Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Analiz: Kaşıkçı cinayetiyle birlikte Trump’ın Ortadoğu politikasının kusurları artık gizlenemiyor

Cemal Kaşıkçı cinayeti, Suudi Arabistan gibi tipik bir Ortadoğu diktatörlüğünden dahi kolay kolay beklenmeyecek vahşilikte bir katliam olarak görülse de, başında Kaşıkçı’nın kim olduğu üzerinden, münferit ele alınan bir olaydı. Birkaç gündür ise bu olayın, ABD’nin Trump yönetimi tarafından belirlenen Ortadoğu politikasının tümüyle sorgulanması için bir milada dönüştüğü görülüyor.

Bir önceki analizimde ağırlıklı olarak, Türkiye’nin Kaşıkçı olayı üzerinden yaptığı dış politika hesaplarını ele almıştım. Orada da belirttiğim gibi Türkiye, Kaşıkçı cinayetini ABD nezdinde Suudi Arabistan aleyhine bir koz olarak kullanarak, bu iki ülkeyle yaşadığı uzun süreli yapısal sorunlarda pozisyonunu güçlendirmeye çalıştı. Meselenin ABD ayağı ise çok daha karmaşık. Cinayetin Suudi Arabistan tarafından kabul edilmesi ve Trump’ın, Riyad’la yapmış olduğu 110 milyarlık silah satışı anlaşmasına gönderme yaparak Suudi Arabistan’dan “güçlü bir müttefik” olarak bahsetmesinin ardından olay kamuoyu tarafından ilk kez “çıkarlar-değerler” karşıtlığında okunmaya başladı. Örneğin, Kaşıkçı’nın da yazarı olduğu Washington Post’tan Josh Rogin, makalesinde Trump’ın “Önce Amerika” politikasının ABD’nin temsil ettiği değerleri tüm dünyada teşvik etmedikçe işlevsiz olmaya mahkûm olduğunu yazdı.

Meselenin, ABD’nin temsil ettiği iddia edilen değerler boyutundaki vahameti yadsınamaz. Nitekim egemen bir ülkenin, kendisine şu veya bu şekilde muhalefet eden bir gazeteciyi, başka bir ülkedeki diplomatik temsilciliğinde cesedi bulunamayacak şekilde öldürmesinden bahsediyoruz. Kaldı ki, ABD ve Suudi Arabistan arasında Soğuk Savaş dönemiyle beraber başlayan stratejik ortaklığı destekleyen çevrelerde dahi Kaşıkçı cinayetiyle birlikte, Suudi Arabistan’ın kanlı bir Ortadoğu diktatörlüğü olduğunu teslim eden ifadeler kullanılmaya başlandı.

Realpolitik de sorgulanır hale geldi

Son birkaç gündür ise, Suudi Arabistan’ı suçlayan argümanların sadece değerler üzerinden değil aynı zamanda realpolitik üzerinden de kurulmaya başlandığı görülüyor. Belli ki Kaşıkçı cinayetiyle birlikte, Suudi Arabistan’ın ilkesiz, sorumsuz bir haydut devlet olarak görülmesi için birtakım eşikler artık aşılmış durumda. Eleştirilerini realpolitik üzerinden yapanlar, ABD’nin Ortadoğu politikasını artık Suudi Arabistan’a göre kurgulamaması gerektiği, Suudi Arabistan’ın da özellikle son yıllardaki politikalarıyla bölgede ABD’nin çıkarlarına neredeyse hiç hizmet etmediğini iddia ediyor.

Trump yönetiminin göreve geldiği günden beri izlediği İran, İsrail ve Suriye politikaları, Suudi Arabistan’ı ABD açısından vazgeçilmez bir konuma getirdi. Riyad yönetimi, İran’ın iyiden iyiye yayılmaya çalıştığı bölgelerde dengelenmesi, Filistinlilerin İsrail’in tercih edeceği bir anlaşmaya ikna edilmesi ve IŞİD’e karşı savaş konularında ABD dış politikası açısından “olmazsa olmaz” birtakım roller üstlendi. Suudi Arabistan ayrıca, İran’a uygulanacak ambargoyla birlikte petrol fiyatlarının dengelenmesi için üretimi artırma, istihbarat paylaşma, sahada askeri operasyonlar düzenleme gibi işlevleri ve ABD’yle yaptığı 110 milyar dolarlık silah satışı anlaşmasıyla da, Trump’ın ifadesiyle, “çok güçlü bir ortak”.

Veliaht Salman’ın agresif politikaları ters tepti

Fakat artık birçokları Suudi Arabistan’ın, tüm bu gerçekliklere rağmen, ABD’nin Ortadoğu’da asıl ihtiyaç duyduğu istikrara bırakın katkı sağlamayı, zarar verdiğini düşünüyor. Özellikle Muhammed bin Salman’ın veliaht olmasıyla birlikte Ortadoğu’daki rakiplerine karşı çok daha agresif bir yaklaşım benimsemesinin, Suudi Arabistan’ın sahada amaçladığının genelde tam tersi sonuçlara yol açtığı eleştirileri yapılıyor. Yemen ve Katar örneklerine baktığımızda ise bu eleştirilerin haklılık payının hiç de az olmadığını görüyoruz. Suudi Arabistan’ın, Yemen’de İran’ın etkisinin artmaması için 2015 yılında başlattığı müdahale bugüne kadar aralıksız devam etti ve ülkeyi tam anlamıyla cehenneme çevirdi. Bugün savaş koşulları altında açlık, salgın hastalıkların felaket seviyesinde yaşandığı Yemen’de, İran etkisinin azaldığına dair bir emare olmadığı gibi, savaşın ne zaman bitebileceği ile ilgili bir sinyal de alınmış değil.

Bir diğer tipik örnek ise Katar’a karşı uygulanan ambargolar. Suudi Arabistan, müttefiki olan Arap ülkelerini de peşine takarak, terörü desteklemekle suçladığı Katar’a yaptırım uygulamaya başladı. Amaç Doha’yı geri adam atmaya zorlayıp, İran’a yaklaşmasını engellemekti. Sonuç: Doha geri adım atmadı ve bugün muhtemelen tüm bu olayların başında olduğundan çok daha fazla İran’a yakın.

Benzer bir sonuç, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Riyad’da alıkoyulması ve zorla istifa ettirilmesi olayında da yaşandı. İran’a ve Hizbullah’a karşı konvansiyonel olanın ötesinde bir yolla mesaj göndermek isteyen Suudi Arabistan, yaptığı yanlış hesaplar sonucu yine amaçlandığının tam aksine sonuçlarla karşılaştı. Sürecin sonunda Hariri güçlenirken, “ülkesinin başbakanının arkasında duran” Hizbullah da meşruiyetini tazelemiş oldu. Dolayısıyla gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle birlikte, temelde Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın kurguladığını varsaydığımız bölgedeki sert dış politika, yanlış taktiksel hesaplamalar sonucu çökmekle kalmadı aynı zamanda tüm dünya kamuoyunun tepkisini çekti.

“Trump’ın Suudi Arabistan’a biçtiği değer abartılı” görüşü yaygınlaşıyor

Fakat Suudi Arabistan’ın özellikle Ortadoğu politikalarının ABD’nin çıkarlarıyla uyuşmadığı fikri sadece yapılan dış politika hatalarına dayanmıyor. Birçokları, Trump yönetiminin Suudi Arabistan’a biçtiği değerin de gereğinden fazla olduğunu düşünüyor. Örneğin Trump yönetimi iki hafta içinde tam anlamıyla yürürlüğe girecek olan İran yaptırımlarıyla birlikte petrol arzının düşmesi sonucunda meydana gelecek fiyat yükselişinin ancak Suudi Arabistan tarafından yapılacak üretim artışı tarafından dengelenebileceğini düşünse de, bu dengeleyici rolün soğuk savaş yıllarına göre epey azaldığı herkesin malumu. “Spot fiyatlandırma” ve stratejik rezervler gibi yollarla şok zamanında petrol piyasasını dengede tutmak artık seçenekler arasında. Dolayısıyla enerji güvenliği sebebiyle Ortadoğu’daki istikrar halen ABD’nin bölgedeki bir numaralı çıkarıysa da, Suudi Arabistan’a açık çek vermek için artık yeterli bir sebep olarak görülmüyor.

Tüm bunlara ek olarak Suudi Arabistan’ın, İran’ınkine benzer bir mezhepçi ve ideolojik yayılma stratejisiyle Suriye ve benzeri yerlerde radikal ve terörist gruplara yaptığı sponsorluk, bölgede istikrara karşı atılmış en yapısal adımlardan biri. Başından beri bu gerçeği görmezden gelen Trump yönetiminin, Suudi Arabistan’la olan ortaklığı överken kullandığı “110 milyar dolarlık silah satış anlaşması”nın tam da bu ve Kaşıkçı cinayeti gibi sebeplerle aslında çok daha büyük bir tehlike yarattığı ortada.

Tüm bu sebeplerle, ABD’nin Suudi Arabistan’la olan konvansiyonel işbirliğini sorgulamakta bugüne kadar çok istekli olmayan bazı çevrelerin bu konuda artık çok daha şüpheci hale geldikleri görülüyor. Kaşıkçı cinayetinin ardından siyasi yelpazenin iki tarafından da gazeteler tarafından ciddi eleştiriler yayınlanması, düşünce kuruluşlarının şimdiye kadar rahatça kabul ettikleri Suud fonlarını iade etmeleri ve Kongre’nin yaptırım uygulama seçeneğini gerçek anlamda değerlendirmesi bu sürecin sonuçlarından sadece birkaçı.

Birçok çevrenin Suudi Arabistan’a eleştirel bakmaya başlamasıyla birlikte, Trump yönetiminin Ortadoğu politikası da ciddi anlamda sorgulanmaya başlandı. Kimileri Kaşıkçı cinayetinin ABD’ye Suudi Arabistan’la olan ilişkilerini gözden geçirmek ya da onu yola getirmek için bir fırsat yarattığını söylerken, kimileri de İran karşıtlığı üzerine inşa edilen bu politikada Suudi Arabistan’ın, aslında tüm kriterlere göre İran’dan daha az tehlikeli olmayan bir rejim olarak, hareket alanının çok geniş olduğunu düşünüyor. Bu görüşe göre, İran’a karşı kasım ayında tümüyle uygulanacak olan yaptırımlar iyiden iyiye tartışılır hale geldi. Washington merkezli SVB Energy International Başkanı Sara Vakhshouri, Al Monitor’a yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan’ın petrol üretimini yakın gelecekte ne kadar süreyle maksimumda tutabileceğinin belirsiz olduğunu ve bunu yapsa bile İran’dan doğan petrol üretimi boşluğunu tam anlamıyla dolduramayacağını belirtiyor. Vakhshouri’ye göre bu durum bile piyasada ortaya çıkan panik ile fiyatların yükselmesi için yeterli.

Kaşıkçı cinayeti İran’a zaman kazandırdı

İran ise bu hengâmede yaptırımlar yürürlüğe girdikten sonra petrolünü nasıl satabilir, bunun alternatif yollarını düşünmeye ve diğer ülkelerle müzakere etmeye devam ediyor. Kaşıkçı cinayetiyle birlikte Ortadoğu’da gözlerin Trump yönetimi tarafından tehlikenin merkezi olarak görülen İran’dan Suudi Arabistan’a kayması, İran’a bir miktar zaman kazandırdı. Nitekim İran’ın da Kaşıkçı cinayetiyle ilgili hiçbir resmi açıklama yapmayarak, açıkça gözleri tekrar üzerine çekmek istemediği ortada. İran bu süreci iyi yönetebilirse, uluslararası toplumun hâlihazırda hoşuna gitmeyen İran yaptırımları fiilen anlamsız hale de gelebilir.

Trump’ın Ortadoğu politikası en büyük sınavında

Son olarak bahsedilmesi gereken önemli bir husus da, ABD’de kasım başında gerçekleştirilecek olan ara seçimler. Anketler durumu başa baş gösterse de, Demokratların Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu alma ihtimallerinin oldukça yüksek olduğu söyleniyor. Böyle bir durumda, Trump için İran karşıtlığı üzerine kurduğu Ortadoğu politikasını uygulamak daha da zor hale gelebilir. Kongre’de önde gelen birçok Demokratın Kaşıkçı cinayetinin ardından, Suudi Arabistan’ın ABD’den güç almasa bu tür eylemlere girişemeye cesaret edemeyeceğini dillendirdiği ve “ortağımız tarafından dahi yapılmış olsa ABD’nin bu derece büyük insan hakları ihlallerine sessiz kalmaması gerektiği” fikrini öne sürdüğü biliniyor. Temsilciler Meclisi’nde olası bir Demokrat çoğunluğun ilk olarak ele alacağı konulardan birinin Suudi Arabistan’ın Yemen’de yürüttüğü savaş olacağı söyleniyor. Velhasıl, ABD’nin mevcut Ortadoğu politikası Trump göreve geldiğinden bu yana en büyük sınavını vermek üzere.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.