Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

#Suriyelilerdefolsun: Peki, sonra?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. “Suriyeliler defolsun!” lafını son günlerde tekrardan çok yoğun bir şekilde duymaya başladık. Özellikle sosyal medyada kampanyalar yapılıyor ve işin ilginç tarafı, tam da Suriye’de işler bitmek üzereyken ya da bitmek üzere olduğu yolunda çok güçlü kanaatler varken oluyor bu. Bu yayında aslında bir nevi kişisel duruşumu vurgulamak istiyorum; çünkü bu mülteciler meselesi, göçmenler meselesi, benim çok hassas olduğum konulardan biri — özellikle de ırkçılık ve ayrımcılık meseleleri. Değişik vesilelerle Türkiye’de ve dünyanın başka yerlerinde yaşanan olaylarla ilgili olarak, gerek gazetelerde yazarken gerek televizyonlarda yorumlarla ve Medyascope’ta bu konuda her vesileyle diyelim, görüşümü dile getirdim. Bu noktada da geçen gün sosyal medyada yine açılan bu kampanyanın beni çok rahatsız ettiğini vurgulamak istiyorum.

“Bizde ırkçılık yoktur” yalanı

Bir kere, Türkiye’de çok büyük bir yalan var, o yalan da “bizde ırkçılık yoktur” yalanı ve bu Osmanlı İmpartorluğu’na vs. referans gösteriliyor ama bizde bayağı bir ırkçılık var. Aslında dünyanın her yerinde ırkçılık var; özellikle son dönemde Batı’da iyice yaygınlaşılıyor. Mültecilik meselesi, göçmenlik meselesiyle… dünyada küresel anlamda eşitsizliklerin alabildiğine artmasına paralel olarak gelişen daha yakıcı bir sorun olan mültecilik meselesiyle beraber bu olay çok daha büyüyor. Tüm Avrupa bunu tartışıyor, Orta Avrupa ülkelerinde de özellikle çok güçlü bir şekilde bu çıkıyor ve Türkiye’de de bunun izlerini görüyoruz. Ama şunu yine de vurgulamak lazım: Yedi yıl oldu Suriye’deki iç savaş patlak vereli ve yedi yıldan beri de Türkiye Suriye’den göç meselesini yaşıyor ve şu âna kadar baktığımız zaman, bir bilanço çıkarttığımız zaman, zaman zaman yerel anlamda birtakım tatsızlıklar yaşansa da bu yedi yılı aslında Türkiye büyük ölçüde kazasız belasız atlattı — öncelikle bunu vurgulamak lazım. Bu Türkiye’nin bir artısı olarak, tüm ülke olarak ve artısı olarak kayda geçirmek lazım.
Bu aslında Türkiye’de ırkçılığın, ayrımcılığın potansiyelinin çok güçlü olmadığının bir işareti; ancak bu tür olayların, ırkçılık, ayrımcılık gibi olayların sosyoekonomik sorunlarla daha da kızıştığını, kızıştırıldığını ve provoke edildiğini bildiğimiz için, özellikle de son dönemde Türkiye ekonomik anlamda ciddi sorunlar yaşamaya başladığı için, önümüzdeki kısa vadede bu olayın tırmanma ihtimali var ve birileri bunu tırmandırmak için gerçekten ellerinden geleni yapıyorlar. Özellikle muhalefette yer alan bazı siyasetçilerin bu furyaya katılmış olması çok yadırgatıcı, bunu 24 Haziran seçimleri öncesinde Muharrem İnce’nin çok sık dile getirdiğini biliyoruz ve o tarihte de ciddi bir şekilde itiraz etmeye çalışmıştım ve bu itiraz nedeniyle de çok sert tepkiler almıştım. Garip bir şekilde birçok eleştirime katılan bazı izleyicilerin, Suriyeliler meselesinde Muharrem İnce’nin o popülist yaklaşımına destek verdiklerini gördüm ve bunların da büyük bir kısmı kendini solda tanımlayan kesimlerdi.
Malum, bayramlaşmaya giden Suriyeliler var ve bu bir gerekçe olarak gösteriliyor ve bayramlaşmaya giden Suriyelilerden hareketle, bayramlaşmaya gidip geri dönmelerinden hareketle; bu olay sadece bir can güvenliği meselesiymiş gibi gösterilerek ve sanki bu bayramlaşma olayını tüm Türkiye’deki Suriyeli mülteciler yapıyormuş gibi gösterilerek ve üstelik bu bayramlaşmaya gitme yasadışıymış gibi gösterilerek, bunun üzerinden bir popülizm –sağ ya da sol farketmez– çıkartılmaya çalışıyor ve bayağı da bir rağbet görüyor. Bir de tabii yer yer, işlenen kimi yerel suçların Suriyelilere atılmasıyla –ki bunların büyük bir kısmının aslında asılsız olduğu ortaya çıktı– köpürtülen bir ayrımcılık var. Benzer olaylar geçtiğimiz günlerde Almanya’nın eski Doğu Almanya’da kalan, eski adıyla Karl Marx şehrinde benzer bir olayın olduğunu gördük ve günlerce Alman ırkçıları, Arapları, Suriyelileri bahane ederek, Suriyelilerin Almanlara saldırdığını bahane ederek sokakta bir tür terör estirdiler.

Bilgi sahibi olmadan düşman olmak

Türkiye bunun bu kadar yakınında değil; ama bunu hızlı bir şekilde geliştirmek isteyenler var. Bu çok hassas bir konu ve kolay bir konu, herkesin elinde çok kolay oynayabileceği bir konu ve bu anlamda da çok tehlikeli bir konu. Yüz binlerin ötesinde milyonlarca insanın olduğu söyleniyor ve bu olay hakkında laf edenlerin, Suriyelilerin Türkiye’deki varlığı hakkında olumsuz laf edenlerin ezici bir çoğunluğunun bu olayın realiteleri hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadıklarını, hatta hiç bilgi sahibi olmadıklarını biliyoruz. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin hepsi yoksul değil, zengin değil; suç işleme oranları gösterilmek istendiği kadar yüksek değil vs. Devletin bu konuda yaptıkları, yapamadıkları var, sivil toplum kuruluşlarının bu konudaki çabaları çok cılız. Uluslararası kuruluşları bu konuda yaptıkları, yapamadıkları var ve bazı uluslararası kuruluşlarının faaliyetinin Türkiye’de devlet tarafından şu ya da bu nedenle sınırlandırılması var. Yedi yıldır yaşanan çok karmaşık bir olayla karşı karşıyayız.
Suriyelilerin içerisine çok ciddi bir şekilde sızmış olan cihadcı yapılar da ve bu Suriyeli ağlarının üzerinden cihadcıların bir şekilde örgütlenebildiklerini de biliyoruz; ama bütün bunların hiçbiri, olayın realitesinin tek başına domine edebilecek şeyler değil. Bütün olaylarda, bütün bu tür büyük, köklü toplumsal, sosyal, ekonomik değişikliklerde bu tür şeyler olur. Ama birileri hep bunun olumsuzluğu üzerinden yürüyerek buradan bir kriz çıkartmaya çalışırlar.

Sorumluluk AKP’nin

Burada sorun şu: Türkiye’de bu kadar Suriyeli göçmenin olmasının sorumlularının başında Ankara geliyor, AKP hükümetinin politikaları geliyor. Yanlış politikaları geliyor. Suriye konusunda baştan itibaren yapılan, rejim değiştirmeye angaje olma politikası geliyor. Rejim değiştirmeye angaje olmaya paralel olarak, buna Batı’yı katmak –özellikle Obama yönetimi o tarihte– ve Avrupa’yı katmak için insanlık trajedilerinin hızlı bir şekilde yaşanması beklendi. Ama işin ilginç tarafı, belli bir sayıda mültecinin, Suriyelinin ülkesini terk etmesi hâlinde Batı’nın müdahale edeceği yolunda, özellikle Ahmet Davutoğlu’nun –dönemin dışişleri bakanı, daha sonra başbakanı– yaptığı hesapların fos çıktığını gördük. Batılılar bunu çok fazla umursamadılar. Ses çıkarttılar, ama müdahale etmediler. Sonuçta bugün Türkiye’de bu kadar Suriyeli varsa bundan Türkiye de, Türkiye’yi yönetenler de birinci derecede sorumlu. Bu sorumluluğun üzerinde çok fazla kafa yormadan, sadece ve sadece yaşanan birtakım sorunlardan buraya göç etmek zorunda kalan insanları sorumlu tutmak hiç hakkaniyetli bir tavır değil. Bugün de bütün bunlar unutulmuşçasına burada, bütün bunlar yokmuşçasına burada yaşananları Suriyelilerin kendisine yıkmaya çalışmak da aynı şekilde. Şu anda Ankara, Suriye politikasını büyük ölçüde değiştirmiş durumda. Başta ak dediğine kara, kara dediğine ak demeye başladı. Hükümet yanlısı birtakım yazarlar, çizerler de tekrar direksiyonun Esad’a doğru kırılması gerektiğini söylüyorlar ve muhtemelen de hızlı olmasa bile adım adım buraya doğru gidecek. Ve Suriye belki de yeniden bir anlamda –tırnak içine koyalım yine de– “normalleşecek”. Ama bu “normalleşme”yle beraber, Türkiye’de var olan Suriyelilerin tamamının ya da ezici bir çoğunluğunun ülkelerine döneceğinin garantisi yok. Çünkü arada çok şeyler değişti, 7 yıl içerisinde çok şeyler değişti. Burada hayatlar kuruldu. Bir diğer husus da tabii, ne kadar normalleşme olursa olsun, bu kişilerin Suriye’deki geleceklerinin teminat altında olup olmadığı konusunda çok ciddi soru işaretleri de beraberinde gelecektir.

Krizlerin nedeni olarak Suriyelileri göstermek

Şu anda Türkiye bir dizi sorunla uğraşıyor. Siyasî sorunla uğraşıyor, ekonomik sorunla uğraşıyor. Hükümet bir kriz içerisinde, ülkeyi yönetenler bir kriz içerisinde. Muhalefet bir kriz içerisinde. Ama bütün bunlara rağmen siyaset yapılamıyor. Ne siyasî iktidar, ne de muhalefet siyaset üretemiyor. Bir nevi siyasetin ölmese bile komada olduğu bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir ortamda gerçek siyasî konuların gerçekten masaya yatırılmadığı bir ortamda, bu türden “Suriyeliler defolsun” vs. gibi, Türkiye’nin sorunlarının gerçek nedenleri olmayan ama sıradan insanın aklının daha kolay çelinebileceği konulara birilerinin yüklenmesi hiç şaşırtıcı değil. Ama burada bu potansiyel, yani Suriyelilik üzerinden, özellikle önümüzdeki günlerde daha sert bir şekilde yaşanmasını ummadığımız ama beklediğimiz ekonomik sıkıntıların daha da kızışması durumunda, insanlar işlerini kaybetmesi durumunda, alım güçlerinin iyice düşmesi durumunda ve buna bağlı olarak da suç oranlarının yükselmesi durumunda, günah keçisi arandığı zaman herhalde burada Suriyeliler meselesi çok daha fazla gündeme sokulacaktır. Bu konuda hassas ve dikkatli olmak gerekiyor. Suriyelilerin, Türkiye’de var olan Suriyelilerin kendilerini temsil etme imkânları çok fazla yok. Kurumsallaşma imkânları çok fazla olmadı. Dolayısıyla onların burada yaşanacak olaylara karşı bir kolektif irade sergilemeleri çok fazla mümkün değil. Böyle bir sorunla karşı karşıyayız. Dolayısıyla burada iş yine bizlere düşüyor, özellikle siyasetçilere ve sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya düşüyor. Ama şu anda genel eğilimin genellikle bu konuda bir ilgisizlik, kayıtsızlık ve gözden çıkarma eğiliminin; yani “Yeteri kadar baktık, yeteri kadar sırtımızda taşıdık, artık gitsinler” yaklaşımının daha fazla öne çıktığını görüyorum. Umarım bu trend kalıcı olmaz.
Bu sırtımızda taşıdık vs. meselesinin de bir yalan olduğunu görmek lazım. Mülteciler gittikleri yerlere birtakım sorunları beraberinde getiriyor olabilir; ama zaman içerisinde, hızlı bir şekilde –ki Suriyelilerde de böyle oldu– buradaki iş piyasasına katılırlar. Belli anlamlarda sermayesi olanlar kendi işlerini kurarlar ve bir anlamda ekonomiye bir şekilde katkıda bulunurlar. Buna böyle bakmadığınız zaman, göçmenleri sadece sömürücü asalaklar olarak gördüğünüz zaman, yıllarca Avrupa’da çalışan soydaşlarımıza karşı, kendi ülke vatandaşlarımıza karşı yapılan ayrımcı, ırkçı suçlamaları ve saldırıları da onaylamış oluruz. Orada zamanında “Türkler dışarı” diyenlerle bugün “Suriyeliler defolsun” diyenler arasında hiç ama hiçbir fark yok. Hatta bugün “Suriyeliler defolsun” diyenlerin o tarihte “Türkler defolsun” diyenlerden daha ırkçı olduğunu söylemek mümkün.

Irkçı ırkçıdır

Evet, bir nevi iç dökme gibi oldu. Bu olay tabii ki sosyoekonomik bir olay, jeostratejik bir olay. Ama aynı zamanda çok insanî bir olay. Bütün bunların hepsinin bileşkesinde, akılcı, rasyonel ve çağdaş bir pozisyon almak gerekir. İnsanî bir pozisyon almak gerekir. Ama şunu tanıdığım insanlarda da görüyorum ve üzüyor beni: “Bu kadar da insanî perspektiften bakılmaz sadece” vs. şeklinde giden yorumlar var. Her şeyin önüne insanî perspektifi koymak gerekiyor. İnsanî perspektifle siyaset yürümüyor olabilir. Ama bizlerin birey olarak bu vicdanımızı ve insanî bakışımızı kaybetmememiz gerekir. Son olarak şunu söyleyeyim: Dünyanın herhalde en tiksindirici duruşlarından birisi ırkçılıktır. Allah kimseyi ırkçı yapmasın. Irkçılar da ırkçılıklarını kabul etsinler. Yaptıklarını bir eleştiri vs. falan olarak yutturmaya çalışmışlardır tarih boyunca ırkçılar. Ama şunu söylemek lazım, ırkçı ırkçıdır. “Suriyeliler defolsun” diye bir sloganın altına imza atıyorsanız, kusura bakmayın, ırkçısınız. Bunun başka bir açıklaması yoktur.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.