Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kaushik Basu: Demokrasi neden sallantıda?

1952 Kalküta (Hindistan) doğumlu Kaushik Basu, Dünya Bankası eski Başekonomisti. Kendisi halen ABD’de Cornell Üniversitesi’nde ekonomi profesörü ve Brookings Institution’da yabancı uzman olarak görev yapıyor. Daha önce, 22 Ağustos 2018’de çıkan Demokraside “kazanan her şeyi alır” mantığı nasıl önlenir? başlıklı yazısını yayınladığımız Basu’nun 25 Ekim 2018’de project-syndicate.org‘da çıkan yazısını Okan Yücel çevirdi.

Kaushik Basu

Brezilya’nın silah sevici, medya iğneleyici yeni lideri Bolsonaro, küresel ölçekte diğer liderleri de -hatta bazıları büyük demokrasilerden çıkan liderler dahi- gözünün önüne getirdiği zaman kendini evinde hissediyor olmalı. Bu hepimizi endişelendirmeli ve şu soruyu sormaya itmeli: Demokrasi neden yalpalıyor?
Tarihsel bir dönüm noktasındayız. Hızlı teknolojik gelişmeler, özellikle dijital teknolojinin ve yapay zekânın hızlanması, ekonominin ve toplumların işleyiş şekillerini değiştiriyor. Bu teknolojiler büyük kazanımlar getirirken pek çok ciddi sorun da ortaya çıkardı. Toplum içindeki pek çok huzursuzluğun, sinirlilik halinin ve kırılganlığın nedeni olacak alanlar yarattı.
Bunun sonuçlarından birisi GSYH ücretlerinin paylaşımındaki eşitsizlikte yaşanan ciddi artış. Bu durum ise var olan ekonomik ve politik düzenlemelerin yetersizliğini bir kez daha ayyuka çıkardı. Makinelerin yüksek maliyetli işlerin yapımını üstlenmesiyle şirketler bilimden sanata kadar farklı alanlarda çalışabilecek yüksek profilli işçiler aramaya başladı. Yetenek aramadaki bu kriter hayal kırıklıklarını da arttırıyor. Bundan böyle altın madalya, kaslı güreşçilere değil, satranç ustalarına gidecek. Bu ise sinir bozucu ve adaletsiz olacak. Sıkıntı şu ki, bu durumu kimse bilinçli olarak yaratmıyor. Bu değişiklikler teknolojideki gelişmenin doğal sonuçları. İşin doğası ise genellikle adaletsiz. Bu adaletsizliği düzeltme görevi ise bizim üzerimizde.
Bu gelişmeler eğitim ve fırsat olanaklarındaki eşitsizliği de giderek büyütüyor. Maddi açıdan daha varlıklı bir arka plan, kişinin daha üstün bir eğitim almasına doğrudan etki ediyor. Bu ise direkt olarak daha fazla para kazandıran işlerin kapılarını açıyor. İş pazarındaki mekanik özelliklerin öneminin azalması ve gelir farkının artmasıyla birlikte bu durum daha çok bahsedilir hale geldi. Biz eğitim sistemlerini kaliteye ulaşmada daha fazla eşitlik yaratan bir noktaya getiremediğimiz müddetçe, eşitsizlikler sonsuza kadar yerleşmiş olacak.

Adaletsizlik hissinin büyümesi

Paul Tucker’ın “Unelected Power” kitabında tartıştığı gibi adaletsizlik hissinin büyümesine eşlik eden bu gelişmeler “demokratik meşruiyet”in önemini azalttı. Bizim derinlemesine birbirine bağlı hale gelen küreselleşmiş ekonomimizde bir ülkenin aldığı önlemler; gümrük vergileri, faiz oranları gibi; çok daha öteye giden etkilere sahip olabiliyor. Örneğin Meksikalılar sadece kendilerine kimi başkan seçecekleri konusunda endişelenmiyor, aynı zamanda ABD başkanlık seçimlerini kimin kazanacağına dair de endişe duyuyor. Bu bağlamda küreselleşme, doğal olarak demokrasinin kan kaybetmesine neden oluyor.
Böyle bir geçmişi göz önünde bulundurduğumuz zaman, günümüzdeki politik dönüşümler sürpriz olmamalı. Toplumdaki bu büyük hayal kırıklıkları kabilecilik için verimli bir alan yarattı. Bolsonaro ve Trump gibi isimler de büyük bir hevesle bu alanı kullandı.
Ana akım ekonomiler, ekonomistlerin “fayda fonksiyonu” (utility function) dediği, insanların dışsal olarak belirlenen tercihlerle motive oldukları varsayımı üzerine inşa edilmişlerdir. Ağırlığı kişiden kişiye değişse de, bütün bireyler daha iyi yiyecek, kıyafet, tatil, barınak vs. ister.
Bu yorumlamanın hesaba katmakta başarısız olduğu şey ise, yaşam serüvenimiz devam ettikçe karşımıza çıkan “yaratılmış hedefler”dir (created targets). Hiçbirimiz bir topu kaleye göndermek için dünyaya gelmiyoruz. Ancak bir kez futbola merak sarınca, buna takıntılı hale geliyorsunuz. Daha iyi bir yemek, ev veya başka bir şey için değil, bu kendi kendine bir eğlence alanı oluşturduğu için ilgi çekiyor. İşte bu, yaratılmış hedef oluyor.
Hatta bir spor fanı olmak da buna benzer. Hiç kimse özünde kendisini Real Madrid’e veya New England Patriots’a adamak için doğmuyor. Ancak bazen aile, bazen coğrafya, bazen ise başka tecrübelerle özel bir takıma derinden bağlı hale gelebiliyor. Yani bir kabilesel kimliğe sahip oluyor. Bir taraftar oyuncuları nasıl oynadıklarına bakarak değil, hangi takım için oynadıklarına bakarak destekliyor.

Kabile kimlikleri

Günümüz siyasetinde görülen kabileciliği besleyen şey de aynı dinamik. Trump ve Bolsonaro’yu seçenler, bu kişilerin ne getireceklerine bakarak seçmiyor. Kendi kabile kimliklerine bakarak oy tercihinde bulunuyor; Trump takımı veya Bolsonaro takımının bir parçası olmak gibi hedefler yaratıyor. Bu durum ise politikacılara daha önce sahip olmadıkları lisanlar kazandırarak demokrasiye zarar veriyor. İnsanların isteği doğrultusunda hiçbir şeyle kısıtlanmadan diledikleri her şeyi yapabiliyorlar.
Bu durumu nasıl düzelteceğimiz, demokratik meşruiyeti nasıl restore edebileceğimiz ve kırılganlığını nasıl önleyebileceğimizle ilgili kısa vadede bir netlik yok. Açık olan ise, genelde olduğu gibi, iş dünyasının bu duruma bir çözüm üretmeyeceği.
İnsanlar için bir başka dönüm noktası Sanayi Devrimi idi. Düzenlemelerde ve yasalarda büyük değişiklikler getirmişti. Britanya’da iş yapan pek çok fabrika 1842 yılında gelir vergileri uygulamaya başlamışlardı. Adam Smith, Augustin Cournot ve John Stuart Mill gibi pek çok modern ekonomist ortaya çıkmıştı.
Ancak şu anda politik ekonominin yeniden üzerine düşünülmeyi hak ettiği tarihsel bir dönüm noktasındayız. Dinozorların kendilerini değerlendirme yetileri yoktu ve 65 milyon yıl önce nesilleri tükendi. Biz de medeniyetsel bir çöküş yaşama riski ile karşı karşıyayız. Ancak şanslıyız ki, kendimizi değerlendirme yetisine sahip ilk türüz. Dolayısıyla etrafımızda gördüğümüz bütün bu çatışma ve kargaşaya rağmen “dinozor riskini” atlatacak ve kendimizi uçurumdan kurtaracak umuda hâlâ sahibiz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.