Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Trump’ın ipi

Ankara başta Suriye politikası olmak üzere ABD ile ilişkilerini sadece Başkan Trump ile temaslara indirgemiş durumda. Ama hemen hemen hiçbir konuda bir dediği bir dediğini tutmayan ABD Başkanı’nın ipiyle kuyuyla inilebilir mi?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Geçen hafta perşembe günü burada yaptığım bir yayında Trump’ın Suriye’den çekilme açıklamasının ardından Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’ın yaptığı açıklamalarla Ankara’da nasıl hayal kırıklığı yaşandığını ve sonuçta, Trump’ın aslında iyi olduğu ama çevresindeki insanların, derin devletin onu engellemeye çalıştığı yolunda bir inanışın güçlenmiş olduğunu söyledim. Ama her an yeni bir tweet atabilir Trump ve yine Trump hakkındaki görüşler değişebilir diye de bir not düşmüştüm; nitekim öyle oldu. Trump, tam da “Trump iyi çevresi kötü” denirken attığı peş peşe attığı tweet’lerle, doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren tweet’lerle kafaları bir kere daha karıştırdı. Tam olarak ne dediği de anlaşılamadı ya da herkes farklı farklı yorumladı; ancak Ankara’dan İbrahim Kalın ve Fahrettin Altun’un peş peşe yaptığı açıklamaların da gösterdiği gibi, yani Beştepe’den, Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen tepki açıklamalarının da gösterdiği gibi, Trump’ın bu açıklamalarından memnun olunmadı. Trump o açıklamalarında Suriye’de stratejik ittifak yaptıkları YPG/PYD gibi gruplara sahip çıktı ve onları PYD/YPG ya da SDF olarak adlandırmak yerine, “Kürtler” olarak adlandırması Ankara’yı çok rahatsız etti. Çünkü Ankara öteden beri, “Bizim Kürtlerle sorunumuz yok, bizim derdimiz oradaki teröristler” diyor; ama Trump burada da attığı tweet’lerle tekrardan oradaki grupları Kürtlerin temsilcisi olarak gördüğünü tescillemiş oldu. Yani Ankara’nın canını sıktı, moralini bozdu, keyfini kaçırdı. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapılan bir telefon görüşmesi ve o telefon görüşmesinin ardından atılan başka tweet’ler ve bugün itibarıyla Trump yine iyi oldu. Böyle garip bir grafik izliyor Trump. Türkiye’yle ilişkilerinde bir gün şahin, bir gün güvercin; bir gün dost, bir gün rakip –hatta düşman–; bir gün tehdit eden, bir gün destek çıkan… İlk attığı tweet’lerde Türk ekonomisinin kötü durumda kalabileceğini söylemişti. Bazıları bunu doğrudan bir tehdit olarak yorumladılar. Son attığı tweet’te de Türkiye’yle ABD arasında çok güçlü ekonomik ilişkiler geliştirilebileceğini söyledi. An itibariyle Ankara Trump’tan yine memnun; ama bunun ne kadar süreceği belli değil, yarın öbür gün tekrardan bambaşka bir çıkışını görebiliriz kendisinin ya da Amerikan yönetiminin.

Bu aslında sadece Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgili bir husus değil; Trump birçok konuda böyle yapıyor, bir dediği bir dediğini tutmuyor, fevrî kararlar alıyor, onu kimi zaman çevresi engellemeye çalışıyor, frenlemeye çalışıyor ve bu arada da o çevresini sürekli değiştiriyor. Geldiğinden beri sürekli bakanları ve ulusal güvenlik danışmanları vs. değişti. Beraber çalışıp ardından hakkında çok suçlamalarda bulunanlar, itiraflarda bulunanlar –özel avukatı dahil– oluyor, böyle garip bir durum.

En son haber zaten bildiğimiz bir husustu; ama iyice alenileşti. New York Times‘ın son manşeti Trump’ın NATO’dan ayrılmayı ciddi bir şekilde dile getirdiği ve çevresinin onu sakinleştirdiğini ya da ertelediğini gösteriyor. Bence Trump’ın NATO konusundaki tutumu pek değişmedi, her vesileyle NATO’yla ilgili yaptığı her konuşmada –ki NATO Zirvesi de dahil– sürekli NATO’yu eleştirdi — özellikle de olayı sadece bir para ilişkisine indirgedi ve ABD’nin NATO için çok para harcadığını, bunun diğer ortaklar tarafından finanse edilmesi gerektiğini söyledi. Edilmezse ne olur? “Edilmezse NATO’dan çıkarız” gibi bir noktaya varmış durumda Amerikan Başkanı. Birçok konuda onun inişli çıkışlı pozisyonlar aldığını biliyoruz; ama en hassas konu tabii ki Trump’ın Rusya’yla ilişkileri.Bu konuda süren çok ciddi bir soruşturma da var ve özellikle muhalifler –destekçileri değil ama muhalifleri– Trump’ı bir nevi Putin’in ajanı gibi görebiliyorlar, öyle resmedebiliyorlar. Ne derece doğrudur? Bunu şu anda kestirmek mümkün değil.

Bizim çocukluğumuzda –belki hâlâ vardır ama bilmiyorum– böyle birtakım öyküler olurdu, çizgi romanlar ve filmler olurdu, dünyayı ele geçirmek isteyen çılgın insanlar. Kimi zaman bir profesör olur, kimi zaman bir devlet adamı olur ve onun bütün derdi dünyayı ele geçirip kafasına göre tüm dünyayı yönetmeye çalışmak ve dünyayı felakete sürüklemek. Bunun bir nevi –bunlar tabii inandırıcı gelmezdi, ama yine de çocuk kafamızla bunları okurduk, eğlenirdik, hoşumuza giderdi– Trump seçildikten beri bir nevi bu parodi sandığımız şey gerçek hayatta yaşanır oldu. Dünyanın en önemli gücünün en önemli ismi Amerikan Başkanı –ülkeyi ve dünyayı tabii ki– attığı Twitter mesajlarıyla yönetiyor. Artık dünyanın değişik yerlerindeki insanlar, ama en çok da Washington’dakiler, Trump’ın özellikle Amerikan saatiyle sabah erken saatlerde hangi tweet’i atacağını, neye nasıl hitap edeceğini merak eder oldu, garip bir durumla karşı karşıyayız.

Buradan bize gelecek olursak; Türkiye ne zamandır ABD’yle ilişkilerini Trump’la ilişkiye indirgemiş durumda ve bu anlamda da bu yayının başlığı olan “Trump’ın ipi”yle kuyuya inmeye çalışıyor Türkiye; ama onun ipiyle kuyuya inilemeyeceğini de biliyor, böyle garip bir durumla karşı karşıyayız. Sağı solu belli olmayan bir “devlet adamı” söz konusu; ama Türkiye, Trump’tan başka ABD’de kendine muhatap bulamıyor, bulması artık herhalde çok zor. Bunun en önemli nedeni Türkiye’dede tek adam yönetimine fiilen geçilmiş olması ve ABD’nin eski haliyle, ABD yönetimleriyle –mesela Obama’nın iktidarında– şu haliyle Türkiye’nin ilişkilerinin çok alt seviyelerde seyretmesi beklenirdi. Trump yönetiminde de aslında böyle olması mümkünken, ihtimal dahilindeyken, Trump’ın kendisiyle ilişkiler bir şekilde ite kaka yol almaya çalışıyor. Ama bunun hiçbir garantisi yok ve Türkiye’nin de hiçbir alternatifi yok.Yani Trump’ın ipinden başka ABD’yle ilişkiyi sürdürebilecek başka bir mekanizması, başka kontakları kalabilmiş değil Türkiye’nin — böyle bir acayip tabloyla karşı karşıyayız.

Buradan ne çıkar? Türkiye’nin ABD’yle ilişkileri öteden beri stratejik ortaklık olarak tanımlanır; ama realitede baktığımız zaman çok da stratejik olmadığı, çok da ortaklık olmadığı yorumları yapılır aynı zamanda. Ama yine de dönüp baktığımızda Soğuk Savaş’tan bu yana Türkiye’yle ABD arasındaki ilişkilerin özellikle Türkiye için hayatî derecede önemli olduğunu görmek gerekiyor. Bu anlamda da Türkiye’nin NATO üyeliği çok kritik bir yerde duruyor. Ama şu anda NATO’ya da zaten bakışı hayli kuşkucu olan bir Amerikan Başkanı’yla Türkiye’nin NATO üyeliğinin de çok fazla anlamı kalmayabilir.

Peki buradan Türkiye nereye gidecek? ABD’yle ilişkiler Trump’la da olmuyorsa, Türkiye nereye yönelecek? AB’yle zaten bir gelecek olmadığı anlaşılıyor; Avrasya’ya dönmek, Asya’ya, daha Doğu’ya dönme seçeneğini birileri dillendirse de bunun bir medeniyet projesi olamayacağı en azından belli. Dolayısıyla Türkiye tam anlamıyla yörüngesini kaybetmiş, savrulan bir ülke olma durumunda. Kendi ayakları üzerinde durması, Türkiye’nin kendisinin başlı başına bir dünya gücü haline gelmesi… Tabii ki bunlar güzel laflar, ama bunun ihtimalinin bile söz konusu olduğunu sanmıyorum. Hele kendi içerisinde demokrasi, hukuk devleti bu noktada gerilemiş bir ülkenin bu kadar büyük küresel iddiaları hayata geçirilebilmesi bana hiçbir şekilde mümkün gelmiyor.

Sonuçta Türkiye dış politikada –ki dış politikanın bu kadar iç politikayı belirlediği bir ortam söz konusu olduğu için aslında her şeyiyle sadece dış politikada değil–her şeyiyle kaderini Trump’a bağlamış gibi bir görüntü var.Buna itiraz edenler olacaktır; ama gördüğüm kadarıyla son dönemde Türkiye’nin dış politikada seçeneklerini çoğaltmak gibi söylenen, Rusya’yla, İran’la ilişkileri, AB’yle olan ilişkilerindeki en sert noktadan biraz daha yumuşamaya geçilmiş olması vs. bunların çok anlamlı olduğu kanısında değilim. Türkiye dönüp dolaşıp ABD’yle kendi dış politikasını, ABD’yle ilişkileri temeli üzerine oturtmak noktasında ve burada da Trump’ın çürük ipinden başka tutunabilecek bir şey yok — bu da açıkçası hiç umut verici bir durum değil; tam tersine gelecek için karamsar olmamızı mecbur kılacak bir durum.

Buradan Türkiye nasıl çıkabilir? En azından Suriye bahsi söz konusu olduğunda ısrarla söylediğim, Türkiye’nin Suriye politikasını tepeden tırnağa yeniden çizmesi gerekiyor. Aslında sürekli değiştirdiği bir Suriye politikası var. Şu son noktada Türkiye’nin Suriye politikası sadece ve sadece ülkenin kuzeyindeki PYD/YPG etkinliğini geçersiz kılmak üzerine. Bu politika açıkçası sürdürülebilir bir politika olarak gözükmüyor bana. Çünkü gerek ABD gerek Rusya ve gerek diğer bölgesel güçler, İran ve Şam hükümetinin kendisi, buna çok fazla izin vereceği benzemiyorlar. Dolayısıyla Türkiye’nin öncelikle Suriye’de, ama Suriye’den önce kendi ülkesinde Kürtlerle olan sorunlarını çözmesi gerekiyor. Birçok izleyici dönüp dolaşıp her şeyi Kürtlere bağladığımdan şikâyet ediyor, Kürt sorununa bağladığımdan şikâyet ediyor; ama olay bu — yapacak bir şey yok. Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunu, Kürt sorununu çözme yolunda adım atmadığı müddetçe, Türkiye’nin herhangi bir sorunu kalıcı bir şekilde çözmesinin imkânı yok. Dolayısıyla Trump’ın çürük ipiyle uğraşacağına Türkiye’nin öncelikle kendi içerisinde Kürt sorununu çözmeye yeniden koyulması ve daha sonra da bölgesindeki –Suriye dahil olmak üzere– Kürtlerle olan ilişkilerini yeniden tanımlanması gerekiyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.