Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Siyasi iktidarın yumuşak karnı: Adalet

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Adalet üzerine konuşmak istiyorum. Böyle bir başlığı seçmemin iki tane temel nedeni var. Birincisi, burada uzun bir süredir – belki de birkaç yıldır– siyasî iktidarın, ülkeyi yöneten Recep Tayyip Erdoğan’ın çok ciddi bir siyasî kriz içerisinde olduğunu, yönetemez hale geldiğini ve krizin giderek derinleştiğini, ama buna karşılık muhalefet de bundan istifade edemediği için iktidarın ömrünün uzadığını söylüyorum. Genellikle bu tür yayınların ardından izleyicilerden “Peki ne yapsın? Ne yapmalı?” şeklinde tepkiler geliyor. Tabii ki biz gazetecilerin işi siyasetçilere akıl vermek falan değil; bizim eleştirilerimiz, gözlemlerimiz vardır, ama bu noktada yine gözlemlerden hareketle şunu söyleyebilmek mümkün: Sahici konuları, gerçekten toplumu yakından ilgilendiren meseleleri inandırıcı bir şekilde, ikna edici bir şekilde ele alması durumunda muhalefet gerçekten çok etkili çıkışlar yapabilir. Ve bu anlamda “adalet” kavramı bence siyasî iktidarın en yumuşak karnı ve bu kavramın, adalet kavramının muhalefet krizini aşmada bence çok kritik ve kilit bir kavram olduğu kanısındayım. İkinci husus, bununla bağlı olarak, en son Cihangir İslam’ın da –önceki gün onunla ilgili yayın yaptım, izleyenler hatırlayacaktır– bu kadar ilgi toplaması ve siyasî iktidarın bu kadar tepkisini, öfkesini çekmesinin nedeni, onun tam da bu konuda iktidarı eleştiriyor olması. Adalet konusunda, hakkaniyet konusunda ve temel hak ve özgürlüklerin, insanların hak ve özgürlüklerinin gözetilmesi konusundaki eleştirileriyle etkili oldu ve bu yüzden de çok büyük bir öfkeyle karşılandı iktidar tarafından. Benzer bir şekilde her ne kadar ona şu âna kadar çok sert tepkiler gelmediyse de seçildiği andan itibaren, aslında seçilmesinden önce başlayan süreçte, ama seçildiği andan itibaren HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da ısrarla ve ısrarla, çok altını çizerek, detaylarla, belgelere dayanarak hak ve özgürlük ihlalleri konusunun takipçiliğini yapıyor. Ve Cihangir İslam ve Ömer Faruk Gergerlioğlu –başkaları da var muhakkak, ama özellikle bu iki isim– bu olayı en iyi kavramış insanlar olarak benim açıkçası dikkatimi çekiyor, başkalarının da dikkatini çekiyordur.

Cihangir İslam ve Ömer Faruk Gergerlioğlu örnekleri

Şöyle bir husus var: Muhalefetten milletvekilleriyle ya da yöneticilerle konuştuğunuz zaman genellikle şunu diyorlar: “Biz yapıyoruz, söylüyoruz, ama medya bize yer vermiyor, görünmüyor” şudur, budur… Bu bir bahaneden başka bir şey değil. Medya olmasa da, yine de eğer siz doğru bir yerden yürürseniz gerçekten pekâlâ belli bir ilgiyi görürsünüz. Bu anlamda Cihangir İslam ve Ömer Faruk Gergerlioğlu çok somut örnekler. Bir diğer örnek de –tabii geçmişte kaldı, ama burada bu konuyu çok ele almıştık– CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı Adalet Yürüyüşü. CHP’nin son dönemdeki kayda değer en önemli faaliyeti, eylemi, çıkışı –artık ne derseniz– Adalet Yürüyüşü olmuştu. Siyasî iktidarın resmen ayarlarını bozmuştu ve o âna kadar genellikle Erdoğan bir şey söyler Kılıçdaroğlu cevap vermeye çalışırken; o yürüyüş süresince o yürüyüşe karşı Erdoğan cevap vermekte çok ciddi bir şekilde zorlanmıştı. Çünkü kavram çok açıktı: Adalet. Türkiye’de adalet diye bir sorun var ve bu aslında birçok şeyin başı. Adalet sorunu olduğu müddetçe de, burada adaletsizlikler olduğu müddetçe “Türkiye iyi yönetilmiyor” demektir. Ve adaleti kim vaat ediyorsa, toplum ona bir şekilde ilgi gösterir. Nitekim aslında bu kavram Türkiye’de sağın bir kavramı, dünya çapında muhafazakâr kesimlerin bir kavramı. Ülkemizde uzun bir süre merkez sağın önemli partisi Adalet Partisi, yıllar sonra İslamî hareketten merkeze doğru kayma iddiasıyla ortaya çıkan partinin de adı Adalet ve Kalkınma Partisi oldu.
Dolayısıyla adalet kavramının Türkiye’de özellikle sağ seçmen nezdinde çok ciddi bir itibarı var. Tüm ülke için var, ama özellikle sağ seçmen için var ve adında adalet olan bir partinin adaletsizlikler yaptığı iddiası çok önemli bir iddia ve alenen bunlar yaşandığı için de aslında kanıtlanmakta zorluk çekilmeyen iddialar. Aslında muhalefetin işi bu anlamda çok kolay. Türkiye’de yaşanan adaletsizlikler, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının ortadan kalkmış olması, yargının neredeyse yürütmenin bir şubesi gibi çalışıyor olması başlı başına siyasî iktidara karşı mücadeleyi kolaylaştıran bir husus. Buna son dönemde bir de ekonomik kriz eklendi. Buna rağmen, demin verdiğimiz tekil örnekleri saymazsak, muhalefette hâlâ çok ciddi bir bocalama, tamamen bir rehavet hali var.
En son yaşanan fiyaskoyu da biliyorsunuz: Paraşütle CHP’den milletvekili seçilip, hatta daha sonra da genel başkan yardımcılığına kadar terfi eden Öztürk Yılmaz’ın, o milletvekilinin en son, Türkiye’nin bu gündeminde, adaletsizlik, ekonomik sıkıntı gündeminde, ezanın Türkçeleşmesi gibi absürt, zamansız, gereksiz, anlamsız bir çıkışı, öneriymiş gibi yapmış olması, ondan sonra parti yönetimi kendisine tepki gösterince de bugün yaptığı basın toplantısında gördük, çok lümpen bir ağızla Kılıçdaroğlu’na meydan okuması vs. Yani şu anda Türkiye’de ana muhalefet partisi olarak görülen partiden beklenen, Türkiye’deki adaletsizliklere, Türkiye’deki ekonomik sorunlara karşı ikna edici bir şekilde ciddi bir duruş sergilemek iken, kendi içerisinde böyle abesliklerle iştigal ediyor.

İslam ve adalet

Adalet kavramına tekrar dönecek olursak; bu kavram gerçekten çok hayatî. İslamî hareketin içerisinde de aslında İslam tarihinden itibaren her yerde karşımıza bu kavram çıkar; ama bu kavramın sık sık çıkıyor olması, İslam toplumlarının çok adil bir şekilde yönetildikleri anlamına tabii ki gelmiyor. Ancak İslam dininde ve İslam’la yönetildiği iddiasındaki ülkelerde ve İslamî hareketlerde en temel argüman olarak, temel ilke olarak bunun zikredildiğini biliyoruz, görüyoruz. Ama bundan da oldukça uzakta olduğunu görüyoruz. Şu anda Türkiye’de yaşananlara baktığımız zaman, Duvar internet sitesinde, bunun başındaki meslektaşımız Ali Topuz uzun bir süredir bu konuda çok ciddi, çok zihin açıcı yazılar yazıyor. Önümüzdeki günlerde kendisini burada da konuk etmeyi düşünüyoruz zaten bu konuda. Her yerde karşımıza çıkıyor: KHK’lar, süren yargılamalar, asılsız yalancı şahitler, gizli şahitler vs.; adliyede yargıçların, savcıların zanlılara hitap şekli, söyledikleri, şunlar bunlar… Bütün bunlar Türkiye’nin gerçekten ne kadar adaletten uzak olduğunu bize gösteriyor.
Ben 12 Eylül döneminde, Türkiye’de askerî yönetim döneminde askerî mahkemede yargılanmış birisiyim. O bizim yargılandığımız zaman mahkemelerin asker üyeleri de olurdu, ama esas mahkemeleri siviller yürütürdü. Bizim davamızda mesela sivil bir Seyfettin Bey vardı, kendisinden “bey” diye bahsediyorum, hakikaten çok saygı duyulacak bir yargıçtı. Elinde her türlü imkân olmasına rağmen, kendisi gerçekten her şeyi kuralına göre yapmaya, ülkedeki dikta yönetimi altında bile yargılamayı evrensel kriterlere olabildiğince uygun bir şekilde yapmaya çalışan birisiydi. O tarihteki yargılamalarla şimdi Türkiye’deki yargılamalara baktığımda –bazen meslektaşlarımızın davalarına gittiğimde de görüyorum– çok büyük fark var ve genellikle olumsuz bir fark var. Cumhuriyet Davası’nın iddianamesi ve oradaki sözüm ona delillerle, 12 Eylül döneminde yargılama yapılmazdı mesela. Ama 12 Eylül döneminde işkence vardı, şu vardı, bu vardı — tabii ki öyle bir fark var. Ama yargının kendisine baktığımız zaman çok büyük bir gerileme görüyoruz ve orada vatandaşa, yurttaşa savunma hakkının kutsallığına yönelik çok büyük bir ihlal var. Tek başına Osman Kavala’nın bir yılı aşkın süredir iddianamesiz bir şekilde cezaevinde olması bile Türkiye’de devletin olmadığının tek başına kanıtıdır. Ama adalet kavramını her şeyin üzerine bina ettiklerini söyleyen ve partilerine de bunun adını koyan siyasî iktidarın, bu konularda bu yaptıklarını meşrulaştırabilecek, izah edebilecek hiçbir şey yok. Bir 15 Temmuz bahanesi dışında.

Adalet herkese lazım

Şunun özellikle altını çizmek lazım: Kim olursa olsun, ne yapmış olursa olsun, herkesin adil yargılanmaya hakkı var. Yargı, hangi davaya bakarsa baksın –en azılı katilden en azılı teröriste kadar– mahkemeleri sonuna kadar adil olmak zorundalar. Bunun hiçbir bahanesi yoktur. Ama Türkiye artık –sadece Türkiye değil belki, ama ülkemiz– bunu artık geride bıraktı; maalesef böyle bir durumda yaşıyoruz. Adaletten çok uzak bir durumdayız ve bu nokta aslında vatandaşların, seçmenin hangi partiye oy verirse versin çok yakından gördüğü –herkesin çünkü komşusu var, akrabası var işini kaybetmiş, o iğrenç tanımla “sosyal ölü” haline dönüştürülmüş, pasaport alamayan, iş bulamayan hatta yakın çevresinin de bu şekilde önünün tıkandığı bir gün öykü var, binlerce öykü var–, bunun işte FETÖ’cü, şucu, bucu… Bütün bunların hepsi işin bir yerde kılıfı. Şu anda Türkiye’de adil bir şekilde hükmetmeyen, ülkeyi yönetmeyen bir idare var. Her türlü vatandaşın en önemli dayanağı olan adil hukuk devletinin çok uzağında bir yönetim var. Aslında siyasî iktidar niçin böyle yapıyor? Çünkü hukukun tam anlamıyla tecellisi durumunda kendi siyasî krizinin daha bir açığa çıkacağını ve iktidarı kaybedebileceğini düşünüyor. Yani iktidarı kaybetmemek için hukuksuzluğa başvuruyor; ama bu hukuksuzluk, adaletsizlik aynı zamanda siyasî iktidarın krizini daha da derinleştiriyor. Bu tabii ki muhalefetin, siyasî iktidara karşı olan çevrelerin, bu konuyu iyi kavrayabilmeleri, bu konuyu tüm boyutlarıyla ikna edici bir şekilde anlatabilmeleriyle mümkün olabilir.

Ayrım yapmadan…

Bu noktaya tekrar gelecek olursak, Cihangir İslam’ın, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun ya da adalet kavramı etrafında Ankara’dan İstanbul’a yürüyenlerin, Türkiye’de çok etkili işler yaptıklarını ve siyasî iktidarın bunlara karşı hiçbir şey söyleyemediğini görüyoruz. En son Cihangir İslam’ı iktidar yanlısı televizyon kanalına çağırıp –bence gitmesi çok doğru muydu, emin değilim, ama kendisi ne olursa olsun gitti, gördük– orada adalet üzerine bir tartışma yapmak yerine, onun dile getirdiği itirazları, iktidardan kaynaklanan zulümleri konuşmak yerine akılları sıra Cihangir İslam’ın zamanında atmış olduğu birtakım tweet’lerden vs. hareketle onu FETÖ’cü ilan etmeye kalkıştıklarını gördük ve o da yayını yarıda kesmiş. Orada da dile getirilen –açıkçası o da çok ilginç tabii, bunu özellikle vurgulamak lazım– Cihangir İslam’a karşı gösterilen tweet’lerin, onun attığı tweet’lerin hepsi hak ve özgürlük ihlalleri ile ilgili. Belki FETÖ’cülerin hak ve özgürlük ihlalleri olabilir, önemli değil.
Yani kimin hakkının ve özgürlüğünün ihlal edildiğine gerçek bir hak savunucusu, özgürlük savunucusu bakmaz, bakmamalı. Cihangir İslam da Mazlum-Der’in kuruluşundan beri içinde birisi olarak bunu en iyi bilenlerden birisi — onu biliyoruz. Dolayısıyla başına aynı olay gelen –usûlsüz yargılama, haksız gözaltı vs. olayında– “Buna sahip çıkarım, bu bize yakın, ama buna sahip çıkma bu bize uzak” gibi bir ayrım yapılamaz. Şöyle söyleyelim: Bugün Türkiye’de, örneğin bir Filistin’de yaşanan birtakım gelişmelere haklı tepkiler gösteren İslamcı iddialı birtakım “sivil toplum örgütleri”nin, birebir benzer versiyonları ülkemizde yaşandığı zaman tam bir devekuşu politikası güttüklerini görüyoruz. Yani kendi tabii ki Filistin’deki hak ihlallerine… ya da Myanmar’daki ya da Çin’deki diyeceğim ama, Çin’deki Uygurlara yönelik baskılara karşı iktidara yakın çevrelerin son derece sessiz kaldığını da özellikle vurgulamak lazım — bu da tabii çok pratik bir nedenle Çin ile ilişkileri muhafaza etmek kaygısıyla. Yoksa Çin’le bir sorun olmuş olsaydı, oradaki toplama kamplarını bütün iktidar sözcüleri ve onların destekçileri sürekli dile getirirler. Ama böyle bir şey yokmuş gibi davranıyor olmaları da aslında adalet kavramına, hak ve özgürlük kavramına tamamen birtakım çıkarlar ekseninden baktıklarını bize gösteriyor.
O noktada bugün Türkiye’de bence yapılması gereken; hepimizin, her birimizin yapması gereken; siyasetçileri bir kenara koyalım, vatandaş olarak her birimizin yapması gereken; kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun her türlü hak ve özgürlüğüne karşı elimizden geldiğince imkânlarımız ölçüsünde karşı durmamız ve adaleti talep etmemiz, bu şart. Adaleti talep ettiğimiz zaman zaten demokratik bir ülkeyi de talep etmiş oluyoruz. Eğer bu siyasî iktidar adaleti ve temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi geriletiyorsa, o zaman da bu duruş siyasî iktidara karşı bir duruş oluyor. Burada böyle bir durumun hiçbir sakıncası bence yok. Dolayısıyla adalet üzerinden yürümek, adaleti savunmak, adaleti istemek herkesin boynunun borcu olması gerekir diye düşünüyorum. Özellikle muhalefet olma iddiasındaki kesimlerin bu konuda ara ara yaptıkları çıkışları çok daha sistemli bir şekilde yapabilmeleri halinde Türkiye’nin daha iyi bir ülke olma ihtimali olduğunu düşünüyorum. Yoksa bu haliyle hep beraber bir dipsiz kuyuda boğulup gidiyoruz maalesef.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.