya çıkan tablo, Trump’la ilgili, son derece negatif, son derece kötü ve gülünç bir tablo. Birazcık da tabii bütün önyargıları konfirme eden bir tablo. Yani Trump’ın aptal olduğu, hiçbir şey okumadığı, konsantre olamadığı, yabancı liderlerle veya siyasetçilerle yaptığı konuşmalarda biraz sıkılınca etrafta yürümeye başladığı, kendisiyle çalışan hiç kimsenin onun aklî dengesinin yerinde olduğunu düşünmemesi; bütün bunlar bomba gibi düştü gündeme. Tabii bir de Steve Bannon’ın Rusya’yla ilgili yaptığı yorumlar, Ruslarla kurulan irtibatların, özellikle Trump’ın kendi ailesinin, oğlu Trump Jr.’un Ruslarla kurduğu irtibatları hem kriminal olarak değerlendiriyor hem de vatan hainliği olarak değerlendiriyor Steve Bannon, kendisi. Trump için de negatif şeyler söylüyor. Dolayısıyla zaten Steve Bannon ayrılmıştı görevden, kovulmuştu bir bakıma. Trump kitapla ilgili iddialar ortaya çıktıktan hemen sonra Steve Bannon’ı hedef aldı. Çünkü Steve Bannon nedeniyle böyle bir gazeteci Beyaz Saray’a girmişti. Steve Bannon için bir tweet’te dedi ki Trump: “Steve sadece işini kaybetmedi, aynı zamanda aklını da kaybetti” lafını kullandı. Steve Bannon dün de Breitbart News’dan ayrılmak zorunda kaldı. Steve Bannon’a destek veren bir sürü finansör desteğini çekti. Yani kitap bir bakıma sadece Trump’ı komik ve gülünç hâle düşürmedi; aynı zamanda Steve Bannon’ın da kariyerinin çökmesine neden oldu diyebiliriz. Trump da tipik Trump olarak tepkiler veriyor, tweet’ler atıyor. “Ben son derece akıllı biriyim” diyor.

“Dehâyım” dedi, değil mi? “Dâhiyim” dedi.
Taşpınar
: “Dâhiyim” ve “oldukça dengeli bir dâhiyim” dedi. “Dengesiz” demişlerdi ona. “Ben dengeli bir dâhiyim, Pensilvanya’da en iyi üniversitelerden mezun oldum. Bir kere seçime girdim, hemen seçimi kazandım. Yaptığım her işte en iyi benim” diyerek tweet’ler atmaya başladı. Dolayısıyla Trump hemen medyadaki tufana cevap verir hâle geldi. Ve bir bakıma da onun hakkındaki şüpheleri konfirme eder bir duruma düştü.

Tol: Geleneksel olmayan şöyle bir şey yaptı Trump, yine bu kitaba tepki olarak: Senatörlerle göçmen yasası üzerine bir toplantı yaptı. Bu toplantılar normalde basına kapalı toplantılardır. Basın birkaç dakika fotoğraf alır, sonra odadan ayrılır. Bu kez öyle yapmadı Donald Trump. Neredeyse toplantının sonuna kadar kameraların ve basının kalmalarına izin verdi. Ve şu mesajı vermeye çalıştı: “Bakın, ben dikkatimi toplayabilirim gerekirse; bir tartışmayı yürütebilirim. Uzun süre angaje edebilirim karşımdakini. Ben aslında başkanlığa yakışır bir kişiyim” mesajı vermeye çalıştı.

Eyvallah. Gönül, sende kalalım ve Suriye’den biraz bahsedelim. Ankara’da İran ve Rusya büyükelçileri Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı biliyorsun. Konu İdlib. Orada neler oluyor? Çatışmalar olduğu söyleniyor. Çatışmasızlık bölgeleri var ama, çatışmasızlık bölgeleri dışındaki alanlarda galiba Suriye ordusunun operasyonları olduğu söyleniyor. Tam olarak neler oluyor orada?
Tol
: Evet, tabii İdlib’i önemli kılan, senin söylediğin gibi, bir çatışmasızlık bölgesi olması. İran, Rusya ve Türkiye arasında varılan anlaşma sonucunda çatışmasızlık bölgesi ilan edilmişti. İdlib’in yine Türkiye için önemi şu: Tabii Türkiye sınırına bu kadar yakın olduğu için ve neredeyse muhalefetin bulunduğu son alanlardan bir tanesi olması vesilesiyle, burada olacak herhangi bir hareketlilik Türkiye sınırına doğru çok fazla insanın, sivilin yığılmasına sebep olacağı için Türkiye çok önem veriyor İdlib’e. Tabii bir de Kürt meselesi var; yani Afrin’i güneyden sıkıştırabilmek için Türkiye’nin İdlib’de bulunabilmesi önemli. Bu sebepten de İdlib önemli bir yer. Fakat İdlib herkes için önemli. Rusya için de İran için de değişik biçimde önemli. Ve bir süredir gördüğümüz, mesela bir Türk konvoyuna, Türk askerî konvoyuna bir saldırı oldu birkaç gün evvel. Ve rejim güçleri de Türkiye’nin desteklediği gruplara saldırdı. Türkiye, bunun üzerine İran ve Rusya büyükelçilerini Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak uyardı. Dedi ki: “Burası bir çatışmasızlık alanı. Ve siz radikal gruplara saldırıyoruz kisvesi altında aslında bizim desteklediğimiz ılımlı muhalefeti hedef alıyorsunuz” dedi. Tabii bu tansiyonu yükseltti. Ve bugün gördüğümüz şey, Rusya Savunma Bakanlığı’nın resmî gazetesinde yayınlanan bir rapor var. Rapor diyor ki: “Aynı şekilde İdlib’in güneyinde de saldırılar gerçekleşiyor.” Bir süredir –zaten onu da konuşalım, geçen hafta konuşmuştuk– Rusya’ya karşı saldırı, Hmeymim Hava Üssü’nde saldırı olmuştu Rus güçlerine. O gün bugündür saldırılar devam ediyor. Mesela birkaç gün evvel drone saldırıları oldu. Ve bunu aslında ılımlı muhalefetin yaptığını ve dolayısıyla bir şekilde arkasında Türkiye’nin olduğu gibi bir şey uyandı bende, öyle bir inanç olduğunu düşünüyorum Rus tarafında. Ve Ruslar Türklere bir uyarı göndermişler. Demişler ki: “Siz de bize verdiğiniz taahhütleri yerine getirmiyorsunuz İdlib’in güneyinde. Burası çatışmasızlık bölgesiyse o zaman siz de kontrolünüz altındaki grupları uyarın, bu tür saldırılar olmasın”. Buradan ne çıkıyor? Bence en önemli şey şu: Hani hep diyorduk ya bu Rusya-Türkiye-İran anlaşması Suriye’de nereye gider? Ben hep şunu söylüyordum: Bu bir noktada kırılacak. Bence o noktaya hızla yaklaşıyoruz. Birincisi, Türkiye şunu anladı tabii: PYD/YPG konusunda Rusya Amerika’dan farklı bir tutum izlemeyecek, bu bir. İkincisi de bence bir noktada Rusya tıpkı Amerika’ya dediği gibi, artık özellikle İdlib falan ele geçirildikten sonra, “Senin artık Suriye’de işin yok” diyecek. Yani Türk güçlerinin Suriye’den çekilmesini isteyecek Rusya. O noktada Türkiye’nin ne yanıt vereceği önemli; ama bütün bu İdlib üzerinden çıkan, yükselen tansiyon bize şunu anlatıyor: Türkiye, Rusya ve İran arasında varılan mutabakat, Suriye’de varılan mutabakat uzun soluklu bir mutabakat değil.

Ömer, buradan sana yine Suriye’yle ilgili bir şey sormak istiyorum — tam Gönül’ün anlattıklarıyla doğrudan ilişkili tabii: Afrin meselesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan her vesileyle orada bir Türkiye müdahalesi olacağını, olabileceğini söylüyor. Ve ısrarla son günlerde, dün de demin Abdullah Gül konusunda bahsettiğimiz grup toplantısında da tekrar söyledi, Fransa dönüşü uçakta gazetecilere yine aynı şekilde söyledi ve çok sert ifadelerle ve argo ifadelerle, biliyorsun. Böyle bir şeyi yapabilir mi Türkiye? Yani orada çünkü bir anlamda, hem ABD’nin hem bir anlamda Rusya’nın, bir ölçüde Şam’ın, belki az da olsa İran’ın… Bilmiyorum ama, Rusya ve ABD’yle iyi ilişkileri olan bir güçten bahsediyoruz. Türkiye bunu yapabilir mi? Söylem olarak buna ihtiyaç duyduğunun farkındayız, retorik olarak, ama pratiğe yansıma ihtimali görüyor musun sen?
Taşpınar
: İki açıdan bakmak gerekiyor bence. Bir tanesi –senin söylediğin–, buna söylem olarak bakabiliriz ve tehdit olarak bakabiliriz. Bu işine yarayan bir söylem ve işine yarayan bir tehdit. İçeride MHP’yle kurduğu koalisyon açısından işine yarayan bir tehdit ve söylem. İçerideki, Türkiye’deki milliyetçi hava nedeniyle işine yarayan bir söylem. Bir de tabii ikinci açıdan baktığımızda, “Bunu yapma potansiyeli var mı? Bunu yapma riski var mı?” dediğimizde; şu açıdan da düşünmek mümkün –bu oldukça pesimist olabilir–, diyelim önümüzdeki dönemde seçimler konusunda kamuoyu yoklamaları negatif çıkmaya başladı. Erdoğan’ın Abdullah Gül’e karşı veya Meral Akşener’e karşı zemin kaybettiği, ekonominin kötüye gittiği. “O zaman seçimleri ertelemek isteyebilir veya seçimleri yapmamak için bu tür bir savaş senaryosu ortaya atabilir mi?” diyenler de var. Yani böyle bir söylemi canlı tutmak, Türkiye bunu yaparsa, böyle bir savaşa girerse Amerika’ya karşı, Rusya’ya karşı, Suriye’ye karşı, bu olağanüstü bir durum ve seçimlerin de olmaması durumda…

Orada bir sözünü kesebilir miyim? Şöyle bir opsiyonu da unutmamak lazım: Böyle bir olayın yaşandığı zaman kabaracak olan milliyetçi dalgayla beraber belki oylarını artırma opsiyonu da olabilir.
Taşpınar
: O da olabilir; yani tabii bu ortamda seçime giderse, tabii o bir bakıma milliyetçi oyları da artırabilir; fakat seçimleri yapmamaya karar verebilir diye de düşünebiliriz bunu. O açılardan baktığımızda da, yani nereden bakarsan bak işine yarayan bir söylem aslında bu; fiiliyata geçirdiğinde de belirli meyveleri olabilecek bir hamle olabilir. Türkiye’yi tabii bu çok zor duruma getirir –Gönül’ün anlattığı dinamikler nedeniyle, senin anlattığın dinamikler nedeniyle–; hem Rusya’nın hem Amerika’nın hem Suriye’nin hem bölgenin istemeyeceği bir şeydir bu. O nedenle çok tehlikeli bir iş yapıyor, çok tehlikeli bir söylem kullanıyor; ama maalesef Türkiye’nin içine olduğu konumda, Türkiye’nin içinde olduğu bu milliyetçi şizofren havada bunun getirileri var diyebiliriz.

Tol: Ama kesin olabilir bence Ruşen.

Gönül, aynı konuda seninle devam edelim.
Tol
: Ben Ömer’in söylediğine katılıyorum; yani hakikaten böyle bir senaryo, işte, Afrin’e girildiği bir senaryo, kesinlikle iç siyasette Erdoğan’ın ekmeğine çok yağ sürecek bir gelişme; ama ters de tepebilir iç siyasette, eğer Türkiye Suriye’de rezil olursa ters teper. Çünkü dediğim gibi bugüne kadar Suriye içerisinde yaptığı müdahaleleri yapabilmesinin tek nedeni Rusya’nın buna yeşil ışık yakması ve ben şu noktada Rusya’nın böyle bir şeye yeşil ışık yakacağını düşünmüyorum. Ve yakmadığı sürece de Türkiye böyle bir operasyonu göze alamaz gibi geliyor; çünkü göze aldığı takdirde çok büyük kayıplar olacaktır. Tabii şu faktör de var: Maalesef bağımsız medya da olmadığı için biz bugüne kadar aslında Suriye’de kaç askerin öldüğünü bile tam olarak bilmiyoruz, çünkü medya yok. Dolayısıyla onun negatif etkilerini bağımsız bir medyanın olmamasıyla telafi edebilir belki; fakat ben yine de bunu çok riskli görüyorum ve dediğim gibi, bugün bırakın Afrin’e girmesini, sonuçta Rusya’yla varılan bir anlaşma sonucunda girildi İdlib’e, fakat bugün gelinen noktada bence Rusya İdlib’deki Türk varlığından dahi rahatsız. Çünkü ne sözü vermişti Türkiye? “El Kaide’ye bağlı birlikleri zayıflatacağım, onları daha ılımlı muhalefetin yanına çekeceğim” vs. bu tür planlar vardı, bunların hiçbiri konusunda bir ilerleme kaydedilemedi; tam tersine, El Kaide’ye bağlı bu Heyet Tahrir El Şam’la bir ittifak içerisinde olduğu söylemleri var. Böyle bir ortamda, bugün de –ki birkaç gündür dillendirilen, Ruslar tarafından da dillendirilen rahatsızlığı göz önüne aldığımızda– İdlib’deki askerî varlığından bile rahatsız iken Afrin’e girmesine Rusya müsaade etmeyecektir ve kaldı ki dediğim gibi bence bir süre sonra Rusya Türkiye’nin bütün güçlerini Suriye’den çekmesini de isteyecektir.

Evet, konuyu biraz hafif bir şeylerle kapatalım; ama tabii yine işin içine siyaset de giriyor. Oprah Winfrey, Golden Globe Ödül Töreni’nde bir konuşma yaptı, çok ilgi uyandırdı ve hemen ardından –daha önce de duymuştum ben aslında–, ama şimdi bu konuşmanın ardından, “Tekrar bir aday mı olacak? Trump’ın karşısına aday mı çıkacak, başkan adayı mı çıkacak?” diye bir tevatür var; ama bayağı ciddi, yayın organları bunun üzerine ciddi ciddi yazılar, haberler yaptılar. Biz de onların bir kısmını hatta Medyascope’ta paylaştık. Ne diyorsun Ömer, böyle bir ihtimal var mı? Yoksa Trump’ın dediği gibi: “Yok canım, olmaz öyle şey” mi diyorsun?
Taşpınar
: Biz de Gönül’le dün akşam seyretmeye karar verdik –çünkü seyretmemiştik Oprah’ın konuşmasını, bir bakalım dedik niye bu kadar ilgi uyandırdı diye–; gerçekten de ilham veren bir konuşma yaptı. Cinsel tâcize uğramış kadınlar üzerinden başlayarak. Zaten Golden Globe seremonisine bütün kadınlar siyah kıyafet giyerek gelmişti, öyle bir ortam vardı. Dolayısıyla burada ciddi bir konu bu aslında; toplumsal mobilizasyon yarattı ve bir sürü ünlü kişi, gazeteci, siyasetçi, Hollywood’dan başta olmak üzere bir sürü kişi işlerini kaybetti cinsel tâciz konularında, skandallara karıştıkları için. Bu konuyu ele aldı. Tabii ortada ciddi bir sorun var; Trump’a karşı da cinsel tâciz suçlamaları olmuştu ve Trump bunların hepsini kenara itti ve basın bunların üzerine yeterince gitmedi. Yani cinsel tâciz meselesi nedeniyle herkes işini kaybederken Trump’ın başkan olması ve bu konuda hiçbir şekilde bedel ödememiş olması, Amerika’da özellikle solda, demokratlar arasında ciddi bir öfke uyandırıyor. Zaten solda bir lider arayışı da var. “Bu lider kim olmalı? Geleneksel bir siyasetçi mi olmalı? Yoksa Amerika’nın şu anda gittiği, içine girdiği sosyal medya, eğlence dünyası, Hollywood’un öne çıkması nedeniyle acaba halkın daha iyi tanıyacağı, Trump kadar ünlü birisi demokratların ismi olabilir mi?” tartışmasında, Oprah Winfrey ismi de Amerika’da gerçekten çok tanınan bir kişi ve sadece Hollywood açısından değil; bir sosyal aktivist aynı zamanda Oprah Winfrey. Kitap kulübü olan; kadın meselelerinde, feminizm konusunda, buradaki tabii siyah nüfusunun ırkçılık meselelerinde pozisyon almış, angaje bir isim. Çok da zengin bir kişi; çünkü çok ciddi paralar kazandı ve o nedenle demokratlar şu anda bir arayış içinde. Yarı ciddi yarı şaka bu ortaya atılıyor, Oprah Winfrey, bakalım, Abdullah Gül’den belki daha cesaretli çıkıp topa girebilir. Girerse bence ilginç bir yere gelebilir Amerikan siyasetinde; çünkü Oprah Winfrey gerçekten potansiyeli olan birisi ve demokratları şu anda heyecanlandıran bir isim. Şaka gibi geliyor insana, ama Trump’ın başkanlığı da beş yıl önce çok ciddi bir şaka gibiydi, olmayacak bir şeydi, ama oldu.

Tol: Aslında bu da şeyi gösteriyor Ruşen; yani Cumhuriyetçilerin başarısını, Trump’ın başarısını Demokratların nasıl okuduğunu gösteriyor. Önceden Demokratlar daha elitist görülüyordu, siyaseti daha önemli bir süreç olarak tanımlıyorlardı. Fakat baktılar ki Trump nasıl seçildi? Şuna karar verdiler, aslında siyasetin dışından bir isim olduğu için seçildi. Şimdi Oprah’ın Demokratları bu kadar heyecanlandırması şunu gösteriyor: Aslında gerçekten Trump’ın başarısının altında, bütün saçma sapan tweet’leri, aklî dengesine dair yapılan yorumlara rağmen, hâlâ siyaset dışından bir aktör olması o rüzgârı devam ettiriyor. O nedenle de aslında pozitif bir figür olarak görülüyor.

Evet, burada da biz onun konuşmasının Türkçesini yayımladık ve bayağı ilgi gördü; özellikle kadınların çok sahiplendiği belli oluyor. Tabii ortada da Trump gibi bir olay varken, Oprah herhalde gömlek gömlek üstte; kariyeriyle, duruşuyla, demin Ömer’in bahsettiği gibi. Bakalım daha çok vakit var, daha Trump bir yılını yeni tamamladı. Evet, biz burada noktayı koyalım Transatlantik’e, güzel bir yayın oldu. Ömer’e ve Gönül’e çok teşekkür ediyoruz, izleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.