Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (12): Sarı Yelekliler olayı

“5 Soru 10 Cevap” programında Kemal Can, Fransa’da bir süredir devam eden “Sarı Yelekliler” hareketini ve bu hareketn sürüklediği protesto gösterilerini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

 

Merhaba, iyi günler iyi haftalar.

Bugün ‘5 Soru 10 Cevap’ta bir süredir dünya ve Avrupa gündemini ve Türkiye’de de çeşitli açıklamalarla ve gazete haberleriyle gündem olmaya başlayan bir hadiseyi konuşacağız. Paris merkezli daha sonra da başka bir kaç Avrupa ülkesine yayılma emaresi gösteren ‘Sarı Yelekliler’ olayı.

Ben bu konuda kendimi yetkin hissetmiyorum. Özellikle 1 artı 1’deki Alican Tayla’nın çok iyi çerçeve çizen yazısını, Fehim Taştekin’in BBC Türkçe’ye yazdığı makaleyi ve Ragıp Duran’ın Artı Gerçek’teki yazılarını önerebilirim.

Ama bu sarı yelekliler vakası daha önce dünyada başka coğrafyalarda başka biçimlerde görülmüş kitlesel tepki çıkışları açısından bir başka genellik arz ediyor. Bu veçhesiyle bir süredir yazılarımda ya da bu yayınlarda tartışmaya çalıştığım yeni siyasi tıkanmayla yakından ilgili bir konu.

Soru 1 –  Sarı yelekliler ve dünyada sağ popülist dalgayı besleyen bu yeni kitle dinamiği nedir? Kim bu yeni aktif kalabalık?

Artık bildiğimiz siyasi dinamiklerin, kurumların, ana çizgilerin belirleyicilik kaybına uğradığı buna karşılık amorf, tepkisel yönü belirleyici heterojen kalabalıkların politik üstünlük sağladığı ve bu kimliğin inşası üzerinden çeşitli otoriter liderleri kimi yerde iktidar yapan yapan, kimi yerde iktidarda tutan yeni bir dinamiğin işlediğini görüyoruz. Yeni aktif siyasi kalabalığın -siyaseti burada tırnak içinde kullanmalıyız- gerçek bir siyasi reaksiyondan çok tepkileri öne koyan, iktisaden ve siyaseten  tıkanmakta olan sistemi  taşıyabilmek için icat edilen ve aslında çerçevesi, yönü belirsiz yeni bir kimlik inşası ile ilişkisi var. En belirleyici tarafı heterojen olması: Brezilya’da ırkçı lideri iktidar yapan, Macaristan’da otoriter lideri iktidarda tutan, dünyanın çeşitli coğrafyalarında kaba politik argümanları kullanan partileri ya da liderleri destekleyen, kendisi çok homojen olmayan,  asıl olarak endişelerini, korkularını öne çıkartan, kendini imal edilmiş çoğunluğun içerisinde tanımlamaya yatkın kalabalıklar.

Sınıfsal profilini net biçimde çerçevelemek zor. Kim olduklarını değil kim olarak etiketlenmelerinin yanlış olduğunu tartışıyoruz ağırlıkla. Sarı yelekliler olayında da görüldüğü gibi, sisteminin bütününden rahatsızlık duyan en alt sınıfların reaksiyonu olmaktan daha çok kaybettiklerini, kaybedebileceklerini koruma endişesi ile hareket eden, bazen göçmenleri, yabancıları, etnik farklılıkları mesele gören, sistemin bütününü sorgulamayan bir kalabalık. En temel özellik heterojenlik ve reaktiflik.

Soru 2 – Bu kalabalık ne istiyor ve neye karşı çıkıyor?

Bu yeni tip kitlesel protestoları, küresel ısınmanın iklim üzerinde yarattığı etkiye benzetebiliriz. Yani dünyanın ısınıyor olması her yerin ılıman bir iklime dönüşmesi gibi bir sonuç doğurmuyor, çok sert kışlar daha önce görülmemiş çok sert fırtınalar da görülebiliyor. Zemindeki bozulmanın etkisiyle çok ciddi anormalliklere tanık oluyoruz. Toplumsal alanda da biraz buna benzer bir durum var. Süreklileşmiş bir siyasi ve iktisadi krizin içerisindeki dünya sistemi, kim tarafından  yapıldığı belirisiz bazı patlamalar ya da kontrolsüz çıkışlarla kendini gösteren durumlarla karşılaşıyor.. Dolayısıyla, ortaya çıkan tepkiler ve protesto biçimleri çıkış noktasından çok başka yerlere ilerleyebiliyor. Arap Baharı’nda olduğu gibi. Ya da sonuç alamadan sönümleniyor. Getto ayaklanmaları ve Gezi’yi böyle düşünebiliriz.

Aslında ilk soruda cevabını verdiğimiz gibi heterojenlik ve tepkiselliğin önde olduğu bu yeni aktif kalabalık, bazen çok belirgin bir sebebe bağlı olarak ortaya çıkan eylemlilik yaratsa bile tam olarak hangi hedefe yürüdüğü biraz belirsiz.  Ağırlıklı olarak belirleyici olan endişe korku, çıkar ve kaba bir bencillik sınıra da savrulabiliyor.. Irkçılığın, yabancı düşmanlığının etki alanına da girebilen tepki potansiyelleri ortaya çıkıyor. Bu hareketlerin neye itiraz ettiği konusunda daha kolay sonuçlara varırken, hedefinin ne olduğu,  ne talep ettiği konusu belirsiz kalıyor. diyor ne istiyor konusunda çok az şeye sahip oluyor. Genellikle tepkisini göstermek anlamında daha kolay ama istediği şey konusunda daha zorlandığını bir dil kurduğunu görüyoruz.

Soru 3 – Sarı yelekliler dışardan nasıl algılanıyor?

Tepkiselliğin, amorfluğun yarattığı etkiyle, algılanma biçiminin de zıtlıklar içeren bir çeşitllilik gösterdiğini görüyoruz. Örneğin Erdoğan;  “Fransa’da teröristler ortalığı yıkıp geçiyor ama medya Fransız polisinin gösterdiği tepkiye yer vermiyor” bir açıklama yapmışken iktidara yakın medyada bunun bir ABD komplosu olmasından tutun da, elitlere karşı bir hareket olduğunu söyleyenlere kadar çeşitli yorumlar var. Bazı Türklerin mehter marşı söyleyerek eylemlere katıldığını gösteren videolar dolaşımda. Dolayısıyla, herkesin meşrebine göre ona bir şey atfettiği bir tablo oluşuyor.

Daha yerleşik örgütlü sol kesimlerde ihtiyatla karşılandı. Olaylar ilerledikçe sendikaların daha aktif eylemlerde yer aldığını görüyoruz. Yapılan kamuoyu yoklamalarında da katılanların çok üzerinde destek gördüğünü görüyoruz. Gerçek nedenleri olan tepkilerin haklılık kazanması, politik destek görmesinin anlaşılmaz bir tarafı yok ama onu süreklileştirecek olan, bu tepkinin hangi çözümle ya da bu tepkiye neden olan meselenin hangi kaynaklardan geldiğine ilişkin bütüncül bir tezinin olması. Genellikle bu tür meselelerde karmaşık  tablo aynı biçimde algılanmasını da son derece karmaşıklaştırıyor. Ne yazık ki çoğu zaman erken bir heyecan ve etkilenmeye neden oluyor.

Herkes Gezi’den bir ders çıkardığını söyledi ama bugün baktığımızda bu dersleri çıkarmış aktörleri görmüyoruz. O eylemliliğin içerisinde yer almış ve bundan bir şeyler öğrenmiş insanları ayrı tutuyorum. Fakat “biz anladık” diyenlerin pek bir şey anlamadığını görüyoruz.

Soru 4 – Örgütsüz ve lidersiz olmak avantaj mı zaaf mı?

Bu tür hareketlerin çoğunun bir hazırlayanı, organize edeni, başlatanı lsa da,  hiç bir zaman lider anlamına gelmiyor.  Bir örgütü ve lideri olmadığı için daha geniş bir kabul veya destek alanı yaratabiliyor. Çünkü eğer çok doğrudan bir sahibi olsa, onun geleneksel olarak yanında karşısında olanların pozisyon alacağı bir durum oluşur. Belirsiz ve amorf alan ilk anda büyük destek çemberleri kurulabiliyor. Özgürlük hareketinin lider baskısına girmeden, örgüt taassubuna maruz kalmadan gelişebilmesi bir avantajdır ama bunu söz ve iddiaya da taşıdığınızda.İstediğiniz sonucun, fikrin, düşüncenin ve iddianın örgütsüz olması ciddi bir zaaf yaratıyor.

Ortalama bir makul kalabalık fikri Macron’u iktidar yapmıştı ama  makul ortalamanın dışında kaldığını hisseden daha büyük kalabalık da şimdi başka bir reaksiyonu gündeme getiriyor. Her ikisinde de, eylemin ortaya konulmak istenen ya da beklentilerle ilişkisi oldukça zayıf. Bu durum, siyaset zemininin sığ ve küçük etkilerle büyük dalgalanmalar yaşanan bir alan haline gelmesine neden oluyor.  Çok fazla hareket görüyoruz  -Türkiye’de olduğu gibi- ama asla gerçek anlamda bir değişim yaratacak, gerçek bir hareket görmüyoruz. Bu örgütsüzlük ve lidersizlik manipülasyon ve komplo teorilerini de besleyen bir şey oluyor. Gerçekte  bir sahibi olmadığı için şu yaptı bu yaptı şeyler söylemek mümkün oluyor.

Soru 5 – Artık siyaset zemini bu kalabalıklar tarafından mı belirlenecek?

Şu anda sağ popülist dalganın da, bu tür krizlerden oluşan tepki çıkışlarının da, gelmekte olanı mı yoksa tamamlamakta olan bir dönemi mi işaret ettiği konusunda bir tartışma var. Yaşadığımız problemin dünyayı  uzun bir süredir etkisi altında tutan iktisadi modelin ve onun ürettiği siyaset mimarisinin ürettiği bir dalga mı olduğu, süreklileşen krizin tamamlanma sancıların işareti mi olduğu konuşuluyor. Bu uzun süre tartışılacak ama dünyada pek çok meselede olduğu gibi bu yaygınlıkta ve bu sıklıkta kontrol dışı krizler üreten yapının gelmekte olan olması ihtimali, geçmiş tarihsel deneyleri gözümüzün önüne getirdiğimizde çok mümkün görünmüyor. Aslında tükenmiş, kapanan bir modelin de sancıları olarak görmek daha akla yatkın görünüyor.

Avrupa merkez partilerin güç kaybını şimdi yaşıyor. Türkiye bunu 90’lı yıllarda yaşamaya başladı. Medyanın önce güvenilirliğini itibarını etkisini şimdi de fonksiyonunu kaybetmesini yaşadık bu ülkede. Şimdi de Avrupa’da bu güçlü bir biçimde tartışılıyor. Siyasetin, kamuoyunun, doğal dinamiklerin işlemesinde ciddi bir sıkıntı var. Türkiye’de 12 Eylül anayasasıyla emek örgütlenmesinin büyük bir darbe aldığını biliyoruz ama şimdi de emek örgütlenmesinin daha kökleşmiş  olduğunu düşündüğümüz kıta Avrupasında çok ciddi biçimde sendikasızlaşmanın başladığını görüyoruz. Dolayısıyla, bu yaşananlar bir gelecek çağrısından çok kapanmakta olanın çırpınışları tarifine daha yakın. Süreçleri içinde yaşarken isimlendirmek biraz güç oluyor. Bunun en iyi yolu da, o süreçleri etkilendirmeden kendi dinamikleri ile görmeye çalışmak. “Neden her şey  bu kadar durgun” ya da “neden bu kadar çok hareketli” meselelerinin kökeninin aynı olduğunu bulabiliriz.

Şimdilik bu kadar

Tekrar iyi haftalar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.