Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: G20 Zirvesi’nde Veliaht Prens damgası, ABD-Çin Ticaret Savaşları’nda ateşkes & yaklaşan S400 krizi

Transatlantik’te bu hafta Ömer Taşpınar ile Ruşen Çakır, Arjantin’deki G20 Zirvesi’ne Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın damga vurmasını, CIA Başkanı’nın bazı ABD’li senatörleri Kaşıkçı cinayeti hakkında bilgilendirmesini, Çin-ABD Ticaret Savaşları’nda yaşanan ateşkesi, Ankara ile Washington arasında yaklaşan S400 krizini ve Fransa’daki Sarı Yelekliler isyanını konuştu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi günler. Transatlantik ile karşınızdayız. Gönül Tol olamayacak, rahatsız olduğu için. Ömer Taşpınar ile birlikteyiz. Ömer merhaba. Gönül dün bayağı bir toplantı yaptı, çalıştı. Ortadoğu Enstitüsü’nün Türkiye toplantısı oldu. Hatta bugün onu anlatacaktı, ama anlatamıyor; bayağı yorucu geçmiş anladığım kadarıyla. Ama toplantı başarılı geçmiş, değil mi?

Ömer Taşpınar: Bu toplantı Washington’daki Türkiye programları içinde en büyük toplantı oluyor. Genelde 500 kişinin üzerinde katılım oluyor. AB’den de bir destek alıyor. AB boyutu da oluyor. Transatlantik ilişkilerin de ele alındığı bir toplantı oluyor. Farklı paneller vardı. Özellikle gençlik paneli çok başarılıydı. Washington’da herkes Erdoğan konuşmaktan biraz sıkılmış durumda. Onun için gençlik paneli ilgi topladı. Amerika ile ilişkiler, ekonomideki gidişat konusu standart konulardı. Başarılı bir toplantı oldu. 

Seninle esas Arjantin’deki zirveyi konuşalım. G-20 zirvesinin en çarpıcı ismi tabii ki Veliaht-Prens Salman’dı. Kaşıkçı cinayetinin azmettiricisi olmakla suçlanıyor ve orada gördük ki, birtakım liderler kendisiyle fotoğraf çektirmekten, baş başa görüşmekten hiç yüksünmediler. Nasıl bir fotoğraf çıktı? Bir anlamda dünyanın zirvesindeki utanç fotoğrafı gibi olarak algıladım ben, katılır mısın? 

Ömer Taşpınar: Genel anlamda idealizmin ve realizmin çatıştığı bir dünyada yaşıyoruz. Tabii insan hakları, basın özgürlüğü gibi konularda idealler, ülkelerin prensipli kararlar alması üzerine. Ama reel dünyada Suudi Arabistan’ın bir ağırlığı var. Suudi Arabistan’ı tek elden yöneten kişiyi ekarte etmek bir bakıma Suudi Arabistan’ı ekarte etmek gibi oluyor. Dünya bu ikisi arasındaki ayrımı tam olarak beceremiyor. Trump bunu kesinlikle beceremiyor. Gördük ki Macron da beceremiyor. Fakat dünya petrole bağımlı oldukça ve İran meselesi devam ettikçe, ülkeler seçimler yapmak zorunda. Suudi Arabistan’ın bir demokrasi olmadığı biliniyordu, 11 Eylül terör saldırılarında 9 tane Suudi teröristin içinde olduğu, Vahhabizmin İslam dininin en radikal Batı düşmanı, en köktendinci boyutunu finanse ettiği biliniyordu. Bunlara karşı zaten hiçbir şey yapılamadı. Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşı nedeniyle dünya kadar sorunlar yarattığı, Yemen’de 14 milyon kişinin açlık sınırında olduğu da biliniyordu. Bunlar konusunda da bir şey yapılamıyordu. Ama Kaşıkçı cinayeti gerçekten tüm dünyayı ayağa kaldırdı. En azından medyayı ayağa kaldırdı. Çünkü bu gazeteci olduğu için medya dayanışması oluştu. G-20’de de gördük ki belirli bir bedel ödemek zorunda kalıyor. En azından Trump görüşmedi. Almanya başta olmak üzere bazı ülkeler silah satışlarını gözden geçiriyorlar. ABD’de de Trump’la olmasa da Kongre’de ciddi bir bedel ödüyor Muhammed Bin Salman. Fakat G-20 küresel bir platform ve özellikle ABD-Çin ilişkileri açısından da önemliydi, onu da konuşacağız sanıyorum.

Senin de bahsettiğin gibi Muhammed bin Salman olayı Senato’da; bazı senatörlerin CIA Başkanı tarafından bilgilendirdiğini biliyoruz. Senatörler sert Cumhuriyetçi isimler. Artık bir tereddütlerinin olmadığını söylediler cinayetin arkasındakiler hakkında, öyle değil mi? Bu nasıl bir etki yaratacak? 

Ömer Taşpınar: Senatör Lindsy Graham kıdemli bir senatör. Cumhuriyetçi ve Trump üzerinde çok ağırlığı olan bir senatör.  Senato Dış Politika Komisyonu’nda son derece önemli bir isim. İnanılmaz açıklamalarda bulundular, gazeteciler açısından kaçırılmaması gereken detaylar vardı. Muhammed bin Salman’ın sadece Kaşıkçı’nın kaçırılması konusunda emirleri vermediği, aynı zamanda operasyonel olarak da bu operasyonu yürüttüğü ve her aşamada kendisinin haberdar edildiği konusunda artık eminiz dediler. Kanunlara göre CIA Başkanı’nın verdiği brifing basına sızdırılamıyor. Buna rağmen CIA Direktörü, Türkiye’nin elindeki bütün kanıtları verdiği gibi, aynı zamanda CIA’in kendi elinde olan bazı kanıtları da ortaya koyarak Muhammed Bin Salman’ın operasyonel olarak bu işin arkasında olduğunu söyledi. Bunun üzerine bu iki senatör, “Artık çok ciddi yaptırımlar yapmak zorundayız, Trump’ın bu konu üzerindeki inandırıcılığı dolayısıyla Amerikan yönetiminin inandırıcılığı sıfıra inmiştir” yönünde açıklamalar yaptılar.  Bu gösteriyor ki yeni bir döneme giriyoruz. Kongre çok ciddi olarak devreye girecek. Basında da bundan sonra Salman’a karşı daha ciddi bir kampanya görecekler. 

Ömer, Arjantin’deki zirvede çıkan ilginç bir gelişme de ticaret savaşlarında bir tür ateşkese varılması oldu. Bu nedir? Gerçekten bir barış mı sağlanıyor? Yoksa aldatıcı bir durum mu var?

Ömer Taşpınar: Aldatıcı bir durum var. Çünkü Trump aldatıcı bir lider. Trump sürekli yanlış bilgiler veriyor. Bu ‘fake news’ kavramını ortaya attı, ama bu kavramın en büyüğünü kendisi yapıyor. Bir bakıma piyasalarda Çin ile anlaştı diye çok büyük bir beklenti yarattı. Halbuki borsa burada tarihin en ciddi düşüşünü yaşadı. 900 puan düştü. Bunun temel nedeni Trump’a duyulan tepki. Çünkü Trump bu 90 günlük ateşkes konusunda net değil. Üstelik de Çin ile serbest ticaret konusunda adımlar atmak istediği konusunda net değil. Dün bir tweet attı. “Çin konusunda bir karar vermedik, gerekirse ben tekrar kotaları getiririm” dedi. Piyasaların en nefret ettiği şey belirsizlik. Şu anda bir belirsizlik var. Yani Çin ile ABD arasında bir anlaşma imzalandı mı? Anlaşma imzalanmadığı belli şu an. Bu 90 günlük ateşkes gerçek bir ateşkes mi? Çin tarım ürünleri almaya söz verdi mi? Trump bu konuda açıklama yaptı. “Çin bizden tarım ürünleri satın almaya ve Amerikan oto sanayiinin ürettiği arabaları almaya söz verdi” dedi. Çin, “Böyle bir söz vermedik” diyor. Dolayısıyla şu anda tam bir kafa karışıklığı hâkim. Beyaz Saray’ın inandırıcılığı gerek Kaşıkçı meselesinde gerek Çin meselesinde çok ciddi olarak sorgulanıyor. Trump ne derse, “Trump diyor, ama acaba öyle mi?” diye değerlendirilmek zorunda. ABD Başkanı’nın sözüne güvenilemiyor oluşu ve sosyal medya çağında Başkan’ın sürekli tweet atıyor oluşu kaos yaratıyor. Gerçekten hem siyasî hem ekonomik kaos yaratıyor. 

Yani kendi söylediğini attığı bir tweet’le pekâlâ tekzip edebiliyor. Ama o bunu kendini tekzip etmek için değil altını çizmek için yaptığını iddia edebiliyor sonra. Değil mi? 

Ömer Taşpınar: Altını çizmekten daha çok, bu benim müzakere tekniğim diyor. Biliyorsun Trump’ın bir kitabı var. “Müzakere Sanatım”. “Müzakere yaparken karşınızdaki rakibinizin dengesini bozacaksınız. Ona her an sağ gösterip sol vuracaksınız” diyor. Tamam, bu iki şirket arasında yapılabilir; ama iki ülke arasında sağ gösterip sol vurmak bütün dünyayı sağa ve sola savurmak anlamına geliyor. 

Yani ABD ile Çin söz konusu oluyor ya da Rusya, nükleer silah söz konusu oluyor ve burada basket deyimiyle “fake” atıyor sürekli. 

Ömer Taşpınar: “Fake” atıyor. Yani ABD’nin yatıp kalkıp şuna dua etmesi gerek: Sovyetler Birliği ile nükleer dengenin çok zor olduğu, tehditlerin olduğu Soğuk Savaş döneminde, Küba krizi gibi bir dönemde Trump gibi bir başkan olsaydı, Allah korusun dünya muhtemelen nükleer bir holokost yaşamıştı. 

Türkiye ile ABD ilişkilerindeki o meşhur S-400 füze savunma sistemleri… Kaç yıldır Transatlantik’te konuşuyoruz, yılan hikâyesine döndü; ama şimdi iş bayağı ciddileşiyor gibi. Bir kriz hep var, kriz hep ölgün bir şekilde duruyordu; ama herhalde yakın zamanda işler daha ciddiye binecek. Ne diyebiliriz? Washington bu konuda çok sert mesajlar verdi mi? Alırsanız şu şu olamaz… Bu netlikte mi gelişiyor olaylar artık?

Ömer Taşpınar: Ruşen, Washington dediğimizde maalesef deminden beri konuştuğumuz gibi bir kafa karışıklığı oluyor. Trump, bu mesajı gerekli derecede netlikte veremiyor. Fakat Kongre bu mesajı yeterli netlikte verdi. Kongre’den gelen mesaj yekpâre bir ses. Eğer S-400’ler gelirse F-35 savaş uçaklarını unutun dediler. Bu çok kesin. Peki Kongre ne bekliyor şu anda? İki şey bekliyor. S-400’lerin parası ödendi mi? İkincisi S-400’ler ne zaman gelecek. Geldiği anda bu yaptırımı başlatmak istiyor Kongre. Benim anladığım kadarıyla yaz sonuna doğru gelecek. Parasının da önemli bir kısmı ödenmiş durumda. Çok yakında Türk-Amerikan  ilişkileri Trump’a rağmen –Trump çok sorun yaşamak istemiyor Erdoğan ile, bana göre Trump hâlâ Türkiye’yi İran’ın çerçevelenmesinde genelde önemli bir müttefik olarak görüyor– fakat Kongre’deki hava son derece karşı esiyor. Yani Kongre’deki yaptırımları durdurmak Trump’ın elinden gelmeyebilir. Aynı zamanda Dışişleri ve Savunma Bakanlığı da sorunlar yaşıyor. Suriye’deki sorunlar bitmiş durumda değil. ABD’nin YPG’ye verdiği destek Türkiye’nin de oraya bir askerî operasyon yapma tehdidi, askerî ve diplomatik ilişkileri germiş durumda. Yani biz Brunson sonrası bir rehavete kapıldık. Zannettik ki ilişkiler rayına oturdu, düzeliyor. İlişkiler rayına oturmadı, düzelmiyor da. S-400 meselesi Brunson’dan çok daha önemli. Amerika’nın YPG’ye verdiği destek Türkiye açısından önemli. Dolayısıyla problemlerin daha zor olanları ertelendi. Bu yaza doğru, belki de tam da yerel seçimleri etkileyecek bir şekilde ABD ile ilişkileri vuracak, doları vuracak bir kriz yaşanabilir. 

Ömer, son olarak şunu sorayım; sen Avrupa’yı çok iyi biliyorsun, Fransa’yı da özel olarak biliyorsun. Şu son olay, Sarı Yelekliler bir muammaya dönüştü. Herkes farklı farklı yerinden bakıyor. Sana ne söylüyor Sarı Yelekliler?

Ömer Taşpınar: Sosyal devleti finanse etmek için yüksek vergiler lâzım. Yani Fransa sosyal devletin çok güçlü olduğu bir ülke. Sosyal devlet nedir? Eğitimin, sağlığın, hayat kalitesinin, altyapının bir bakıma halka verildiği, bunların ucuzu verildiği bir yerdir. Bunlar hatta bedavaya verilir; eğitim bedavadır, sağlık bedavadır, ama bunun karşılığında halk vergi öder. Fransız halkı çok fazla vergi de ödemek istemiyor, sosyal devletin de devam etmesini istiyor. Macron da bir seçim yapmalıyız diyor. Ya sosyal devletin verdiği hizmetleri azaltacağız ya da vergileri artıracağız. Ya yakıt vergilerini artırabilir ya da büyük şirketlerin vergilerini. Bunlara karşı da bir tepki var. Sosyal devletin küçülmesi ve emeklilik yaşının artırılması gibi meselelerde bütün Fransız başkanları De Gaulle’den başlayarak şu anda Macron’un yaşadığı sorunları yaşadı. Bunların en kötüsünü Sarkozy yaşadı. Fransız halkı, özellikle de kamu sektöründeki çalışanlar son derece organize durumdaki sendikalara sahip. Ülkenin ekonomisini, trafiğini, sosyal hayatını paralize edecek güce sahip. Şu âna kadar yapmadıkları şey daha ciddi bir kaosa neden olmak. 68’e benzer görüntüler yaşandı Paris’te. Fransız televizyonunu seyrettiğinde 68’den bu yana en ciddi şiddet diyorlar. Sarı Yeleklilerin esnafa saldırmaları tabii ki onların prestijini sarsıyor, yekpâre konuşamıyorlar, araya bazı provokatörler de karışmış durumda. Fakat temelde sorun şu: Güçlü sendikalar var, bütün çalışanlar sendika üyesi değil, çalışanların yüzde 10’u sendikalı, ama kamu sektörünün yüzde 40’ı sendikalı. Kamu sektörü çok rahat organize oluyor. Şu anda Macron’u da pes ettirmiş durumdalar. Fransa’yı reforme etmek, yönetmek çok zor bir şey. Charles de Gaulle’ün ünlü bir sözü vardı. “450 çeşit peynirin olduğu ülkeyi ben nasıl yönetebilirim?” Yani biraz oraya geldi. Bu kadar kaotik bir ortamda Fransa’da yapısal reform yapmak son derece zor. Macron da bunu keşfediyor. 

Ben bugün başka bir yayında Macron örneğini verdim. Macron 2017 Mayıs’ta merkez siyasetin iflasının üzerinden seçildi. Dünyanın her yerinde de –Türkiye’nin Macron’u kim olacak? Polonya’nın Macron’u kim olacak? gibi– bir sembol haline geldi. Ama bu olay olmadan önce de Macron’un kamuoyu yoklamalarında ciddi bir itibar kaybı var. Bir nevi merkez siyasetin çökmesine Macron’vâri alternatif olayı da sanki buharlaşıyor. Ne dersin? 

Ömer Taşpınar: Çok doğru. Ben aslında merkezin çökmesi meselesini Fransa’da çok ciddiye almadım. Fransa’da siyasî partiler kalıcı değil. Hemen başka başka isimlerle siyasî aileleri ideolojileri temsil eden bir parti 10 kez isim değiştiriyor. Ama Macron gibi bir isim arkasına siyasî bir ideolojiyi, aileyi almadan biraz paraşütle indi. Fransız sağının yaşadığı dağılmadan yararlandı. Fransız sağı da bir dağılma yaşıyor. Çünkü Fransa sağında yabancı düşmanı, ırkçı-popülist bir parti çok güç kazandı. Şimdi bu Ulusal Cephe Macron’un zemin kaybetmesinden yararlanabilir. Aynı zamanda popülist sol da yararlanabilir. Solda da popülizme yakın isimler var. Bu isimler Macron’dan desteğini çekenlerden yerel seçimlerde, AB parlamentosu seçimlerinde oy kapabilir. En büyük payı yine Ulusal Cephe kazanacaktır. Eğer Fransa İtalya gibi popülist anti-göçmen bir partinin zaferini yaşarsa, bu sefer AB çatırdar. Çünkü AB’yi ayakta tutan şey merkez partiler. Merkel de güç kaybediyor. Almanya’da da merkezin sallanması sorunu var. Bu AB’yi sarsar. 

Evet Ömer burada noktayı koyalım. Tekrar geçmiş olsun, hasta hasta iyi bir yayın yaptık. Ömer Taşpınar ve izleyicilerimize teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.