Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: ABD-İran gerginliği, bitmeyen S-400 Krizi, İdlib’de neler oluyor?

Ruşen Çakır, Washington’daki Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile başta ABD-İran gerginliği olmak üzere bölgedeki gelişmeleri ve bunun Türkiye’ye etkilerini; ayrıca Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorunları konuştu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Ruşen Çakır: Merhaba,  iyi günler. Washington’dan Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile birlikte, “Transatlantik” ile karşınızdayız.  Gündemi değerlendireceğiz. Gönül, hemen İran meselesiyle başlayalım. Sanki Washington İran’a bir şey yapmak istiyor. Acayip hareketlilikler var. Bölgede Körfez’den gelen sabotaj iddiaları, ABD’nin bölgeye asker yollayacağı iddiası. En son bugün ABD Bağdat Büyükelçiliği’nin çok âcil personeli dışında  bütün ABD vatandaşlarının ülkeyi terk etmesi talimatı gibi üst üste eklenen hususlar var. 

Gerçekten bir şeyler oluyor mu? Yoksa birbirine gözdağı verme hareketleri mi söz konusu?

Gönül Tol: Washington’daki algı, özellikle Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın İran’a karşı bir savaşa hazırlandığı yönünde. Bu algıyı besleyen şey, geçen hafta yapılan bir toplantı. John Bolton CIA’de bir toplantı düzenledi. CIA Başkanı ve Trump’ın İran konusundaki danışmanlarıyla bir toplantı… Şimdi tabii bu toplantı şu algıyı yarattı: Normalde ulusal güvenlikle ilgili toplantılar Beyaz Saray’da yapılır; CIA’de yapılması, insanlara George W. Bush’un Irak savaşına giden dönemde CIA’de sık sık yapılan ve askerî planların çizildiği toplantıları hatırlattı. Geçen haftadan bu yana böyle bir algı oluştu. “Bolton düğmeye basmak üzere, İran ile savaş başlatmak istiyor” algısı oluştu. Bunun üzerine Pentagon’dan açıklamalar geldi. Bolton diyor ki: “Bizim elimizde istihbaratlar var. Bunlara göre İran ABD’nin bölgedeki güçlerine karşı bir saldırı hazırlığında…” Bunun üzerine Katar’daki üslerine bombardıman uçağı gönderdiler; Körfez’e savaş gemisi gönderdiler; Pentagon Patriot’ları göndereceğini açıkladı. Gönderileceği söylenen bu askerî mühimmatın bir kısmı zaten bölgedeydi. Fakat çok ciddi bir savaş hazırlığı yapılıyor algısına yol açtı bu. İran da bu baskıya yanıt verdi. Birkaç gün evvel S. Arabistan’ın petrol taşıyan tankerlerine bir saldırı oldu. Yemen’de Husiler –İran’ın desteklediği gruplar– S. Arabistan’ın bazı hedeflerine saldırıda bulundular. Dolayısıyla kaotik bir durum söz konusu. Bu bir savaşa sebep olur mu? İran tarafından baktığımızda, Suudi tankerlere yapılan saldırıyı üstlenmedi. İran sıcak bir çatışmanın içerisine girmek istemiyor. Ama diğer taraftan da karşı hamlelerde bulunuyor. Mesela Irak’taki Şii milislere balistik füze verdiği söyleniyor. Hatta bu gruplara balistik füze üretmesi için bir kapasite oluşturduğundan bahsediliyor. Bunların hepsi endişe verici olmakla birlikte, ben şunu düşünüyorum: Kuzey Kore konusunda Trump’ın açıklamaları üzerine, “Kuzey Kore’yle savaşa mı giriliyor?” tartışmaları yapılmıştı, sonra Trump geri adım attı ve müzakereler başladı. İran ile de böyle bir yola girilebilir. Bence her iki tarafın da savaş başlatma niyeti yok. Fakat şöyle bir risk var: Kuzey Kore ile bunlar olurken Trump’ın etrafındakiler daha ılımlı isimlerdi. Şu anda Trump’ın etrafında bu tür ılımlı isimler yok. Üstelik İsrail ve Arabistan bu tür bir savaşı körüklüyor. 

Yine de bu çok riskli bir manevra. Pentagon böyle bir savaşın rejimi güçlendireceğini düşünüyor. Bence burada şöyle bir kaza olabilir: İran ve ABD askerî güçleri o kadar birbirine yakın çalışıyor ki, Suriye’de dip dibe durumdalar. Bölgede yakın çalıştıkları için bir kaza olabilir. 

2016’daki mesele, hatırlarsan, 10 tane Amerikan denizci İran’ın karasularına girmişti ve çok ciddi çatışma ihtimali doğmuştu. O zaman ne oldu? John Kerry ile Obama görüşmeler yaptı ve bu kriz bertaraf edildi. Fakat şu anda iletişim kanalları da yok. 

Ömer, şunu sormak istiyorum: Bolton, Trump ve onlar gibi insanların İran’a böyle takmış olmaları, ideolojik bir bakıştan mı? Yoksa İsrail ve S. Arabistan gibi bölge ülkelerinden bu konuda bir tazyik mi var? Ya da Trump yönetimi böyle bir hamleyle ABD kamuoyuna birtakım mesajlar mı vermek istiyor?

Ömer Taşpınar: Amerikan kamuoyunun İran diye bir derdi yok. Tam aksine deniz ve kara piyadelerinin tekrar Ortadoğu’da savaşa girişmesi kamuoyu açısından istenen bir şey değil. Gönül’ün söylediği gibi bir ideolojik kadro var ve Irak dönemini hatırlatıyor biraz. Fakat fark Trump’ın aslında çok ideolog olmayışı. Trump, bir bakıma biraz cehaletle, bir bakıma İran konusunda, etrafındaki ideologlar kadar saldırgan değil. İran’ın dışişleri bakanı 2 hafta önce “4 B sorunumuz var” dedi. Bunlar, Bin Salman, Bin Seyid, B. Netenhayu ve Bolton. “Hem bölgede hem içeride bu tür insanlar Trump’a baskı kuruyorlar” diyor. Trump’ın bir baskı metodu var. Yüksek baskı, tam saha pres ve arkasında el uzatma, “Hadi gelin konuşalım”. Bunu yapmaya çalışıyor. Bir yandan da “İran’dan telefon bekliyorum” gibi komik açıklamalar da yapıyor. İran dinî liderinin kendisini aramasını bekliyor. Bu gösteriyor ki aslında savaş istemiyor. Ekonomi iyi giderken, seçimlere doğru giderken bu tür bir savaş isteyeceğini tahmin etmiyorum. Fakat İran’ı da anlamak gerekiyor. Çok kötü köşeye sıkışmış durumda. İran ekonomisinin dibe vurması, İran’da ılımlı kesimin zemin kaybetmesi ve radikallerin güçlenmesi, “Amerika bize bu kadar ekonomik-siyasî olarak saldırırken ve askerî açıdan da bir işe girişirken, biz de Amerika’nın canını acıtabiliriz” yönünde birkaç toplantı yaptılarsa, ABD istihbaratı bunu öğrenmiştir. İran’ın ABD’nin canını acıtma yöntemi belli. Irak üzerinden, Yemen üzerinden, S. Arabistan üzerinden ABD’nin çıkarlarına zarar verebilir. Bunları daha çok kendisi üstlenmeden yapabilir. Nitekim üstelenmiyor Arabistan tankerlerine yapılan şeyi. İran çok kötü köşeye sıkıştı. O nedenle Gönül’ün söylediği kaza çıkabilir.  

Gönül, bu gerginlik Türkiye’yi nasıl etkiler?

Gönül Tol: Türkiye, İran ile yaşadığı gerginliklere ve siyasî farklılıklara rağmen bir denge siyaseti güdüyor. Bence de en rasyonel olanı bu. Özellikle enerji bakımından bağımlı çalıştığınız bir ülkeyle Batı istedi diye ilişkileri koparmanın bir anlamı yok. Trump yönetiminin bölgedeki bütün dikkati İran’a çevrilmiş durumda. Bütün Ortadoğu stratejisini İran’ın bölgedeki gücünü ve etki alanını zayıflatmak üzerine kurmuş bir Amerikan yönetimi var. Bunun ideolojik kökleri var. Bolton için bu bütünüyle ideolojik bir saplantı bence. Bugünün meselesi de değil Bolton için. 2003 yılında İsrail’de yaptığı bir konuşma var, diyor ki: “Saddam Hüseyin’den kurtulduktan sonra, bir sonraki hedefimiz İran” diyor. Yani bunu 90’lardan beri tekrarlıyor. Kuzey Kore, İran ve Venezüela konusunda bu tür bir takıntısı var. “Diplomasiye inanmıyorum” diyen bir insan. Önemli olan şunu anlamaya çalışmak: Trump’ın eğilimi, Ömer’in dediği gibi, tam saha pres ve sonra “Oturup konuşalım” demek. 

İran konusunda da gerilim arttıkça Türkiye sıkışıyor. Yaptırımlar konusunda, Türkiye aslında söylem düzeyinde “Yaptırımları tanımıyoruz” diyor, ama gerçekte durum öyle değil. Türkiye yaptırımlara uyuyor. Geçen Mayıs’tan beri Türkiye İran’a olan enerji bağımlılığını çok azaltmaya başladı. Bir alternatif arıyor. Türkiye için problem ne? Meselenin ekonomik boyutuna baktığımızda, sen şimdi İran’dan almayacaksan, Rusya ya da Irak’tan alacaksın petrolü. Bu da Rusya’ya bağımlılığını artırıyor. Irak konusunda çok komplikasyonlar var. Basra’dan almaya çalışıyor. Kerkük’ten gelen o hattın yeniden güncellenmesine uğraşıyor. O yüzden ABD tarafından İran’a baskı arttıkça Türkiye’nin manevra alanı daralıyor. O yüzden bu Türkiye için istenen bir durum değil. 

Ömer, bunu spekülatif bir soruyla devam ettirelim. 23 Haziran’da en azından siyasî iktidar için çok önemli bir seçim var ve yanıbaşımızda böyle bir gerginlik var. Etkisi olur mu sence?

Ömer Taşpınar: Bana göre dış politikanın İstanbul’daki seçimlere ciddi bir etkisi olmaz — müthiş bir kriz olmadığı sürece. Geçen hafta konuşmuştuk; İstanbul seçimlerini etkileyecek dış politika krizi ne olabilir diye. Zannediyorum gene bu Suriye ve PKK bağlantılı bir şey, yani Türkiye’deki güvenlik ortamını etkileyecek bir kriz olursa dış politika konuları potaya girer gibi geliyor bana. O nedenle ben İstanbul’daki seçimlerin daha çok Türkiye’de olabilecek potansiyel terör eylemlerinden etkilenmesinden korkuyorum dış politikadan ziyade. 

İdlib’e biraz değinelim Ömer. Orada Rusya destekli Suriye ordusunun İdlib’e yaklaştığı ve Türkiye’nin bundan rahatsız olduğu söyleniyor. Orada yine dengeler değişmekte mi? Neler oluyor?

Ömer Taşpınar: İdlib konusu gerçekten bir süredir tekrar gündeme girdi. Suriye’de artık rejimin elinde tutamadığı bir yer kaldı. Rejim askerî açıdan hazırlık yaptı. Son bir buçuk aydır yükselen bir askerî ritim var. Rejim ciddi bir taarruza istekli gözüküyor; fakat Rusya hâlâ Türkiye ile dengeleri bir şekilde gözeterek hareket ediyor. Sınırlı bir şekilde girilmesine taraftar. Ben Şam ile Moskova arasında İdlib konusunda bir uyum olduğundan emin değilim. Türkiye açısından en büyük mesele buradaki 3 milyon nüfusun Türkiye’ye ciddi göçmen baskısı kurması. Fakat buna karşı da, geçen bir buçuk yılda Türkiye belirli önlemler almış durumda. Türkiye bana göre zannedildiği kadar da hazırlıksız değil — İdlib’den gelebilecek bir göçmen dalgasına. Gönül konuya daha hâkim, ama Güney ve Kuzey İdlib arasında da bayağı fark var. Güney İdlib’de şu anda baskı var. Kuzeyde bu baskıyı giderebilecek bir yapı da var. Dolayısıyla Suriye ve Rusya arasındaki dengelere bakmak gerekiyor. Son zamanlarda tabii Suriye bağlamında Erdoğan Putin ile telefon konuşması yaptı ve Suriye rejiminin kurduğu baskıyı Putin’e şikâyet etti. Burada da bir bakıma Esad üzerindeki etkisi gözüktü ve Türkiye Rusya’yı bir şekilde yanında görmek istiyor İdlib konusunda. Putin de S-400’ler konusundaki dengeleri göz önünde bulundurarak İdlib konusunda Türkiye’nin istemeyeceği şeylerin olmaması için de adım atıyor. Henüz bence İdlib’de dibe vurmadık, krizin boyutları henüz kontrol edilebilir boyutta. 

Gönül, İdlib Şam için bir sorun ve bir şekilde çözülecek herhalde, değil mi?

Gönül Tol: Aslında İdlib’deki resim en az Şam kadar Rusya’yı da rahatsız ediyor. Orada El Kaide’nin yeniden güçlendiğini görüyorsunuz. Türkiye’nin HTŞ’ye karşı oluşturduğu bir koalisyon vardı ve o çöktü. Böyle bir ortamda El Kaide’nin güçlendiği ve Türkiye’nin askerî enstrümanlarının azaldığı bir ortamda, tabii ki burada mesele, Çin Uygurları’nın El Kaide’ye dahil olduğu yolunda duyumlar var ve bu Rusya’yı rahatsız ediyor. Rusya için şu anda İdlib önemli. Bir noktadan sonra Rusya da Şam da İdlib’i ele geçirmek isteyecektir. Rejim bunu hemen yapmak isteyebilir, ama Rusya için S-400 meselesi tamamlanıncaya kadar Türkiye üzerinde İdlib’i baskı aracı olarak tutmak önemli. Türkiye ve ABD’nin S-400 tartışmasının doruğa ulaştığı bir dönemde bu bana anlamlı geliyor. O yüzden İdlib konusunda Rusya’nın acele etmemesinin sebebi, Rusya mümkün olduğu kadar İdlib’i baskı kartı olarak elinde tutmak istiyor. Türkiye de Rusya’yı suçlamıyor, rejimi suçluyor. İstanbul’da gösteriler yapılmış. Rejimi suçlayan sloganlara bir şey denmiyor, ama Rusya’yı suçlayan sloganlar bir şekilde polis tarafından yaka paça ediliyor. Türkiye burada Rusya’ya mecbur. İdlib’in alınmasındaki engel Rusya ve Rusya-ABD-Türkiye ilişki üçgenini bir şekilde kendi lehinde tutma isteği. 

S-400 konusunda çok ilginç gelişmeler oldu. Bild gazetesi “Türkiye vazgeçti” diye haber yaptı. Fahrettin Altun İngilizce bir tweet ile o muhabiri alıntılayarak, “O anlaşma çoktan yapıldı” dedi. Şu anda S-400 konusunda bir gelişme var mı hakikaten? 

Ömer Taşpınar: Bir bilgi kirliliği var ortada. ABD’nin Türkiye’ye baskısı artmış durumda. Türkiye de yaptırımların neler olabileceğinin getirdiği bilinçle, sahici çözümler arıyor. Bu aşamada bir geciktirme opsiyonu üzerinde duruluyor. Bu gecikmenin olması için ABD’nin bir adım atması gerekiyor. Türkiye, cumhuriyet tarihinde dış politikasında bu kadar ciddi şekilde Rusya ve Amerika arasında kalmamıştı. Amerika’dan beklentisi, “F-35’ler ile S-400’ler bir arada bulunabilir mi?” diye bir çalışma grubu kurulmasını istiyor Pentagon’da Türkiye. Amerika buna yanaşmıyordu. Fakat böyle bir komisyon kurulursa, Türkiye, “En azından bir süre geciktirebiliriz, bu komisyonun bulguları, ne diyeceği konusunda” diye bir baskı içinde. Amerika ise, “Siz önce geciktirdiğinizi açıklayın, biz de ona göre bu komisyonu kuralım ki yaptırımlar gelmesin; yaptırımlar kapıda” diye baskı kuruyor. Dolayısıyla böyle bir müzakere söz konusu gibi geliyor bana. 

Gönül, Temsilciler Meclisi’nde çıkan bu karar yeni bir aşama mı? Yoksa normal, bildik bir süreç mi?

Gönül Tol: Zaten uzun zamandır konuşulan bir şey. Bu “F-35 yaptırımları” denilen yaptırımlar uzunca tartışılan bir şey; o nedenle yeni bir şey yok. Bir ABD’li yetkiliden duydum bunu: “Mümkün olduğunca bir karar alın” diyor; yani Pentagon, Beyaz Saray ve Kongre’den Türkiye’ye giden mesaj çok mikro düzeyde inceleniyor ve sözcüklerin tehdit eder tonda olmasına dikkat ediliyor. Daha evvel Kongre çok yüksek telden çalıyordu, Trump daha yumuşak bir tutum takınmıştı, Pentagon biraz daha sessizdi vs.. Şimdi tabir yerindeyse tam saha pres; bu üç güç odağının Türkiye’ye karşı verdiği mesajları daha netleştirdiği bir dönemden geçiyoruz. O anlamda yeni bir durum söz konusu değil; sadece daha koordineli çalışıyorlar diyelim. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.