Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Muhalefet partileri beklentileri neden karşılayamıyor?


Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Muhalefet partilerinin durumunu konuşmak istiyorum ama önce bugün aldığım kötü bir haberle başlamak istiyorum: Gazeteci arkadaşım, editör Aytekin Hatipoğlu bu sabah hayatını kaybetti. Çok iyi bir insandı, çok iyi bir gazeteciydi. Beraber yıllarca Vatan gazetesinde birlikte çalışmıştık. Bir kaza geçirmişti ve uzun bir süre yoğun bakımda kaldıktan sonra bu sabah mücadeleyi kaybetti. Kendisine rahmet diliyorum, hep sevgiyle kendisini anacağımı söylemek istiyorum.
Muhalefet partileri meselesine gelince; geçen hafta Muharrem İnce’yle ilgili, fiyasko tanımlamasını yaptığım yayından sonra gelen tepkilerin önemli bir kısmında tabii ki bana hak vermeyen çok sayıda kişi vardı; önemli bir kısmından da, “Ama peki o zaman muhalefet ne yapsın? Kim olmalı?” şeklinde sorulara muhatap oldum. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki gazetecilerin öyle akıl verme vs. gibi, bir şeyleri dizayn edip şekillendirme gibi bir görevleri, misyonları yoktur, olmamalıdır. Sadece kendi deneyimlerimizden, yaptıklarımızdan, okuduklarımızdan, konuştuklarımızdan hareketle birtakım eleştirileri vs. dile getirmek söz konusu; ama birisini eleştirdiğimiz zaman illaki karşısına başka bir şey çıkarmak gibi bir zorunluluk yok. Daha genel bir şeyi tartışmak tabii ki önemli; o da muhalefetin hepsini saran bu durgunluk, atalet. Ki burada partileri özellikle kast ediyorum, bunun başında tabii ki CHP var; ama İYİ Parti (İP) de var, Saadet Partisi (SP) de var ve HDP de var.

Muhalefete elverişli bir zemin

Hepsi ayrı ayrı, farklı nedenlerle ve farklı şekillerde bir kriz halindeler, felç olmuş gibiler, hiçbir şey yapmıyorlar, yapamıyorlar ve daha çok kendi içlerindeki meselelerle uğraşıyorlar — ki bu noktada SP’nin böyle bir sorunu da yok. SP’nin iç meselesi olduğuna dair bir işaret de yok; ama onun dışında İP’de bir ara vardı, şimdi hâlâ az da olsa var. HDP’de bir tartışma Selahattin Demirtaş ekseninde yaşandı; bir tartışmanın olduğu ama dışarıya fazla yansıtılmak istenmediği anlaşılıyor. CHP zaten bildiğimiz, her şeyini aleni bir şekilde yapıyor ve CHP’deki kapışma hali sürüyor — her ne kadar olağanüstü kurultay olayı gerçekleşmediyse de. Dolayısıyla partiler büyük ölçüde kendi dertlerine düşmüş durumdalar ve Türkiye’nin gidişatına müdahil olma konusunda herhangi bir faaliyetleri gözükmüyor, gözükeceğe de benzemiyor. Halbuki Türkiye çok kötü bir gidişatta, Türkiye çok ciddi bir krizden geçiyor, ekonomide yaşanan sıkıntıların bu kadar hızlı bir şekilde gündelik hayatı etkilemesi de beklenmiyordu, çok hızlı bir şekilde fiyatlara yansıdı, belki bunun ardından hemen hızlı bir şekilde işten çıkarmalar vs. yaşanacak.
Bütün bu süreçte, döviz kriziyle başlayan süreçte, muhalefet partilerinin bu duruma müdahil olup bu durumdan hareketle güçlü bir muhalefet seferberliği yapamadıklarını görüyoruz; yapmaya çalışmadıklarını da açıkçası görüyoruz. Yapılanların büyük bir kısmı, muhalefetten gelen açıklamaların büyük bir kısmı durum tespitinden ibaret — ki bunu herkes iyi-kötü bir şekilde yapıyor; hatta iktidara destek verenler bile işlerin çok da iyi gitmediğini kabul etmek durumundalar. Bir tek burada “Kim bunun sorumlusu?” meselesinde bir farklılık var; muhalefet tabii ki iktidarı suçlarken, iktidar bunu dış güçlere ve onun yerli ortaklarına –kimse onlar?– onlara atfetmekle meşgul; ama işlerin iyi gitmediği konusunda da neredeyse bir mutabakat var. Fakat işlerin iyi gitmemesinin sorumlusu olarak iktidarı gösteren muhalefetin buradan hareketle bir güç kazanması olayına tanık olmuyoruz — gerçekten çok acayip bir durum. Yani şu anda siyaset yapmaya son derece elverişli, muhalefet yapmaya son derece elverişli bir durum var ve o durum ne kadar elverişliyse muhalefet partilerinin de o kadar pasif kaldıklarını görüyoruz.

Toplumun gerisindeler

Burada şunu da söylemek mümkün: Muhalefet partilerinin –ve kurumlarının diyelim ama özel olarak da partilerin–, toplumdaki tepkinin, toplumdaki rahatsızlığın ve itirazların çok gerisinde kaldığı; bunu karşılayamadığı da bir gerçek. Ama toplumun bu partileri dönüştürme imkânı da pek fazla yok; çünkü partiler bir şekilde kendilerini korumaya almış durumdalar ve durum ne olursa olsun, ne kadar etkisiz olurlarsa olsunlar parti yönetimleri üç aşağı beş yukarı değişmiyor, değişse bile yerlerine gelenlerin de diğerlerini pek aratmadıkları biliniyor — böyle garip bir durumla karşı karşıyayız.
Neden böyle oluyor? Bunun öncelikli sebebi tabii ki muhalefet partilerinin kendisinde. Tabii ki Türkiye’de basın özgürlüğünün olmaması, temel hak ve özgürlükler konusunda Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde geri adım atmış olması, Türkiye’nin hukuk devletinden tam anlamıyla uzaklaşmış olmasının da etkisi var; ama bunların hepsi aynı zamanda muhalefeti güçlendirebilecek vakalar. Yani basın özgürlüğünün olmaması, hukuk devletinin olmaması da aslında muhalefetin argümanlarını güçlendirecek hususlar. Bütün bunlara rağmen gerçekten etkili adımlar atılamıyor ve bunlar atılamamasının gerekçesi olarak gösteriliyor.
Şöyle bir husus bir yere kadar anlaşılabilir; gazeteciler basın özgürlüğü imkânlarının sınırlı olmasından, medyadaki patronaj sisteminden dolayı istedikleri gibi yazıp çizememekten, konuşamamaktan belki şikâyetçi olabilirler; ancak siyaset partilerinin bunlardan şikâyetçi olması diye bir şeyin olmaması gerekir. Genellikle ama şunu görüyoruz: “Biz aslında söylüyoruz, ama medya yer vermiyor”. Siyasî partilerin söylediklerinin, yaptıklarının sadece medyada yer bulmakla dolaşıma girmesi gibi bir şey bence olmaması lazım; çok karışık bir durum olduğunun farkındayım, ama şu anda Türkiye’de yaşanan adım adım demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden geri gidişi mazeret olarak gösterebilecek en sonuncu kurumlar, muhalefet partileridir; çünkü bu adım adım geri gidişte onların birinci derecede sorumlulukları var ve bunlara karşı mücadele etmek de temel meseleleri.

Seçim partisi CHP

Tek tek partilere baktığımız zaman CHP’nin daha şimdiden yerel seçimler muhabbetine girmiş olduğunu; yerel seçimlerde de kazanması kesin gibi gözüken yerlere bir yığılma olduğunu ya da kazanma ihtimali bu sefer olan, İstanbul gibi, Ankara gibi şehirlerde bir tartışmanın, bir adaylık rekabetinin yaşanmaya başladığını görüyoruz — ki bu durum çok rahatsız edici. Yani CHP siyaseti seçimden seçime yapan bir parti görünümünde ve girdiği seçimlerin hiçbirisinde kazanamayan bir parti, bunu da biliyoruz.
Dolayısıyla, ne olacak da önümüzdeki yerel seçimde CHP 24 Haziran’da göstermediği performansı sergileyecek? Bunun hiçbir cevabı yok. En son yapılan kurultay çağrılarını Genel Merkez bertaraf etti, Merkez Yürütme Kurulu’nda birtakım değişiklikler yapıldı; ama “Kim niye gitti? Kim niye geldi?” konusunda herhangi bir cevap yok, kısa sürede yaşananlarla da CHP’de aslında çok fazla bir şeyin değişmediğini görüyoruz. CHP bu anlamda büyük ölçüde yerel seçimlere endeksli bir şekilde bir iç tartışmaya, köşe kapmacaya sahne olacağa benziyor. CHP’nin içerisinde özellikle ekonomiden anlayan Faik Öztrak gibi, Selin Sayek Böke gibi isimler olmasına rağmen, bu yaşanan ekonomik gidişat konusunda CHP’nin bir ağırlık falan koyamadığını görüyoruz. Koyma yolunda da çok ciddi bir çaba içerisinde olduğunu açıkçası ben görmüyorum. Tabii CHP yöneticileri bu sözün üzerine “Daha ne yapabiliriz? Ne yapmalıyız?” diyeceklerdir. Bu da bizim vermemiz gereken bir cevap değil; bu cevabı da kendilerinin üretmesi gerekiyor. Bu kadar vahim bir ekonomik süreçten geçilirken, CHP bu süreçte neden etkili olamıyor?

İyi Parti’nin krizi

Aynı şekilde İP’ye baktığımız zaman, İP’nin de çok önemli kurmayları var, tek başına Durmuş Yılmaz yeterli –eski Merkez Bankası başkanı–, buna rağmen onun da etkisiz kaldığını görüyoruz — ki özellikle 30 Ağustos resepsiyonunda Meral Akşener’in varlığının da ayrı bir mesele olarak parti içinde ve dışında yaşandığını görüyoruz. İP, büyük ölçüde yaşanan seçim sonuçları ve ardından yaşanan Meral Akşener’in çekilme çıkışları ve sonra vazgeçmesi ve olağanüstü kurultaydan sonra, iyice bir boşlukta kalmış bir görüntüde — siyaseten yerinin nerede olduğu hâlâ belli olmayan bir parti. Merkez sağ partisi olma iddiasının çok uzağında ve MHP’yle yarışan bir parti konumuna tekrar gelmekte olduğunu açıkçası görüyoruz.
SP gerçekten yok oldu, kayboldu, gözükmüyor, gözükeceğe de benzemiyor. Herhalde kolay kolay toparlanamayacak gibi gözüküyor. HDP ise, Selahattin Demirtaş’ın son çıkışından sonra, Meclis’in etkisizliğiyle beraber sokağın tekrar gündeme getirilmesi gibi bir seçenek karşısında. En son Tunceli’deki orman yangınlarıyla ilgili HDP’liler bir şeyler yapmak istediler, oraya gittiler, ama etkili olamadılar. Dolayısıyla HDP’lilerin de şu anda aslında çok etkili bir şekilde hareket edebildiklerini söylemek mümkün değil. HDP’de partinin de tabanının epey bir gerisinde kaldığı muhakkak. Daha önceki bir yayında bunu ele almıştım; Selahattin Demirtaş’ın söyledikleri doğru olabilir HDP tabanı için, ama bunun hayata geçirilmesi çok mümkün değil. Selahattin Demirtaş kendisi şu anda partinin eş başkanı olsaydı da cezaevinden yazdığı önerileri hayata geçirebileceğini açıkçası sanmıyorum. Çünkü sadece HDP için değil; tüm muhalefette çok ciddi bir ölgünlük var, çok ciddi bir hareketsizlik dönemi var; kimse ne yapacağını bilmiyor, çünkü siyaset yok oldu; siyaset sadece ve sadece Tayyip Erdoğan’a teslim edildi — bunu sadece AKP’liler teslim etmedi, aslında muhalefet partileri de büyük ölçüde bunu yaptılar ve Tayyip Erdoğan’ı bir kenara bırakıp Türkiye’nin meseleleri, toplumun daha da yoksullaşan, yoksunlaşan kesimlerinin dertleri vs. gibi gündemlerle kendileri bağımsız alternatif bir dil geliştirmenin çok uzağındalar.

Tanıl Bora’nın yazısı

Şu aşamada bu çok zor gözüküyora benziyor. Belki bu bir süre daha böyle gidecek, belki de bu süre içerisinde çok da fazla çaba sarf etmemeleri, çaba sarf etseler de bir şey elde etmeleri mümkün gözükmeyebilir. Peki ne yapıyorlar? Bu noktada Tanıl Bora’nın Birikim’de çıkan, Birikim’in internet edisyonunda çıkan “Sebat” yazısını özellikle söylemek istiyorum. Tanıl yine her zamanki kalemiyle “sebat” kavramı üzerinden sola bir şeyler söylüyor. İnce ince bir şeyleri işlemekten bahsediyor; adım adım, acele etmeden bir şeyler yapmaktan bahsediyor. Yani “Şimdi bunu böyle yaparsak ne elde edebiliriz?” gibi çıkışlara itibar etmemekten bahsediyor; daha uzun vadeli bir sebatla yürütülen ve sabırla yürütülen bir perspektif sunuyor.
Şu anda baktığımız zaman Türkiye’de, hadi diyelim bu Tanıl’ın söylediği sol –dolayısıyla İP’yi ve SP’yi bir kenara bırakalım ama–, bir şekilde sol olarak tarif edilen CHP’yi ve HDP’yi aldığımız zaman, şu anda bu partilerin de –özellikle CHP’nin–, orta ve uzun vadeli bir çalışma içerisinde olduklarını söyleyecek bir şey de yok, böyle bir acı bir durumla karşı karşıyayız. Neyi niçin yapıyorlar? Tamam, bugün yapamıyorlar, bugün yapsalar da bir şeyleri değiştiremeyecekler diyelim ki, ama daha sonrası için ne vaat ediyor? Diyelim ki burada 24 Haziran’da bir yenilgi yaşadı, bariz bir yenilgi yaşadı. Peki bir sonraki başkanlık seçimi için nasıl bir strateji geliştirecek, nasıl bir arayış içerisinde olacak? Bunlar çok erken gibi görülebilir, ama bugün bir şeyi yapamıyor, bari muhalefet partilerinin böyle daha orta vadeli, uzun vadeli birtakım perspektifler geliştirebilmeleri lazım; bu noktanın da gerçekten çok gerisindeyiz.

Liderlik meselesi

Kim yapacak, kimler yapacak, hangi kurum yapacak? Muhalefetin dinamizmini, itirazını, toplumda daha da artması kaçınılmaz olan –özellikle ekonomik nedenlerle, sosyal nedenlerle– itirazları kimler birtakım kanallardan akıtacaklar ve bunu bir muhalefet hareketi olarak seferber edecekler — toplumu, bireyleri, kişileri? Şu haliyle var olan yapıların hiçbirisinin bunu yapabileceğini açıkçası sanmıyorum. Yerine herhangi bir yapının çıkacağına dair herhangi bir işaret de yok.
Bir diğer husus da liderlik meselesi. Şu âna kadar adı geçen isimlerin, özellikle CHP bağlamında ama İP bağlamında Meral Akşener’in de Türkiye’deki AKP-karşıtı, Erdoğan-karşıtı arayışları seferber edebilecek, birbirinden farklı farklı itirazları bir potada eritebilecek lider profili çizemedikleri ve bundan böyle de çizemeyeceklerini görüyoruz. Şu anda bu partilerin içerisinde var olan isimlerden herhangi biri de sanki buna aday gözükmüyor ya da kendini ortaya çıkartan zaten pek kimse yok. Dolayısıyla hem kurum –yani parti– hem de kişi sorunu var muhalefetin, yani liderlik sorunu var. Tabii ki burada liderlikten kasıt bir kişinin başı alıp herkesi peşinden sürüklemesi değil; ama muhalefet içerisindeki farklı arayışları, farklı itirazları kolektif bir akılla yoğurup bir seferberlik başlatabilmesi anlamında bir kişi ya da birkaç kişi, bir arada hareket edebilen birkaç kişi… böyle bir şey de yok, gözükmüyor. Yurtdışından mı gelecek? Türkiye’nin içerisinden mi çıkacak? Sürekli bunun spekülasyonları yapılıyor, ama şu haliyle baktığımız zaman gerçekten bir umutsuz vaka.

Siyasi iktidarın krizi

Ama buradaki mesele şu: Türkiye’de muhalefetin krizi, muhalefetin bir şey üretememesi tek başına çok anlamlı tabii ki, ama Türkiye’de siyasî iktidar muhalefetten çok daha ciddi bir kriz yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin en büyük sorunu bu. Yani iktidar her şeyi çok iyi yapıyordur ve dolayısıyla muhalefet buna cevap yetiştiremiyordur, zaten toplum tatmin oluyordur, iktidardan çok memnundur, hayli memnundur ve muhalefet dolayısıyla bundan dolayı kriz yaşıyordur… böyle bir olay yok. Türkiye’nin paradoksu tam da burada işte: Türkiye yönetilemiyor, uzun bir süredir yönetilemiyor, uzun bir süredir Erdoğan çok ciddi bir ideolojik ve politik kriz yaşıyor, dış politikadan iç politikaya kadar; Türkiye demokrasiden uzaklaşıyor, Türkiye yörüngesini kaybetmiş bir ülke, kendi ayakları üzerinde durma yeteneğini her geçen gün daha fazla kaybeden bir ülke. Bütün bunlara en son ekonomik boyut da ekleniyor ve buna rağmen muhalefet bir şey yapamıyor. Zaten sorun da burada. Aksi takdirde şöyle derdik: “İktidar işi çok iyi yapıyor, dolayısıyla muhalefet de etkili olamıyor”, böyle değil; iktidar etkili değil, iktidar çok ciddi bir kriz yaşıyor, ama muhalefet bu krizden istifade edip bir şeylere müdahale edebilme şansını kendi krizi nedeniyle çok ciddi bir şekilde kaçırıyor.
Böyle bir kısır döngü içerisindeyiz ve muhalefet yapmaya son derece elverişli bu dönemde muhalefetin bu krizinin aşılabileceğine dair bir işaret yok. Toplumun bu olayı bizzat, yani itirazı olan kesimlerin bu olayı bizzat ele alabilmesi ve var olan muhalefet kurumlarını bypass ederek muhalefeti toplumsal kanallardan, yeni kanallardan akıtabilmesinin önünde de çok ciddi bir şekilde Türkiye’deki otoriterlik ve sürekli olağanüstü hal durumunun çıkardığı bir engel var, bunu da özellikle vurgulamak lazım. Dolayısıyla şu anda toplumun çok gerisinde bir muhalefet var, toplumun o muhalefeti değiştirebilme imkânları da iktidarın getirdiği yasaklarla, engellerle tıkanmış durumda. Dolayısıyla iktidarın hazırladığı zemin, bu anti-demokratik zemin, temel hak ve özgürlüklerin önününü kapatan zemin, muhalefeti yürüten kişilerin de dönüşmesinde çok ciddi bir engel oluyor. Böyle garip bir durumla karşı karşıyayız.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.