Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Binali Yıldırım’ın “beka” seçimi

İki aday da resmen kampanyalarını başlatmadı ancak 23 Haziran’ın Binali Yıldırım için Ekrem İmamoğlu’ndan daha zorlu geçeceği anlaşılıyor. İktidar partisinin adayının, devlet imkanlarını sonuna kadar kullanmaya ek olarak kendi partisinin tabanının tamamını ikna etmesi kolay olacağa benzemiyor.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. 23 Haziran seçimlerine 32 gün kaldı. Partiler henüz kampanyalarını resmen başlatmış değiller. Çok kısa bir süre olacak kampanya süresi. Zaten araya bir de bayram girecek, uzun da bir tatil var. Ama yine de ortalık hareketli. Bugün ağırlıklı olarak Binali Yıldırım’dan bahsetmek istiyorum. Ama Binali Yıldırım’a gelmeden önce Ekrem İmamoğlu’nu bir hatırlayalım. Ekrem İmamoğlu kaldığı yerden devam ediyor. Bugün sabah Halk TV‘de Ayşenur Arslan’a çıktı. Halk TV’nin yeri Taksim’de, oradan da Beyoğlu’na çıktı. Ve Beyoğlu’nda yine yoğun bir ilgiyle karşılandı. Popülaritesi hâlâ yerinde. Özellikle 31 Mart’ta kendisine oy vermiş olanların bu sefer de ona oy vereceği konusunda çok güçlü bulgular var. Bizim Medyascope’tan muhabir arkadaşlarımız İstanbul’un değişik yerlerinde yaptıkları röportajlarda da bunu görüyorlar. Yani “31 Mart’ta İmamoğlu’na vermiştim, ama şimdi Binali Yıldırım’ı düşünüyorum” ya da “oy vermeyi düşünmüyorum” diyen hemen hemen hiç kimse çıkmadı, bizim yaptığımız araştırmalarda. Ama buna karşılık, Binali Yıldırım’a vermiş olup Ekrem İmamoğlu’nu düşünenler olduğunu gördük. Bu konuda çok değişik yerlerden çok ilginç anlatılar var. Arkadaşlarımızın tanık oldukları çok ilginç olaylar var. Özellikle seçimin iptali konusunda AKP tabanında da tam bir ikna olmuşluk yok gördüğümüz kadarıyla. YSK’nın bir türlü açıklanamayan gerekçesi, bir türlü açıklanamayan kararının hakkaniyetli bir karar olduğu konusunda ciddi şüpheler var. Ama bu şüphelere rağmen tabii ki –ikinci turda diyeceğim, halbuki ikinci tur diye bir şey yok–, yenilenen seçimde yine Binali Yıldırım’a verecekler muhakkak olacaktır. Yani seçimi yenilemenin doğru olmadığını düşünseler de verecekler yine olacaktır. 

Bu arada 31 Mart öncesinde Ekrem İmamoğlu’nun başına bir televizyon olayı gelmişti. Ve iktidar yanlısı bir televizyon kanalında, bir gazeteci değil aslında, bir iktidar savunucusu tarafından köşeye sıkıştırılmak istenmişti. Ve bu İmamoğlu’nun epey işine gelmişti. Bütün o tahriklere rağmen serinkanlı duruşu ile, sakinliği ile ava geleni avlamıştı. Ve hatta seçime de bayağı bir etkisi olmuştur diye tahmin ediyorum. Çünkü o esas olarak iktidar yanlılarının izlediği bir kanaldı. Dün de CNN Türk‘te Ahmet Hakan’a çıktı Ekrem İmamoğlu, “Tarafsız Bölge” adında, adını ne kadar hak ettiği tartışmalı bir yayında yine bir tür sıkıştırmayı, bir önceki kadar bâriz olmasa da bunu yaşadı. Gördüğümüz kadarıyla genellikle ona artı yazdığı anlaşılıyor. Her ne kadar iktidarın birtakım sözcüleri bu yayın nedeniyle Ahmet Hakan’ı tebrik edip Ekrem İmamoğlu’nun maskesini düşürdüğünü ilan etmiş olsalar da, benim gördüğüm kadarıyla büyük bir çoğunluk yine Ekrem İmamoğlu’nun buradan serinkanlı, sakin bir şekilde… Bir de tabii burada bir görüntüyü hatırlayalım. Süresi tamamlanamayan ya da söylenen, ilan edilen süresi tamamlanamayan yayından yine kazançlı çıktığı yönünde bir imaj var, öyle diyelim. Bir bakalım, ne olmuş dün akşam? Evet, arkadaşlarımız onun dün akşamki yayında o ilgili bölümü koyacaklar. 

Ahmet Hakan: “İşin ekonomik kısmını anlatmış olacaksınız.” 

İmamoğlu: “Hayır, ikincisi, 18 günde ne yaptığımızı anlatacağız. Üçüncüsü, ekonomi ile ilgili neler yapacağımızı anlatacağız. Yani nedir o? İsraf, yani İstanbul belediyesi nasıl bir israf yapıyor?”

Ahmet Hakan: “Onu anlattın.”

İmamoğlu: “Yoo anlatmadık, şöyle…”

Ahmet Hakan: “Vaktimiz doldu.“

İmamoğlu: “Doldu mu? 12 diye söylediler.” 

Evet, Kadri Gürsel bugün bir tweet attı. Orada da şunu söyledi: “Konuştuğu kadar konuşturulmaması da kendisine artı olarak yazıyor.” Gerçekten bu çok ilginç bir iktidar stratejisi. Ekrem İmamoğlu’nu sıkıştırma, medya üzerinden sıkıştırma yolundaki çabalar genellikle ters tepiyor ve onun işine yarıyor. Evet, Binali Yıldırım’a gelelim. O medyada şu âna kadar istediği yere istediği zaman çıkma imtiyazına sahip birisi. 31 Mart öncesi birçok yere çıktı, bazı yerlere birden fazla çıktı. Ve örneğin Hürriyet gazetesinde önce Doğan Hızlan’a, ardından Ertuğrul Özkök’e röportajlar verdi. Ama Ertuğrul Özkök röportajı gerçekten tam “Sakınırken gözüne kıymık batırmak” gibi oldu. Oradaki “İstanbullulara vergi” başlığı –ki gerçekte Binali Yıldırım onu söylememiş–, o başlıkla yarardan çok zarar elde etmişti. Binali Yıldırım’ın medya performansı anlamında çok etkili olduğu söylenemez. Elinde çok geniş bir medya imkânı var, ama tam olarak kullanamıyor. Daha önceki 31 Mart öncesi yayınlarda bazı soruları beğenmediğini vs.’yi de görmüştük. Her ne kadar sunucular kendisine bir anlamda pozitif yaklaşsalar da, ondan bile rahatsız olduğunu görmüştük. Bugün Abdülkadir Selvi’yi okuduğumuzda, bu seçimde medyaya çok fazla abanmayacaklarını anlıyoruz, öyle söylüyor. Bu da bir yanlıştan döndüklerini, dönmek istediklerini en azından gösteriyor. Çünkü bu aşırı medya tahakkümü AKP’nin bayağı bir aleyhine çalıştı. Zaten Abdülkadir Selvi’nin yazısından anladığımız kadarıyla, bütün seçim stratejisini olduğu gibi değiştireceklermiş. Zaten bunun işaretlerini verdiler, vermeye devam ediyorlar. Bu neydi? Negatif kampanya, beka söylemi, terörizm; karşı tarafı, Millet İttifakı’nı “zillet” olarak tanımlayıp terörist, suçlular olarak tarif etme vs.; Kürt konusunda, Kürt meselesi konusundaki tutum, bütün bunlardan bir geri dönüş yapılacağı söyleniyor — ki bunun izleri var. Daha önceki kampanyada kendilerinden olmayanları terörizmle eşitlerken, şimdi “Bizi sevmeyeni de seviyoruz” gibi çıkışlar yapıyorlar. Bu çıkış da, burada konuk ettiğim Ateş İlyas Başsoy’un radikal sevgi, CHP kampanyasının radikal sevgi perspektifinin AKP tarafından benimsenmek istediğini bize gösteriyor. O da öyle söylemişti. CHP’nin kampanyasını bu temel üzerine kurdukları söylemişti. Yani karşı tarafın, rakip partinin tabanına seslenme, onları sevmek olarak söylemişti. Bunun AKP tarafından bu seçimde aparılmak istendiğini görüyoruz. Ve zaten “Her şey çok güzel olacak” sloganının “Daha güzel olacak” olarak değiştirilmek istendiğini de görmüştük. Bütün bu strateji değişiklikleri, çabaları, aslında 31 Mart’ta yenildiklerini gösteriyor. Binali Yıldırım ne yapıyor? Artık, geçen seçimde, geçen kampanyada daha doğrusu, halkla birebir ilişkilerde tutuk olan Binali Yıldırım, daha devlet adamı kampanyası yürüten Binali Yıldırım, şimdi halk adamı kampanyası yürütmeye çalışıyor. Ve mesela iftarlara gidiyor, orada yer sofralarında yemekler yiyor; ama o fotoğraflarda yer sofrasında yemek yerken tabii hemen orada bir yemek masasının ve sandalyelerin olduğu da tabii ki insanların dikkatini çekiyor. Dolaşıyor, ediyor, özellikle Ramazan vesilesi ile iftarlarda ve sahurlarda dolaşıyor. Gençlerle bir iletişim kurmaya çalışıyor. Ama bunda ne kadar başarılı olduğu çok ciddi bir soru işareti. Çünkü en çok karşısına çıkan husus YSK kararı ve “Oyları çaldılar” iddiasını temellendirmekte çektiği güçlük. Bu noktada tabii herhalde Türk siyasî tarihine geçecek olan birtakım açıklamalar da yaptı. O açıklamalardan birisinde –ki birazdan göreceğiz onun videosunu da–, sandıklarda AKP’li olduğu tahmin edilen seçmene Büyükşehir Belediye Başkanlığı pusulası verilmediğini iddia etti. Yani yapılan usûlsüzlük olarak böyle bir açılımda bulundu — ki bu da aslında kendisinin ne kadar zor durumda olduğunu gösteriyor. Evet, onu da bir görebilirsek, ardından devam edelim.

Binali Yıldırım: “Seçim günü olan en büyük şey, hile veya yolsuzluk: Üç pusuladan ikisini veriyor, birini vermiyor. Hepsini değil. Bakıyor seçmene, diyelim ki AK Parti’nin adayına verecek gibi anladığı seçmene Büyükşehir pusulasını vermiyor. İki tane veriyor. Bunu nereden anlıyoruz, yani nereden biliyorsun? O gün gelen şikâyetlerden. O gün bize şikâyet edenler oldu. Müdahale ettik, bilebildiklerimizi düzelttirdik. Şimdi sandıklar kapanıyor, oylar sayılıyor. 100 tane oy pusulası olması lâzım. Diyelim ki o sandıkta 100 değil de 300 veya 350, 300 tane oy pusulası var. 250 tanesi kullanılmış. Bu 250’nin 240 tanesi de geçerli, 10 tanesi de geçersiz. Geriye kaç tane boş pusula kalması lazım? 50 tane değil mi? Sayıyorlar, 60 çıkıyor, 65 çıkıyor. Peki nasıl oluyor bu? O gündüz vermedikleri oy pusulaları fazla çıkıyor. Bu sefer fazla düzeltmeleri lâzım. Düzeltmeden de sandığı teslim edemiyorlar, torbayı. Ne yapıyorlar? Aralarında diyorlar ki ‘Biz torbayı teslim edemeyiz.’ Boşlardan fazla olanları ayırıp iptallerin içine koyuyorlar. Böylece torbayı bağlayıp gönderiyorlar. Şimdi iptalleri tekrar sayınca çoğu boş çıkıyor. İptal oy niye boş çıksın? Adam ya üç tanesine kızar hepsine basar veya oraya bir yazı yazar, şey yapar, iptale götürür.”

Evet, aslında bu video başlı başına bu seçimin Binali Yıldırım için ne kadar zor olduğunu bize göstermeye yeterli. Peki neden böyle oldu? Neden 31 Mart’ta kaybettiler? Bu konuda ben burada çok yayın yaptım — aslında seçim öncesinden beri süregiden, AKP ve Erdoğan’ın krizi üzerine. Ve hatta bu yüzden benimle dalga geçenler de oldu, oluyor, olacak. Ama bugün bir haber düştü önümüzde. O da Star gazetesinde deneyimli röportajcı Fadime Özkan’ın yaptığı bir röportaj. Röportajı kiminle yapmış? AK Parti’nin Teşkilat Başkan Yardımcısı Azmi Ekinci, teşkilattan sorumlu kişinin yardımcısı. Kendisi Esenyurt’ta da belediye başkan adayıydı, kaybetti. Ama yıllardır AKP’de görev yapan, bir önceki dönem de yanılmıyorsam İstanbul milletvekilliği yapan birisi. Orada uzun uzun nelerin yanlış olduğunu anlatıyor. Şimdi oradan bazı alıntılar yapacağım; ama şunu özellikle vurgulayayım: Bu röportaj, bir kısmı matbu gazetede çıkan ama tamamı internet sitesine konan bu röportaj ve röportajın sosyal medyadaki tanıtımları daha sonra gazete tarafından iptal edildi, yani yayından kaldırıldı. Çünkü burada çok ciddi özeleştiriler var. Mesela ne diyor? “Vatandaşlar” diyor, “bize en çok adam kayırma, rantçılık gibi negatif şeylerin yanında vatandaşın ayağına gitmeme, halktan kopukluk, marjinalleşme gibi hususlardan şikâyet ediyorlar. Ayrıca belediye başkanı yardımcıları ve yöneticilerinin israf ve şatafatları eleştiriliyor. Bunların etrafında dolaşan ihalecisi, müteahhidi gibi kesimlerden oluşan gruplarda ciddi bir ekonomik statü farklılığına oluşan tepki. Haliyle vatandaş da ‘Ben sana oy veriyorum, sen beni unutuyor, bir kesimi zenginleştiriyor, kendine hayat kuruyorsun’ gibi eleştiriler getiriyor.” Yani bu en değme muhalifin dile getirdiklerinden çok geri kalan eleştiriler değil, içeriden eleştiriler. Tanzim satışlar meselesinde –ki tanzim satışların aslında AKP’nin krizi görünür kılarak yaptığı çok ciddi bir stratejik hata olduğunu iddia etmiştim– Ekinci de benzer bir şey söylüyor: “Vatandaş ‘Tanzimleri niye açmak zorunda kaldınız?’ diye soruyor. Biz de ‘Birtakım art niyetliler, domates, patates-soğan üzerinden bizi terbiye etmeye çalışıyorlar. Onun için bunları açtık’ dediğimizde, ‘Neden böyle yapıyorsunuz? Zabıtanız yok mu, emniyetiniz yok mu, maliyeniz yok mu? Niye denetleyemiyorsunuz?'” diye bu izahatı da geçersiz kıldıklarını söylüyor. Kürtlerin beka söyleminden rahatsız olduğunu, “İsteyen Kürdistan’a gitsin” gibi çıkışların rahatsızlık yarattığını, normalde Binali Yıldırım HDP tabanından oy alabilecekken, bu tür söylemlerden dolayı rahatsız olduğunu söylüyor. Teşkilat ile ilgili birtakım saptamaları var. Ama bence en önemli saptamalarından birisinde diyor ki Azmi Ekinci: “Biz eskiden seçim kampanyalarına giderken kendi tabanımıza gittiğimiz zaman”, ki kendisi 15 seçimi tamamında, AKP’nin katıldığı 15 seçimin tamamında görev üstlenmiş, “Biz eskiden tabanımıza gittiğimiz zaman bize ‘Bize ne geliyorsunuz? Biz zaten oyumuzu veriyoruz. Gidin, oy vermeyi düşünmeyenlere gidin’ diyen bir taban vardı” diyor. “Ama şimdi” diyor, “Her gittiğimiz yerde saatlerce konuşmak zorunda kalıyoruz.” Burada kastettiği kendi tabanı, kendi seçmeni. Yani AKP’nin kendi seçmeni ile bir sorunu olduğunu, onları ikna edemediğini, insanların değişik konularda, ekonomi ile ilgili, adam kayırma vs. gibi hususlarda, yolsuzluk konusunda, aslında genel olarak kokuşmuşluk konusunda çok ciddi eleştirileri olduğunu ve bunları ikna etmekte çok zorlandıklarını söylüyor. Ve “Biz özgüvenden kaybettik” diyor, “Nasıl olsa kazanacaktık.” Kaybı da zaten kabul ediyor. Daha sonra hile hurda gibi hususlarda da birtakım şeyler söylemiş, ama gayri ihtiyari ağzından çıkan cümleler kayıp üzerinden. Kaybı bir şekilde kabul etme var. 

Özgüven. Bu aslında özgüven değil. Bu aslında başka bir şey. Bu kibir. Bunu değişik vesilelerle, hatta müstekbir-mustazaf ikilemini bir yayında anlatmıştım. İslâmî hareketin içerisindeki en önemli argümanlardandır. İktidar sahiplerini kibir sahipleri olarak, müstekbirler olarak nitelendirir İslamcılar. Özellikle İran İslam Devrimi’nde böyle olmuştu. Ezilenleri, horlananları da mustazaf olarak tanımlarlar. Ve burada dünyadaki savaşı ya da ülkelerindeki savaşı müstekbirlere karşı mustazafların savaşı olarak tanımlarlar. Burada da anlatılan, Ekinci’nin anlattığı, kibir sahibi bir iktidar ve o iktidarın temsilcileri — belediye başkanı, yardımcıları, belediye bürokratları, onların etrafındaki müteahhitler, ihale takipçileri ve kendileri ile ilgilenilmediğini düşünen, horlandıklarını düşünen, iktidara ulaşamadıklarını düşünen sıradan insanlar. İşte bu sıradan insanların tepkisi nedeniyle bu seçimi kaybettiler. Peki bu insanları kazanabilecekler mi? İşte Binali Yıldırım’ın önünde böyle zorlu bir sınav var. Ve bu sınav aslında Binali Yıldırım’ın bekası. Artık beka lafını devlet için, ülke için kullanmaktan vazgeçtiler. Ama bütün çabaları kendi bekaları için. Çünkü Binali Yıldırım şu anda Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki, başından itibaren hep onun yanında olmuş, daha belediye başkanlığı zamanından itibaren, ardından AKP’nin kuruluşundan itibaren sürekli yanında olmuş, sürekli onun en güvendiği isimlerden birisi olmuş birisi. Ve şu anda İstanbul’da zaten Erdoğan en güvendiği isim olarak onu İstanbul’a, bir nevi kendisinin vekili olarak atamıştı, belediye başkan adayı olarak atamıştı. Ve dolayısıyla onun kaybı aslında Erdoğan’ın kaybı. Aslında yarışan Erdoğan. Dolayısıyla burada Binali Yıldırım’ın bekası ile Erdoğan’ın bekası ve AKP iktidarının bekası birlikte gidiyor. O anlamda çok zorlu bir seçim olacak. Bir tarafta kendinden emin, kendisini provoke etmeye çalışanlara karşı gayet ölçülü bir şekilde cevap verebilen bir Ekrem İmamoğlu var. Ve Ekrem İmamoğlu’nun yanında daha önceki yenilgilerden ve değişik olaylardan ders çıkarmış bir CHP teşkilatı var — ki onu 31 Mart’ta gördük, sandığa sahip çıkma olayında. Ve bir tarafta da bir devlet aygıtı, kocaman bir devlet aygıtı ve onun aslında halkla birebir kampanya yapma, siyaset yapma deneyimi çok fazla olmayan, hep siyasetin içerisinde olmakla beraber esas olarak teknokrat kimliği ile öne çıkmış olan Binali Yıldırım var. Ve bu dolayısıyla çok zor bir seçim olacak. Bir aydan biraz fazla kaldı. Yani 32-33 gün var seçime. Böyle giriliyor. Arada bayram olacak. Çok fazla kampanya imkânı olmayacak. Bu süre içerisinde AKP ve Binali Yıldırım, daha önceki seçimde, 31 Mart’taki seçimde sandığa gitmemiş kendi seçmenlerini ikna edebilecek mi? Ama bir diğer husus da, bir önceki seçimde kendilerine oy vermiş olup daha sonra YSK’nın adaletsizlik yaptığını düşünerek oyunu değiştirme konusunda tereddüt içerisinde olan seçmeni ikna edebilecek mi? 200 sayfa olacağı söylenen YSK’nın gerekçeli kararının bu kişilerin tereddütleri gidermede ne derece etkili olacağı bence hayli şüpheli. Dolayısıyla çok zor bir seçim tüm Türkiye’yi bekliyor. Ekrem İmamoğlu’nu da bekliyor, ama Binali Yıldırım’ın ve dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimi gerçekten çok çetin olacak. Ve bu anlamda da ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını, yapmakta olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.