Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (13): İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 70. yılı


“5 Soru 10 Cevap” programında Kemal Can, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 70. yılının bugün için ne ifade ettiğini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba, iyi haftalar. Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları günü. Yaşadığımız siyasi şartları çok doğrudan etkileyen bir mesele ile ilgili bir yıldönümü. Bu vesile ile içinde bulunduğumuz şartları ve insan hakları meselesinde karşı karşıya olduğumuz tabloyu konuşmanın yararlı olacağını düşündüğüm için bu konuyu seçtim.

Soru 1- Bu evrensel bildirgenin 70. yılı ne anlama geliyor?

Aslında 70 yıl bir politik ömür için çok uzun değil. Dünyada pek çok önemli mesele çok daha uzun yılların mahsülü. Ama dünya savaşı sonrasında belki insanlığın birlikte bir şey yapma anlamındaki ender örneklerinden biri olduğu için ve bir dönemi açtığı için önemli. İnsan ömrü için uzun 70 yıl ama politik meseleler için çok da uzun değil. Genç bir bildirge, sözleşme. Arkasında yüzyıllara dayanan bir mücadele geçmişiyle oluşmuş, çok kanlı iki savaş sonrasından insanlığın bundan sonra biz yasaları yaparken, dünyayı yönetirken neler öncelikli olacak meselesinde bir ortak noktaya geldikleri bir sözleşme aslında. Temel olarak şunu belirleyen bir şey; her ne yapacaksınız önceliğiniz insan hakları olmak zorunda.

Haklar kimliksizdir. Kim için olduğu sorulmaz, insan olduğu için doğuştan verilen şeylerdir. Dolayısıyla bu hak kimse tarafından verilmez. Kimse tarafından lütfedilemez, engellenemez. Alansızdır. Şu alanlarda kullanılır, şu coğrafyada geçerli geçerli değildir denemez. Evrensel olarak her yerde bütün insanlar için geçerli haklardır. Zamansızdır. Şimdi uygulanamaz, sonra uygulanabilir benzeri zaman koşullarına bağlı olmayan haklardır. Bu temel çerçeve, bundan 70 yıl önce dünyanın önemli bir kısmının resmi olarak onayladı. Bunun arkasında da yüzyıllarca mücadelenin içinden gelen ve artık geri dönülemez kabul edilen bir haklar manzumesi. Ama bugün bildirgenin çizdiği haklar ve özgürlüklerin savunulması konusunda çok ciddi sorunlar ve tehditlerle yüz yüze olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz hem ülkemizde hem dünyada. O yüzden bu yıldönümünün özel bir anlamı var.

Soru 2- 70 yıl geçtikten sonra hangi noktadayız, ne durumdayız?

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, temel hakları tartışma kabul etmez ve geriye dönülmez biçimde her insan için doğduğu andan itibaren sahip olduğu haklar olarak tanımlamanın ötesinde, sınırlarını çok iyi çizdiği bir savunma hattı da oluşturuyor. Hangi haklara asla dokunulamaz, hangi haklar kesinlikle ihlal edilemez? Dolayısıyla, bu bildirgenin devamı olan bir hukuk sistemi, iddiasını dolduramadığı için bugün ciddi tartışılan demokratik siyaset imkanını açan ön metin olarak da kabul edilebilir. Yani asıl olarak insanların haklarını ihlal etme tehdidi üreten -başta devletler olmak üzere- kurumları uyaran, onların sınırlarını çizen. , Bu çok konuşulan bir şey: İşte hak nerede başlar, meselesi hep insanların etrafındaki çitleri çizmeye çalışan bir dil var. Hak ve özgürlükler alanı asıl olarak insanların etrafındaki sınırları kaldırıp onların sınırlarına helal getirebilecek kurumları engellemeye dönük. Bugün gelinen noktada, bu hukuk önemli ölçüde tahrip olmuş durumda. Hukukun kurumları tahrip olmuş durumda. Çok yakın bir örneği: Bu hakları korumak için kurulmuş olan AHİM’in verdiği karar ülke yöneticileri tarafından kendileri bağlamadığı biçiminde karşılandı. Zaten BM’nin pek çok  savaş vb koşullarda oluşan ağır insan hakları ihlallerine müdahale imkanlarının ve enerjisinin çok zayıfladığı bir dönem yaşıyoruz. Dünyanın pek çok yerinde çok ciddi, insanlık dramları suçları ile karşı karşıya, bir müdahalesizlik var. Dolayısıyla, bir hukuksuzluk, bir  kurumsuzluk, bir güvencesizllik  söz konusu. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile başlayan savaş sonrası dönem umutlu, dünya için beklentilerin olumlu olduğu  bir dönemdi.  Ama sonrasında oluşan hem soğuk savaş iklimi hem neoliberal rüzgarın çeşitli aşamalardaki taarruzu insanların iktisadi ve politik olarak sürekli güvencesizleştiği bir süreç yarattı. Dolayısıyla, insanların tek tek güvencesiz olduğu, hakların güvencesiz olduğu  bir zeminde ilerledik ve bu derinleşti. Bugün bütün düşünceleri, insanların karar verme süreçlerini etkileyen en temel verilerden biri haline geldi güvencesizlik.  

Dünyada yükselmekte olan çeşitli isimlerle adlandırılan sağ popülist rüzgarın, otoriter eğilimlerin yükselmesiyle haklar, insan hakları meselesi ve özgürlükleri, onu savunanlar ve o hakların kendisi açısından da bir itibarsızlaştırma saldırısıyla karşı karşıya.  Yani hukuk, bunu koruyacak bütün kurumsal alanlar çok ciddi bir tahrip altında. Bunu biraz daha özelleştirip Türkiye’ye getirirsek; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden bile daha eski olan temel hukuk normlarının bile uygulanmadığı bir zamadayız. Mesele çok temel, suçsuzluk karinesi; nsanlar kanıtlanana kadar suçsuz olmaları gerekirken, Türkiye’deki pek çok davada insanların suçsuz olduğunu kanıtlaması isteniyor. Suçlamanın değil, suçsuzluğun kanıtlanmak zorunda olduğu, bütün hukuk normlarını tersine çeviren bir işleyiş olduğunu görüyoruz. Yine Roma hukukuna dayanan kurallardan biri, “yasa bilmemek mazeret sayılmaz” ama Tanıl Bora’dan alıntıyla söyleyeyim; “Türkiye’de yasayı bilseniz de sizi koruyamaz” aşamasına gelinmiş durumda”. Temel haklarınızı bile yasayı öne koyarak güvencede tutamadığınız, yasaların keyfi olarak, insana ve kişiye bağlı olarak değişik uygulandığı bir tablo yaşıyoruz. Dolayısıyla, aslında değil İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin sınırları bunun çok öncesine dayanan sınırların bile zaman zaman aşıldığına tanık oluyoruz. 

Soru 3- Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘biz iktidarımız boyunca hak ve özgürleri çok hassas davrandık o konuyu önde tuttuk geliştirdik’ gibi bir şey söyledi. Peki, bu hani sahiden sadece iddialara karşı  bir savunma mı yoksa bunun arkasında başka ideolojik bir zemin mi var? 

Aslında bu hak ve özgürlük alanı için daha büyük tehlikenin işareti. Yani, bu sorunları hafifletme çabasının ötesinde, bizzat hak kavramını ve hak sahibi meselesinin tartışmaya açılması demek. Çünkü, bu tür açıklamaların hemen sonrasında, haktan ne anlaşıldığının anlatılmaya başlandığında anlıyoruz ki herkes için geçerli ve herkesin hakkı diye kabul ettiklerimizle ilgili bir mesele var. Hak olmayı hak ettiğini düşündükleri bazı haklar var, bu hakları kullanmasını hak ettiğini düşündükleri bazı insanlar var. Mesela, başörtüsü bir hak, o hakkın verilmiş olması hak alanının genişletilmesi anlamına geliyor ama hak olarak düşünmedikleri alanlardaki daralma sayılmıyor. Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmak üzere pek çok metinde hak olarak tarif edilmiş,  mesela, örgütlenme, görüş belirtme, protesto-gösteri yapma, kendini ifade etme hakkı gibi. Bugün kimsenin hak açısından tartışmaya açamayacağı bir meselenin yıllardır sürükleyicisi olan, çocukların akıbetini öğrenmek için yıllardır mücadele veren Cumartesi Anneleri’nin yıllardır yaptığı eylemin hak sayılmaması, keyfi bir kararla yasaklanması kaldırılması buna çok çarpıcı bir örnek olarak verilebilir. 

AHİM kararında olduğu gibi temel hakları koruyan yargı kararlarını tanımamak ya da yargının aynı tür meselelerde birbirinin tam zıddı kararlar verebiliyor olması, artık sadece bir iddia ve eleştiri değil bir hakikat olarak da önümüzde duran talimatlandırılmış kararlar veriliyor. Bunlar karşısında,  “haklar ve özgürlükler gayet gelişti kimin ne şikayet var” iddiası aslında hak fikrinin kendisine dönük. Çünkü hak fikrinin, hakkı belirli insanlar ve konularla sınırlama hakkını kendini bulanlar tarafından ciddi bir tehdit altında sokulduğunu söyleyebiliriz. Yani bu sadece bilgi yanlışı değil aslında doğrudan hakkın tartışmaya açılması demek.  Bu çok daha önemli bir sorun.

Soru4 – Hak ve özgürlükleri savunmaya korumaya nereden başlamak ya da devam etmek gerekiyor?  

Bugün demokratik ya da siyasetin demokratikleştirilmesi meselesi çok tartışılıyor. Bu fikrin bir karşılık üretemediği için siyasi alanın bozulduğu ve karşı karşıya kaldığımız anti politik dalganın bunun üzerine bina edildiği konuşuluyor. Eğer daha iyi bir dünya fikrine döneceksek ya da bunu savunmaya devam edeceksek, kaçınılmaz olarak insan hakları meselesinin, insanların doğuştan eşit ve aynı ağırlıkta haklara sahip olduğu ve bu hakların yarattığı  özgürlükleri kullanmaya devam etmesi gerektiği asla unutturulmamak zorunda. İşte bu noktada başka ciddi bir sorunla karşılaşıyoruz. Doğrudan hak fikrini yaratan hafıza kodlarına dönük bir saldırı ve yeniden formatlama faaliyeti ile karşı karşıya kalıyoruz. Güçlü biçimde siyasi aktörlerin dillendirdiği bu hal medya aracıyla da yaygınlık kazanıyor. Türkiye’ye temel haklar açısından baktığımızda, değil evrensel bildirge ve uluslararası metinler, Türkiye’nin mevcut anayasal, hukuksal bütün kuralları keyfilik alanına açılıyor. Daha kötüsü Türkiye’nin politik deneyiminden süzdüğü pek çok konu, pek çok kazanım içi boşaltılarak, kimi zaman kriminalize edilerek, kimi zaman düşmanlaştırılarak toplumsal hafızadaki yeri dışında yeniden yazılıyor. 

Bütün tarihi geriye doğru yeniden yazmak faaliyeti ile karşı karşıyayız. Çok kuvvetli bir hafıza savunması en temel hak ve özgürlük savunularından biri oluyor. tıpkı 70 yıllık İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni savunmamız gereken günlerde olduğumuz gibi. Bunun için siyasi aktörler kadar hak sahiplerinin de sorumluluğu var. Bizim adımıza birilerinin hakları savunmasından bahsetmek durumunda değiliz. Kendi haklarımızı savunmak diye bir pencere açarken bunun herkesin hakkı olarak savunulması gerektiğini de asla akıldan çıkarmamız gerekir. Çünkü kutuplaşma ve yüksek kimlik siyaseti yüzünden, sadece iktidar sahiplerin değil, herkesin birbirlerinin haklarıyla ilgili fikirlerini de kötü etkiliyor. Bazı insanların bazı haklara sahip olamayacağı fikri genel kabul haline gelebiliyor.

Soru 5- İnsan hakları mücadelesi bildirgenin 70. yılında ne durumda? 

Hak ve özgürlük fikrini savunmak çok hayati bir önem taşıyor. Bazı hak ihlallerini politik olarak gündeme getiren kesimlerin bile zaman zaman çok tehlikeli söylemleri kullandığını görüyoruz. Mesela Fransa’da sarı yelekliler eylemi bir hak mücadelesi çerçevesine oturtulabilecekken içine yabancı düşmanlığı ve ırkçı motiflerin sızdığı konuşuluyor. Hak meselesinin çıkarla ilişkisi kurulduğunda, ötekiler kolaylıkla o hak alanının dışına itilerek düşmanlatılıyor. Türkiye’de de benzer bir şeyi Suriyeliler meselesinde görüyoruz. Bugün hak ihlali konusunda iktidarı eleştiren muhalefet partilerinin bazıları, doğrudan Suriyelileri düşman gösteren son derece tehlikeli ırkçı söylemleri hatta kışkırtmaları meşru gören politik çıkışlar yapabiliyor. Bu ciddi biçimde fikri ideolojik problem olarak önümüzde. Bütün hak mücadelesini de önemli ölçüde zorluyor.

Kurumsal alanda da çok ciddi sıkıntılar var. Bir yandan etkinlikleri son derece zayıflamış olan kurumların, enerjileri de son derece düşmüş durumda; Örneğin AİHM pek çok kararında kendi görev ve sorumluluğunu yerine getirmeyen, başka politik ihtiyaçları öne alan tavırlar ya da eylemsizlikler içinde olabiliyor. Sivil mücadele alanındaki hak savunucusu örgütlerin, çabaların da pek çok büyük tehdit altında olduğunu görüyoruz. Türkiye’de zaten insan hakları mücadelesi kendi başına bir kriminal mesele haline dönüştürülmüş durumda. Sivil toplum aktivistleri yargı ve emniyet güçlerinin hedefi haline getiriliyor, yoğun bir medya faaliyeti ile onlar bir tür yalıtılmaya uğruyor.

Mesele bir bakanın bir akademisyen, bir insan hakları savunucusu hakkında suçlayıcı, onu hedef gösteren sözleri, fikir özgürlüğü sayılıyor. 

70. yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni hatırlamak, büyük mücadelelerle yaratılmış hakların özgürlüklerin fikri, hukuki ve politik olarak savunulması çok hayati. 

Tekrar iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.