Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İslami camiada hakim olan burukluk ve bıkkınlık

Yayında sözünü ettiğim İbrahi Tenekeci’nin yazısı için tıklayınız.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Uzun bir süredir Türkiye’de İslamî hareketin çok ciddi bir krizde olduğunu, hatta iflas ettiğini söylüyorum. Buna bağlı olarak da Türkiye’de Erdoğan yönetiminin, AKP yönetiminin de her geçen gün derinleşen çok ciddi bir kriz içerisinde olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Yalnız öte yandan şöyle bir sorun var: Bu hareketin içerisinde yer alan, iktidarı destekleyenler ya da kendilerini o camia içerisinde görenlerin hallerinden çok memnun olduğu gibi bir imaj var –vardı daha doğrusu– ve dolayısıyla benim söylediklerimin aslında gerçeği birebir yansıtmadığı yolunda çok sayıda eleştiri de aldım.

Yeni Şafak’ta çıkan yazılar

Ama şunu biliyorum: Bu hareketleri uzun süredir izleyen bir gazeteci olarak çok ciddi bir rahatsızlığın, özellikle bu harekette uzun süredir yer alan kişilerde rahatsızlığın olduğunu görüyorum ve bunlar genellikle yüksek sesle dile getirilmiyor. Yüksek sesle dile getirilmemesinin en önemli nedeni Türkiye’de yaşanan kutuplaşma ve bu tür eleştirilerin kaygıların dile getirilmesi halinde karşı kutbun bundan istifade edeceği düşüncesi, yani kol kırılır yen içinde şeklinde bir yaklaşım söz konusu. Ama yavaş yavaş bunların da artık tahammül sınırının ötesine geldiğine dair işaretler var. Peşpeşe birkaç yazı çıktı, özellikle Yeni Şafak gazetesinde –ki Yeni Şafak gazetesi son dönemde AKP iktidarının demokrasi, temel hak ve özgürlüklerden alabildiğine uzaklaşmasının bir nevi kendi çapında liderliğini yapmaya talip olan bir gazete–, özellikle gazetenin birinci sayfaları bu konuda çok iddialı; Gezi’den beri böyle, ama bu gazetede yazan bazı isimler artık rahatsızlıklarını daha dile getirir oldular.
Zaten bugünkü yayın başlığını da bunlardan birisinin, İbrahim Tenekeci’nin bir yazısından aldım. Ben “İslamî camiadaki bıkkınlık ve burukluk” dedim, o bunu “mütedeyyin camiada genel bir burukluk ve bıkkınlık” olarak tanımlamış cumartesi günkü yazısında. “Böyle mi Olacaktı?” başlığı zaten başlı başına olayı özetliyor. İdealle girilen bir yol var ve gelinen bir nokta var; gelinen noktada bıkkınlık, hayal kırıklığı, şaşkınlık ve bunların herkesin bildiği bir sır olduğu tespiti var.

Böyle mi olacaktı?

İbrahim Tenekeci kendi yazısına başlarken başka yazıları atıfta bulunuyor. Bunlardan birisi Eski AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal’ın “Hiç Yazasım Yok” diye bir yazısı, Erol Erdoğan’ın attığı bir tweetten hareketle adalet arayışı, Hasan Öztürk’ün belediyelerdeki kibir abidelerinden şikâyeti vs. Birçok şeyden şikâyet var ve bunlar üst üste birikiyor ve başlangıçtaki idealleri iyi kötü muhafaza etmek isteyen kişiler için de artık bu katlanılamaz bir hal almaya başlıyor. Aslında bunu bir şekilde imalı da olsa –üstü yarı açık diyelim, tam kapalı olmasa da– dile getirmek bile aslında riskli; çünkü daha önce birçok örneğini gördük, itirazlarını, “böyle mi olacaktı?” sorusunu farklı şekillerde soran kişiler, yerlerini kaybettiler, işlerini kaybettiler, yazdıkları gazeteleri çıktıkları televizyonları kaybettiler. Bunu söylerken yine AKP çevresinden kişilerden bahsediyorum; ama belli ki belli bir aşamadan sonra bazı isimler artık birtakım kayıpları da göze alarak seslerini çıkartmak, itirazlarını kayda geçmek istiyorlar.
Bu çok anlaşılır bir şey; çünkü gelinen noktada insanî ve vicdanî açıdan artık kabul edilmesi imkânsız, meşrulaştırılması ya da makulleştirilmesi imkânsız şeyler yaşanıyor. Bunların en son örneklerinden birisi 3. Havalimanı işçilerinin başına gelenler oldu. Burada çok ciddi kırılmalar yaşandı; özellikle polisin, jandarmanın bu direnişi bastırma şekline yönelik olarak. Daha sonra ekonomik krize karşı yapılanlar ve yapılmayanlar ve alınan uçak meselesi, en son Katar’dan alınan ya da hediye edilen –artık her neyse– uçak meselesi, ardından en son Kocaeli’nde yaşanan intihar olayı; oğlu nedeniyle intihar ettiği söylenen baba olayı ve buna gösterilen tepkiler ve bu arada dünyadaki birtakım garip garip modaların, saçma sapan modaların başörtülü birtakım kadınlar tarafından da yerlerde sürünme modaları ve tabii bütün bunlar yapılırken de bir şatafatın sergilenmesi…
Bir kokuşmuşluk var; bu hareketin simgesi olan birtakım unsurların –başörtüsü başta olmak üzere ya da tesettür diyelim– tamamen başka bağlamlarda kullanılıyor olması var ve kayırmacılığın, liyakatin değil sadakatin ve kayırmacılığın alabildiğine güçlenmesi var. Bir de tabii birtakım din insanlarının diyelim artık –genelde erkekler oluyor bunlar– saçma sapan açıklamaları; birtakım kendilerince yaptıkları fıkhî açıklamalar ya da verdikleri garip pozlar ve bunlara karşı hiçbir şeyin olmaması; yine kol kırılır yen içinde şeklinde, garip İslam yorumlarının çok kolay bir şekilde dolaşıma girebilmesi…

Elde sadece iktidar ve nimetleri

Yani her yerinden dökülen bir camia söz konusu. Elde sadece bir iktidar var ve iktidarın verdiği imkânlar ve nimetler var; ama bu imkânlar ve nimetlerden yararlanabilmek için uyulması gereken çok katı kurallar var. Bu kuralların en başta geleni duymamak, görmemek, konuşmamak ya da hep belli şeyleri ne olursa olsun olumlamak ya da her şeyi halının altına süpürmek. Artık belli ki süpürecek halı kalmadığı için insanlar seslerini çıkarmaya başladılar. Değişik dönemlerde, değişik anlarda, önemli anlarda küçük çaplı itirazlar hep olmuştu; ama bu itirazların sayısının giderek arttığını ve birtakım kişilerin, bu harekete başından itibaren özellikle İslamî kaygılarla ve arayışlarla dahil olmuş insanların bazı itirazlarını artık kayda geçirmek zorunda hissettiklerini kendilerini görüyoruz.
Bakın İbrahim Tenekeci’nin yazısındaki peş peşe gelen birtakım kavramlara. Bu ne için anlatılıyor? AKP iktidarı için anlatılıyor. “Adaletsizlik, incinmişlik, tedirginlik, güvensizlik, kendi içinde bile ayrımcılık, şımarıklık, güç zehirlenmesi, önceliklerin değişmesi, kimi kişilerin ekonomik bağımsızlığa ulaştıktan sonra camiayı beğenmemesi, menfaat, kibir, klikleşme. Bu tür olumsuzlukları son zamanlarda ne çok yaşıyoruz? İmkânlardan sonuna kadar faydalananlar, dönüp bakmayanlar ve haksızlığa maruz kalanlar… Sanki üç ayrı dünya oluşuyor.” Evet, bir aslında çok ilginç bir saptama bu. Türkiye’yi iki kutuptan ibaret gördüğümüz zaman her kutbun kendi içerisinde “monolitik”, yekpare olduğunu düşünüyoruz; ama İbrahim Tenekeci’nin yazısı en azından iktidar kutbunda üç ayrı dünyadan bahsediyor: sonuna kadar faydalananlar, dönüp bakmayanlar ve haksızlığa uğrayanlar.
Yazısının son cümlesi başlı başına manidar. O da diyor ki: “Şu sözü haklı çıkartmak tam vazgeçmeliyiz artık: Dışarıdan yahut sonradan gelen her zaman daha değerlidir, bunu artık reddetmeliyiz” diyor — ki bu benim yayınlarda özellikle AKP’nin krizi Erdoğan’ın krizi yayınlarında çok sık vurguladığım bir şey. Şu anda siyasî iktidarı ve Erdoğan’ı cansipârâne, en kayıtsız şartsız savunan insanların büyük bir kısmının, ezici bir çoğunluğunun trene sonradan binenler olduğu meselesi ve bunların önemli bir kısmının Milli Görüş Hareketi’yle, İslamcılık’la, hatta kimi durumda İslamiyet’le de çok fazla ilgili olmadıkları gerçeği. Yani bunun son örneklerini bazı köşe yazarlarında görüyorsunuz. Son havalimanı olayında ya da intihar eden baba olayında olduğu gibi, bu olayları, işçileri ya da intihar eden babayı itibarsızlaştırmak için en saçma sapan ve en utanç verici yazıları yazan insanların bu hareketle hiçbir şekilde gönül bağları yoktu, şu andaki bağları da bir gönül bağı değil tamamen maddî bir bağ ve iktidarın da bu tür kişileri gözetmesi ve tercih ediyor olması.

Gecikmiş insani duruşlar

Buradan ne çıkar? Buradan çok fazla bir şey çıkmayabilir; ancak bazı insanların, bu hareketin içerisinde başından beri yer alan insanların bazılarının kendilerini artık ayrıştırma arayışını insanî –gecikmiş de olsa– insanî bir duruş olarak kayda geçirilmesi ve takdir edilmesi gerektiğini söylüyorum. Ama onların bu duruşlarının bu gidişatı tersine çevirebilmeye herhangi bir gücü olacağını sanmıyorum, bu iş artık bitmiş bir iş, sorun Türkiye’de. Bu krizdeki iktidara, bu yönetime karşı, insanlara bir gelecek, bir umut vaat eden, bir vizyon vaat eden bir alternatifin çıkamaması; yoksa var olan artık kendi kendini çoktan tüketmiş, uzatmaları oynayan bir iktidar ve iktidarın bir çizgisi söz konusu. Burada İslamcılık nerede duruyor? İslamcılık hiçbir yerde durmuyor; İslamcılık, bazı kişilerin bireysel anlamda sahiplendikleri bir yaklaşım olarak varlığını sürdürebilir; ama kolektif anlamda Türkiye’de bir İslamî hareketin, İslamcılık hareketinin etkili bir şekilde varlığından söz etmek ne zamandan beri mümkün değil.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.