Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türk Tabipler Birliği ve Furkan Vakfı gözaltılarının anlamı

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bu sabah önce Türk Tabipler Birliği’nin yöneticilerinin gözaltına alındığı haberini aldım, duydum. Ardından kısa bir süre sonra Adana’da Furkan Vakfı’na bir operasyon yapıldığını ve vakfın başkanı Alparslan Kuytul başta olmak üzere 21 kişinin gözaltına alındığını gördüm. Aynı günde neredeyse eşzamanlı yapılan iki operasyon; sabah erken saatlerde yapılan operasyonlar ve burada çok sayıda kişinin, birbirinden çok farklı kişilerin gözaltına alındığını görüyoruz. Normal şartlarda TTB ile Furkan Vakfı’nın aynı cümlenin içerisine girmesi bile çok mümkün bir olay değildi. Ama bugün içinde yaşadığımız şartlar bize bu iki birbirinden farklı oluşumu aynı cümle içerisinde anma imkânını veriyor. İmkân derken, olumluluk atfetmek istemiyorum; ama böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Peki bunun anlamı ne? Bunun çok ciddi anlamları var. Bu, Türkiye’de, Türkiye’nin demokrasi, temel hak ve özgürlükler konusunda nasıl bir yere doğru gerilediğini bize çok daha net gösteren bir sabah oldu — bu sabah, 30 Ocak Salı sabahı. Öyle söyleyebiliriz.

Gözaltına giden süreçler

Şimdi kısaca hatırlayalım: TTB Afrin Harekâtı’na karşı kısa bir açıklama yaptı. Savaş karşıtı, barış yanlısı bir açıklama yaptı ve bu açıklamanın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından çok sert bir şekilde eleştirildi ve hedef gösterildi tabii ki. Ve kısa süre sonra soruşturma haberi geldi. Bu sabah da gözaltı haberi geldi. Şu anda TTB yöneticilerinin durumları belli değil. Hâlen gözaltındalar. TTB’deki aramanın da biraz önce bitmiş olduğunu öğrendik.
Furkan Vakfı olayı ne? Furkan Vakfı olayı, hatırlayanlar olacaktır, geçen yıl Nisan ayında bu grubun, Furkan Vakfı’na bağlı olanların, daha doğrusu onun başındaki Alparslan Kuytul’u takip eden insanların Adana’da polisle karşı karşıya geldiklerine tanık olmuştuk. Bir toplantıya izin verilmemesinden hareketle yaşanan gerginlik üzerine Alpaslan Kuytul ve onun başkanı olduğu Furkan Vakfı kısa bir dönem gündeme oturmuştu. Furkan Vakfı Türkiye’de hükümetle belli bir mesafesi olan; hatta hükümeti, siyasî iktidarı eleştiren ender, belki de yegâne diyebiliriz –tek tük başkaları var mı bilmiyorum– İslamcı oluşum. Benim bildiğim kadarıyla hükümete karşı, cihadcı olmayan, ama radikal olarak tanımlanabilecek İslamcı bir pozisyondalar –eskiden, 80’li 90’lı yıllarda Türkiye’de çok vardı böyle yapılar–, hatta belli anlamlarıyla onların söylemlerinin birçoğunun Milli Görüş Hareketi’nin geçmişteki söylemleriyle de örtüştüğünü, benzeştiğini söyleyebiliriz. Biraz Arap dünyasındaki Müslüman Kardeşler’i de andıran, ama tek kelimeyle İslamcı olarak tanımlanabilecek bir yapı. Ve bu yapı hükümete tâbi olmayı, siyasî iktidara tâbi olmayı kabul etmedi, eleştirdi. En son olarak da Afrin Harekâtı’na yönelik çok açık bir destek vermediler; çünkü Ankara’nın –dolayısıyla Erdoğan’ın– Suriye politikasının baştan yanlış olduğu şeklinde bir yaklaşımları vardı. Ve onlara da bir operasyon yapıldı. Aslında iki operasyon da şaşırtıcı değil. Furkan Vakfı tabii çok gündemde değilken birdenbire olmuş gibi oldu. Ama geçen yıl Nisan ayında yaşananlar, bu yapının da siyasî iktidarın radarında olduğunu bize göstermişti. Hatta geç bile denebilir. Çünkü anladığım kadarıyla Vakıf yöneticileri kendilerine yönelik bir operasyonu herhalde bir şekilde tahmin ediyorlardı. Tabii tahmin ediyor olmaları, bunu doğru buldukları anlamına gelmiyor.
Burada neyi görüyoruz? Bir tarafta TTB gibi uluslararası alanda bir prestije sahip olan, Türkiye’nin en güçlü meslek kuruluşlarından birisi ve zor dönemlerde risk almış ve genellikle de barıştan yana tavır almış ve bu yüzden de başına sık sık iş gelmiş, ama bu çizgisini değiştirmemiş bir kurum var, bir meslek örgütü var. Bir diğer tarafta tamamen İslamcı kimliğiyle bilinen ve İslamcılığından taviz vermeme noktasında ısrar eden, büyük ölçüde yerel, Adana merkezli –çünkü Türkiye’de ulusal çapta bir hareket olmak için İstanbul merkezli olmak gerekir, Ankara merkezli olmak bile ulusal yapmaz– bu Furkan Vakfı olayı Adana merkezli. Dolayısıyla her ne kadar Türkiye çapında ve yurtdışında da taraftarları olsa da yerel gibi gözüken bir yapı söz konusu. Ve günümüz Türkiye’sinde bu yapının da faaliyetlerine izin verilmiyor. Bunu çok net bir şekilde görüyoruz.

“Milli birlik ve beraberlik ve yerlilik”

Çok zor bir dönemden geçiyoruz ve bu zor dönemde işin içerisine bir de Afrin Harekâtı gibi bir olay eklenince, işler çok daha zorlaşıyor. Ve burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaratmak istediği “milli birlik ve beraberlik ve yerlilik” perspektifine bir şekilde uymayan, içine dahil olmayan, bu milliyetçi şahlanışa eşlik etmeyen, mesafe koyan, hele hele eleştiren kişilerin, kurumların yaşam şansı, varlık şansı, faaliyet gösterme şansı iyice azalmış durumda. Buna biz gazeteciler de çok net bir şekilde dahiliz. Böyle bir ortamdayız. Özgür tartışmanın, özgür haberleşmenin, haber alma özgürlüğünün büyük ölçüde kısıtlandığı bir ortamdayız. Ve burada kurum ne kadar saygın olursa olsun, Tabipler Birliği örneğinde gördüğümüz gibi, ya da bir yapı İslamcı olsa bile –ki dışarıdan bakıldığında Türkiye’yi, AK Parti iktidarını tanımlarken Batı medyası ne zamandır İslamcı tabirini tekrar kullanmaya başladı– ama şimdi Adana’daki operasyondan hareketle ne diyeceklerini şaşırmışlardır. Ama bu da bize gösteriyor ki solcu olmak, sağcı olmak, İslamcı olmak; bunlar bir yerden sonra çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Burada şu anda yaşanan, özellikle Afrin Harekâtı’yla beraber yaşanan o havaya dahil olmayan kişiler, mesafeli olan ve eleştirel olan kişilerin önü tıkanıyor ya da özgürlükleri ellerinden alınıyor. Bu çok net.
Furkan Vakfı olayının tabii bir diğer özelliği –bunu burada birçok defa söyledim– artık Türkiye’de bağımsız bir İslamcılık söz konusu değil. Ve bu yayınları yaptığım zaman da istisna olarak bir anlamda Nurcular’ın Yeni Asya kolunu, bir anlamda da Furkan Vakfı’nı, Alpaslan Kuytul’u gösteriyordum. İstisnalardan birisine de izin verilmeyeceği burada görüldü. Bu Türkiye’de İslamcılığın yasak olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye’de İslamcı iddialı birtakım vakıflar, dernekler, yayın kuruluşları var, tarikatlar, cemaatler var. Ve bunlar siyasî iktidarla sorun yaşamadıkları müddetçe –ki ezici bir çoğunluğu yaşamıyor, onunla beraber hareket ediyor– faaliyetleri serbest bırakılıyor, önleri açılıyor. Teşvik ediliyorlar, destek görüyorlar değişik alanlarda. Ama bu devlete tâbi bir İslamcılık oluyor, rejime tâbi bir İslamcılık oluyor. Ama Alpaslan Kuytul örneğinde olduğu gibi, kendini devletle özdeşleştirmeyen, onunla birlikte hareket etmeyen ve üstelik onu şu ya da bu nedenle, şu ya da bu şekilde eleştirenlerin, İslamcı da olsa pek bir şansları yok.

İslamcılığın iflası

Normal şartlarda Alpaslan Kuytul hareketi Türkiye’de üzerinde çok fazla konuşulması gereken bir hareket olmayabilirdi. Ama bütün önde gelen İslamî cemaatlerin ve grupların kendisini devlete endekslediği bir yerde, yalnız başlarına kaldıkları için beklemedikleri kadar ve belki de hak etmedikleri kadar bir ilgi ve buna bağlı olarak ilginin ötesinde sıkıntıya, baskıya maruz kalıyorlar. Bu çok net bir şekilde gözüküyor. Bu bizde aslında Türkiye’de İslamcılığın iflasının, iflas etmiş olduğunun çok çarpıcı bir örneği olarak karşımıza çıktı.
Burada tabii şu ayrımı yapmak lazım: Hâlâ devletle sorunlu olan, cihadcı diye adlandırabileceğimiz El-Kaide’ye ya da IŞİD’e yakın ya da onunla bağlantılı yapılar var, onlar apayrı bir kategoride. Onları artık İslamcılık üzerinden değerlendirmek çok da gerçekçi, doğru olmayabilir. Onları tabii ki bu işin içerisinde ayırıyorum. Kastım esas olarak yasal alanda meşru faaliyeti kendine temel alan İslamcı yapılar. Bu anlamda bu türün son örneklerinden birisi olan Furkan Vakfı ve onun lideri Alpaslan Kuytul’a da yapılan operasyonla çok ciddi bir şekilde gözdağı verilmiş oluyor. Bundan sonra ne olur? Gözaltılar neye dönüşür? Vakfın buna karşı cevabı ne olur? Bunu çok bilemiyorum. Ama buradan ciddi bir direnişin gelme imkânı olacağını açıkçası sanmıyorum. Ama şunun özellikle altını çizmek lazım: Bu yaşadığımız zor dönemlerde –çok zor bir dönem yaşıyoruz, hangi alanda olursa olsun, hangi meslekte olursa olsun; gazeteci, yazar, televizyoncu ya da doktor, mühendis, devlet memuru, güvenlik görevlisi vs. ya da sağcı, solcu, İslamcı, Nurcu ya da Nakşibendi hiç önemli değil–; buralarda, bu alanlarda kendi ayakları üzerinde durabilenler –ki çok zor, bunu kabul etmemiz lazım, herkes için çok zor, kendi ayakları üzerinde durabilmek ve doğru bildiğinden şaşmamak çok zor bu içinden geçtiğimiz dönemde, ama bu zor dönemler geçtikten sonra, bu olağanüstü dönem bir şekilde aşılacak, Türkiye bu olağanüstülükte çok daha uzun süre yaşayabilecek bir ülke değil–, o zaman işte bugün ayakta kalanlar, ayakta kalabilenlerin o dönemde çok daha güçlü olacaklarını varsayabiliriz; ama şunu özellikle vurgulamak lazım, gerçekten hiç de kolay bir şey değil. En ufak bir şeyde, bir tweet’le, bir yazıyla, bir sözle insanların başına çok şeyler gelebiliyor. Ve geldikten sonra da genellikle çok cılız birtakım dayanışmaları saymazsak –bazı istisnalar var, dayanışma anlamında, ama– genellikle insanlar yalnız kalıyorlar. Burada Tabipler Birliği yalnız kalmayacak, bunu ilk günden görüyoruz. Ama açıkçası Furkan Vakfı’na kendi taraftarları dışında kimsenin sahip çıkacağını açıkçası çok fazla sanmıyorum. Onlar bir anlamda unutulacaklar, çok önemsenmeyecekler. Belki haklarında birtakım spekülasyonlar yapılacak. Haklarında sosyal medya üzerinden birtakım kampanyalar yapılabilir. Belki ona ihtiyaç bile duymayabilirler. Ama baktığımız zaman gerçekten geriye İslamcılık adına, bağımsız İslamcılık adına pek bir şeyin kalmadığını görüyoruz ki; son döneminde, Nisan ayından sonraki dönemde de aslında Furkan Vakfı’nın çok da fazla yüksek profilli bir çizgi izlediği de söylenemez. Zaten güçleri buna el vermiyordu. Ama bu haliyle bile, bu düşük profillerine bile devletin pek tahammül etmediğini bugün gördük.
Evet, aslında çok uzatacak bir husus değil, çok zor dönemlerden geçiyoruz. Ayakta kalmak lazım. Ayakta kalmaya çalışmak lazım. Bunu becerebilmek lazım. Ama kalamayanları da anlamak lazım diyelim. Bu gerçekten çok çetrefilli bir dönemde, şu anda şu akıntıya karşı, bu giden akıntıya karşı, milliyetçi akıntıya karşı yüzebilmek gerçekten her babayiğidin harcı değil. Allah herkese kolaylık versin diyelim. Öyle diyelim, bunu yapmak isteyenlere.
Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.