Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Diyelim ki YSK İstanbul seçimlerini iptal etti…

Erdoğan’ın ne yapıp edip İstanbul’u kazanacağını düşünenler YSK’nın iptal kararından emin gibiler. Ancak seçim tekrarlansa bile AKP’nin bu kez kazanacağının hiçbir garantisi yok.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul kararı hâlâ açıklanabilmiş değil, bekliyoruz. Açıkçası ben buradan bir iptal karar çıkmasını beklemiyorum. Ama tabii ki böyle kâhinlik gibi bir niyetimiz yok. Pekâlâ çıkabilir de. Çünkü hâlâ karar açıklanmadı. Böyle bir başvuru yapıldı, bekleniyor, incelemeler sürüyor deniyor. Pekâlâ çıkabilir. Ama benim kişisel kanım çıkmayacağı yolunda; yani bunda iddialı değilim, bu kişisel görüşüm, ama çok sayıda kişi iddialı bir şekilde kesinlikle iptal kararı çıkacağını söylüyor. Geçen cuma için tarih verildi. Bazıları geçen cuma çıkacağını söylemişti kesin bir şekilde. Neye dayanarak söyledikleri belli değildi. Şimdi o cuma, önümüzdeki cumaya kaldı. Şimdi de bu cuma çıkacağı söyleniyor.

Cumanın seçiliyor olmasının nedeni, tabii meşhur piyasalar meselesi. Piyasaları zıplatacak kararların genellikle siyasî iktidar tarafından da mesai saatlerinin bitimine, yani hafta sonu tatiline doğru alındığını biliyoruz. Böyle bir karar, hele iptal kararı çıkarsa bunun ekonomiye çok olumsuz etkisi, hızlı bir şekilde çok olumsuz etkisi olacağı, özellikle piyasalara, döviz kuruna çok olumsuz etkisi olacağı biliniyor. Onun için de YSK iptal kararı verecek, iptal vereceği için de bunun cuma günü mesai saatinin bitiminde verecek yolunda çok sayıda spekülasyon var. Bazıları çok iddialı, ama kaynak olarak çok fazla kaynak belirtilemiyor. Ama şöyle bir akıl yürütme var: Erdoğan İstanbul’u vermez. Bunu daha önce de bir yayında ele almıştık, “Erdoğan ne yapar ne eder İstanbul’u kazanır mı?” diye sormuştum. Bunun ben mümkün olmadığını daha o tarihte söylemiştim. Ama hâlâ bu iş uzadığına göre bunun üzerinden bir daha da geçmekte yarar var.

“Erdoğan İstanbul’u vermez.” Bu önerme bence yanlış bir önerme. Erdoğan’ın böyle bir gücü yok. Erdoğan’ın böyle bir gücü yok, olmadı. Belki bir zamanlar vardı, ama uzun bir zamandır böyle bir gücü yok. Böyle bir gücü olsaydı zaten 31 Mart’ta İstanbul’u almış olurdu. 31 Mart gecesi Anadolu Ajansı o rakamları yayınlamayı kesmezdi ve İstanbul’u aldığı 31 Mart gecesi ilan edilirdi. 31 Mart gecesi Erdoğan İstanbul’u kaybetti. Binali Yıldırım kaybetmedi. Zaten Binali Yıldırım kendisi de biliyorsunuz söyledi; “Burada adaylar yarışmadı” dedi. Aslında Ekrem İmamoğlu bir aday olarak yarıştı, ama karşısındaki rakibi Binali Yıldırım değildi, Tayyip Erdoğan’dı. Tayyip Erdoğan’ı yendi. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun bu seçim zaferi çok daha değerli bir seçim zaferi oluyor. Erdoğan’ı 25 yıl sonra İstanbul’da yenmiş bir aday olarak Ekrem İmamoğlu ortaya çıktı.

“Erdoğan ne yapar ne eder İstanbul’u alır, alacak” diyenlerin önemli bir kısmının Erdoğan’ı sevmeyen insanlar olduğunu görüyoruz. Bu da işi daha ilginç kılıyor. Yani Erdoğan’a “Reis” diyen, onu taparcasına seven birilerinin kalkıp “Erdoğan, Reis ne yapar ne eder İstanbul’u alır” demesini bir yere kadar anlayabilirsiniz. Bu bir temennidir. Bunu isterler, buna inanırlar ve bunun için dua da ederler. Bunu anlarsınız. Ama Erdoğan’dan hazzetmeyen birilerinin kalkıp “Erdoğan ne yapar ne eder İstanbul’u alır” demelerinde garip bir durum var, garip bir hal var. Bu gerçekçilik falan değil. Bu başka bir şey. Bu öğrenilmiş çaresizlik galiba, böyle bir şey söyleniyor. Böyle bir kötümserliği kendine bayrak edinmek ve onun üzerinden de söylediklerinde haklı çıkmadan bir şekilde belli tatminler elde etmek.

Bir kere buradan haklı çıkma ihtimali olduğunu sanmıyorum. Birinci etap Yüksek Seçim Kurulu. Bu kurulda zaten iptal kararı verilmeyeceğini düşündüğümü söyledim. Ama diyelim ki –bu yayının da başlığı o– diyelim ki YSK beni şaşırttı, çok kişiyi şaşırttı ve iptal kararı verdi. Ne olacak? Erdoğan kazanacak mı? Ya da Erdoğan’ın adayı Binali Yıldırım kazanacak mı? Hiç sanmıyorum. Hatta öyle bir şey ki, tabii burada ilginç bir durum var. “Seçim iptal edilecek” diyenlerin, “YSK iptal kararı verecek” diyenlerin önemli bir kısmı Erdoğan’ın aday olarak Binali Yıldırım’ı göstermeyeceğini söylüyorlar. Binali Yıldırım’ın çekileceği söyleniyor ve hatta yerine isimler de telaffuz ediliyor vs. Bir kere bunun kanunen olması bildiğim kadarıyla mümkün değil. Dolayısıyla bu da aslında “Erdoğan ne yapar ne eder İstanbul’u kazanır” iddiasının çok altının dolu olmadığını bize gösteriyor.

Binali Yıldırım’ın en son yaptığı açıklamayı gördük. Kasımpaşa Lisesi’nin pilav gününde yanılmıyorsam, mezunlara hitaben yaptığı açıklamada buruk bir Binali Yıldırım var. Her ne kadar topun YSK’da olduğunu söylese de, benim anladığım kadarıyla aslında bu olayı çoktan kafasında bitirmiş bir Binali Yıldırım var. Binali Yıldırım’ın bu seçimin iptal edilmesi halinde tekrar sahaya çıkıp aktif bir kampanya yürüteceğini falan sanmıyorum. Zaten önceki kampanyasında da çok aktif değildi. Bundan sonra da çok aktif bir kampanya yürüteceğini sanmıyorum.

Peki, iptal oldu ve Erdoğan İstanbul’u almak istiyor. Tamam, almak istediğini biliyoruz. Nasıl alacak? Orada işte birtakım karanlık senaryolar gündeme geliyor. Nasıl Haziran-Kasım arasında Türkiye’de neler yaşandıysa benzerinin bu sefer yaşanabileceği yolunda — ki o tarihteki konjonktürle bugünkü konjonktür arasında çok büyük fark var. O tarihteki terör eylemlerini yapanlar, yaptıranlar vs. ile bugünkü konjonktürde onun aynen tekrarlanması mümkün değil.

Çok daha farklı birtakım şeyler tabii ki olabilir. Çubuk saldırısı bunun bir örneğiydi bence ve boşa çıktı. Yani CHP’liler, Kılıçdaroğlu başta olmak üzere muhalefet bunu açığa düşürdü. Bu provokasyonu bozdu. Bunun provokasyon olduğu son yayınlanan yeni görüntülerle çok daha iyice netleşmiş durumda. Kaldı ki birkaç zanlının –ki bir tanesi doğrudan yumruk vurduğu görülen ve kendisi de kabul eden kişi de dahil olmak üzere– serbest bırakılması, hatta o yumruk vuran kişinin “Osman Dayı” diye bir nevi kahraman ilan edilmesi de zaten bunun örgütlü bir provokasyon olduğunu gösteriyordu.

Buna benzer başka provokasyonlar denenebilir. Ama burada önemli olan, provokasyonu yapandan ziyade provoke edilmek istenen kişilerin tepkileridir. Eğer muhalefet bugüne kadar izlediği yolu sürdürürse, bu provokasyonlar kolaylıkla boşa çıkacaktır. Açıkçası bunun çok fazla yapılabileceğini sanmıyorum. Hem yapma imkânının çok fazla olduğunu sanmıyorum, hem de provokasyon yapmak isteyenlerin ellerinde patlama ihtimalinin çok daha yüksek olduğu kanısındayım.

Tabii bu arada unutmamak lâzım; iptal kararı çıkması halinde, zaten kötü durumda olan ekonomi hızlı bir şekilde çok daha kötü bir yere doğru savrulacak. Bunu herkes biliyor. Ve ekonomiyi zaten taşıyamayan ve bu yüzden de bayağı yıpranmış olan siyasî iktidarın haziran ayına kadar bunu idare edebileceğini de ayrıca sanmıyorum. Orada iyice zorlanacaktır.

Hadi diyelim bunu da halletti. Ama sonuçta karşımızda sandıklar var ve seçmen var. Seçmenin İstanbul tercihini gördük. Az sayıyla da olsa Ekrem İmamoğlu’nu tercih etti. Şimdi aradan üç dört ay geçtikten sonra tekrar sandığa gidildiği zaman bu tercihini niye değiştirsin? Bir kere Ekrem İmamoğlu’na oy vermiş olup da “Yahu keşke vermeseydim, elim kırılsın” diyecek kişi olacağını açıkçası sanmıyorum. İmamoğlu gerek kampanya boyunca, ama esas olarak da 31 Mart akşamından itibaren bugüne kadar gerçekten başarılı bir performans sergiliyor. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun oylarının bu kısa süre içerisinde azalma ihtimalinin hiç olduğunu sanmıyorum. Tam tersine daha da artacaktır. Tereddüt edenler, sandığa gitmeyenler ya da başka bir muhalefet partisinin adayına oy verenlerin içerisinde –ki Saadet Partisi’ne oy vermiş olanlar da olacaktır– Ekrem İmamoğlu’na verenler olacaktır.

Bu arada şunu özellikle vurgulamak lâzım: İptal halinde AKP, Saadet Partisi adayına verilmiş oyların bir kısmını kendisine almak isteyecektir Erdoğan. Ama bu konuda çok fazla şansı olduğunu sanmıyorum. Çünkü birincisi, bir canlı yayında Saadet Partisi’nin İstanbul’da aday göstermediğini söylemişti — ki adayı vardı. Artı olarak da sürekli, özellikle Temel Karamollaoğlu’nu ve Saadet Partisi’ni çok ciddi bir şekilde suçladığını, ona saldırdığını görüyoruz. Saadet Partisi ile köprüleri hızla attığını görüyoruz. Bunu tekrar toparlar mı çok emin değilim.

Ama bence çok daha önemli bir husus var. 31 Mart’ta Binali Yıldırım’a oy vermiş olan seçmenin ciddi bir bölümünün –eğer seçimin yenilenmesi söz konusu olursa– Binali Yıldırım’a oy vermeyeceğini sanıyorum. Elimde herhangi bir data yok. Dün burada Bekir Ağırdır ile konuştuğumuzda, o da seçimin iptal edilmesine çok ihtimal vermediğini söyledi. Ama diyelim ki iptal oldu; AKP’ye, yani Binali Yıldırım’a oy vermiş seçmenin bir kısmının sandığa gitmeyebileceğini söyledi. Bu bence önemli. Ancak orada şöyle bir husus var: Bekir Ağırdır yayınını izleyenler görmüştür, Bekir ısrarla –ki bu konuda yalnız değil– bloklar arası geçiş olmadığını savunuyor. Ve tabii bunu yaparken sadece kendi kişisel görüşünü dile getirmiyor, KONDA olarak yaptıkları sandık sonrası, yani oy verme sonrası anketlere dayanarak bunu söylüyor.

Tabii ki bu bulgular önemli. Ama ben şahsen bunun o kadar mutlak olduğu kanısında değilim. Bu son seçimde, ilçelerde olmasa bile İstanbul özelinde özellikle, ilde AKP seçmeninin önemli bir kısmının –yani önemli bir kısmı derken çok büyük olmasa bile seçim sonucunu etkileyecek bir kısmının– ilde Ekrem İmamoğlu’na oy verdiğini düşünüyorum, sanıyorum. Tanıdığım bazı kişiler de var, ama benim tanıdığım kişiler tabii ki bir örneklem oluşturmaz. Ama ben Bekir Ağırdır gibi –ve ona benzer görüşte olan başka özellikle kamuoyu araştırmacıları var– o kadar emin değilim. Onu da kendi muhafazakâr camia hakkındaki deneyimlerime, bilgilerime ve birtakım tanıdığım kaynaklarıma istinaden söylüyorum.

Ciddi bir yöneliş var, ilgi var. Yani bu CHP’nin kendisine olmayabilir. Bekir Ağırdır’ın da söylediği gibi sol alerjisinden dolayı, sağdaki sol alerjisinden dolayı CHP’ye oy vermek şeklinde olmayabilir; ama yerel seçimde CHP’nin adayına oy vermek şeklinde olduğunu düşünüyorum. Ve bunun artık belli bir aşamadan sonra CHP’ye oy vermeye de geçebileceğini düşünüyorum. O kutupları mutlaklaştırmanın çok gerçekçi olduğu kanısında değilim. Çünkü o kutbu kutup yapan özelliklerin büyük bir kısmını Erdoğan, iktidarında yok etti. Yani oraya giden, İslamî hareket içerisinden gelip belli bir şekilde AKP’ye destek veren insanların içerisinde, özellikle orta sınıflarda Erdoğan’ın son yıllardaki icraatına yönelik olarak çok ciddi bir rahatsızlık, itiraz ve hayal kırıklığı var. Nitekim Ahmet Davutoğlu’nun ve Ali Babacan’ın kuracağı söylenen partilerin de zemini bu rahatsızlık üzerine inşa oluyor.

Şöyle bir şey çok söyleniyor: Kol kırılır, yen içinde. Yani şikâyetler vardır ama dışarıya çıkmaz. Aydın Ünal hep bunu yazar: “Tamam kızalım edelim, eleştirelim, ama oyumuzu da AK Parti’ye verelim ” der. Bence artık bu çok fazla yürüyebilen bir formül değil. Artık insanlar eleştiriyorlar, kızıyorlar, seslerini daha fazla çıkartıyorlar ve oylarını da artık vermemeye başladılar. Kimisi, Bekir Ağırdır’ın dediği gibi bunların büyük bir çoğunluğu sandığa gitmemek şeklinde tezahür edebilir. Ama ben belli bir kısmının rakip partilere ya da rakip adaylara oy vermek şeklinde de geliştiği kanısındayım.

Toparlayacak olursak; diyelim ki YSK seçimleri yeniledi, yeniden İstanbul’da seçim oldu. O zaman benim tahminim, Ekrem İmamoğlu çok daha net bir başarıyı yaşar. Ve bu aynı zamanda onun net başarısı, Erdoğan’ın net ve ikinci yenilgisi olur. Böyle bir şeyi göze alacağını açıkçası sanmıyorum Erdoğan’ın. Bu kadar göz göre göre tekrardan kaybedeceği bir seçime İstanbul’u sürükleyeceğini, ekonomiyi de bu anlamda daha kötü edecek bir şekilde, kutuplaşmayı daha da tırmandırıcı bir şekilde böyle bir ikinci kez seçime tevessül edeceğini, yöneleceğini açıkçası sanmıyorum. Çok ısrar ediyor görünüyor; ama çok bunu sürdüreceğini sanmıyorum. Büyük bir ihtimalle, “Biz aslında kaybetmedik, ama YSK böyle bir karar verdi. Ne yapalım biz de mecburen bunu kabul ediyoruz, ama bu karara saygı duymuyoruz” demeyi tercih edecektir. Aksi takdirde ikinci kez seçim olması çok daha büyük, çok daha açık ve tescillenmiş bir yenilgi olacaktır. Bu da Erdoğan’ın artık krizinin tam sonlarına doğru geldiğimize işaret edecektir.

Burada tabii Ünsal Ünlü’ye bir laf etmeden geçemeyeceğim. Ünsal bu sabahki yayınında –ki benden çok daha fazla takipçileri, fanatikleri olduğunu biliyorum, onlar da bana kızacaktır, Ünsal da kızsın–, “Erdoğan siyasî olarak gerilemeye başlıyor mu?” diye sormuş. Ben de Ünsal’a diyorum ki: “Ünsal, o çoktan başladı. Şimdi artık gerilemenin sonlarını yaşıyoruz.” Ben o kanıdayım, izleyenler bilir. Uzun bir süredir Erdoğan’ın artık eski becerisine sahip olmadığı, oyun kurucu gücünü yitirdiği, çok ciddi bir ideolojik, politik ve örgütsel kriz içinde olduğu kanısındayım. Bunu söylüyorum. Ve son seçim sonuçlarının da bunun, 7 Haziran’dan sonra, 4 yıl sonra tekrardan bunun açık bir şekilde ifadesi olduğu kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.