Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fethullah Gülen’in Le Monde yazısı ve Gezi iddianamesi

Fethullah Gülen’in 25 Şubat’ta Le Monde’da yazısının çıkması örgütün uluslararası alanda hâlâ belli bir gücü ve itibarı olduğunu gösteriyor. Fethullahçı savcı ve polislerin zamanında derledikleri temel alınarak hazırlanan Gezi İddianamesi de, örgütün kendisi olmasa bile mirasının hâlâ her türlü kullanıma açık olduğunun kanıtı.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bazen başıma şöyle bir şey gelir; bazı olaylarda, gazeteci olarak ilgilenmem gerekmesine rağmen ilgilenmeyi reddettiğim anlar oluyor — genellikle kişisel bir insanî tepki olarak. Şimdi birazdan anlatacağım olaylarda bunu açmaya çalışacağım.

25 Şubat’ta Le Monde gazetesinde Fethullah Gülen imzalı bir yazı çıktı. Gördüm ve okumayı reddettim ; Fransızcam olmasına rağmen ve Le Monde genel olarak –bütün eleştirilerim ayrı– sevdiğim bir gazete olmasına rağmen. Çünkü Fethullah Gülen’e bir köşe açılmıştı ve başlığını gördüm, Fethullah Gülen bu yazıda İslam ve demokrasinin aslında bağdaştığını, ama AKP’nin ve Erdoğan’ın bunu Türkiye’de yolundan saptırdığını iddia etmiş bu yazıda. Okumayı reddettim, çünkü okumak içimden gelmedi; bir tepki olarak düşünmek lazım. Le Monde gibi bir gazetenin, bu saatten sonra, Türkiye’ye bu kadar kötülüğünü etmiş ve özellikle Türkiye’de çoğulcu demokrasinin dinamitlenmesinde birinci derecede sorumluluğu olan birisine, o kişi çok demokratmış gibi bir kürsü açması, bir alan açması, gerçekten beni çok rahatsız etti. Okumak istemedim, başka zamanlarda başka tür böyle olaylar olmuştu ; bunu da bir müddet okumadım, ama bir gazeteci olarak ve bu konularla ilgilenen bir gazeteci olarak eninde sonunda bu yazıyı okumak zorunda kalacağımı biliyordum — o gün de bugün. 25 Şubat’ta yazılmış, şimdi 5 Mart’tayız, 8 gün sonra okudum. Tahmin ettiğim gibi kesinlikle Gülen tarafından yazılmadığı belli olan, örgüt içerisindeki siyasetbilimci vs. birilerinin kaleme aldığı, belki en fazla onun üzerinde birtakım düzeltmeler yaptığı bir yazı ; çok fazla anlamı olduğunu düşünmüyorum. O yazıyı bir akademisyen yazmış olsa, herhangi bir akademisyen yazmış olsa, İslam-demokrasi ilişkisi konusunda okunabilir bir yazı olabilir ; ama Fethullah Gülen tarafından yazılmış olması, o yazıyı bir kere baştan değersiz kılıyor — bu da benim önyargım değil; Fethullah Gülen’in bıraktığı izle alâkalı bir şey.

Burada tabii Le Monde şöyle de bir şey yapmış; koca bir sayfa yer açmış ve Fethullah Gülen’le ilgili gazetede sadece “Türk muhalif” demiş –bu da çok yadırgatıcı– ; daha sonra internette baktığımda, kendisinin tanıtımının biraz daha geliştirilmiş olduğunu gördüm. Kendisinin Erdoğan tarafından darbe girişiminin arkasındaki kişi olmakla suçlandığı da eklenmiş ve kendisine “vaiz ve entelektüel” ya da “aydın” denmiş. Ne derece doğrudur? Onu takdirinize bırakıyorum, aydın olup olmadığı. Çok tepki gördüğünü öğrendim haberin, gözüme de çarptı. Daha sonra bu sefer Türkiye’deki muhabiri Marie Jégo’ya “Türkiye’de demokrasinin ölümü: Suç kimde?” başlıklı bir haber-analiz yaptırmış ve haber-analizde Marie Jégo, Türkiye’den büyük bir kısmı yurtdışında yaşayan ama Türkiyeli birtakım kişilerle konuşarak Fethullah Gülen’in sicilini ve onun örgütünün sicilini de anlatmış — bir nevi dengeleme yazı yazmışlar. Anladığım kadarıyla bu yazı önce basılı Le Monde’da çıkmamış, sadece internette çıkmış ; daha sonra da gelen tepkiler üzerine basılı gazetede de çıkmış diye okudum, sosyal medyadaki birtakım bilgilerden.

Şimdi burada rahatsız edici olanı husus ne? Öncelikle rahatsız edici olan husus; Fethullah Gülen gibi birisinin hâlâ uluslararası alanda belli bir itibara sahip olması ve hâlâ kendini aslında Türk demokrasisi için savaşan ve bu uğurda mağdur olmuş, bu uğurda çabalar sarf etmiş, barışçı birisi olarak sunup, bunun hâlâ Le Monde gibi gazetelerde alıcı bulması ; bu başlı başına rahatsız edici bir husus. Tabii buna Türkiye’de siyasî iktidar ve onu destekleyenlerin verdiği tepkiler ayrı, ama bu olaya mesafeli bir şekilde dışarıdan, bu iki grubun ya da Erdoğan-Gülen savaşını hiçbirisine angaje olmadan izlemeye çalışan insanların bakışı farklı. Bunlardan birisi olduğumu düşünüyorum ve açıkçası bundan çok ciddi bir şekilde rahatsızlık duyduğumu bir kere daha ifade etmek isterim. Hatta belki bir yazıyla buna cevap vermek de olabilirdi ; ama Marie Jégo haberinde zaten bu konuda söylenmesi gereken bayağı bir şeyleri –Ahmet İnsel mesela, bayağı söylemiş– onları bir not olarak düşmek lazım. Ama sonuç olarak Le Monde için gerçekten ayıp bir şey yapmışlar. Türkiye’de bu kadar insanın mağdur olduğu, bu kadar insanın doğrudan mağdur olmasında birinci derecede rol alan bir kişiye sırf Erdoğan iktidarını eleştiriyor diye bu kadar geniş bir alan açılması gerçekten üzücü, bunu bir vurgulayayım.

Daha sonra, bugün baktığımızda, dün açıklanan Gezi İddianamesi’ne –aslında Osman Kavala İddianamesi– baktığımızda, Fethullahçıların uluslararası alandaki itibarını korumasının dışında ulusal alanda da itibarlarını bayağı bir koruduklarını gördük. İddianame de aynı Fethullah Gülen’in Le Monde yazısı gibi bende bir rahatsızlık yarattı. Şöyle bir rahatsızlık yarattı : İçinde neler olduğunu az buçuk biliyorum, tahmin ediyorum ve burada arkadaşlarımız bayağı bu konu üzerinde çalıştılar — özellikle Canan Coşkun didik didik etti. Yüzlerce sayfa tape. Bu tapeleri kimler yaptı? Fethullahçı savcılar, Fethullahçı polisler. Fethullahçılar zaten yıllarca Türkiye’yi bu tür tapelerle vs. yönetmeye, Türkiye’yi şekillendirmeye çalıştılar ve bayağı da başarılı oldular. Şu anda kaçak olan bir savcının hazırladığı bir soruşturmanın, bir kısmı kaçak, bir kısmı tutuklu, bir kısmı itirafçı polislerce derlenmiş tapelerinden hareketle yapılmış bir iddianameyle karşı karşıyayız. Bu iddianameyi de gerçekten çok okumak istemiyorum ; sadece bir göz attım. Burada çoğu çok yakından tanıdığım, çoğu çok yakın dostum olan, her zaman için kendilerine rahatlıkla kefil olacağım bu insanların kendi aralarında dostlarıyla, iş arkadaşlarıyla vs. yaptıkları telefon konuşmalarının sayfalarca dökümünü okuma ihtimali beni rahatsız etti. Burada bir şey görüp de rahatsız olacağımdan değil; onların özel hayatlarına, iş hayatlarına bu şekilde devlet aracılığıyla dahil olmak istemediğim için ; ama belli bir süre sonra mecburen nasıl Fethullah Gülen’in o aslında baştan savma olduğu her halinden belli olan yazısında olduğu gibi bu iddianameyi de bir şekilde okumak zorunda hissedeceğim kendimi.

Zamanında Zekeriya Öz’ün Ergenekon iddianamesine de bakmıştım, o da çok uyduruktu. Onun uyduruk olduğunu da o tarihte Vatan gazetesinde yazmıştım. Onun hakkında da o dönemde yazdığım sırada hatta kendisiyle gazeteci olarak görüşmek için de başvurmuştum ve benimle görüşmeyi kabul etmemişti, o da benim bir şansımmış, öyle söyleyeyim. Herhalde kazara görüşmüş olsaydım bu üzerimde bir leke olarak kalacaktı ; böyle de bir –Allah’a çok şükür– şansım olmuş. Şimdi bu iddianamenin başında savcılar şöyle diyorlar: “Basında bu iddianamenin FETÖ/PDY elemanları tarafından yapılan çalışmalar olduğu yolunda haberler çıktı” gibi bir şeyler söyleyip, “2016 sonrasında tüm delillerin ve özellikle de tapelerin tamamının yeniden kıymetlendirilmesini yaptık” diyorlar. Yani, tamam, bunların delil dediği şeyler, her neyse bunları ve tapeleri –özellikle tapeleri– FETÖ’cüler yapmış olabilir, ama biz bunları tamamen yeniden kıymetlendirdik –kıymetlendirme de çok ilginç ; değerlendirmek de değil değerin ötesinde bir anlam affediyor– kıymetli bir malzeme, yani Fethullahçılardan bayağı çok güçlü bir malzemeyi devralmışlar. Ama kesinlikle kendileri Fethullahçı değil; çünkü tam tersine, dosyalar üzerinde dış etkilerden, özellikle FETÖ etkilerinden arındırılmış bir çalışma yaptıklarını söylüyorlar. Zaten başta bunu söylüyor olmaları, bunu söyleme ihtiyacı hissetmeleri, bu olayın baştan itibaren FETÖ gölgesinde ya da Fethullahçılık gölgesinde olduğunu anlamamıza yetiyor. Sonuçta Le Monde’dan başladık, iddianame ile gidiyoruz. Dışarıda ve içeride yediği bütün darbelere rağmen, tüm ipliğinin pazara çıkarılmış olmasına rağmen, bu Fethullahçılık denen yapı öyle bir yapı ki, öyle bir illet ki gerçekten, dışarıda ve içeride birileri başkalarına karşı kavgalarında, mücadelelerinde bu yapıdan hâlâ medet umabiliyorlar.

17-25 Aralık tapelerini “zehirli ağacın meyveleri” diye yok etti Türkiye’de yargı. Aynı zehirli ağacın bu meyvelerini yeniden kıymetlendirerek ve tıpkı Fethullahçı savcıların zamanında yaptıkları, ürettikleri iddianameleri andıran iddianamelerle, yasal olan, tamamen yasalar içerisinde yapılan işlerin, eylem ve eylemsizliklerin, birbirine selam vermenin suç haline getirildiği bir dosya ile karşı karşıyayız. Bu da bize Türkiye’de Fethullahçılığın ölmediğini, kolay kolay da ölmeyeceğini; kendisi ölse bile onun bu mirasının, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletine birinci derecede zarar veren mirasının etkilerinin kolay kolay silinmeyeceğini gösteriyor. Savcılar istedikleri kadar girişine “dış etkilerden arındırılmış” dese bile, önceki iddianameleri bilen herkes de görüyor ki zaten Fethullahçı polisler hazırlamış, Fethullahçı savcılar hazırlamış bütün bu şeyleri, izini bunlar sürmüş. Bakıyorsunuz kimleri kimleri neden dinlemişler! Yani burada nasıl bir ulusal güvenlik tehdidi varmış, gerçekten anlamıyorsunuz ve baktığınız zaman –tamamını okumadığımı tekrar söylüyorum ; ama gördüğüm, duyduğum kadarıyla, arkadaşların anlattığı kadarıyla– bunlarda bir suç falan yok, zaten akıl yürütmeler üzerine kurulu bir olay. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, tıpkı bütün bu Ergenekon vs. süreçlerinde olduğu gibi.

Evet, önümüzde böyle bir gerçek var; hâlâ kullanışlı bir yapı, etkisi ne olursa olsun, etkisi ne kadar azalmış olursa olsun, ne kadar insanı yakalanmış/örgüt üyeleri yöneticileri yakalanmış olursa olsun, ne kadar dıiarıdaki okullarının bir kısmı devlete devredilmiş olursa olsun, hâlâ Fethullahçılık dışarıda ve içeride birtakım kanallardan doğrudan özneleri kendini olmasa bile –kimi zaman Le Monde yazısında olduğu gibi özne kendileri oluyor, kimi zaman bu son olayda olduğu gibi kendileri olmuyor– ; yani bir savcı var ki kendisi firarda ama fezlekesi mahkeme salonlarında kıymetlendirilerek tekrardan hizmete sunuluyor. Böyle bir acı gerçekle karşı karşıyayız.

Böyle bir ortamda Türkiye’nin Fethullahçılıkla mücadelesinden başarıyla çıkma ihtimalinin çok fazla olduğunu açıkçası sanmıyorum. Bugün belli bir ölçüde beli kırılmış olabilir, dışarıda öyle görünüyor olabilir ; ama Fethullahçıların –özellikle içeride– bize bıraktığı çok kirli bir miras var ve bu kirli mirastan birçok insan işine geldiği gibi yararlanmakta hiç tereddüt etmiyor. Böyle bir acı gerçekle karşı karşıyayız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.